Bu yazıyı ilk kaleme aldığımda ”ABD'de seçimlerin yaklaşması
ve dünyadaki iktisadî gelişmelerin yönünün henüz kendisini ele vermemişliği
kullanılan insiyatifleri ölçülülüğe çekiyor. Öte yandan yığınaklar yapılıyor,
hazırlıklar sürüyor, dinamik ittifak alternatifleri sınanıyor.” demiştim.
Düşürülen uçağımızla birlikte Rusya’nın
anlaşmazlıkta profilinin yükseleceğini; savaş değil uzlaşma arandığını, Rusya’nın
bölgeden çekilmesi ya da anlaşmaya zorlanması hedeflendiğinde iç muhalefete
desteğin artacağını da zamanla vurgulamıştık.
Rusya açısından Suriye’ye alternatif var mıydı?
Evet, var(dı): Güney Kıbrıs. Eğer Rusya Suriye’den çekilirse, Kıbrıs’ta ilginç
gelişmeler gözlemleyebiliriz.
Türkiye Rusya’yı bir denge unsuru olarak görmek
durumundadır. ABD ile Rusya konusunda ittifak sağlandığını düşünüyorum.
Geleceğin Türkiyesi AB ile iktisadî entegrasyon politikasını Rusya ile
relativize edecektir.
Rusya çıkarları yönündeki hareketlerde (enerjideki
ortağı olan Almanya’nın bugüne kadar yaptığının tersine) Türkiye’yi iknâ etmeyi,
güç dayatmasında bulunmamayı önemseyecektir. Enerji alanlarında Türkiye ile
dengelenmemiş bir etki genişlemesi Rusya için oldukça risklidir, kutuplaşmayı
ve soğuk savaşı beraberinde getirecektir. İki ülke arasında ittifak
oluşturmadan ”iyi ilişkiler” geliştirilecek, kurumlaştırılacaktır.
”Yalta tahakküm kotaları” biraz daha üzerinde
oynanmış, iktisadî planda liberalize edilmiş olsa da hâlâ gündemdedir! Dünyanın
yeniden şekillenmesi ve normalize olmasından kimse paylaşım perspektifinin
kaybolduğu sonucunu çıkarmasın. Yerel insiyatifler bir entegrasyon içinde
yükümlülükler getirmekte, dünya sistemi bloklarüstü bir yapıya
yönlendirilmektedir. Rekabet ve alan genişletme dinamiği ise süregidecektir. Bloklaşmalar
ilerde daha belirgin hale geldiğinde sisteme dair ihtiyaç ve maddî şartlardan gelen
modifikasyon talepleri ”nesnel” addedilen bir dinamiğe oturtulmuş olacaktır.
Çatışma alanlarının ve manipulasyon araçlarının devreden çıkmışlığını
beklememiz saçma kaçar. Manipulatif iktisadî politikalar prensipte reddedilse
de reel politik düzeyde siyâset iktisâdı öncelemediği ölçüde, gündemde kalabilecektir.
İktisadın siyâsete önceletilmesi ”manipulatif” bulunmamaktadır.
Türkiye’nin AB ile dışpolitik işbirliği alanları
genişlerken Türkiye siyasî entegrasyona daha mesafeli duracaktır. Fransa ile
ilişkilerin alternatif yönleri daha kolay seçilebilmektedir. Almanya ile ilişki
spektrumu daha belirsizdir, şimdilik gündelik pragmatikten ve bir ölçüde Rusya
üzerinden okunabilecektir. Sünnet yasağı, ”Anayasayı Koruma” yönündeki olaylar
basit olaylar değildir, her bir gelişme bir tarz-ı siyâseti açıklığa
kavuşturucudur. (”Sünnet yasağı” bile alman ”kendini anlama ve tanımlama
konjunktürü”ne bizde Oslo görüşmelerini yapanların ifâdeye çağrılmasından daha
ciddi bir müdahaledir!)
Demokrasilerin buzdağları üzerine kurulduğunu, dış
ilişkilerin asla saydam olmadığını aydınlarımız, siyaset ”bilim”cilerimiz
zamanla öğreneceklerdir. Avrupa yönetimlerinin (halkları bu güne kadar ”nesne” sayılmış
ülkelerin sivilleşen dış politikalarının nispî saydamlığı ve diskuru açık
tutuşları karşısında) hiç bir zaman tamamen ellerinde tutamamış oldukları arkaik
ve kapalı sistemlerinin bocalamalarına artık alışmaları gerekecektir. Terör
dengesi, tehdit, dayatma ve rüşvet üzerinden ayarlanagelmiş dış politika ve
”şiddetle ayakta tutulmuş tepeden bakış üzerinden kendine güven” işlemeyecektir!
Türkiye’de dış politikada nispî açıklık anlamına gelebilecek bir kazanımdan
bahsetmemizde fayda var. Bunu hemen demokratik bir kazanım olarak hanemize
yazmıyorum: Anlaşmaların, karartmaların ve diplomatik ilişkilerin ”askerî
anlaşma” mantığından çıkmaya başlaması ve pragmatiğini aramasıyla alâkalı bir
gelişmedir bu.
İngiltere bir süre içe dönük bir ülke izlenimi verecek,
orta ve uzun vâdeli kararlarını alacaktır. İspanya ile ilişkiler bir süre
buzdolabında kalacaktır. Latin Amerika ve Brezilya ile ilişkiler öncelikli
olduğunda yeniden aktif ilişkiler bekleyebiliriz.
Türkiye’nin Yunanistan ve Kıbrıs Rum kesimi ile
ilişkilerinin yumuşaması Rusya açısından da elzemdir. İktisadî etkileri AB
açısından olumlu bulunacaktır. Kıbrısın Rusya’ya açık durmaya devam etmesi ise
Avrupa’da köklü değişikliklerin gündemde tutulduğuna işaret edecektir. Bu
noktada Almanyanın Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi’ne karşı izlediği
politikalar çok şey söyleyecektir.
Suriye ile savaş çıkarsa kısa ve orta vadede ”Mavi
Marmara Dönemi”nin de kapatıldığını; uzun vadede ise küçük bir müttefikimize ”çeki
düzen verilmesi” ihtimalinin yakınlaştığını, buna yönelik gerilimlerin gündeme
gelebileceğini okuyacağız.
”Çekidüzen verilme işlemi” Türkiye açısından
çoktandır yürürlüktedir. Kısmen gönüllü, kısmen cebren yürümektedir. En büyük
değişiklik içerde kadrolarda, dışarda müttefiklerin ve uzun vâdeli öncelikli ilişkilerin
sıralamasında olmuştur.
Olası İran savaşını hem bu çekidüzen verişe nesne
olmama, kaçış, ufuk kaydırma, şekillenmeyi şekillendirme çabası olarak düşüneceğiz;
hem de radikal kıyâmetçi lobi ve târikatların yeniden deliklerinden çıkma
dönemi olarak.
Türkiye’de Hükümet Obama yönetiminin uluslararası
arenadaki sessiz kalma, öne çıkmama durumdan azamî ölçüde fayda sağlayabildi.
Suriye’deki gelişmelere yapışma eğilimi hem öne çıkma zarurîyetinden hem de dışpolitik
konjunktürdeki savrulma yelpazesinin farkında oluştan kaynaklanıyor olabilir.
Suriye’de Türkiye’nin başka türlü davranma
olasılıkları var mı(ydı)? Var(dı), ama, şu anki konjunktürde Türkiye’de hükümet
değişikliğine denk düşer(di).
Suriye ile birlikte İran'a da dokunulması halinde
orta vadede belirlenemezliklerin hüküm sürdüğü bir zeminin hedeflendiğini
düşüneceğiz. İktisadî ivmenin yönü tayin edilmeden buna cesaret edilmesi
uluslararası maceracı bir darbe ortamına denk düşer. Gelişmelerin kendi
zararlarına olacağına karar vermişlerin özgüveni eksik macerasında kartlar yeniden
dağıtılacak, aktörler kendilerini sınayacak, bugüne kadar şans bulamamış
oyuncular da kendilerini oyun masasında bulacaklardır.
Türkiye eskisine göre biraz daha şanslıdır. Avrupa?
Türkiye kartını içerden dışardan fazla oynayarak yıpratmıştır. ”İnsider”ları
yedek kartlarda kalacaktır. ABD yönetimi Obama iktidarda tutulabildiği müddetçe
insiyatif merkezi olmaya devam edecek, konrolü elden kaçırmamaya kararlı
olduğunu vurgular biçimde davranmayı hedefleyecektir.
Türkiye’de siyasî partiler otoriter bir sistemin
parçası olmaktan kurtuldukça, sivil siyasî aktörler dışpolitik gelişimin
anahtar rollerini üsleneceklerdir. Dışpolitika şekillenmesinde tedirginlik ve
temkin dönemi toplumsal uzlaşma ile verimli olarak atlatıldığında toplumsal
insiyatif güçlenerek çıkabilecek, daha angaje bir toplum gözlenebilecektir
kanaatindeyim.
İktidar Bloku’nun çoğunluk yönetimini demokrasiye
yönlendirmedeki gayretsizliği verilmesi gerekecek bir çok kararın uzun
vadeliliğini tahdit edecektir. Yine de, siyasî hayat otoriter karşı dalgalara
değil de konsensus fikrine açık gibi
görünüyor.