17 Ekim 2010

DANGALAK, PATAVATSIZ, BOŞBOĞAZ ARASINDAKİ FARK

Şeker: Postacıların, Kapıcıların,
Misafirlerin Korkulu Rüyası!
Patavatsız hakikatçidir. Hakikatli nasıl ve nerede söyleyeceğine bakarken, kıvranırken, patavatsız aklına ereni, aklına çarpanı söyleyiverir.
Patavatsız söylenmesi gerekeni de, söylenemeyeceği de söyler. Pişmanlık duyabilir, ama pişmanlıkla pişirdiği bir aş yoktur, sorumluluklarına eşik olan pişmanlıkları yoktur.
Patavatsızın ağzından ya da etrafının suskunluğundan, edebinden kaçırdıkları kötü şeyler olmak zorunda değildir. Bilinmesinde fayda olacak olanı da söyleyeblir, bir başkasının başkasının söylemiş olduğunun papağanı da olabilir.
Patavatsız bir başkasının başına açacağı derdi düşünmez. Patavatsız intikam derdinde de değildir. Diliyle aklı arasındaki mesafe kısadır, boşboğazda olduğu gibi.
Patavatsız boşboğazlık yapabilir. Pat diye söyleyebilir, sözün yakacağını, kavuracağını hesaba katmadan.
Boşboğaz her yerde her zaman muhakeme etmeden tekrarlar, etrafını konuşur, şahit olduğunu ifşa eder. Patavatsız muhakeme edebilir ama konuşmanın yerini, yurdunu, tonunu, sağını solunu bilmez, hesaba katmaz, katamaz.
Boşboğaz sesli düşünüleni, dışavurumu, çok anlamlı jestleri telekulak düzeyinde faş eder. Patavatsız yaraları, bereleri, geçmişi, insanı hesaba katamadan muhakemesini deklare eder. Belagattan haberi yoktur. Belagatin hakikatle olan alakasından.
Patavatsız dangalak değildir. Söylediğinde işiten açısından da hakikat payı vardır. Yerinde söylememektedir. Ya da söyleyip hakikati de kurtarmaktadır. Patavatsız kötü bir insan değildir. Özensizdir. Özensizlik karakterine damga vurmuştur belki biraz. Boşboğaz ahlaki gelişiminde patavatsızın gerisindedir. Kabahatlerin üzerindeki örtüyü açarken hakikat kaygısı yoktur, sadece çenesini tutamaz.
Patavatsız yaralamayabilir, masumiyet sınırında kalabilir, bilgisini dümdüz bir hakikat silsilesinden çıkarabildiğinden irkiltebilir.
Dangalak ne söylese yaralar. Boşboğaz boş konuşur, sıkar, yorar, usandırır. Söylediğinin çoğu ariflerin kulağından kaçar. 
Patavatsız konuşacak topluluğu kaçırır, dağıtır bazan. Bazan dobradır, muhatabı kulak verirken eşi dostu söyleyeceğinden kaçar, hem de söyleyeceği dillerinin ucundayken.
Dangalak patavatsızlık yapar. Patavatsız dangalaklık yapmaz, boşboğaz gibi ağzından da kaçırmaz, bir kayıt cihazı gibi aktarmaz.
Dangalak boşboğazlık da yapar. Her boşboğaz dangalak değildir. Ama dangalaklığa temayülleri vardır ama beceremez.
Dangalak kendince bir yargı gücüne sahiptir. Boşboğaz daha kendiliğinden konuşur. Dangalak mantık yürütür. Mantığı ezer geçer. Ezip geçiş zalimlikten, zulüm merakından değildir, ama söyledikleri zalimce bir çiğliktedir.
Patavatsızın mantığı aklı fikri dangalak’a nazaran daha incedir. Patavatsız daha düşüncelidir. Dangalak daha keskindir.
Dangalak patavatsızdan daha bilgili, malumatlı olabilir, ama yargı gücü ve ifade yeteneği daha çiğ, kaba ve düşüncesiz, hesapsız kitapsız bir görüntü verir. Görüntü olarak görünen aslında cehaletin ne olduğunu bilemeyişdendir. Bilginin incelen ve incelten hareketi bir olgunlaşma hareketidir, insanlararasılıkta ilerleme sorunudur.
Malumatlıya, okumuşa ”cahil!” dersin, ben okudum, senden fazla okudum, aslında sen cahilsin der. ”Geçti cahil ömrüm, bir mırada ermedim”i duymamıştır, duyamaz.
Dangalak parçalayıcı, paralayıcı; patavatsız söylediğinin yerini, yurdunu kavrayışsız; boşboğaz tıntın, toplumsal dayanışmayı boşaltıcıdır.
Dangalak hep incitir; patavatsız ”fesüp” dedirtir, gerer, gülümsetir, derinleşmeleri katleder; boşboğaz konuşmayı, koklaşmayı herkes için suç aletine çevirir.
Dangalak da patavatsız gibi belagatten anlamaz. Patavatsız belagatin hakikatle alakasını yakalayamaz, dangalak belagatı ”dil kırma” sanar.
”Nasıl söylediğimiz” bir ufuk kaynaştırması sorunudur. ”Ne söylediğimiz”in diyalogsallığının farkında oluşumuzdandır. Bu farkında oluş, akla getirilmemiş bir öğrenmişlik, kavramışlık, terbiye olsa da bazan.
Dangalak en kaba anlamıyla narsisttir. Patavatsız diğerkâm olabilir. Boşboğaz bazan masum bir ilkeldir!
Konuşulduğunda dangalak’a ayna olmak, patavatsız’a başkalarının insanlığını selamlayarak konuşmasını sağlamak, boşboğaza güzel bir gecenin karanlığı gibi örtücü, sarıp sarmalayıcı bir sağırlık ve dilsizliği kavratmak olgun insanların hizmeti, vazifesi, biteviye mücadelesi. Dur sus, yasak, kısıtlama ile değil, olgunluğun, rahmetin, dayanışmanın sofrasını herkese açık tutmak ile.
Olgun insan, attığı taşın cama inişini de takip etmiş insandır. Sofrasında dangalaklığın, patavatsızlığın, boşboğazlığın da yoğrulması, pişmesi bir yolunu bulup insana ulaşabilmesindendir. İnsanı arayan kendisini arayan, kendisini pekiştirmeye çalışan, ne yapacağını bilmese de her daim, neleri nasıl yapmayacağına dair bir kararlılığı olandır.
Ne yapacağımızın listesinden kısa olsa da ne yapmayacağımızın listesi, yine de altından kalkılamayacak  bir listedir.
İnsana bakarsın, zamana yayılacak bir muhabbette karşılıklı yoğrulursun.
Arif, ne tuhaf, herkesten öğrenendir. Kendisinden, kedisinden bile.
(Online yazıldı, düzeltilmedi)

11 Ekim 2010

CHP Safralarını Siyaset Yaptıkça, Sorun Çözdükçe Atacak!

CHP'de bir değişim ve yeniden şekillenme yaşanacaktır. Bu kaçınılmaz.

CHP'den uzaklaşacaklar ve uzaklaştırılacaklar olacaktır. Bu da kaçınılmaz.

Ancak kimse değişimi tasfiyeler, örgütsel düzenlemeler üzerinden düşünmemelidir.

Değişim ve yeniden şekillenme gündelik siyasetteki sorun çözümleri üzerinden olacaktır.

Tasfiyeci ya da örgütsel düzenlemeci bir bakışın elinde zaten ne bir eylem planı ne de siyasî program vardır. Ne siyasi aktörler kendi yerlerini bulabilmişlerdir, ne de bunu bulabilecekleri bir zaman/imkân üzerine konuşabilmemiz mümkündür.

Ezberin ve ideolojinin  birlik ya da ayrılık sağlayacağı beklentisi ancak çokbilmiş gazeteciler ve naif biliminsanları için sözkonusudur.

Dünyadaki gelişmeler, Türkiyenin dinamikleri, başdöndürücü pozisyon kaymaları ve alışverişler hiç bir duruş üzerinden ortaklıklara vade sunmayacaktır.

Fikir ortaklıkları ya da ayrılıkları dinamik ve değişken bir zeminde ve ancak dinamik ve ucu açık anlamlarıyla siyasetin pratiği ve pragmatiğinde, sorun çözümlerinin alanında kendini gösterecektir.

Farklı duruşlar, çatışan kararlılıklar farklı bakışların ve dinamiklerin ifadesi, temsili üzerinden demokratik bir zeminde birbirini dışlayıcı olmayacaktır. Daha geniş bir ufuk arayışı, sorun çözüm imkanlarının genişliğini kabulleniş, eleştiriye ve karşı önerilere açıklık ortak zemini gitgide genişletecektir.

Dayatmacı, antidemokratik, tartışmaya kapalı, sorunçözümü dinamiklerine saldıran bir tutumla farklı kaygıların demokratik bir zeminde temsilinin, daha iyi gerekçelere ve konunun hakikatine açıklıkta itirazın birbirlerine karıştırılmamaları gerekmektedir.

CHP'nin oturması, şekillenmesi, yeniden demokratik bir parti dinamiklerine kavuşması için sadece ve sadece siyaset yapması, siyasetin dünyasında kendisini sınaması gereklidir.

Uzlaşmaya ezberden kapalılık, partiye zaten bir dayatma olarak girmiş siyasilerin ortak siyaseti belirleme misyonunu kendilerine yazmaları kabul edilemez, devam ettirilmesine izin verilemez bir tıkanıklık ve gerilim kaynağı olacaktır.

Tehditle siyaset yapma, pozisyon alma imkanı kimselere verilmemelidir.

Tüzük ve yönetim değişiklikleri ölçülü ve tutumlu bir biçimde gerçekleştirilmeli, küskünlerin dönmesi ve takviye güçlerin sunabilecekleri imkânlar abartılmamalıdır. Elbette küskün bırakılmamalı, daha dayanışmacı ve toplumsal temsil modellerine ve çevrelerine açık durulmalıdır. Bu açık duruş, kendi dönüşümünün, envanterinin, oturmasının bir ifadesi olarak düşünülmelidir.

Daha radikal tüzük ya da yönetim değişiklikleri, siyasi programın detaylanması genel bir şekillenme, oturma, kendini bulma sürecinde kendisini sunacaktır.

Dinamikleriyle buluşma, kendi iç dayanışmasını ve alışverişini sağlama süreçlerini kendiliğindencilik olarak görmek CHP'nin şu anda yaşadığı sorunları görmemezlikten gelmeye denk düşer.

İddialılık ve insiyatiflilik konuşarak, tartışarak, koklaşarak, kapışarak, dayanışarak, eyleyerek ve dünyaya yüzünü çevirmeyi öğrenerek edinilecek hasletler.

Eleştiriye ve yanlışlanmaya açıklık bir kendini bulmuşluk ve tarihteki yerini edinebilmişlikle alakalıdır. Bir zamanda, bir dünyada yerleşmiş, hep değişen ve kendisi kalan sosyal sorumluluk olarak!

10 Ekim 2010

Kılıçaroğlu'na Nefes Aldırmak Zorundayız!

CHP'de müdahale korkusu üzerine kurulu bir içe kapanma dönemi sona ermiştir ve geriye dönme ihtimali yoktur.


Halkoylaması döneminde olup bitenler CHP'nin yeniden partileşme, insiyatifte etkinleşme sürecini hızlandırmıştır. En az iki yıl sürecek bir şekillenme ve dinamikleriyle buluşma dönemi yaşayacağız.


Türkiyenin ve dünyanın yığılmış sorunlarına CHP'nin de demesi gereken şeyler olsa da bir süre sessiz kalabilecek, yalpalayabilecektir. Yalpalamalar da şekillendirici olacaktır ve sağlıklıdır.

Sorun çözmek, yeni şeyler söylemek ile jakoben muhafazakarlığın hazır kalıplarıyla konuşmak arasında bir tercihte bulunmak zorundayız.

Ezberle hakikat konuşulmaz. Yeni bir şey söylemek, geleneksiz olmak, temelsiz olmak değildir. Hakikatle yüzyüze olmamızdandır düşünmek, çareler aramak, tartışmak, uygulamak, kendini düzeltmek, birikimini genişletmek.

"Sorun çözerseniz dağılırsınız!" demek bir tehdittir, korkuyla gütmektir, korkuları gütmektir. Ezberle elde tutulan sadece bir yalanı yaşatmaktır.

Cumhuriyeti, hukuk devletini ayakta tutmak yanlışsız, sorunsuz, sürtüşmesiz olmayacaktır. Yapılması gerekeni yapmak her daim kâr, çıkar sağlamayacaktır. Ancak, hakkanî olan, haklılık ve hakikatlilik kaygısı olan, kendisini hakikatle düzelten toplumsal dayanışmanın içinde olacak, dayanışmanın şekillenmelerinden birisi, ta kendisi olacaktır.

Hakikati olanı söylediğinizde işin kolayına kaçmadan, populist olmadan toplumsal destek alma şansınız var. Hakikat kaygısının hissedilmesi bile insanı anlaşılır kılan bir şey.

Toplumumuz, halkımız sanıldığından daha olgun, daha anlayışlı, daha fedakâr, daha çalışkandır. İnsanların kurnazlığına, kâr zarar hesaplarına hitap etmeyecekseniz, bir kapıp götürme, gütme derdinde değilseniz anlayışa, aklı selime, dayanışmacı ruha, hakikatliliğe, adalet duygusuna, toplumsal ahlâka hitap edeceksiniz.

Hangi saiklerle olursa olsun demokrasiyi hazmedemeyen, halkına, partilerine emirler yağdıran ve korku salan zihniyetle gidilebilecek yer bir yeryüzü cehennemidir.

Farklı düşünmek, farklı düşünenle daha başka bir noktadan dayanışma kurabilmek, inandıkları ve kabul ettiklerini savunurken de daha geniş bir ufuktan konuşmayı arayabilmek de. Farklı düşünmek karşı tarafın gerekçelerine kapalı olmayı, hakikatle düzeltilmeyi nasıl dışlayabilir ki?

Korku imparatorluğunun kulları ezberden, yanlış bilinçten, olumsuz anlamıyla ideolojiden medet umanlardır. Ufkumuz korkakların, ödleklerin, hakikatsizlerin ufku olmamalıdır!

Düşünce, kuram, bildiklerimiz kendilerinden yola çıktığımızda bize doğru davranma ve doğru eyleme otomatiğini sunacak şeyler değildir. Tersine ancak ve ancak praksis içerisinde, eyleyerek, amiller içerisinde amil olarak, uygulayarak, yeni şeyler söyleyerek, zamanın ve günün sorunlarını görmezlikten gelmeyerek bilgi ve tecrübe haznemizi açık ve işler tutabiliriz.

Siyasi ve bilimsel birikim gelecek için hiç bir garanti vermez, yanılabilirlik, öğrenmeye açıklık ve tevazu geleceğe açıklığın kapılarındandır.

Ne Cumhuriyetin, ne siyaset tarihimizin, ne uzak geçmişin, ne de geleceğin tecrübesine, birikimine kapalı olacağız.

Daha iyi gerekçeye açıklık, hakikatten başka bir düzeltici/doğrulayıcı/yanlışlayıcı edinmemek ne başkalarının kaygılarına, korkularına, ezberlerine anlayışsızlıktır, ne de çok bilmişliktir.

CHP'den bir şey çıkar ya da çıkmaz, bu sorun değildir. Esas olan CHP'nin kendisini bulmasına katkı, yardım ve destek verilmesidir. Kullanma, kâr sağlama, homurdanma durumunda olmadan destek vereceğiz. Hakikatli olacağız. Doğruya doğru eğriye eğri diyeceğiz.

Bir gün huzursuz olursak, farklı düşünürsek yollarımızı ayırabileceğiz. Tek bir şartla: İç boşaltmadan, talan etmeden, çıkar sağlamadan.

Anla(ş)ma, bir ararada bulunma zorlaşabilir, ayrıntılar daha önemli hale gelebilir birgün, bunlar mümkün. Bu kaygılarla uzak durma, tecrübeyi gündelik siyasetten uzak tutma hakkımız yoktur.

Yarın içinde rahat etsek de edemesek de partileşmiş, demokrasinin ve bağımsız siyasetin işleyen bir kurumu haline gelmiş bir CHP'yi ayakları üzerinde durabilir hale getirmiş olmakla sadece ve sadece gurur duyacağız.

CHP'ye yakın ya da uzak duran dost ve yakınlarımı, eski ve yeni arkadaşlarımı sorun çözen, risk alan, yanlış yapmayı da göze alabilen ve bunu hakikate açıklıkla düzeltebilecek olan bir CHP'nin oluşumunu desteklemeye davet ediyorum!

Eleştirerek, sahip çıkarak, omuz vererek, başkalarını çiğnemeyerek, kendini hakikatle düzelterek.

Sabırla, aşkla, hakikatlilikle.

15 Temmuz 2010

Referandumda Oyum "Hayır!"

"UZLAŞMAYA HAYIR!" denilmesine onay veremeyiz. Meşruiyet iddialarını mayalayabilecek bir anayasa değişikliği süreci yaşanmamıştır. Değişiklikler kimilerince "bir ilerleme" olarak sunulsa da, demokratik alışveriş süreçlerinin önemsenmediği, çiğnendiği, küçümsendiği kanaatindeyiz.

ÖZEL VEYA GEÇİCİ ANAYASA üzerine meşru bir uzlaşma zemini olduğunda konuşabiliriz. Hükümetin bazı ihtiyaçlarının olması mümkündür, ancak bunu politikanın aktörlerine izah edebilmek zorundadır. Bir darbe tehlikesini savuşturmak için darbelere özgü hukuksal geçiciliklere, konsensus süreçlerine karşı millet iradesine göndermelerde bulunmaya kimsenin hakkı yoktur. Darbe tehlikesini savuşturma, demokrasinin üzerinde yükseldiği zemini zayıflatıcı bir pragmatizmin işi değildir.

PRAGMATİZM iyi bir şeydir, hayatı okuma, hakikate yüzünü çevirme, ezbere konuşmama, sorun çözümünde sorunu okumadan başlama anlamındaysa. Kurnazlık, fırsatçılık, ilkesizlik, tutarsızlık gibi çağrışımları olan bir pragmatizm hamasiyet, kuralcılık ve "statükoculuk"u aratabilir. Yeni bir şey söyleme ya da eyleme öncelikle hakikatli olmalıdır.

HÜKÜMET MUHALEFET GİBİ davranamaz. Muhalefetmiş gibi davranamaz. Hep gizli iktidarlar arayan bir tedirginlik ve kuşku hükümete iktidar sorumluluğunu unutturuyor gibi. Siyasetin dili, kanalları rehabilite edilse de çözülemeyecek yeni sorunlar ortaya çıkmak üzere, eğer hükümete hükümet olmanın içerdiği sorumluluğun kapsamını izah edemezsek.

YENİ BİR ANAYASA GEREKİYOR. Bu da toplumsal dayanışmayı canlandırmadan, demokrasiyi tahakkümün terimleriyle yorumlamayı bir kenara bırakmadan üzerine konuşulabilecek bir mevzu değil.

"EVET!"İ GEREKÇELEMEDEKİ MONOLOJİK TAVIR ağır sorunlar çıkaracak. Dikkat edilmesi lâzım. Reddedilmesi lâzım. Anayasa paketi kendi gerekçelerine ve politik pragmatiğine kavuşturulsa bu itirazlarımız "toptan/topyekün" olmazdı. Hakikatinden koparılmışlık diyalojik çerçeveyi de yıkıyor, ideolojik argümentasyona yol açıyor. İdeolojik gerekçelendirme stratejileri de temsil edilen stabilize olmuş sınıfsal, kurumsal, varılmış ortak kabullerden daha keyfi bir mantığı devreye sokuyor. İdeolojik gerekçemelerin hakikatle bir yerde olabilen alâkaları da kayboluyor. Yanlış bilincin dilinden ezber ve propagandanın diline kayan bir ideolojik mücadele, olduğu gibi görünmeyenlerin politik çatışma diline dönüşüyor, siyaset komplo pratiği olarak algılanabiliyor.

KURUCU FELSEFEDE ANLAŞMAK GEREKİYOR. Hukuka, "güçler ilişkisine", mülkiyete, kurumlara bakışta bazı temel uzlaşmaların şekillenmesi lâzım. Mülkiyet hukukunda yığılmış sorunlarımız çatışmalara yol açacak: Fabrikalar limanları ile satılıyor; mayınlı tarlalar kiralanıyor; bataklıklar yıllardır hayat kaynağı, su havzası ve kuşların konağı, evi olarak görüleceğine değersiz araziler olarak kurutulup peşkeş çekiliyor; meralar hukukî zeminini kaybediyor; sel yatakları ranta açılıyor; kıyılar dolduruluyor; fauna/bitki örtüsü, genetik çeşitlilik ziraat mühendisliğinin en dar tanımına da dar gelebilecek bir ufukla ulusal ekonomi, büyüme, gelişme, kâr, bilanço nesnesi haline getiriliyor. Kullanılan siyasî dil, sorunçözümünün de  deklaratif dilidir, anlayışın, diskurun ifadesi olduğu kadar. Yeniliberal bir çerçevede kendimizi ifadeye zorlanıyoruz, bir altdil, dili yutmak üzere. Yeniliberal sakralitenin kuru ve yavan ulvîyeti birey ve girişim hakları ve toplumsal ilerlemeden cennet ya da cehennemini kurar, konuşur, dayatır, şart koşar hale getirilmiş oluyor.

REFERANDUM VE İÇSAVAŞ. Referadumda "evet!" çıkması halinde iç savaş çıkmaz. Çıksa çıksa meşruiyet kazanma süreçlerini yaşamamış, gerekçelemeleri toplumun kendisini anlamasıyla örtüşmemiş bir anayasa çıkar. Çıkmasıyla tartışılmaya başlanması bir olur. İç savaş başka bir anlamıyla kullanılıyorsa, evet, kurumlarımızın içinde ve arasında bir çeşit iç savaş yaşanıyor, bu pozisyon alışta süregiden "postmodern iç savaş"ın mantığından kopmuş değil referandum(a götürme) süreci.

REFERANDUMDAN "HAYIR!" ÇIKMASI halinde, zaten yapılması gereken noktaya dönmüş oluruz. "Yeni bir anayasa bu şartlarda mümkün mü?" sorusuna peşinen verilebilecek bir cevap yok. Geçici anayasadan sonra da mümkün olup olmayacağını bilemeyeceğimiz gibi. "Neden süreç demokrasiyi çalıştırmak için kullanılmadı?" sorusuna böyle bir ufuk yok ancak ihtiyaç var cevabını verebiliriz. Zaman verimli kullanılmamıştır, nasıl yapılmayacağı üzerine bir ihtisas üretkenliğe dönüşebilir mi zamanla göreceğiz.

ASLOLAN dayanışmadır, toplumu ve insanlığı ayakta tutacak, medeniyetimizi değil diğer insanların bedenleri üzerinde kurmak; kurdun, kuşun, kunduzun, ayının, çiçeğin, böceğin, ağacın dünyasını mülk görmemek, hayat çiğnemeyi tasarruf edinmemek durumundayız. Güçler dengesi, nasıl bir gelecek, nasıl bir kurumlaşma, nasıl bir sanayi, mülkiyetin meşru sınırları, nasıl bir toplum, nasıl bir insan, nasıl bir dünya üzerine fikir alışverişimiz temellerini bulmak, ortak insanî temellerinde buluşmak zorundadır.

PROJE İKTİDARINDIR, İktidarın gizli bir iktidara muhalifmiş gibi, gelişigüzel bir biçimde muhalefet ve iktidar dilini kullanması, otoriter bir mağdurluğun ve sorumluluklarını unutmuş bir mazlumluk ya da masumluğun imkânları üzerinden herkese karşı herkes için propagandası toplumsal örgütlülüğü zayıflatmaktadır.

"EN MUHALİF İKTİDAR" yaftası geçmişte olumlu bir vurgu olabilirdi. Bugün, varlığını kabul ettiğimiz ve eleştirdiğimiz vesayetçi, darbeci, otoriter anlayışlara karşı duruşun demokratik eksenini bulamamaşılığı ile alâkalı olan ve sorumluluk kaybı olarak tezahür eden bir duruşla karşı karşıyayız. Hükümet muhalafeti sanki gizli iktidar ittifaklarının temsilcileri ve uzantıları gibi görüyor gibi bir izlenim oluşuyor. Korku, temkin, tereddüt ile açıklanamayacak ve bazı uzlaşmaların üzerine kurulmuş görünen bir toplum mühendisliğinin gözü kara eylemciliği ile birleşen (yeniliberal) ideolojik vesayetçiliğe hükümetin mesafe koyamaması siyasî iletişimde anomilere, buluşamayan rol karşılaşmalarına yol açacaktır.

MUHALEFETİ SUÇLAYICI ve töhmet altında bırakıcı tavır yerine, eleştirel bir alışverişin önünü açmak tüm zamanlar için yeterli ve ufuk açıcı bir tavır olacaktır. Eldekine değer biçmediğinizde eldekine değer verende, eldeki için çok şeyini yitirmişte "statükoculuk" insanî mirası savunma anlamına bile gelecektir. "Devrimciliği" ile eleştirdiğinize, yeni liberal toplumsal mühendisliğin devrimci deviriciliği ile yaklaşır göründüğünüzde "statükocu" ve tutucu anlamıyla muhafazakar yaftasını yapıştırıyor olacaksınız. "Statükocu" uluslararası statüko'yu red cephesinde; "Değişimci" değişimini uluslararası yeni statükoya endeksleme ve entegre etme eğiliminde olabilir. Endeksleme ve entegre etmede sorun görülmemesi daha büyük bir sorun ve naiflik olmuyor mu aslında?

"ÇOK ÇİLE" ÇEKEBİLİRSİNİZ ama artık iktidarsınız.  Sorumluluklarınız, muktedir olduklarınızın alanını aşacak. Bu söylediklerim tüm iktidar adayları için geçerli: Üzerinize su sıktıran cezaevi müdürü, işkenceciniz, onlara terfi ve sicil veren kurumlar emrinizde olabilecek. Siz oraya intikam için gelmiyorsunuz. Şikayet ederken sorumlu kılınacaksınız. Hem sorumluluk taşıyacaksınız, hem de adil, hakkanî ve hür olacaksınız. İnsaniyete kapı açacaksınız!

PROPAGANDAYA SON! Türkiyede siyasetin dispozisyonları, rol oyunları, iletişim tarzları zorlanıyor ve demokrasinin önündeki en büyük engel yığınına, kanal tıkanmalarına yol açıyor. Demokrat değil ihtilalci bile olsanız hakikate, hakikatin kanallarına karşı eyleyemezsiniz. İletişimsel tavır, toplumsal dayanışmanın ifadesi ve gerçeklenmesi. İletişimde minimalizm toplumsal şekillenmenin normlarını yok edemese de, yok sayıcı, karartıcı bir işleve sahip. Gerekçeleme ve tartışma birbirimize hitap edebileceğimiz, birbirimizle konuşmamızın mümkün olduğu kanaatiyle ilintili.  Propaganda argumentasyonun yerine konulduğunda ahlâk hakkaniyetini kaybeder. Ahlâkın hakkaniyet iddiası, ahlâkın hakikat dünyası, hakikatten eleştiri kapısıdır da. Ahlâk adına yola çıkarak konuşmamızın ve toplumsallaşmamızın kapısını kapatmak, ahlâkı ortadan kaldırmasa da ortak ahlâkımızı yani ahlâkımızı ortadan kaldırır. Alınan risk büyüktür. Statükoyu reddediyor ve "geçici" anayasaya "hayır!" diyoruz.

6 Haziran 2010

Avrupa Birliği İle İlişkilerimizde Olası Hesap Değişiklikleri

Avrupa Birliği ile ilişkilerimizde hesaba katılan büyümemiz, nüfus hacmimiz, iktidarın paylaşımında yani iç politikadaki olası ağırlığımız, kültürel dengeler vb. idi.

Bugün, dünyanın (şimdilik abartılı görünse de) ilk on ekonomisinden birisi olması muhtemel bir ülkenin dış politikaları sürükleyebilecek gücü hesaba katılmaya başlanıyor. Tartılıyor, ölçülüyor, biçiliyoruz.

Son krizlerde korku senaryoları sınandı. Borsada çöküş, sermaye kaçışı senaryolarının gerçekçi olmadığını, sermayenin tercih eğilimlerini izlemiş olduk. Kırılganlıklar üzerinden siyaset yapan ülkeler yeni politikalar belirleyebileceklerinin işaretlerini veriyorlar.

Uluslararası fonlar, emeklilik fonları bu sınanmalardan sonra daha rahat tercihlerde bulunabilecekler kanaatindeyim. Belli bir sermaye kaçışı ile karşılaşsaydık bile daha uzun vadeli ve risk paylaşımına biraz daha gönüllü, büyümemizi kendi gelecekleri açısından yatırıma değer gören fonlarla bir denge tutturabilecekti gibi görünüyor.

Komşu ülkelerle olan iyi ilişkilerin halk bazında köklenmesine uluslararası analizciler daha çok dikkat edeceklerdir sanıyorum. Siyaset açısından etkileri küçümsenen halklar ve insanlar tüketiciler olarak ürünlerimize ve mallarımıza yöneldiklerini gözlemliyoruz ve bunun getirilerinin turizmdeki kayıp potansiyelinin çok daha üzerinde olabileceğini düşüünüyoruz, hacimleri ve rakamları şimdilik telaffuz edemesek de.

Son krizde hangi ülkede nelere dikkat edildiğini listelemek hiç de zor bir iş değil. Gözlem altındayız ve kesinleşmemiş gözlem AB'ye girmemiz halinde birliğin dış politik motoru olabilme "riski" ya da potansiyelini taşıdığımızdır. Yeni değerlendirmelere, yeni testlere ve yönlendirmelere tabi kılınabiliriz. AB'nin karşımızda bekle gör politkasını terketme olasılığı zayıflamıştır, ancak politika değişikliğine gidilirse dış politikamızı denetleme ve sınırlandırma için AB maceramızın önü açılabilir ya da dışta tutulmamız ve ABnin karışmayacağı ve uzak durmayı tercih edeceği dinamiklere doğru "itilebiliriz". Ben iki eğilimin de aynı anda test edilebileceğini, savunulabileceğini düşünüyorum.

Gelişmeler AB ile ilişkilerimizi derinleştirirken ortaklık ilişkilerini de bir ölçüde dondurabilecektir.

ABnin hızlı karar verebilmesi kendileri açısından şart olsa da dış politik motor olarak hesaba katılmamışlığımız karar süreçlerini uzatabilecektir.

AB'de bize biçilebilecek kaftana karşı tavrımız, önümüzün kesilmesine tepkimiz olası kararlarımızı belirleyecektir.

Dinamik bir ekonomi, canlanan bir iç pazar, komşu ülkelerde oluşan tüketici dayanışması, orta ölçüdeki devletler ve uluslarası dayanışma için ortak arayan bağımsız tavır peşindeki ülkelerle ilişkilerimiz gitgide derinleşecek gibi görünüyor.

BM güvenlik konseyindeki rolümüz belli bir süre uzak da tutulsak kalıcılaşma eğilimi gösteriyor ve imaj değişikliğimiz metamorfozvari.

Avrupa için hem aranıp da bulunamayan bir ortağa hem de hesaba katılıp potalarında eritilemeyecek bir demir leblebiye dönüşüyoruz.

Avrupanın atıl, kolaycı, muhafazakar dinamiklerinin ve kurumlarının sindiremeyeceği, bekle gör'e alacağı bir ivmeyle zigzaglar çiziyoruz.

Geçip gidici bir kuyruklu yıldız olmadığımız ortada. Ancak strese sokulmuş bir bürokrasi, oyun dinamikleri kırılmış ve aktörlerini devreye sokamayan bir demokrasi, gecikmiş bir toplumsal uzlaşma ayaklarımıza dolaşmak üzere.

Topluma nefes aldırmak, gerilimi düşürmek, siyaset yapış tarzlarını ve siyasetin dilini rehabilite etmek, gerekirse bir süre kendimize gelmek için ilgi alanlarımızı kaydırmak, çalışanların hayat şartlarını düzenlemek ve düzeltmek, bazı düzenlemeleri eleştiriden geçirerek çatışma noktalarını demokratik bir uzlaşma ile elden geçirmek zorundayız.

Ezberle ve ezbere gidebileceğimiz yer kısıtlıdır, insan, eğitim, istihdam, hukuk anlayışmız gözden geçirilmeli, kurumlarımız yeni şartlara adapte edilmelidir. Başkalarının yolunu izleme lüksünün kalmayışı, içinden geçeceğimiz ağır sınavlar tecrübe, temkin ve insiyatifin dayanışmacı ruhunu canlandırmayı gerekli kılmaktadır.

Yol haritamızın detayları belirsizdir, yolumuz uzun ve incedir.

Ne bizim ne de bizimle alışverişi olanların işi kolay olacaktır. Efendim.

Mavi Marmara Tartışmasına Katkı Notları

1. Öldürülebileceğini kabul ederek yola çıkmışlık tehlikeli ya da katı bir duruşun ifadesi değildir. Buradan yola çıkarak katılımcıları suçlayanlar saçmalıyorlar. Ölümü ve kaybedilecekleri düşünmeden yola çıkmışlık mıdır tersi bilemiyorum. Olabilecekleri düşünmek sadece bir zihinsel hazırlıktır, duruşunu, kararını gözden geçirme hallerindendir. Tecrübe hayattadır ve hayata açıklıktadır. Tecrübeye açıklık karar işi değil pratik bir iş olsa da bir zihin açıklığı, zihnin paratiğe ve pratikte açıklığı olarak düşünülebilir. Yerli katılımcılara fanatizm yazmak için bu mevzuyu kaşıyanlara "beyaz" katılımcıların benzer "itiraf"larını hatırlatırım. İnsanın hayatın hallerine hazırlıklı olması geleceğe sadece düşüncede hazırlıklı olmasından ibarettir. Hakikaten hazırlıklılık diye bir şey varsa temkin, tevazu ve ezbersiz olmakla, davranışı sürekli inceltmekle, başkalarından ve kendi yanlışlarından öğrenebilmekle ve insiyatifin tek yönlü olmadığını ve süreçselliğini kavramakla bir ölçüde kazanılabir.

2. Gemide gösterilen direniş pasif direniş ile aktif direnişin arasında, sınır bölgesinde bir yerdedir. Direnenlere yapıştırılmaya çalışılan "paralı aşker" gibi yaftalar günü bazan kurtarsa da insanî bir eleştirinin, "Bunu bana nasıl yaparsın Kardeşim?"lerin ifadesi olamaz. Habil ile Kabile yer değiştirttiğinizde yukarıdaki soru eleştiri değil zulüm ifadesi olur. Katılımcıların öldürülmeyi göze aldıklarını fakat öldürmeyi reddettiklerini gözlemliyoruz, filmlere ve anlatılanlara dikkat ederek. Öldürmeyi reddetme, öldürmeyi düşünmeme gibi pasif bir duruş değildir. Kararlılıktır.  Direnmeye karar vermişlik öldürmeye gitmediği için ezildiğinde, öldürmeye gidecekmişlğin ezilmesi içinde kavramsallaştırılamaz. Direnmede ahlakî ve hukukî bir sorun gömülü ise (somut olaylardan bağımsız olarak!) ilk elde askeri müdahalede bulunan tarafın direnme tarihi çürüyecek ve geçersizleşecektir tüm halklar eşitse ve eşdeğer ölçüde insan ise.

3. Askeri müdahalelerin meşruiyeti, zor kullanımının tekelleştirilmesi kanun koyucular açısından ne kadar kolaycı ise, etik ve hukuk düşüncesi açısından o kadar sorunludur. Hukuk düşüncesi karşılıklılık ilkesi üzerine kurulur ve karşılılıklılığın alanı (örneğin, Levinas'da) adaletin alanıdır! Argumentasyon kendi meşruiyet çerçevesine saldırmaktadır, öncelikle.

4. Türkiyede intihar eylemcisinin dahi sağ yakalanmasını şart koşma durumuna gelmiş bir kamuoyu sözkonusudur! "Ölü ele geçirme" lafzına karşı bir tepki söz konusudur ve hiç bir mutfak bıçağı ya da sopa gemideki katliamı kamuoyumuza onaylatamayacaktır! Reddedilen davranış Türkiyede de karşı çıkılan, çıkılacak olan bir davranıştır. Demokrasi, şeffaflık talebi; yargısız infazları reddediş pragmatize veya relativize edilmeyecek bir noktadadır. Halkımızın kendi ülkesindeki tercihini, seçtiği evrensel değerleri zamanla diğer ülkelere ihraç etme eğilimlerine hazırlıklı olunmalıdır.  Bize bugüne kadar ihraç edilen baskı ve zulüm'ü buyursun isteyen insanlık ihracaatıyla değiştirsin, ithal etmeye hazırız ve eleştiriye açığız!

5. Tepki birikmiştir. Katliama rağmen, tepki ifadeleri topluma nefes aldırmıştır. Sokağa dökülen tepkisellik demokrasiye kanalize olacaktır. Eleştirilerimiz bundan sonrasının nasıl olması gerektiğine cevap verecektir ve elzemdir. 

6. Katliamı yapan tarafın yakın geçmişte ülkemizde darbe özendirdiği bile konuşuluyorken  ortak bir zeminden, evrensel değerlerden yola çıkma yerine kendi varlığını korumanın meşruiyetinden hareketle iddialarını sürdürmesi güvensizlik ve tepkinin kaynağıdır. Bu söylentileri, bu söylentilerden yola çıkarak sağı solu tehdit edebilenleri tekzip etmeli ve ülkemizde demokrasiyi zedeleyecek hiç bir girişimde bulunmadığı ve bulunmayacağına, uluslararası hukuk'a saygısına bizleri inandırmalıdırlar.

7.  Propaganda ve "halkla ilişkiler",  "hakikatle ilişkiler"in yerini almış durumdadır. Propaganda "karşı taraf"ın hakkını, hukukunu, dünyasını, hakikatini gölgede tutmanın duvarına, karartma sinyaline dönüşmüş durumdadır. Birbirimizi önkabullerimizde yeniden insanlaştırmadıkça, eşitliği bozucu dalgaları devreden çıkarmadıkça, biribirine karşı sorumlulular olarak karşılaşamadıkça bahane arama ve günü kurtarma faslını çalıp duracak, selamsız komşunun balkonundaki gramofonda biteviye cızırdayan, bize bir söyleyeceği kalmamış plak.

31 Mayıs 2010

Yardım Gemilerimize Yapılan Saldırı Üzerine

Saldırı uluslararası sularda olmuştur.  "Yolcular saldırgan davrandı, o yüzden silah kullanmak zorunda kaldık" türünden gerekçeler anlamsızdır. Provakasyona gelmemek böyle bir kampanyayı yürütenlerin ahlaki sorumluluklarındandır. Direniş gösterene, kendini savunana, korsanlara karşı ne yapılıyorsa onu yapana yaptırımda bulunulması her zaman için sorunludur. Suçu işleyen, ilk elde, uluslararası sularda saldıranlardır.

Burada savaş hukukunun konuşturulması tutarlı değildir. Savaşta dahi yardım gemilerine saldırılara meşruiyet yazılamaz.

"One Minute"ün kanlı intikamıymış gibi gösterip el oğuşturulması, çöllerde sırttan hançerlendiğimiz lafzları, (1 Mart ve sonrasından dolayı) "işte belamızı bulduk" türünden saçmalıklarla uğraşanlar şunu bilmeliler: Düşüncelerini paylaşsak da paylaşmasak da, aralarında olmayı düşlesek de düşleyemesek de saldırıya uğrayanlar vatandaşlarımızdır, komşularımızdır, insanlarımızdır! Onlara medenice davranamayanları hiç bir gerekçeden, aidiyet ya da aidiyetsizlik duygusundan, politik tavırdan bakış aklayamaz, paklayamaz!

Ülkeleri toplama kampına dönüştürülmüşlere yardım eli uzatmak için dedelerinin bize geçmişte nasıl davrandıklarına bakacaksak yazıklar olsun bize!

Hak, hukuk, adalet, insanlık dosta da geçerlidir, dostluğunu görmediğimize de. İşkencecilerimize dahi işkence yapılmasını reddetmediğimizde, hukuksuzkuğa hukuksuzlukla cevap vermediğimizde medeniyetin diliyle konuşuyoruz: "Bizi cezalandıracak" lobilere, "erovizyon jürilerine", ülkelere işaret edenler onları haydutlaştırmaktan çok kendi egoist gerekçelerini kepaze ediyorlar: Hak hukuk lafzının zalimlerden mükafaat alınabilecekse meşrulaşacağını savunarak!

Zalimlikle mağdurluk arasındaki hat çok ince. Sana yapılanı zulmü karşı tarafa yapman seni de zalim kılar. Senin yaptığını karşı tarafın da sana yapabileceğini kabul ettiğinde / meşru gördüğünde ise adalet duygun var demektir, adil olduğuna dair bir kanıt olmasa da..

Bir zulme ortak olmamız, ses çıkartmamamız için nelerle ürkütülmeye çalışıyoruz: Biz zulüm yaptıysak ona da artık ses çıkarılacağı şantajıyla bile!

Ben zalimsem çocuklarım buna karşı çıkacak, hatamı düzeltecek, ben göremediğim, kavrayamadığı için. Tanrılık taslamadığım için, hatasızlık şerbetiyle yıkanmadığım için.

Her "can" bizim için canan. Biz candaşız! Zalim ayrıcalıkları değil dilediğimiz halkımız için, halklar için: İnsan olmanın medeni sorumluluğu ve dayanışma, kardeşlik!

Ne zaman kanımıza susamamışlardan müttefikler edineceğiz? Ne zaman insanlığı müttefik edineceğiz? Bu acı, bu dünya, bu zulüm bizim!

Kemal Kılıçdaroğlu ve Retorik

Kılıçdaroğlu'nun konuşma dersi alması ya da konuşma metni yazarı bulması gerektiğini söyleyenlerin biraz belagat dersi alması lazım.

Kılıçdaroğlu iddia edilenin tersine, söyleyeceği "şey"i, husus'u, mevzu'yu, mesele'yi hakikatinde konuşturabiliyor. Görmemek için konuşmayı, sohbeti, argumentasyonu ve gündelik söyleşme geleneğini okuyamıyor olmak lazım.

Kılıçdaroğlu'nun anlaşılır şeyler söylemesi ne halka inmekle alakalı, ne de aydınarın dilini konuşamamanın ifadesi. Konusuna, meseleye hakim. Sohbeti, konuşma geleneğimizi biliyor. Halk içinde yetişmek eskiden kuraldı, şimdi okullu olduk, dil kullanmayı okuldan, kitaptan ve jargon lardan öğreneceğimizi sanıyoruz. Oysa insan konuşa, koklaşa, meleşe, dinleye, anlata dilleniyor.

Kitap, okul, yazı hayatsızlara hayat vermiyor. "Dinlemeyenlerin tartışmaları" gerekçe ya da lafza eğilmemizi yer yer sağlasa da tartışmanın ve konuşmanın kendisi değil. Popüler kültür, kitle iletişimi soru cevap diyalektiğini, fikir geliştiren, ikna eden,ufuklar kaynaştıran alışverişini aceleye getiriyor. Gerekçeler kapışırken gerekçeleme, kuşku ve aydınlanış süreçleri törpüleniyor, ökseleniyor.

Halka  kolay hitap edebilmek halkçı olmaktan, özetlerle, populize edilmiş anabaşlıklarla konuşmaktan değil, halklı olmaktan, dilin evinde yetişmekten.

Retoriğin propagandayla, ezberle değil hakikatle ve hakikatlilikle alakası var. Anlatamadığın dert senin derdin değil. Dile gelemeyen düşünülmemiş, hazmedilmemiş, kulak verilmemiş de.

Tek tek cümlelerin üzerine atlayarak değil, bir alışverişte, akışta, yinelenen denemelerde, konuşmaya açıklıkta söylenen şeye yaklaşabiliyoruz. İfade arayışlarıyla, meselenin ifadesini bulmasına izin verişlerimizle izah edilebilir oluyor çoğu çetrefilli konu.

"Karşı tarafın bana söyleyebileceği bir şeyler var!" diyebilmiş bir insanın, dinleyebilmiş ve dinlenebilmiş bir insanın söyleminin ufuklararasılığı işi kolaylaştıran.

Kılıçdaroğlu durulmamış bir siyasi zeminde program deklarasyonu ile "programlı"; populer kulturel kalıp yazarlarının ruhsuz ve hakikatsiz lafzınını kullanarak "içerikli" konuşmuş olmayacak.

Söylenenin tersine: Olduğu gibi olarak, oluştuğu gibi oluşturarak, konuşmaya açıklıkta kalarak insani derinliğini ve lafzın sloganı aşan dokunurluğunu öne çıkaracak.

Halk hakikatlidir. Derdi dinler.

Ezberle ve ezbere kapışan, selamsız sabahsız, halksız, insansız ve insafsız elite cilalı imaj devrinden kalma tekniklerle hitap etmek ise anlamsızdır ve akla eziyettir.

Efendim.

21 Mayıs 2010

Postmodern Suikast ve Şişeden Kaçan Cin

Kaset patladı, sabır çatladı, şişeye tıkılan cin kaçtı. Olan oldu artık. Şişenin birisinden de peri padişahının kızı çıkar belki. Açalım, açılalım. Durulma zamanı gelince cinci hocaları çağıralım.

Olan olsun görelim. Görelim tecrübeye ihtiyacı olmayan yeni harika çocukları. Soydan, boydan işinin ehli olanları. Hiç bir zaman sınanmayacakları ve hesap vermeyecekleri.

Pandoranın kutusu açıldı. Kapatmaya çalışanın canı yanar. Dinolar ısırır, yenilikçiler tırmalar.

Olmamalı mıydı? Yok, oldu da kurtulduk. Çaresine bakarız artık.

Dinamiklerin önünü açmak denilen şey bu mu? Yok, değil. Deste yeniden karıştırıldı. Kullanılmayan kartlar, kullanılmaması gereken kartlar, işaretlenmiş, el bozan kartlar ile kartlaşmamış, turfanda, taptaze, el tutan kartlar elimizde.

Belki bir itilmiş kakılmışın, bir mazlumun, bir diyeceği olanın da önü açılır. Hayırlısı olsun.

15 Mayıs 2010

Köprüler Yakılırken: Baykal Yaptığı Yanlışlardan Değil, Doğrulardan Dolayı Saldırı Altındadır!

CHP siyasetin tıkanması halinde bir geriye dönüş noktası oluşturuyordu. Bu ortadan kaldırılmaya çalışılmıştır. CHP'nin yeniden tasarlanması, ya da yeniden tanzimi de buna aykırı değildir. İçlerinde değer verdiğimiz adaylar, hoşumuza gidecek yönelimler olsa da, insiyatifi kullanmış olan bizler değiliz. Pandoranın kutusu açılabilir, aldırmak elzemdir.

CHP etksizleştirildiğinde geriye dönüşlülük tahrip edilmiş olacaktı. Türetilebilecek oya dayalı popüler kültürel alternatifler dahi tek alternatifin oyla giydirilmesi olarak düşünülmelidir.

Baykal bir dönemler içiçe geçmiş olan üç ayrı adresten gelen vesayete karşı koydu ve partisini stabilize etti. Ulusalcı kesime vasi olma çabası içerisindeki bir dördüncüsünü de bunlara ekle(mle)yebiliriz.

Baykal geçmiş siyasetleri, hizipçiliği, müzmin muhalifliği için saldırı altında değil: Partisini ve dolayısı ile siyasetimizi stabilize ettiği, (parti içi demokraside haklı olarak eleştirilebilirken) demokrasiye entegre ettiği için saldırı altında.

Baykal, CHP'nin tasarım/proje partisi olmasına izin vermemiştir. Geçmişteki bir çok kavgasına bugünün krizinden baktığımızda haklı da olabileceğini düşünmekteyiz, o çatışmalarında kendisini eleştirmiş olsak da.

Baykal, siyasetimizin bağımsızlığının garantörlerinden olmuştur, emperyalist politikalara eklemlenmecilikten, baazcılığa benzeyen tabi oluş çizgilerinden partisinden uzak tutmuştur. İktidar korkusundan değil, ne olursa ve kiminle olursa olsun iktidar olsun diye bir derdi gündemden çıkardığı için uğramıştır çoğu hakarete.

Ufkunu ve anlayışını burada eleştirmem yakışıksız olur, zaten bu noktada bir önemi de yok. Temel duruşunu ise bu güne kadar yanlış anladığımızı, demokratik ve bağımsızlıkçı bir aklıbaşındalık içinde hareket ettiğini düşünüyorum.

Baykal'a yönelik hareket bağımsızlığımıza, siyasetimize ve geleceğimize yönelik bir tasarımın bir parçasıdır. İçinde kimlerin yer almışlığı önemsiz değildir ancak meselenin kulislerine ışık tutabilecek çapta değildir.

Bu krizde kim parti başına geçmeli meselesi siyasi fantazinin ötesinde değildir. Kendisi de dahil kim geçecekse geçsin, ancak Baykal ve arkadaşlarının insiyatiflerini silerek, altüst ederek olmasın demek durumundayız.

Uluslararası gündem ağır ve zorlayıcı olacaktır. Baykal konunun kendisini tartışmayarak doğrusunu yapmıştır. Baykal'ın tavrı, Baykal'a tavrımız diğer siyasi parti ve kurumlara yönelebilecek saldırıları geciktirse de bazı müdahaleler daha olacaktır.

"Hakiki" ya da türetme bir çok gerekçe bağlam ve hakikatlerinin ve hakikatliliğin ötesinde piyasaya sürülecelerdir.

Olmuşu ve olmamışı tartışıp yerine yerleştirme yerine serin durmak ve ufku, dünyayı, verilen mesajı okumak durumundayız.

Ağır bir saldırı altındayız, çokbilmiş bir cehaletle ve toplum mühendisliğinin en acımasının gölgesiyle boğuşuyoruz.

Bir yandan hayatımızı inceltmek, diğer yandan dünyayı hakkanîyete, adalet ve insanî insiyatife kapanmamış bir yer haline getirmemiz lazım.

Baykalda saldırılan Baykalın kendisi, hatası günahı veya sevabı değildir. İnsan, insanî ve ilahî buyruğu ayaklar altına alma dilinde tartışılmaz!

Baykal'da saldırı altında olan nasıl bir dünyada yaşamak istediğimize dair karar verebilme ve geriye dönüşsüzlüğün planlanmasında yer almama istencidir.

Baykal yaptığı yanlışlardan değil doğrulardan dolayı saldırı altındadır. Yanında olmamız, gerektiğinde ilk eleştireni olmaklığımızdan ibarettir.

İnsanlık psikolojik savaş, propaganda ve entirkacılığı yenmekten ibarettir, işimiz zulme boyun eğmemek, eğdirmemekten ibarettir.

Mazlum, zalimin yerini aldığında işi zalimliktir. Zulme itiraz zulmün kurumlarını, dilini, siyasetini ortadan kaldırma işidir, ince sanatlardandır, Efendim.

11 Mayıs 2010

Finolarla Boğuşup Duracağına Sahiplerini Azarla!

Onlar sahiplerinin kuzularıdır. Onlar bütün dünyayı arka bahçeleri sanmaktadırlar.

Sahipleri azarlayınca, köşelerine çekilirler. Onlar havada kuş, yazı altında yorumcu, tavuk kıçında bit kadar çokturlar.

Onlar korkak, sinsi ve hain ruhludurlar. Yaraya ve acıya üşüşürler. Sana kutsal olanı kalkanları yaparlar. Mazlumların, haniflerin, insaflıların sırtlarına atılırlar. Destanımızda onların maceraları yoktur!

Paçandakileri silkele ve sahiplerinin suratına tükür: Isıran sensin, sırtımıza giren mızrak sensin, insanlığımızı doğrayacak bıçağı tavda tutan sensin!

Sorumlu tutulacak olan, lânetlenecek olan, kulağından tutulacak olan sensin!

31 Mart 2010

Kızıldere

Unutmadık!

İnsanlığı unutmadık!

Bağımsız yaşayacak, bağımsız düşünceyi ayakta tutacağız!

1 Mart 2010

Hançere Sırtını Vermek

Bin el hançere gider, bir el hançerle kalkar.

Bin hançere sırt verirsen belki birisi sırtına iner.

İnsan değişmez. İnsan kolay değişmez. Bin insandan bir kaçı değişmez.

Seni bir zamanlar sana diş bilemişler savunduğunda şaşırma.

Bin ısınmış kabzayı gören fazla yaşamaz. Ölenin ölüm korkusu yoktur.

Görme cesareti, duyma cesareti, anlama cesareti ve kininden vazgeçme cesareti insanı yiğit kılan.

Sana vuracak hançere sırt dönmen, insana sırt dönmemenden.

Ölüm ancak sorumsuzu yalnız bırakır. Başkalarının sırtlarından geçineni.

Dost, ahbap, muhip, sevgili satar da sırtına saplanmayı muhasebe etmiş, kinini soğutmuş, seni kardeş bilmiş satmaz.

Çetin yüzleşmelerden geçenler bilmez mi de ön saftan kaçarlar? Kovulmuşlar, itilmişler, atılmışlar, yüzlerine bakılmayanlar, kendilerine sırt verilmemişler seni, sendeki insanlığı savundular hep canla başla.

Yeter ki onlara insan kalma hukukunu teslim et.

Tek canın bile kalmamışken binlerce can seni taşımada.

23 Şubat 2010

Kenardan Geçmek


Kapı çalıyor, burada değilim. Orada da değilim. Başka bir yerdeyim.

Aradıkları ben burada yok, bir ben olarak yokum. Bir sorumluluk olarak. Bu bir atlatma hali değil. Ne kızma var ortada ne de küsme. İyi haberlere sevinecek, yanlış işlere kızmayacak bir genişlikten bakan bir hal.

Önümden geçen, aklımdan geçmiş gibi, karşımda değil de. Hafsalamdan selamlıyorum, söyleyeceğim bir şey yok. Söylenmiş, söylenebilir, temenni edilebilir şeyler var. Varlar. Mevcutlar. Yok saymıyorum. Bir karşılaşma halinden çok hatırlama hali. Hatırlamada karşılaşır gibi olma.

İnsanlar bir yerde, benim gibiler bir başka yerde, kendi halinde, kendi çırpınışında, kendi anlayışında.

Bir zamanlar anlamam anlayışımı tartışmaya açmamla mümkündü. Derimi önlerine sermemle. Şimdilerde anlamam sonuçlandırılmayan, nihaî haliyle formule edilmeyen, dile getirilmeyen bir çalışma, işleme ve işlenme halinde.

Derdim kendi derdim. Dayanışma başkalarıyla dayanışma.
'Herkesin kapısı'nın arada bizlere de açık tutulması aman ne külfet. Bir yerde ders vereceksek, bir yerde yazacaksak aman ne büyük ulûfe.

Konuşmamız gevezelik, herkesin bildiği şeylerin tekrarlanması. Susmamız ukalâlık.

Oysa bıraktık çoktan, yol sizin, meclis sizin, dil sizin, meydan sizin.


Kenardan geçiyoruz da, aslan payını kendimize biçerek, yanılsayan bir tevazuyla.


Doğrulara yanlışlara anlayışlılığımız içinde. Gündüz hayalimizde, gece düşümüzde. Tutkun arkadaşlar sanki yanıbaşımızda.


Ağam hey! Hey.

17 Ocak 2010

Hakikate Sadık Oluş

Hakikate sadık oluş aynı zamanda hakikatine de sadık oluş.

Hakikatine sadık oluş, hakikatinin bir haline yapışıp kalma değil.

O değişkenlikte, kırılganlıkta, ele avuca kolay geçmezlikte veya elde avuçta kolay kalmazlıkta sebatla hakikatin kendisini çiçeklendirişine açık oluş.


Sadakat hakikate sadakat olmadığında, sadakat hakikatli olmadığında neye sadakat olur, nasıl sadakat olur, kavrayıcılığının kavranması pek mümkün görünmüyor, Efendim.