15 Temmuz 2010

Referandumda Oyum "Hayır!"

"UZLAŞMAYA HAYIR!" denilmesine onay veremeyiz. Meşruiyet iddialarını mayalayabilecek bir anayasa değişikliği süreci yaşanmamıştır. Değişiklikler kimilerince "bir ilerleme" olarak sunulsa da, demokratik alışveriş süreçlerinin önemsenmediği, çiğnendiği, küçümsendiği kanaatindeyiz.

ÖZEL VEYA GEÇİCİ ANAYASA üzerine meşru bir uzlaşma zemini olduğunda konuşabiliriz. Hükümetin bazı ihtiyaçlarının olması mümkündür, ancak bunu politikanın aktörlerine izah edebilmek zorundadır. Bir darbe tehlikesini savuşturmak için darbelere özgü hukuksal geçiciliklere, konsensus süreçlerine karşı millet iradesine göndermelerde bulunmaya kimsenin hakkı yoktur. Darbe tehlikesini savuşturma, demokrasinin üzerinde yükseldiği zemini zayıflatıcı bir pragmatizmin işi değildir.

PRAGMATİZM iyi bir şeydir, hayatı okuma, hakikate yüzünü çevirme, ezbere konuşmama, sorun çözümünde sorunu okumadan başlama anlamındaysa. Kurnazlık, fırsatçılık, ilkesizlik, tutarsızlık gibi çağrışımları olan bir pragmatizm hamasiyet, kuralcılık ve "statükoculuk"u aratabilir. Yeni bir şey söyleme ya da eyleme öncelikle hakikatli olmalıdır.

HÜKÜMET MUHALEFET GİBİ davranamaz. Muhalefetmiş gibi davranamaz. Hep gizli iktidarlar arayan bir tedirginlik ve kuşku hükümete iktidar sorumluluğunu unutturuyor gibi. Siyasetin dili, kanalları rehabilite edilse de çözülemeyecek yeni sorunlar ortaya çıkmak üzere, eğer hükümete hükümet olmanın içerdiği sorumluluğun kapsamını izah edemezsek.

YENİ BİR ANAYASA GEREKİYOR. Bu da toplumsal dayanışmayı canlandırmadan, demokrasiyi tahakkümün terimleriyle yorumlamayı bir kenara bırakmadan üzerine konuşulabilecek bir mevzu değil.

"EVET!"İ GEREKÇELEMEDEKİ MONOLOJİK TAVIR ağır sorunlar çıkaracak. Dikkat edilmesi lâzım. Reddedilmesi lâzım. Anayasa paketi kendi gerekçelerine ve politik pragmatiğine kavuşturulsa bu itirazlarımız "toptan/topyekün" olmazdı. Hakikatinden koparılmışlık diyalojik çerçeveyi de yıkıyor, ideolojik argümentasyona yol açıyor. İdeolojik gerekçelendirme stratejileri de temsil edilen stabilize olmuş sınıfsal, kurumsal, varılmış ortak kabullerden daha keyfi bir mantığı devreye sokuyor. İdeolojik gerekçemelerin hakikatle bir yerde olabilen alâkaları da kayboluyor. Yanlış bilincin dilinden ezber ve propagandanın diline kayan bir ideolojik mücadele, olduğu gibi görünmeyenlerin politik çatışma diline dönüşüyor, siyaset komplo pratiği olarak algılanabiliyor.

KURUCU FELSEFEDE ANLAŞMAK GEREKİYOR. Hukuka, "güçler ilişkisine", mülkiyete, kurumlara bakışta bazı temel uzlaşmaların şekillenmesi lâzım. Mülkiyet hukukunda yığılmış sorunlarımız çatışmalara yol açacak: Fabrikalar limanları ile satılıyor; mayınlı tarlalar kiralanıyor; bataklıklar yıllardır hayat kaynağı, su havzası ve kuşların konağı, evi olarak görüleceğine değersiz araziler olarak kurutulup peşkeş çekiliyor; meralar hukukî zeminini kaybediyor; sel yatakları ranta açılıyor; kıyılar dolduruluyor; fauna/bitki örtüsü, genetik çeşitlilik ziraat mühendisliğinin en dar tanımına da dar gelebilecek bir ufukla ulusal ekonomi, büyüme, gelişme, kâr, bilanço nesnesi haline getiriliyor. Kullanılan siyasî dil, sorunçözümünün de  deklaratif dilidir, anlayışın, diskurun ifadesi olduğu kadar. Yeniliberal bir çerçevede kendimizi ifadeye zorlanıyoruz, bir altdil, dili yutmak üzere. Yeniliberal sakralitenin kuru ve yavan ulvîyeti birey ve girişim hakları ve toplumsal ilerlemeden cennet ya da cehennemini kurar, konuşur, dayatır, şart koşar hale getirilmiş oluyor.

REFERANDUM VE İÇSAVAŞ. Referadumda "evet!" çıkması halinde iç savaş çıkmaz. Çıksa çıksa meşruiyet kazanma süreçlerini yaşamamış, gerekçelemeleri toplumun kendisini anlamasıyla örtüşmemiş bir anayasa çıkar. Çıkmasıyla tartışılmaya başlanması bir olur. İç savaş başka bir anlamıyla kullanılıyorsa, evet, kurumlarımızın içinde ve arasında bir çeşit iç savaş yaşanıyor, bu pozisyon alışta süregiden "postmodern iç savaş"ın mantığından kopmuş değil referandum(a götürme) süreci.

REFERANDUMDAN "HAYIR!" ÇIKMASI halinde, zaten yapılması gereken noktaya dönmüş oluruz. "Yeni bir anayasa bu şartlarda mümkün mü?" sorusuna peşinen verilebilecek bir cevap yok. Geçici anayasadan sonra da mümkün olup olmayacağını bilemeyeceğimiz gibi. "Neden süreç demokrasiyi çalıştırmak için kullanılmadı?" sorusuna böyle bir ufuk yok ancak ihtiyaç var cevabını verebiliriz. Zaman verimli kullanılmamıştır, nasıl yapılmayacağı üzerine bir ihtisas üretkenliğe dönüşebilir mi zamanla göreceğiz.

ASLOLAN dayanışmadır, toplumu ve insanlığı ayakta tutacak, medeniyetimizi değil diğer insanların bedenleri üzerinde kurmak; kurdun, kuşun, kunduzun, ayının, çiçeğin, böceğin, ağacın dünyasını mülk görmemek, hayat çiğnemeyi tasarruf edinmemek durumundayız. Güçler dengesi, nasıl bir gelecek, nasıl bir kurumlaşma, nasıl bir sanayi, mülkiyetin meşru sınırları, nasıl bir toplum, nasıl bir insan, nasıl bir dünya üzerine fikir alışverişimiz temellerini bulmak, ortak insanî temellerinde buluşmak zorundadır.

PROJE İKTİDARINDIR, İktidarın gizli bir iktidara muhalifmiş gibi, gelişigüzel bir biçimde muhalefet ve iktidar dilini kullanması, otoriter bir mağdurluğun ve sorumluluklarını unutmuş bir mazlumluk ya da masumluğun imkânları üzerinden herkese karşı herkes için propagandası toplumsal örgütlülüğü zayıflatmaktadır.

"EN MUHALİF İKTİDAR" yaftası geçmişte olumlu bir vurgu olabilirdi. Bugün, varlığını kabul ettiğimiz ve eleştirdiğimiz vesayetçi, darbeci, otoriter anlayışlara karşı duruşun demokratik eksenini bulamamaşılığı ile alâkalı olan ve sorumluluk kaybı olarak tezahür eden bir duruşla karşı karşıyayız. Hükümet muhalafeti sanki gizli iktidar ittifaklarının temsilcileri ve uzantıları gibi görüyor gibi bir izlenim oluşuyor. Korku, temkin, tereddüt ile açıklanamayacak ve bazı uzlaşmaların üzerine kurulmuş görünen bir toplum mühendisliğinin gözü kara eylemciliği ile birleşen (yeniliberal) ideolojik vesayetçiliğe hükümetin mesafe koyamaması siyasî iletişimde anomilere, buluşamayan rol karşılaşmalarına yol açacaktır.

MUHALEFETİ SUÇLAYICI ve töhmet altında bırakıcı tavır yerine, eleştirel bir alışverişin önünü açmak tüm zamanlar için yeterli ve ufuk açıcı bir tavır olacaktır. Eldekine değer biçmediğinizde eldekine değer verende, eldeki için çok şeyini yitirmişte "statükoculuk" insanî mirası savunma anlamına bile gelecektir. "Devrimciliği" ile eleştirdiğinize, yeni liberal toplumsal mühendisliğin devrimci deviriciliği ile yaklaşır göründüğünüzde "statükocu" ve tutucu anlamıyla muhafazakar yaftasını yapıştırıyor olacaksınız. "Statükocu" uluslararası statüko'yu red cephesinde; "Değişimci" değişimini uluslararası yeni statükoya endeksleme ve entegre etme eğiliminde olabilir. Endeksleme ve entegre etmede sorun görülmemesi daha büyük bir sorun ve naiflik olmuyor mu aslında?

"ÇOK ÇİLE" ÇEKEBİLİRSİNİZ ama artık iktidarsınız.  Sorumluluklarınız, muktedir olduklarınızın alanını aşacak. Bu söylediklerim tüm iktidar adayları için geçerli: Üzerinize su sıktıran cezaevi müdürü, işkenceciniz, onlara terfi ve sicil veren kurumlar emrinizde olabilecek. Siz oraya intikam için gelmiyorsunuz. Şikayet ederken sorumlu kılınacaksınız. Hem sorumluluk taşıyacaksınız, hem de adil, hakkanî ve hür olacaksınız. İnsaniyete kapı açacaksınız!

PROPAGANDAYA SON! Türkiyede siyasetin dispozisyonları, rol oyunları, iletişim tarzları zorlanıyor ve demokrasinin önündeki en büyük engel yığınına, kanal tıkanmalarına yol açıyor. Demokrat değil ihtilalci bile olsanız hakikate, hakikatin kanallarına karşı eyleyemezsiniz. İletişimsel tavır, toplumsal dayanışmanın ifadesi ve gerçeklenmesi. İletişimde minimalizm toplumsal şekillenmenin normlarını yok edemese de, yok sayıcı, karartıcı bir işleve sahip. Gerekçeleme ve tartışma birbirimize hitap edebileceğimiz, birbirimizle konuşmamızın mümkün olduğu kanaatiyle ilintili.  Propaganda argumentasyonun yerine konulduğunda ahlâk hakkaniyetini kaybeder. Ahlâkın hakkaniyet iddiası, ahlâkın hakikat dünyası, hakikatten eleştiri kapısıdır da. Ahlâk adına yola çıkarak konuşmamızın ve toplumsallaşmamızın kapısını kapatmak, ahlâkı ortadan kaldırmasa da ortak ahlâkımızı yani ahlâkımızı ortadan kaldırır. Alınan risk büyüktür. Statükoyu reddediyor ve "geçici" anayasaya "hayır!" diyoruz.