6 Haziran 2010

Avrupa Birliği İle İlişkilerimizde Olası Hesap Değişiklikleri

Avrupa Birliği ile ilişkilerimizde hesaba katılan büyümemiz, nüfus hacmimiz, iktidarın paylaşımında yani iç politikadaki olası ağırlığımız, kültürel dengeler vb. idi.

Bugün, dünyanın (şimdilik abartılı görünse de) ilk on ekonomisinden birisi olması muhtemel bir ülkenin dış politikaları sürükleyebilecek gücü hesaba katılmaya başlanıyor. Tartılıyor, ölçülüyor, biçiliyoruz.

Son krizlerde korku senaryoları sınandı. Borsada çöküş, sermaye kaçışı senaryolarının gerçekçi olmadığını, sermayenin tercih eğilimlerini izlemiş olduk. Kırılganlıklar üzerinden siyaset yapan ülkeler yeni politikalar belirleyebileceklerinin işaretlerini veriyorlar.

Uluslararası fonlar, emeklilik fonları bu sınanmalardan sonra daha rahat tercihlerde bulunabilecekler kanaatindeyim. Belli bir sermaye kaçışı ile karşılaşsaydık bile daha uzun vadeli ve risk paylaşımına biraz daha gönüllü, büyümemizi kendi gelecekleri açısından yatırıma değer gören fonlarla bir denge tutturabilecekti gibi görünüyor.

Komşu ülkelerle olan iyi ilişkilerin halk bazında köklenmesine uluslararası analizciler daha çok dikkat edeceklerdir sanıyorum. Siyaset açısından etkileri küçümsenen halklar ve insanlar tüketiciler olarak ürünlerimize ve mallarımıza yöneldiklerini gözlemliyoruz ve bunun getirilerinin turizmdeki kayıp potansiyelinin çok daha üzerinde olabileceğini düşüünüyoruz, hacimleri ve rakamları şimdilik telaffuz edemesek de.

Son krizde hangi ülkede nelere dikkat edildiğini listelemek hiç de zor bir iş değil. Gözlem altındayız ve kesinleşmemiş gözlem AB'ye girmemiz halinde birliğin dış politik motoru olabilme "riski" ya da potansiyelini taşıdığımızdır. Yeni değerlendirmelere, yeni testlere ve yönlendirmelere tabi kılınabiliriz. AB'nin karşımızda bekle gör politkasını terketme olasılığı zayıflamıştır, ancak politika değişikliğine gidilirse dış politikamızı denetleme ve sınırlandırma için AB maceramızın önü açılabilir ya da dışta tutulmamız ve ABnin karışmayacağı ve uzak durmayı tercih edeceği dinamiklere doğru "itilebiliriz". Ben iki eğilimin de aynı anda test edilebileceğini, savunulabileceğini düşünüyorum.

Gelişmeler AB ile ilişkilerimizi derinleştirirken ortaklık ilişkilerini de bir ölçüde dondurabilecektir.

ABnin hızlı karar verebilmesi kendileri açısından şart olsa da dış politik motor olarak hesaba katılmamışlığımız karar süreçlerini uzatabilecektir.

AB'de bize biçilebilecek kaftana karşı tavrımız, önümüzün kesilmesine tepkimiz olası kararlarımızı belirleyecektir.

Dinamik bir ekonomi, canlanan bir iç pazar, komşu ülkelerde oluşan tüketici dayanışması, orta ölçüdeki devletler ve uluslarası dayanışma için ortak arayan bağımsız tavır peşindeki ülkelerle ilişkilerimiz gitgide derinleşecek gibi görünüyor.

BM güvenlik konseyindeki rolümüz belli bir süre uzak da tutulsak kalıcılaşma eğilimi gösteriyor ve imaj değişikliğimiz metamorfozvari.

Avrupa için hem aranıp da bulunamayan bir ortağa hem de hesaba katılıp potalarında eritilemeyecek bir demir leblebiye dönüşüyoruz.

Avrupanın atıl, kolaycı, muhafazakar dinamiklerinin ve kurumlarının sindiremeyeceği, bekle gör'e alacağı bir ivmeyle zigzaglar çiziyoruz.

Geçip gidici bir kuyruklu yıldız olmadığımız ortada. Ancak strese sokulmuş bir bürokrasi, oyun dinamikleri kırılmış ve aktörlerini devreye sokamayan bir demokrasi, gecikmiş bir toplumsal uzlaşma ayaklarımıza dolaşmak üzere.

Topluma nefes aldırmak, gerilimi düşürmek, siyaset yapış tarzlarını ve siyasetin dilini rehabilite etmek, gerekirse bir süre kendimize gelmek için ilgi alanlarımızı kaydırmak, çalışanların hayat şartlarını düzenlemek ve düzeltmek, bazı düzenlemeleri eleştiriden geçirerek çatışma noktalarını demokratik bir uzlaşma ile elden geçirmek zorundayız.

Ezberle ve ezbere gidebileceğimiz yer kısıtlıdır, insan, eğitim, istihdam, hukuk anlayışmız gözden geçirilmeli, kurumlarımız yeni şartlara adapte edilmelidir. Başkalarının yolunu izleme lüksünün kalmayışı, içinden geçeceğimiz ağır sınavlar tecrübe, temkin ve insiyatifin dayanışmacı ruhunu canlandırmayı gerekli kılmaktadır.

Yol haritamızın detayları belirsizdir, yolumuz uzun ve incedir.

Ne bizim ne de bizimle alışverişi olanların işi kolay olacaktır. Efendim.

Mavi Marmara Tartışmasına Katkı Notları

1. Öldürülebileceğini kabul ederek yola çıkmışlık tehlikeli ya da katı bir duruşun ifadesi değildir. Buradan yola çıkarak katılımcıları suçlayanlar saçmalıyorlar. Ölümü ve kaybedilecekleri düşünmeden yola çıkmışlık mıdır tersi bilemiyorum. Olabilecekleri düşünmek sadece bir zihinsel hazırlıktır, duruşunu, kararını gözden geçirme hallerindendir. Tecrübe hayattadır ve hayata açıklıktadır. Tecrübeye açıklık karar işi değil pratik bir iş olsa da bir zihin açıklığı, zihnin paratiğe ve pratikte açıklığı olarak düşünülebilir. Yerli katılımcılara fanatizm yazmak için bu mevzuyu kaşıyanlara "beyaz" katılımcıların benzer "itiraf"larını hatırlatırım. İnsanın hayatın hallerine hazırlıklı olması geleceğe sadece düşüncede hazırlıklı olmasından ibarettir. Hakikaten hazırlıklılık diye bir şey varsa temkin, tevazu ve ezbersiz olmakla, davranışı sürekli inceltmekle, başkalarından ve kendi yanlışlarından öğrenebilmekle ve insiyatifin tek yönlü olmadığını ve süreçselliğini kavramakla bir ölçüde kazanılabir.

2. Gemide gösterilen direniş pasif direniş ile aktif direnişin arasında, sınır bölgesinde bir yerdedir. Direnenlere yapıştırılmaya çalışılan "paralı aşker" gibi yaftalar günü bazan kurtarsa da insanî bir eleştirinin, "Bunu bana nasıl yaparsın Kardeşim?"lerin ifadesi olamaz. Habil ile Kabile yer değiştirttiğinizde yukarıdaki soru eleştiri değil zulüm ifadesi olur. Katılımcıların öldürülmeyi göze aldıklarını fakat öldürmeyi reddettiklerini gözlemliyoruz, filmlere ve anlatılanlara dikkat ederek. Öldürmeyi reddetme, öldürmeyi düşünmeme gibi pasif bir duruş değildir. Kararlılıktır.  Direnmeye karar vermişlik öldürmeye gitmediği için ezildiğinde, öldürmeye gidecekmişlğin ezilmesi içinde kavramsallaştırılamaz. Direnmede ahlakî ve hukukî bir sorun gömülü ise (somut olaylardan bağımsız olarak!) ilk elde askeri müdahalede bulunan tarafın direnme tarihi çürüyecek ve geçersizleşecektir tüm halklar eşitse ve eşdeğer ölçüde insan ise.

3. Askeri müdahalelerin meşruiyeti, zor kullanımının tekelleştirilmesi kanun koyucular açısından ne kadar kolaycı ise, etik ve hukuk düşüncesi açısından o kadar sorunludur. Hukuk düşüncesi karşılıklılık ilkesi üzerine kurulur ve karşılılıklılığın alanı (örneğin, Levinas'da) adaletin alanıdır! Argumentasyon kendi meşruiyet çerçevesine saldırmaktadır, öncelikle.

4. Türkiyede intihar eylemcisinin dahi sağ yakalanmasını şart koşma durumuna gelmiş bir kamuoyu sözkonusudur! "Ölü ele geçirme" lafzına karşı bir tepki söz konusudur ve hiç bir mutfak bıçağı ya da sopa gemideki katliamı kamuoyumuza onaylatamayacaktır! Reddedilen davranış Türkiyede de karşı çıkılan, çıkılacak olan bir davranıştır. Demokrasi, şeffaflık talebi; yargısız infazları reddediş pragmatize veya relativize edilmeyecek bir noktadadır. Halkımızın kendi ülkesindeki tercihini, seçtiği evrensel değerleri zamanla diğer ülkelere ihraç etme eğilimlerine hazırlıklı olunmalıdır.  Bize bugüne kadar ihraç edilen baskı ve zulüm'ü buyursun isteyen insanlık ihracaatıyla değiştirsin, ithal etmeye hazırız ve eleştiriye açığız!

5. Tepki birikmiştir. Katliama rağmen, tepki ifadeleri topluma nefes aldırmıştır. Sokağa dökülen tepkisellik demokrasiye kanalize olacaktır. Eleştirilerimiz bundan sonrasının nasıl olması gerektiğine cevap verecektir ve elzemdir. 

6. Katliamı yapan tarafın yakın geçmişte ülkemizde darbe özendirdiği bile konuşuluyorken  ortak bir zeminden, evrensel değerlerden yola çıkma yerine kendi varlığını korumanın meşruiyetinden hareketle iddialarını sürdürmesi güvensizlik ve tepkinin kaynağıdır. Bu söylentileri, bu söylentilerden yola çıkarak sağı solu tehdit edebilenleri tekzip etmeli ve ülkemizde demokrasiyi zedeleyecek hiç bir girişimde bulunmadığı ve bulunmayacağına, uluslararası hukuk'a saygısına bizleri inandırmalıdırlar.

7.  Propaganda ve "halkla ilişkiler",  "hakikatle ilişkiler"in yerini almış durumdadır. Propaganda "karşı taraf"ın hakkını, hukukunu, dünyasını, hakikatini gölgede tutmanın duvarına, karartma sinyaline dönüşmüş durumdadır. Birbirimizi önkabullerimizde yeniden insanlaştırmadıkça, eşitliği bozucu dalgaları devreden çıkarmadıkça, biribirine karşı sorumlulular olarak karşılaşamadıkça bahane arama ve günü kurtarma faslını çalıp duracak, selamsız komşunun balkonundaki gramofonda biteviye cızırdayan, bize bir söyleyeceği kalmamış plak.