27 Eylül 2009

Eylül 2009'da Durum: Dengeler Değişiyor!


BASIN. Yeni bir muhalefet şekilleniyor. Muhalefetsiz olmayacağını düşünmüş birileri olmalı dersem naif kaçacaktır. Varolan eğilimler bir yerlere çekiliyor, sekillendiriliyor. İnsiyatif çok taraflı ve ağır. Birbirisini hesaba katarak yer seçen pozisyon belirleyenler var.


İNDİKATÖRLER. İdeolojik indikatörler, propagandanın kapalı argümentasyonundaki değişiklikler, bürokratik söylem, muhalefetin açılma stratejileri "iktidar"da bir sonbahar düzenlemesi olduğuna işaret ediyor. Muhalefete itici gelen, kamplaştırıcı ve militan "liberalite" , merkezden uzaklaştırılıyor gibi görünüyor. Muhalefetteki şekillenme ise basının şekillendirilmesi biçiminde. İktidar merkezindeki en itici ve sığ militan tavır geriletildikten sonra toplumda belli bir depolitizasyonun yolu aranacak. Varolan gündem tansiyonu düşürücü olmasa da, politika aktörleri şekillendirilerek erime noktasından uzak tutulacağız.


İKTİDAR. İktidarın "hiç beklenmedik" bir biçimde kendisine bağlı tansiyonu yüksek tutan duruş ve çevreleri düzenleme işaretini vermesi neyin nesidir zamanla tartışılır. Yeni muhalif çevrelerdeki düzenlemenin buna ne kadar bağlı olduğunu da bilenler tartışır, anlamaya çalışırız. Şimdilik dikkat edilmesi gereken argümentasyonda değişiklikler olacağı. Başka bir deyişle siyasi "paradigma" değişiyor, gazatelerdeki anlamıyla.


MUHALEFET. Bir başka ses, ton yakalayacak. Ancak basındaki şekillenmeye, majestelerinin muhalefetine de izin vermeyecekler. İtiraz ve uyum paralel gidecek. Aktörlerde değişiklik beklemeyin.


LEX AVŞAR. Yargının Avşar Davasındaki tavrı, "yargının bağımsızlığı"na hassasiyeti de belirleyecek. Yargı ya daha fazla tartışılacak, ya da basın, eleştiri ve muhalefetin rolünü üstlenmesi gerketiğine dair anlayışı devre dışına bırakacak. Bu hem uygulama/yorum/ aplikasyon işi hem de yasama sorunu.


ÖZEL MAHKEMELER ve özel yetkili yargı görevlileri de normalizasyon sürecine çekiliyor gibi görünüyor. Bundan önce klasik devletçi söyleme muhalif değişiklikler ve zorlamalar gündemdeydi. Bugün devletçi ve milli söyleme karşı ölçüyü kaçırmama, hukukî meşruiyetin sınırlayıcı felsefesine geri dönüş sözkonusu gibi görünüyor.


POLİSteki politizasyon frenlenecek gibi görünüyor. Bunun bir gereklilik olduğunu söyleyecekler çoktur. Gereken ne yapılıyor ki dünyada? Polisin devre dışı kalması muhtemel bir kutuplaşmada taraf olmaktan çıkarılması, hukuk devletinin ve demokrasinin gereği. Bu kadar çok alandaki değişiklikler, skandallar ve şekillenme belirtileri tesadüf olarak görülmemelidir.


SOL. Bir Mayıs'a dikkat edilmelidir. Hükümet ve polis aynı tavrı izlerse, halâ olağanüstü bir haldeyiz demektir. Bir Mayıs üzerinden bir sivil sıkıyönetim gösterisi yapıldığını yazmıştım bir kaç sene önce. Gerekçeleri ve ne ölçüde geçerli olduğu zamanla ortaya çıktı. Dikkat edilmesi gereken bir başka nokta burada aslında solun hedeflenmemesidir. Ancak, evet, ancak, solun şamar oğlanı olarak görülmesi 12 eylülün "sözde weberian" dinci ya da laik popüler kültürünün ve yeniliberal tavrının emeğe, işe, alınterine, çalışmaya, bağımsızlığa, eleştiriye bakışı ile de alâkalıdır.


GERİLİM. İtirazı olan herkesi düşman ilan etmeye kalkışabilecek bir karagözlülük, (itirazı olanlardan gelen) aklı başında duruşla dengelendi. Bu nereye kadar sıcak kapışmayı tehir edebilirdi bilemiyorum. Toplum ısınmıyor, ısıtılıyordu. Yumuşama ezber dayatamayacağımız birlerinin olduğunu görmekle başlar. Ezberin farkına dahi o noktada varırsınız, bazan.


DEMOKRATİK SOĞUK SAVAŞ. Hangi soğuk savaş demokrasi için pazarlanmadı? Kimse ilan ettiği gizli açık savaşın galibi olarak görmesin kendisini. Hukuku işleterek, kurumlaştırarak atılmayan hiç bir adım kazanım değildir, toplumsal dayanışmaya yansımayacaktır.


TASFİYE EDİLENLER "kimi temsil ediyorlardı?" diye sormamız gerekecek, yeni şekillenmeleri anlama kılavuzunun bir parçası olarak. Özellikle de "resmi muhalefetimiz"in simasını okuyabilmek için.


İZLEMEK. Seyirci bile olsak, dostluk düşmanlıktan değil, hakkaniyetten, ölçüden, haktan hukuktan konuşmamız lazım. Meşruiyeti şart koşmamız gerek. Dostumun dostu, düşmanımın düşmanı gibi lafza başvurmamız insanlığı terk'e koşuttur. Sabırsızlık, hezeyan ezilenlerin dahi hakkı değildir!


(Çok şey oluyor, şekilleniyor, sessiz ve derinden akıyor dünya yine. Anlamak için siyaset bilimci olmamak, dersini alaturka üniversitlerde inkilisce almış olmamak, kuramla praksis arasındaki eytişimi hiç olmazsa gündelik akılda germemek yeterli. Online yazıldı düzeltilmedi. Yanlışları kendiniz düzelterek okuyunuz Efendim. Biz de yazdıklarımızı gözden geçireceğiz, elbette. Zamanımız bu kadarına yetti, bağışlayınız.)

20 Eylül 2009

Gayret İçinde, Ter İçinde

Hastalara acil şifalar diliyorum. Dostsuzlara dost. Bayramsızlara bayram. Aşksızlara aşk. Keyfi yerinde olanlara daha fazlasını. Sıpalara bol saman. Vatansızlara vatan. Yoldakalmışlara açık kapılar ve yol açıklığı. Denizlerde olanlara iyi rüzgarlar. Yolda olanlara kazasız belasız gidip gelmeler.

"Ne olacak memleketin hali, insanlığın hali, dünyanın hali?" demeden de çekip gidemiyorum. İş var, yol var, zaman azalıyor. Geride bırakacağımız ne? Gerçekten ilerledik mi? İnsanlarını ve kültürünü hibe etmeye yetiştirilmiş nesillerle kaç bayramımız daha kaldı? Elde kalanlarla, geride kalanlarla, insanlığı bırakmamaya kararlı üç beş kişiyle bu kültürü yeşertebilecek miyiz bilemiyorum.

Ayakta durdukça emek vereceğiz. Çırpınacağız. Bayramlı bir nesildik. Çok acılar çektik ve ne dolu yaşadık. Yine aynı hayatı isterim. Hiç bir şeyin bedavaya kapılmadığı bir hayatı.

Bu dünya bir cennet olamaz, olan da hep elde kalamaz. Daha adil, daha dayanışmacı hakkani ve hakikatli olunmasının önündeyse hangi engeller var? Olmamız gereken bu iken halâ neyi bekliyoruz Ey İnsanlık?

Gayret içinde, ter içinde, emek içinde, aşk içinde insan hayatları diliyoruz, bu bayramda da.

Bir halk olmayı, bir insanlık olmayı diliyoruz ve emeğini veriyoruz.

6 Eylül 2009

Geç Gelen Sorulara Cevap Beyanındadır



N'oluyoz, nasıl tavır al'caz?

Ya verilmiş bir karara güvenecek ve peşinden gideceksiniz ya da temkinli davranacaksınız.


Hangisi daha demokratik bir tavır?

Açılımcı acelecilik bile demokratik. Yani temkinlilik de. İster delege edin insiyatifi, ister insiyatifliliği hedefleyin, düğüm kendisini ele vermiş değil.


İskender gerekmiyor yani?

Hayır. Kaç porsiyon iskenderiniz olursa olsun, kılıç atılacak yada dişlenecek bir düğüm orataya çıkmış değil. Söz konusu olan düğümün şekillendirilmesi. Bunun da "doğal bir süreç" olmadığını düşünebilmemiz lazım. Varolan sorunların hangi eksende bir araya getirileceği, sorun soyutlama, paketleme ve harmonzisasyonu varolan ufuklardan olacaktır.


Hazır mı bu ufuklar, el altında mı, yani karşısında konuşup tartışabildiğimiz bir bakış ile alâkalandırılabilir mi?

Bu bütünlüklü haliyle, hayır. Bir dönem kendisini ele verecek. Kendisi de bir pragmatikte, uygulama paraksisinde şekilleniyor, "son" verili halini alıyor. Bu denenebilir, sınanabilir hali, açıkta tutuş rakipsizlikle alakalı. Hem rakipsiz hem de aynı bütünlüklü bakışa cesaret edebilecek bir etkin duruş yok. Bu avantaj mı dezavantaj mı kendileri açısından bilemem. Basit diyebileceğim entellektüel kökler üzerinde yükselen bir neobarok inşaat mıdır nedir, kararı siz verin.


Temkinlileri "beklemede" tutan, yani "temkinli" tutan ne?

Erozyona rağmen beklemede tutan. Sebeplerinden birisi İran'a/İran'da ne olacağını görmeden pozisyonlarını kilitlememek istemeleri. Yeni gelişmelerin, yani düğümün ortaya çıkmasında başrolde kayma olacak mı, hikâye anlam değiştirecek mi görmeleri lazım. İkincisi, dibe vuruş anını görmeleri, ne gibi güç guruplaşmaları olacak okumaları lâzım. Türkiyede (ve çevremizde) aktörler ve oyun tarzları değişiyor. Hamasiyat değil yani, sessizliğin ve serin duruşun nedeni. Faylar yerine otururken çürük zemin ve çürük çatı altında zincire vurmak istememekteler kendilerini. Bu özgüvensizlikten değildir. İyi okunmalıdır. Toplumun olgunluğuna güvenleri artmış siyasetlerin duruşlarıdır. Paniksiz davranabildikleri sürece toplumsal dayanışmanın yeniden şekillenmesinin gerekebirliğini göze alabileceklerdir.


Nedeni?

Basit. Toplumsal Dayanışma biraradalığımızın içinde şekillendiği, meşruiyet ve tanımını bulduğu "yer"dir. Havuç bol olsa bile yetmeyecek, ulufeyle, ideoloji ya da tepkiyle varılacak yerler sınırlı. İnsanlık kendiliğindenimsi gibi görünen süreçlerde kendisini yeniden üretip yenileyemez halde.


Neler olabilir?

Korkulacak bir şey yok. Bir kendimiz üzerinde çalışma dönemi yaşayabiliriz. Daha bağımsız, daha sakin, daha dayanışmacı bir insan modeli öne çıkacak "weberian" dindarlık modeli ile öngörülenin karşısına. Ancak bunun eğitim sistemine vb yansıyacağını düşünürseniz resmi insan tipinin üzerinde yokselen bir iç boşaltıcılığa alternatif getirmesi gerektiğinden bir insani devrim olarak da görülebilir. Dünyanın ve bizim insani geleneğimizin verileri sosyalpsikolojisine, toplum kuramına da kavuşacaktır.


Bunlar olacak?

Hayır. Bu içboşaltıcı inat ve açgözlü tavır devam ederse evet.


Açılımlar olumsuzluk taşıyorlar mı?

Hayır, kesinlikle, kendi başlarına ezbere bir tepkiyi haketmiyorlar. Ama bir paket olarak bakıldığında, bunları sevk ve idare edecek insiyatifler üzerine düşünüldüğünde, karşı ve özellikle de paralel insiyatiflerle birlikte düşünüldüklerinde "temkin"liliğin frenlemesi söz konusu oluyor.


Açılımlar medeni cesaret işi değil mi?

O kadar ezbere cesur ve yiğit var ki ortalıkta. Bir zamanlar işkenceleri desteklemiş, çetelerden yana yeralmış, şimdiki açmazları tahkim edenlerin yanında yer almış sözcüler var ortada. Eğer hükümet dünkü tavrını takınsa idi baştan ve muhalefeti angaje edici, eleştiriyi özelndirici bir tavrı takınsa bu sözcülere bağımlı imiş gibi görünmezdi. Cesaret bir yerden cesaret alıp başka bir yeri zorlamak değil. Cesaret dayanaksız kalmayı göze alabilmekte. Bu hükümetlerin işi değil, görevi de değil. Ama hükümet yandaş denilen aydın kesimlerine ve platformlara karşıtlarıyla "eşit" şartlar altında diskur yürütme şansı vermeye çalışabilirdi. Yapamadılar. Konuşanların çoğu güzel şeyler söylüyor ama tereddüt duvarına çarpıyorlar.


Hükümetlerin de "cesur" olabilmesi de söz konusu değil mi?

Kurtuluş Savaşında "Ankara Hükümeti" pekalâ cesurdu ve öyle olmaları gerekiyordu. O döneme bir (yeniden)kuruluş dönemi olarak bakılabilir. Kaybedecekleri ne vardı? İmkanlar daha fazla olsa daha az temkinli davranamazlardı ayrıca. Ancak bir düzeyin üzerinde risk aldılar. En kötü ihtimalleri eleyerek karar geliştirdiler. Cesaretleri, cesaretle uygulamaya geçmelerinde. Şimdi kuruluş değil yeniden şekillenme söz konusu. Cesareti olumlu vurgusundan alıp gözükaralıktan geçirip olumsuz yanlarına doğru götürdüğümüzde ortaya çıkan ölçüt meşruiyettir. Kaybetseydik bile Büyük Taarruz meşru idi, bu direnç ve cesareti alkışlayacaktık.

Bu Hükümetin ise tek tek konulardaki çözüm istenci meşrudur diyebilirim. Ancak tekil konular paket7kompleks haline geldiğinde, uluslararası hamlelerle birleştiğinde ve peşinden gelecek olası dış politik belirleyici ve ağır müdahalelerle bir arada düşünüldüğünde meşruiyet mevzuu açıkta kalıyor. Bence bu sorun insiyatif sorunu ile alakalıdır. "Kimin insiyatifi? sorusu bu yüzden sıradan bir soru değildir. Cevaplandırılıp cevaplandırılmaması veriilecek sıfatların anlamlarını da belirler. Katılımcılıkta, demokrasiyi dolaşıma sokmada gönülsüz davrandılar.


"Yandaş Aydın" olumsuz bir deyim sizce de?

Retorikte demokrasi "yandaş" aydına yetebilir, onlar susurluk demokrasisiyle de yetinebilirler, ama, ilk tereddüte sokulanlar nedense demokratlar oldu. "Coplar öldürmüyor ki!" diyor bir liberal aydın açık oturumda taraf tutmaya zorlarken karşısındakini. O coplar12 eylülde insanların rahimlerine sokuldu, sayın yandaş liberal! Tecavüzcüler yükseltildiler, konuşturuldular. Halâ da konuşuyorlar. Nasıl bir sembolikle oynuyor liberal aydınlar farketmeden, akıllara ziyan. Cesaret güzel de kör ve cahil olmamalı! Saygılı ve saygın olmalı! Taraf olmak ayrı, karşı tarafı tavra zorlamak ve tarışmayı sadece buna araç görmek ayrı. Taraf ol ama tavrını tartışmaya aç. Karşı tarafın acılarını paylaş. Veba mı, kolera mı gibi ikilemleri insanlar ellerinin tersiyle iter. İki vicdan karşı karşıya gelmeli. İnsanlık köprüsünde, diskurunda. Kardeşçe kapışma diyelim buna.


Umut yok yani "konuşturulan" aydında?

Bunu susturulana karşıt olarak kullanıyorsunuz ama, asıl susturulanlar şimdilerde susturulan aydınlar değil. Yeni yeni susturulanlar da, konuşturulanlar da gerçekten susturulanları çiğneyerek konuşanlar. Susturan ve konuşturulan demek için birisine söz hakkını savunmamış, başkalarının söz hakkı için risk almamış olması lazım. Bu kriterlere uyanlar zaten aydın maydın da değillerdir, aydın kavramına bir hakikatlilik yüklediğimizde.


Yeni Aydın için ne söyleyeceksiniz?

Sözünün arkasında duran insan çok az. Ulufeye, rüzgara ve icazete göre yön alıyorlar çoğu. Hangi taraftan olursalar olsunlar sosyalizasyonları yarım, tartışmaya kapalı ve sansürcüler ağırlıkta. Şu ana kadar bir söz verip de tutan bir aydın, bir sözünün ardında duran bir aydın ile ben tanışmadım, maalesef. Çok büyük konuşuyorlar, temsili seviyorlar. Cemaat ruhunun dışında yaşayamayacak kadar bağdaşıklıkları zayıf. Bağımsız ruh sahibi insanlar? Önder karakterli olanları Çorum ve Maraş katliamlarının önünü açabilmek için ortadan kaldırıldılar, sürüldüler, işsiz aşsız bırakıldılar. Yeni aydın, yeni akademisyen hiç bir klasik kritere uymuyor gözümde, yurtdışında bulunmuş olmak kriterini gitgide şeddelendirerek nereye varabilirsiniz. 20 dil kriteri koysanız ne olacak? Sosyal bilimler memleketi araştırmakla derinleşir. Arşivlere hakim olmakla. Gittiğiniz yabancı ülkelerde de oradaki hayatı kurcalayabildiğinde. Gittiğim her seminer ezber deklarasyonundan ibaret ve bunun en iyisini bizimkiler yapıyor. Batıda ezber bile zayıfladı. Doğu kendini lağvetmek ve ihraç etmekle, oyundışı bırakmakla meşgul. Batı üniversitelerinin belkemiğini tartışan marksistler oluşturdular ve onlara itirazı , diyaloğu olanlar. Bu manevibilimlerde böyle. Doğa bilimlerinde de temller çok zayıf. Ama yine de bilim yapılabiliyor, bunda sorun çözüm mekanizmaları ve bazı gelenekler önemli, ama bilimlerde de bir daralma var.

Yeni aydın? Öyle bir şey yok. Varsa da ben görmedim. Yeni cehaletler geliyor ve eskiyorlar sürekli. Klasik olamayacak olan sadece parantezdir, kabaca özetlersek. Yandaşlık ya da karşıtlık değil bağımsız duruş ahlak ve vicdan sahibi hakikatin peşinde koşan çocuklardan adınlar büyür. Cemaatler gerekiyorsa tartışma ve tartışmayı müdafaa için gerekiyordur. Gerisi hakikati karartır. Kapalı toplumculuğun cemaatinin ruhu mezarlık kadar canlıdır. Mezarlık kadar bile değildir hattâ. Üzerinde koşuşturan tavşanı, karıncası, ağlamaklı insanı yoktur.


Cemaate dinsel bir vurgunuz yok.

Yok. Topluluk. Bazan mikrocemiyet/mikrotoplum. Sağ, sol, marksist, muhafazakar, dindar, liberal vb cemaatler var. Sol "eleştirilemez aydın tipi" ortak havuzdan çıkıyor. İnsanlar savunma korunma için bir araya gelip dışarıya kapanabilirler. İçinde yaşadıkları toplumda hakim siyasetlerin kurbanı olabilirler. Kurbanken, toplum oluşu kurban edebilirler de. Çıkar topluluklarına dönüştüklerinde; haketmeyenle dayanışmayı öncelediklerinde; yol kesmeye, önkesmeciliğe soyunduklarında. Açık bir cemaati kapatmaya kalkarsak, gelene kapalı olursak, yeni geleni az, eskiden geleni çok kardeş bilirsek, dışarı çıktığımızda insanlarla dayanışmayı yani insanlığı ikincil plana alırsak özgürlük için bir araya gelmiş, eleştiriye açıklıkta bir araya gelmiş olma vasıflarını yitiririz. Kapalı topluluklar varolma yokolma ikilemi ile karşılaştıklarında, yani zulümle karşı karşıya olduklarında veya açık bir ortamda özgürce tartışmayı garanti altına alamadıklarında meşruiyet kazanırlar. Kapalılık denetime; iç ve dış eleştiriye kapalılık anlamındadır. Zaruriyet iddialarındaki hakikat, dikatatörlüklerle, baskı ve takip ile karşı karşıya oluşla, sansüre karşı duruşla alâkalanabilir. Hem toplumların hem de toplulukların açıklığı ve saydamlığı hedeflemeleri esastır.


Gündeme dönersek?

İranın başına ne gelip gelmeyeceği netleşmeden bölgedeki siyasetler kesinleştirilmezler. Bu öncelikli çünkü en dehşetli sonuçlar buradaki gelişmelerden çıkar. Irakta ve Afganistanda durum. latin Amerikadadarbeler olacak mı olmayacak mı? Demokrasimizin geleceği: Projelerimizi takip edip etme hukukumuzun olmayışı; kültürümüzün ve milli eğitimimizin "sosyal patolojilere" açık tutuluşu, üniversitelerin ve bilim anlayışının tıkanmışlığı gündeme getirilemeyen, bu yüzden daha radikal sonuçlara yol açabilecek kaygı kaynaklarıdır.

Kesinleştirilmiş siyasetler de pragmatiğinden koparılıp dondurulacak ve yeniden şekillendirilemeyecekse, bu hürriyet söz konusu olana kadar statükoculuk olmayan ama ona benzeyen, süreçleri uzatan "sonucu açık tutuş"lara neden olacaktır.

"Bekle gör" dönemi bitti. "Bekle, gör ve nelerin yapılabileceğini çıkarmaya çalış!" evresindeyiz yeni dönem siyasetin. Hakikatle koklaşıyoruz.

Bir dayanışma/halk olabildik mi sorusuna da cevabım: Kısmen hayır. Ama bu kaygı var ve hayıra alâmet.


(online yazıldı, düzeltilmedi, yanlışlar ve kopukluklar var düzeltilecek)

5 Eylül 2009

Çay ve İhtiyaç Molası

Yorgun argın, tekrar okuyamadan, eleştirip düzeltemeden yazıp duruyoruz.
Düzey tutturamıyoruz:)
Çalışmamız öncelikli. Borç harç var ödenecek.
Gündem karmakarışıktı, nihayet toparlanıyor.
Düğümlerin açılım sahnesindeyiz.
Biraz ağırdan alacağız.
Sonra fotoromanların hepsi bir kareye sığar.
Tabii ki perspektif sorunu.
Yazarsak, ağırlığı yorumbilgisine vereceğiz.
Ve yazdıklarımızı düzeltmeye, tasnif etmeye, eleştiriden geçirmeye, tamamlamaya çalışacağız.
Gücümüz yettiğince.
Şimdilik hoşçakalın.
Son yazdıklarımı pek tutmadığımı, ama serilip uyumadan önce yazmayı uzun bir süredir (sınadığımı) denediğimi br kere daha itiraf ederek.
Hayırlı Ramazanlar ve hayırlı bayramlar herkese.

3 Eylül 2009

Konuştuklarınızda İnsan Yok


Kimi vatanperver yazarlarımız diyorlar ki dünyada bizden başka herkes ya insiyatif sahibi ya da piyon. Makûs taliimiz hep seyir, hep seyir.


Vatan kavramı kendine dar gelen aydınların bazıları da diyor ki evet, bize ne gelirlse iyi veya kötü getirilmiştir: Ya efendilerimizin dedikleri ya da barbarlık!


Kimi diyor ki "gençleştirelim". Savaş görmemişleri general, tecavüzcü (mütecaviz) kovalamamışı emniyet müdürü, topa yeni başlamış yetenekli gençleri milli takım antrenörü yapakla başlarsak herşey hallolacak hani. Dışardan bakan değil, partibaşkanı tayin edilen bir ülkede parlak gençlere siyaseti bırakıp daha kolay yönetileceğiz. Görmüş geçirmişliğin bir önemi yok, hayaı tanımanın bir önemi yok, toplum mühendislik meselesi.


Kimi diyor ki tecrübe gerekli, bırakın acelmileri. Yani başkalarının tecrübe edinmelerine kapatmak gerekli hayatı. Bunayana kadar otursunlar yerlerinde.


Yedi dil bilmek gerekli. Tarihçi olmak, felsefeci olmak için. İnsan olmak, düşünmek dilini bulmaz yani?


Kaç diplomalı kızımız bakana danışman oldu, aferin. Ne büyük katkıları olmuştur. Na kadar beğeniyordur bizi dünya. Milyonlarca gencin önünde yürüyenlerse halâ mahkemelerde sürünmeli.


Kimi diyor ki gencin işi hayatın tadını çıkarmak. Pısırık pısırık oturup arada bir seviyeli beraberliklerin arasına dalıyorlar terminatör gibi. Sonra sıkılıp aralarına birilerinin girmesini bekliyorlar sanki. Ne zevksiz bir zevkçilik bu, gumpir yiye yiye patatesleşiyor insaniyet.


Kurtulmuşlar diyor ki bir fikrim var sabitleyip kurtuldum, arındım ve harikayım. Mutsuz, bahtsız ve kanıtlanmamış da. Biteviye emek çırpınma, didinme köylülük olmalı. Onca ezber, okuma, yazma, dile gelemeyen dilleri bilme yani dilsizce dillenme icazete kadar. Bilmez yatıp bilir kalkıyorsun. Ama uzun ve uykusuz bir gece, çilesiz değil tamamen, ama çilesizlik için.


Kimi sufiler diyor ki onaysız olmaz, kendimle olmaz, garantili olsun, formülü bulunsun, olalım ve kurtulalım.


Düşünür kılıklılarımız diyor ki, ben diyorsam doğrudur. Doğru tartışma, tartma, konuşma, yorumşlama, eleştirsine açık olma işi değil yani.


Fitbolunu oynuyosun, mankenini alıyosun, ya da defilene çıkıyosun fitbolcunu alıyosun bitiyo yani.


Devrim yapıyosun, işi tamam. Sorunları bitiriyorsun.


Bir kitap yazıyosrun her şeyi aydınlatıyorsun. Artık yazılmasına gerek yok. Sen tüm zamanlar için yapılacağı yaptın, anlaşılacağı anlattın, senden sonra düşünenler abesle iştigal ediyorlar.


Değişmeyen şeyler zenginlikle evlenmek, yalakalık, hayal için hakikati ezme hakikatsizliği, aşksızlık, şevksizlik zevksizlik.


Zevk bir toplumsal incelik, öznelerarasılık değil de köfteleri çuvala doldurmak, gurmelik, estetlik. Tıkınmak, tıkıştırmak, gevezelik etmek, susturmak, ahkâm kesmek, geviş getirmek. Tadında bırakmak, ölçü ve had bilmek, tevazu, denge, incelik, düşüncelilik, ihtimam, alınteri sanki zevksizliğin aygıtları.


Söz hakkı tanımayan, kendi yolunu bilen, ama yolunu başkalarının nefesborularından geçiren, asosyal bir parlaklıkla karşı karşıyayız. Diplerini bile aydınlatamamaktalar. Ne halkın nabzı. Ne hakikati aramanın çilesi.


Zebanilerin sözcülüğünü yaparak cennete davet edemezsiniz, etmemelisiniz insanları. İnsanı dinlemelisiniz, anlamalısınız.


Hayat kin, intikam, revanş işi değil. Öğrenenleri, öğretebilecekleri konuşturmadığınızdan öğreneceksiniz. Öğrenmeden bu dünyadan gidemeyeceksiniz.


Söke söke öğretir hayat. Kulak tıkasanız da. Zevksizliği zevk edinseniz de.


Hayat arıtır insanı, iyi hayattan da kötü hayattan da, hayatsızlıktan da düzgün şeyler çıkar. Mesele sırt dönüp dönmemenizde avcunuza doğan, her daim yenilenen ve şekillenen hayatınıza.


Mutluluğu da felaketleri de kendisine armağan olan tek yaratık insan. Ufku açılarak, aklı başına gelerek, koruktan şarap çıkararak gelip gidebilen insanlık.


Başkalarının dertleri, rüyaları, tasaları, nabızları yoksa bizim için, dünya da yok. Dünyadan alabileceğimiz de yok. Kapış, mücadele et, itiraz et, diren, haksızlığa karşı çık, ama, kendine itirazı da hasıraltı etmeden.


İnsanlık nasıl bakabilir kendisine insan gibi, insan nasıl insanlığını çiçeklendirebilir ve adam gibi yaşayabilir? Derdimiz bu olmalı, az biraz.


(bitmedi, düzeltilmedi, gözden geçirilecek)



2 Eylül 2009

Yolda Bıraktıklarınla Yolda Kalan Sensin!













Yolda bıraktıklarınla yolda kalan sensin.


Bir bekleyeni olmayansın sen.


Bir bekleyeceği, bekleyebileceği olmayan.


Ağlamayı, inlemeyi, sızlamayı, affedilmeyi, kendini affedebilmeyi beklemeyi bırak artık.


Yaşın kemâle erdi. Söyleyebileceğin az çok bir şeyler var. Başucunda bekleyebileceğin kimsesizlerin.


Kül tenekelerinin yanına kıvrılan kedileri selamla.


Mahallenin delisini örten sokak köpeklerinin önünde eğil.


Yollar, iskeleler, erkenci kahveleri, çardaklar yolda kalanlarla dolu.


Sen ne bekleyensin, ne de beklenilen.


Sen yenilmiş bir kişisin, yenmiş bir kişisin.


Harabenden yükseliyor fidanın, dinle çıtırtılarını.


Her şeyin bir zamanı var.


Zamanın geliyor, zamanın geliyor.


Çiçek açacaksın, meyveye duracaksın.


Kuşlar didikleyecek, taşıyacak çekirdeklerini ıssız adalara.


Zamanını bil, zamanını bil, zamanını bil.


Meyveler ayaklarının dibine dökülür, çürür, ekşir de sana döner.


Ziyan yok, ziyan yok ortada.


Çıplak güneşte kavrulacak fidanlar yetişecek gölgende.


Gölgen onları zayıf bırakana kadar.


Kökleri sana su bırakmayıncaya kadar, üzerlerine yıkılıncaya kadar bekleme, sal onları yollarına, bırak dört bir yana taşısınlar bahçıvanlar, meclisin her daim dizinin dibinde olamaz ya?


Yolda kalanlara gölge ol.


Yola çıkacaklara gölge ol.


Kendi eteklerine, gövdene, toprağına gölge ol.


Kendi sularını yapraklarında havalandır.


Kuşları barındır, doyur, misafir et cıvıltılarını.


Uzak ülkelere yolcu et, selam gönder dört bir yana.


Ve selamını al, başka bahçelerde kök salanlardan, kuşlar, kuşların döndüğünde.


Kendine düşmanlığı bırak, kendine acımayı bırak, kendine kızmaya ara ver.


Beklememe beklenmemenin zamanından, yolculara durak olmaya yeşermektesin.


Toprağını sıkı tut, yemişini esirgeme rüzgardan çamurdan.


Bahçeni bir arada tut, sele verme, seli ağırla, yele verme, yeli ağırla.


Sende duraklamak yolda kalmak değil, senden yola çıkmak yola çıkmak değil.


Bazan bir kavağı, kirazı, çınarı, tekerceni, devetabanını bekler tüm yeşeriş.


Yeşeren birbirine tutunur, birbirinden yol alır.


Göçler sana gelir, senden gider.


Sel eteğinde göle döner, yel serinletir.


Gelen cıvıltıyı dinle, vefasızlıklarından bu doğarsa, ey dost, vefandan neler doğmaz?


Acını terket, acını terket, acını terket.


Kendine dön, kendine dön, haydi kendin ol.


Kederden bayram çıkar, meyvelerini sun, cıvıltıları sun, sun çiçeklerinin kokusunu.


Günahsız kimse yok, birisini yolundan etmemiş kimse yok, gelenine kapısını açmayı unutamış kimse yok, kırgın olmayan kimse yok, kadri bilinmiş kimse yok, kadirbilir kimse yok hayatta.


Haydi, meyveye durma zamanın yaklaşıyor, fazla zamanın yok, yasla geçirecek zamanın yok.


Rüzgarla raks et, rüzgarda raks et.


Aşka ev ol. Yeşerene gölge ol. Duraklayanı doyur. Yorulanı dinlendir. Haberciler bırak konuşsunlar sabahlara kadar. Sabahlara kadar susmasın bülbül. Yar bahçedeymiş, değilmiş ne gam. Onlar senin uğultunu taşıyan misafirler. Onlar yayılan söz. Yayılan aşk. Uzak kalmayacak hakikatine.

Ve ulakların nerelere varabildiğine ulaşamadan bitecek zamanın. Zamanımız bitecek. Zaman bitecek.


Serinliğin düşen meyvelerinle kanat gerecek toprağına. Kuru gövdeni marangozlar işleyecek. Kabukların üşüyenleri ısıtacak. Yare sen de kavuşacaksın, sen de yarine kavuşacaksın, sen de kavuşacaksın.



(Online yazıldı, yeniden okunup düzeltilmedi)

1 Eylül 2009

Kızlara "Bacım" Diyen Arkadaşlarımın Anısına!


Yoktuk.

Sivasta otel yanarken, insanlar yakılırken.
O kadar aşağıladığınız neslimizden kimse yoktu da, kalabalığın önüne geçebilen olmadı. Linçe karşı duran, durmayı bilen, bu halkı bilen, zulmü, talanı, neyin nereye kadar gidebileceğini bilen bir yiğitlik yoktu ki ortaya çıkmadı. Evet, gebeş köşe yazarlarının çattığı kavram yiğit, yiğitlik, şeref, haysiyet, duruş, fedakarlık, halk, köylü, taşra.

Bizleri sürmekle, susturmakla, yayınlamamakla, dağıtmamakla, bizlere iftira ve hakikate zulümle gelebildiğiniz yer bu ve bu kadar!

Bu Ülkeye gerektiğimizi o gün, o yangında gördüm. Bizsiz insanlığınızın hep yarım kalacağını.

Örtbas etmekle birşeyler kazanamayacağımız sorunlar halının altına süpürüldü. Yüzleşmediniz.

Sokaklarda vurulduk. Hapislerden çıktık, ortaya çıktık, yurtdışından döndük, ne bilgimize, ne tecrübemize ihtiyaç duyuldu. Bize en fazla sırt dönenler, varlığımızdan en fazla rahatsız olanlar, yokluğumuzda yerimize geçmiş olanlar oldu. Akademilere sıfırdan başlamak istediğimizde dahi alınmadık.
Hayatlarını kurtarmak için hayatımızı tehlikeye attığımız insanların gazetelerinde, dergilerinde engellendik.

Kendi kurduğumuz dağıtım şirketlerince dağıtılmadık. "Arkadaşlarımız"ın kitapevlerinde bile kitaplarımız satılmadı.

Omuzumuzda bir geleneğin, mücadelenin mirasının yükü, itildik, kakıldık, hiç bir yere sığdırılmadık, konuşulmadık, konuşturulmadık.

Hamdık, piştik, Elhamdülillah.

Ne mağdurluk hakikaten mağdurluk, ne de mağrurlukla değiş tokuş edilecek bir yük. Tecrübesiz, tecrübeye açık duruşsuz insan olunmuyor, aydın olunmuyor, açık ufuk sahibi olunmuyor.

Ağlamak, sızlamak, şikayet insani olmasına insanî de, bir bizlere insanlık, yakınma, ağıt yakma, acı çekme hoş görülmedi.

Bir bizim dinleyenimiz olmadı. Çöllere, dağa taşa, sakan geceye, yakan güneşe yakındık. Çölleri, dağı, taşı, nehiri, geceyi, gündüzü zulümden sakındık.

Ne üniversiteleriniz üniversite, ne akademileriniz akademi. Ne bilim yapıyorsunuz. Ne de felsefe. Bunlar adına kırmadık kafa, talan edilmedik huzur bırakmıyorsunuz, ama ortada bir kaçı biraz ciddi, gerisi kıytırık çalışmala. Esersiz, mimarisiz, estetiksiz, ahlaksız bir münevver sınıfı.

Açgözlü, ukala, çok bilmiş yazarlarınız, pazarlamacı yayın yönetmenleriniz, eleştirilemeyen eleştirmenleriniz, üzerine çıktığında yani konuştuğunda dünyayı susturan kürsüleriniz ve yayın programlarınız var. Bizler, kendimizi susar, insanlığı, hakikati konuşmayı, konuşmayı düşlerdik. Hiç bir zaman bizim gibi olamadınız. Demokrat olamadınız. Toplumda insan olamadınız.

Siyasi parti geleneği kalmadı. hukuksuzluğun siyaset düzenlemeleri ile siyaset yapmaktasınız.

Sendikalara modası geçmiş kuruluşlar diyen "ilerici"liği seksapele yüklemiş kalemleriniz var.

Evet, biz başkalarının eşlerine, sokaktaki tanımadığımız kızlara, mücadele arkadaşlarımıza "bacı" falan derdik. Peki siz neden dana gibi bakmaktasınız? Sevdiklerimize "bacı" demedik, şıpsevdi olamazdık. Sevdik ve terkettik, uzak durduk çoğumuz. Etrafımızdakilere neler yapılırdı? Evet, bilemezsiniz. Düşünmediniz.

Utangaçtık, mahçuptuk. Evet. Güzel bir kızı başkaları için de beğenebilirdik. Kendimizi unutabilirdik. Diğerkâmdık. Olmayanlarımız da vardı. Doğrumuz doğru, yanlışımız yanlış, eksiğimiz eksik, ama burada sizleri ilgilendiren yanlış ne? Yapmayın. Siz doğru bildiğinizde karar kılın.

Teyzelerin pazar çantalarını taşır, yaşlıları karşıdan karşıya geçirir, hamilelere, hanımlara, kız arkadaşlarımıza, çocuklara otobüste yerimizi verirdik. Bunlardan kime ne?

Ama bir otel yakılacağı zaman, o otelin önüne dikilir engellerdik.
Aşkı da merak etmeyin sizlerden fazla dert edindik.

Hayat kadınları, konsomatrisler, evden kaçan kızlar sevmişti kendilerine "bacım" diyenleri. Arananları en yakınları ele verirken, onların sakladığı olmuştur, mahşeri günlerde. Kömürünü taşıdığımız kimsesiz teyze kapısını açmıştır. Elektiriğini çektiğimiz çay ocakçısı. Direnenleri seven bir işkenceci.

Biz hayatımızı yaşama, fetih ile kendimizi gerçekleştirme rüyasıyla yola çıkmadık. Kefenimiz cebimizde yola çıktık her sabah.

Kızlı, erkekli, okuyan, aşk dolu insanlardık. İçimizde ezbere kölelik edenler de vardı. Ama hayatsız dayanılmıyor.
İnsan dayandı.

Kazandığımıza tutunmuyorduk. Kariyere tutunmuyorduk.
Her ne pahasına olursa olsun kazanalım demiyorduk.
İş başa düşünce, çekilir böyle.

Yaşadık. Öğrendik.

Yiğit evlâtları oldu her daim, memleketimizin.

Çarmıha gereceğiniz çok insanımız oldu, sözünün arkasında duran. Başkaları için hayal etmediğini kendisi için düşünemeyen.

Gün doğdu, evlatlarını satan, kurban eden bir hayata uyandık. Siperlerden çıktık.

Dolaşıyoruz. İnsan arıyoruz. Kardeşler, bacılar arıyoruz. Halkımızı arıyoruz.

Omuz omuza bir arkadaşlığı hasretle, rahmetle anıyoruz.

Onlar eşitlik, adalet, dayanışma ve bağımsızlık için, sizler sokaklarda rahat dolaşabilesiniz diye öldüler. Uçkur elde dolaşasınız, patlayıncaya kadar tıkınasınız, talan edesiniz, atasınız, satasınız, kullanasınız diye değil.