Suriye ve Irak bir terazinin iki
kefesi değiller.
Irakta şiî çoğunluğun sünnî
azınlık tarafından yönetilmesi ile Suriye’deki sünnî çoğunluğun nusayrî
azınlıkça yönetilmesi olgusu simetrik ve bire bir geçişli bir ilişkinin ifâdesi
değildi. Bu iddialarda Baaz Partisi’nin çözülmüşlüğü varsayılıyor; Suriye’nin
jeopolitiği, komşu ülkelerle ve ülke içlerindeki kesimlerle dengeleri, o
ülkelerin kendi iç dengeleri ihmâl ediliyor. Suriye üzerine düşünürken
terazînin bir kefesindeki değişikliğin öbür kefeyi de oynatmasından
bahsedeceksek, ikiden çok kefeli bir terâzî düşünebilmemiz gerekirdi.
Suriye’nin nusayrîler tarafından
yönetildiği iddiası Baaz Partisi’nin ve arap milliyetçiliği’nin nusayrîlerce
temsil edildiği düşüncesine götürmemeli. Arap milliyetçiliği’nin erken
döneminde öncelikle hristiyan araplar tarafından temsil edildiğini; geleneksel
Baaz Partileri'nde sünnî, şiî, nusayrî, hristiyan kökenli arapların yer aldığını
unutmamak lâzım gelir. Bu çoğul yapıyı Suriye’de yok saymak mümkün değildir.
İttifak yapılarının gerçeği Esad Klanı’nın dayatmasıyla ortaya çıkmadığı gibi,
iç çatışmalarla veya Esad’ın iktidarı terketmesiyle de derhal tarihten
çekilmeyecektir. Suriye demokratikleşmeye öncelenmiş bir
”normalleş(tiril)me” süreciyle muhataptır.
Uluslararası gelişmeleri daha iyi
anlamak için ”normalleşme hareketleri”ne paralel götürülen sistem içindeki
ülkelerdeki ”kriz atlatma” politikalarına da dikkat etmek gereklidir.
Avrupadaki gelişmeler bir çok ülkede "ara rejim" siyâsetlerinin
uygulanacağını göstermekte. Avrupadaki krizden çıkış siyaseti bize hep darbeyle
dikte edilmiş olan radikal yeniliberal programlardan ibaret görünüyor.
”Normalleştirme” süreçleri
pazarların birbirlerine entegre olması; kaynakların talan ve üzerine çökme
yerine pazar ekonomisi bağlamında açık tutulması; toplumların şekillenmelerinin
finans ve askerî güçlerle dayatmalar üzerinden götürülmemesi gibi özellikler
taşıyor. Sıkı yeniliberal politikaların ”ara rejim” görüntüsü verebilmesi ”mali
disiplin” kaybedilmeden iktisadî işleyişi ”kurallarına” geri döndürme,
kaynaklara göre harcama veya yönlendirme politikalarının arkasındaki
”kararlılık”tan geliyor. Politikalara kaynak sağlayanların ”görünen”i
rahatlıkla askıya alabilmeleri her daim hesaplara katılması gereken bir
”veri”dir! Avrupa Birliği de bir süredir iktisadî durumu vahim görüyor ve
”demokratize edicilik” etiketinden ”fedakârlıklarda bulunuyor”: İktisat sıfata
önceleniyor! Olası bir çöküşte demokrasi diye bir şeyin kalmayacağı ya da
var olan popüler politikalarla gerekli tedbirlerin alınamayacağından fazlası
düşünülüyor olmalı. Kurucu dinamiklerin demokratik tarihinin yeni bir geriye
doğru hikâye edişte (narrasyonda) bütünleştirileceğini, ”Avrupa’nın kendisini
anlayışı”nın (tabiîleşme olarak anlaşılabilse de) değişim geçireceğini ileri
sürebiliriz!
Avrupa, ”kendisi üzerine
ezber”den çıkarılıp ”fabrika ayarlarına döndürülme” operasyonundan geçmekte.
İktisâden, Birlik açısından ”normal” kabul ettirilebilecek işleyiş ilişkilerine
geri çekilmedeler. ”Normalleştirme”de üç analitik olarak ayrıştırılabilir
hareket tarzı ya da türü gözlemlemekteyiz:
İlkinde uluslarüstü finansın
siyâsetle ilişkisi eski araçlar şimdilik terkedilmeyip kullanılsa da (liberal)
iktisâdın mantığına uygun bir çerçeveye çekiliyor ; iktisâdın buyruklarının
siyaseti öncelemesi ”garanti altına alınıyor” ve kurumlar dönüştürülüyor.
İkincisinde pazarlar ve kaynaklar
açılıp sisteme/dünyâ iktisâdına entegre ediliyor, kapışma kuralları liberalize
ediliyor, el koyma ve üzerine çökmelerin siyâseti sistemik buyruklara uygun
bulunmuyor.
Üçüncüsünde entegre olmuş
ekonomilerdeki krizlere müdahalelerde siyâsetin ekonominin gerekirliklerinden
koparak yürütülmesini engelleyecek liberal-yeniliberal, yerel-sistemik
düzenlemeler dayatılırken, hasar tespit ediliyor, kriz yönetimlerinin
”uluslararası iktisadın normlarına” tutarlılıkla ters düşmeleri hâlinde krizlere
alenen el konuluyor.
Kısacası, ”normalleş(tir)me
hareketleri”nde (özellikle makro düzeyde) bir liberal ekonomi demokrasiyi
öncelemektedir. Klasik ”demokrasi bayraktarları”nın da bu konuda ”ittifak
halinde” olduklarını gözlemlemekteyiz.