İran ve Suriye’ye müdahaleye itiraz edebilecek olan
Çin dünya ekonomisini ”istatistiksel anlamda” ayakta tutan ülkelerden birisi.
”Çin'in izolasyonu” diye bir tartışma saçma kaçar.
Çin'in yönlendirilmesinden, Çin’le beraber yönlenmekten konuşulabilir konuşulsa
konuşulsa.
Çin’in kapitalist sisteme ya da dünyâ sistemine
entegre oluşunun meyvelerini toplamadan kendi yoluna gitmesi ise şimdilik olası
değil. Başarısının niceliksel/reel karşılığı rakibi addedilen dünyâda mevcût.
Gelişmiş ülkelerin bir kısmı üretimi
fasonlaştırarak eski finansal krizlerde esneklik sağladılar. Krizler çok uzun
sürmezse üretim yönetimi, marka payı, pazarlama kontrolü, fonlama, finansal
yönlendirme gibi araçlarla iktisatlarını çevirebiliyorlar. Tarımsal üretim bir
ölçüde devam ediyor. Ancak, iç pazar fazlasını ve yüksek maliyetli üretimi
regüle eden destek’ler geleneksel tarımsal üretimi daraltmakla kalmayıp üretken
bir hayat tarzını da üretim dışı bir hayat tarzına dönüştürmekte.
Pazar birlikleri, uluslararası ticaret paktları
üretimin ulusal seviyede kıtlık, darlık, bunalım, ambargo, abluka gibi risklere
göre planlanmasını ya sınırlamakta, ya da gereksiz kılmakta.
”Kendisine yeterlilik” fikri büyük birlikler
içindeki ülkeler açısından pek rasyonel değil gibi görünse de, ”bağımsızlık” perspektifini
az çok koruyarak dünyâ iktisadî sistemine eklemlenme durumunda olan ulusal
devletler iki tarz arasında denge tutturmayı başarmak zorundalar.
Rusya kriz ve gerilimlerde pazarlanabilir
kaynaklarının değerlerinin yükselmesiyle daha kolay geçiş ve stabilizasyon
sağladı; yeniden kurumlaşma, toplumsal restorasyon projesi ile meşgul
görünüyor. İlk hedefi olmasa da gerilimleri likiditeye çevirebileceğini
biliyor. Türkiye ise gerilimlerin ilk dönemlerinden cari açıkla çıkacağının
farkında. Rusya Türkiye’nin ucuz kaynak sağlamasının bütün dünyaya açılan ucuz
kaynaklara dönüşmesinden sınırlı ölçüde kaygılı. Gorbaçov sonrasına geri dönmek
istenmiyor. Dünya açısından enflatif olan Rusya açısından şimdilik restoratif.
İlelebet bu politikaların yürümeyeceğinin ve gerilimli dönemlerin riskli
olduğunun ise kabul edildiğini düşünüyorum. Rusya ister istemez dünya iktisadî
sistemi için insiyatif almaya zorlanacaktır. Unutmuş göründüğü hedeflerden
birisi de zaten, kendisini şekillendirmek için değil dünyayı şekillendirmek
için pazarlıkta olma rüyâsıdır. Türkiye Rusya’nın kazançlarından gerilimli
dönemlerde ihaleler çıkarabilmekte, yararlanabilmektedir. Rusyanın kazancı
Türkiye'yi kesinlikle ürkütmemektedir. Ürkütücü olan kısa ve orta vadeli finansman,
iş kapasitesi, ihale ve pazar açıklarıdır.
Türkiye sanayîleşme, dinamik pazarlama,
müteahhitlik hizmetleri ve ekstrafinansal çözümler üretebilme kapasitesi ile
eski açıklarını kapatma dönemindedir. Türkiye komşularının zenginliklerinden
yararlanmayı biliyor, konjunktürlerdeki düzelmelerde kolay toparlanabiliyor. Komşuları
ile ticârî ve siyâsî bağlarını zayıflatan bir döneme girmesi denizaşırı alışveriş
çözümleri bulmaya yönlendiriyor. Türkiye ”risk altında üretim” planlamasında
kumar iktisadından ”riskin makro iktisadı”na yol aldı, risk kontrolü konusunda
tarihî tecrübeler edindi, araçlar geliştirdi ve çeşitlendirdi. türkiyenin
konjunktür duyarlılığının orta ve uzun vadede giderek azalacağı kanaatindeyim.
Bölgesinde ise siyâsî bir durulma belki uzun vadede mümkündür.
Kapalı, metrûk, tahrip edilmiş ya da ötelenmiş pazarlara
çatışmasız girebilmesi, kriz yaşayan ancak potansiyel zenginlikleri olan
ülkelerde para dışı değerler ve yeni alışveriş yöntemlerini kolaylıkla tedâvüle
sokabilmesi; zor bölgelerde çalışma ve lojistik sağlama tecrübesi; çalışkan,
kolay uyum sağlayan ve hareketli halkı Türkiye’nin avantajı olacaktır.
Bir süre daha tek tek hiç bir ülke ile iktisadî
ilişkilerin türk ekonomisinin yönünü belirleyebilecek rolü olmayacaktır.
Çeşitlilik kriz dönemlerinde ve dalgalanmalarda kolaylık, doğallık, stabilize
edici ve muhtelif geleceklere risk dağıtıcı etkiler sunuyor. Bu çeşitliliğin
bilinçli bir tercihten çok konjunktürel dağınıklık ile alâkalı olmasında hiç
bir mahzur yok. Eldeki imkânlar ve tecrübe bu dağınıklıkta alanlar açılmasına,
ilişkiler geliştirilmesine yeterli olabilmiştir. Gerisi gelecektir.
Rakiplerimiz eskisinden az: Dünya üretmiyor,
geçerliliğini kolay yitiren uzmanlaşmalar daha ağır basıyor. Güney Kore, Çin, Vietnam,
Hindistan, Almanya, ABD, Rusya, Türkiye, Brezilya, İran gibi ülkeler üretimi
öncelemekteler. Pazar fazlası sorunu eskisi kadar söz konusu olamıyor, bir
mal kıtlığı da söz konusu değil. Petrol ürünleri dışında ciddî takas, alışveriş,
ham madde krizleri şimdilik yaşanmıyor gibi.
Carî açık sorunu tek başına reel ekonomimizi sarsacak
düzeyde görülmediğinde bile iktisadî ivmenin yönünü değiştirebilecek bir
potansiyeli içinde barındırıyor. Burada konjunktürel olarak ”belirleyici” olan
uluslararası finans çevrelerinin yeni formasyonları ve yönelimleridir. Eski
dönemdeki sıcak para hareketleri olmayacak diye bir şey yok. Olduğunda da kendilerini
ayaklarından vurma riskini göze almak durumundalar, en azından şimdilik.
Finanskapital’in depolitizasyonu da söz konusu, çok
yönlü politizasyonu ve lokalizasyonu da. Finans planındaki ideolojik rekabet
öncelikle finans alanındaki gruplaşmaların silâhlarını vurabilmekte.
Eleştirilebilir/analiz edilebilir büyüme beklentileri
büyümenin patlama şeklinde cereyan etmeyeceğine işaret etmekte. Dinamik ülkeler
büyümelerini devam ettirebilecek imkânları şimdilik el altında
bulabildiklerinden (meselâ, kendilerine terk edilmiş alanlardan dolayı) yeni
pazar oluşumları, alışveriş kurumlaşmaları, üretim akışı şekillenmeleri için kısa
ve orta vadede şiddetli kavga beklentisi yüksek değil.
Neocon'ların uluslararası siyâsetten çekilmiş
görünmeleri siyasî insiyatifin iktisadî şekillenmenin akışına kulak vermişliğini,
çoğu sorunun kendi dinamikleriyle çözülüyorluğunu öne çıkarıyor.
Uluslararası iktisadı yönlendiren çevreler
eskisinden daha kendiliğindenci görünseler de, iktisadın dinamiklerini kendi
akışına bırakarak bir tamirât, tadilât dönemini tercih ettiklerini
düşünebiliriz. Rehabilitatif bir mühendislikle karşı karşıyayız.
Uluslararası iktisat uluslarası siyâsetten bağımsız
gitmiyor. Sistem, eskiden dünyâyı yönlendirdiği ya da yönlendirmek için rekabet
ettiği düşünülen finans çevrelerinin lokalleşme eğilimleri ile paralel
şekilleniyor.
Uluslararası siyâsette entegrasyon ne kadar
gelişirse Finanskapital’in uluslararasılığı da o kadar aksıyor. Bunda bir
planlanmışlık ve baskı görmüyorum. Eski finans politikalarının izlenmesine
destek verecek iktisat yönetimlerinin önü krizin de özelliğinden dolayı
tıkanmış durumda.
İktisat yönlendirimi finansal araç ve aygıtları
kullansa da, onları "doğallaştırarak" ısıtıcı, zorlayıcı,
karıştırıcı, tek yönlüleştirici çizgilerinden ve ”eski tarz haraç ve
tahakküm”den uzak tutan bir biçimde hareket ediyor. ”Yeni tahakküm nedir, nasıl
olacaktır?” konusunu ise açık bırakalım.
Uluslararası iktisadın yönü oluşum içinde,
yönelimleri eğilimler dışında formüle edilebilir durumda değil. Dengeler
korunarak, toplumsal dinamikler boğulmayarak ”sistem” ya da "kapitalizm"
ayakta tutuluyor. Ben, sadece kapitalist sistemin ayakta tutulduğunu
düşünmüyorum. Bu dengede çoğu kirli savaşın, müdahalenin, talanın önü bir
liberalleşme ve pazara açılma anlamında (uzun sürüp sürmeyeceği kesinleşmeden
ve sadece ölçülü bir eğilim olarak) kapanıyor: Kriz derinleşirse yeniden askerîleşebilecek
ilişkiler liberalize edilen uluslararası ticarete ve alışverişin alanına
çekiliyor. ”Eskiden beri ABD’nin çizgisi bu idi!” diyeceklere, yeniden, eskiden
izlenen güdücü, talancı ve dayatmacı finans politikalarını ve finans gücünü;
uluslararası siyasetteki ”kıyametçi ve radikal mesihçi utopizm”in
çılgınlıklarını hatırlatıyorum.
”Dünya iyiye ya da eşitliğe gidiyor!” demiyorum:
Daha beter şeylerin olmaması iktisadın dinamiklerinin zorlanmış, yıpratılmış
olmasından. ”Aklıbaşındalık” bir erken farkındalıktan değil: Yumurta kapıya
gelmiş durumda. ”Korkunç Çöküş” gündemden öyle kolay çıkarılabilecek gibi
değil!
Obama’nın seçimi kaybetmesiyle ”zamanın ruhu”nu daha
iyi kavrayabilecek miyiz? Bilinemez. Kanaatime göre, ABD’yi yönlendiren
kurumlar ve çevreler arasında kuzey güney çatışmasını andıran belki sessiz
ancak derin bir ”entellektuel” ve ”siyasî” ayrışma kaçınılmaz hale gelecektir.
Krizi körükleyecek politika değişiklikleri üzerinde
konsensus sağlamak mümkün olmayacaktır. Gelecek ABD yönetimleri eski anlamıyla
BOP’u var olan şartlar altında devreye sokmada zorlanacaklardır. Gelişmeleri ve
statükoyu dondurabilmeleri, Latin Amerika’yı da karıştırmaları, enerji konusunda
liberal politikaları bırakarak çatışma risklerini artırmaları ise bir ölçüde
mümkün. Avrupa Birliği’nin finansal olarak çökmesi halinde AB’nin dünya
ekonomisini regüle edici etkisi ortadan kalkabilecek, insiyatif birliği
sağlanması güçleşecek, pazarlarda daralma Çin’in iktisadî tercihlerini
etkileyip stabilitesini bozacak, Çin maliyeti batıya aktarmaya çalışacak,
Rusya’nın dış siyaseti askerîleşecektir.
Varolan konjunktürde reel iktisadî dengelerini
kurabilenler sofrayı yağmalayamasalar da kısa ve orta vadeli borç açıklarını
kapatıp ucuzluklardan faydalanıyorlar. Eski Dünya’nın zenginleri ise finansal
imkânları ile dünyadaki iktisadî hareketlerden az çok pay alıyor, küçültülmüş
devletleri ile orta vadede tasarruf paniği yaşamadan veya borç ihtiyacı
ile kıvranmadan dönemin geçmesini bekliyorlar. Ranta çevrilebilir dış siyasetler
ve turizm/konferans ülkelerine dönüşme gibi küçük hayâller dışında bir etkinlikleri
yok gibi ve alternatif eylem planları geliştirmekle iştigal etmiyorlar. Bir
başka açıdan bakıldığında ”sistemik restorasyona” uyum gösterdikleri, sorun
çıkarmadıkları düşünülebilir.
Eski Dünya varolan çerçeve içerisinde kendisini
korumasını biliyor görünüyor. Yeniler ise artan ihtiyaçlarının yol açacağı
açıkları kapatarak ilerlemeye, her hâl ve duruma açık durmaya çalışarak
terkedilmiş pazarları onarıp (ya da ”ev sahibi ile birlikte kolonize edip”),
potansiyel kaynakları kullanıma açmaya hazırlanıyorlar.
Uluslararası müdahaleler bütün çivileri çıkarabilecek
en önemli faktör. Olası bir İran Savaşı lokal bir çatışma olmanın dışına
taşarsa iktisadî gelişmelere de bir müdahaledir. Savaş ve gerilimler ülke iflâslarını,
yönelim körelmelerini ve belki de bilmediğimiz yeni iktisadî yönlendirme
aygıtlarını devreye sokacak olsa da gelişmelerin stabilizasyonundan rahatsız
olanlar var ve bunlar altüst oluşlarda iktisadi anlamda olmasa da siyasî
anlamda kaybedecekleri çok olabilecek kesimler. (O halde kaybedecekleri
imkânlar onlara iliklerine kadar hissettirilecektir!)
İran'a ABD yönetiminin açabileceği bir savaş ya da
saldırı ile İran'a karşı ABD yönetimine dayatılan bir savaş (saldırı) arasında
fark olacaktır. İran tarafından ayırt edilip farklı tavırlar izlenebilir mi?
Şimdilik bilemiyorum.
İki tarz finans ve uluslararası iktisat yönetimi
üzerinden çatışma devam edecek görünüyor: Birincisi uluslararası ticaret,
alışveriş, kaynak, finans ve üretim araç ve ilişkilerinin ülkelerarası,
toplumlararası dinamiğe uygun entegrasyonu politikası; ikincisi, finans gücünün
yönetici ve belirleyici olduğu; kaynakların, imkânların birikimlerin mantığı ve
aristokratizasyonu üzerinden şekillendirilmesi. Birincisindeki tutum eşitlikçi
ya da demokrat tavra saygıdan çok, dünyadaki dengelerin ve dinamiklerin aşırı
zorlanmaması üzerinden. İkincisinde ise ülkelerin, toplumların rolleri bir
ölçüde yukardan tayin edilecek.
ABD seçimlerini ilk çizgi kazandığında en savaşçı
politikalar iktidardan uzak tutulabilse dahi uluslararası dengeleri az buçuk
gözeten bir savaş türü ile karşı karşıya gelmekten kaçınamayacağız. Bu
savaşlarda esas talan değil, dünyâyı "doğal dengelerine döndürerek"
daha az zahmetle, motor ısıtmadan işleyebilir; parçaları birbirini regüle
edebilen bir bütünden yönlendirilebilir hale getirmek olacak.