23 Temmuz 2011

Bloglarımda Son Durum

Şimdilik, geçici olarak açığız. Sadece eleştirileri ile bazı yazıları düzeltmemize yadımcı olacak arkadaşlara açık tutmamız ise bir çeşit seçicilik olarak algılanacaktı. Bundan kaçınmaya çalışacağız.

Yazdıklarımızı düzeltmeye zamanımızın olmaması, nasihat eder gibi bir görünüm vermemiz, bazı okuyucuların nasıl düşüneceğimize dair karar vermişlikleri devam etmemizi kolaylaştırmamakta. Elektronik ortamda işlenmemiş notların dağılması vesaire de ayrı bir sorun oluşturuyor.

Eski kitaplarımı sonbahardan itibaren elektronik kitap olarak yayınlamayı düşünüyorum. Yeni kitaplar ilk elde ekitap olarak yayınlanacak. Zamanla her kitabın bir baskısı da çıkarılacak. Otuz senenin sansürü kitapçı ve dağıtıcıları dışlamaktan başka bir yol bırakmıyor. Tavşan dağa küsmüş dağın haberi yok demeniz beni üzmez. Her insanın, her tavşanın kendi bacağından asılması kendi sorumluluğunun öznesi olması ile alakalıdır. Karıncalık dahi ciddi iştir.

12 Temmuz - 12 Ağustos arasında yeni bir roman üzerine çalışacağım. Düzeltilmeyi, gözden geçirmeyi bekleyen taslakların karmaşıklığı yüzünden yeni bir kitapla rutinlerimi ve çalışma kapasitemi gözden geçirme fırsatı bulabilirmem daha kolay olacak. Yazma tarzım, alışkanlıklarım, kapasitem, yeni imkânlarım veya imkânsızlıklarım, hayat tecrübem, gündelik dertlerim, hayat gailem ile hedeflediklerim arasındaki ritmik alâkanın da eşzamanlanabileceğini umuyorum.


Sessizlik dönemi bitti. Bir başka sessizlik dönemi başlıyor. Yayınlayacağız, yazacağız, pazarlamayacağız. İşimizi gücümüzü okumaya yazmaya entegre edeceğiz. Elbette, yine çalışarak geçineceğiz. İtilip kakılanların arasında yaşayacağız.

Bu yaz yeni bir kitaba başlamam, bu sene için geçici bir adım, işlerim, geçim derdi önde gidecek. Gelecek seneden itibaren yazmak ve düşünmek zamanımın yarısını alacak. Hesabım bu. Gerisi benim elimde değil. Acelemiz, paniklememiz söz konusu değil. Sindire indire, ağır ağır gideceğiz.

Her konuda geciktik, ama geciktirilmedik: Bizi yola çıkaran, anlama isteği, dileği, kararıydı. Her şeyin bir zamanı var.

Hanyayı Konyayı anlamanın sonunun olmadığını, artık bir şeyler söylemek gerektiğini, tüm zamanlar için söyleyip de sonraki sözü gereksiz bırakabilecek bir sözün söylenemeyeceğini gerçekliğinde kavramaya başladığımızı düşünüyoruz, az çok.

Söyleyecek çok şeyimiz var Ey Okuyucu! Dinlememiz de gereken çok şey var. Daha fazla konuşmamızdan, her derdimizi imtihan etmemizden, sadece kendimiz için yaşıyor görünmemizden şikayetçi olacaksan bizimle kendini yorma.

Bizler için dün de yarın da yakın. Daha yazılan kurumadan akıp gidiyor her şey.

Biz zamanda, tarihte, dilde, hayatta yolculuğumuz içinde bir yerden, yerleşkeden konuşup duracağız. Gördüğümüz ve görmediğimizle, söylenmiş ve söylenecek ile köprüler kurarak, köprüleri tahkim ederek.

Aslolan ezber değil hayattır, hakikattir.

Söylediklerimiz hiç bir mevzuda son nokta değildir. Söylenmekte olan geleceğe, tartışmaya, yanlışlanmaya ve eleştiriye açılıştır.

Arzederiz gündüz hayalimizden, gece düşümüzden.

12 Temmuz 2011

Yarından İtibaren Kapalıyız!

Bu blog'u belki bir işlevi vardır düşüncesi ile açık tutuyorduk. Okuyucusuna hitap etmediği kanaatine vardık.

Yaptığımız açıkta düşünme, açıkta gözden geçirmeden ibaretti.

Okurların dünyasıyla bizim referans dünyamız farklı ve birbirlerini dışlıyabiliyor bazan.

Okuyucunun dünyası ile eleştirel bir bağ olmadığında bir dayatmanın, tutuculuğun sözcülüğüne soyunmuş gibi oluyoruz.

Bir süreliğine tadilat için kapatacağız, daha sonra da kapalı devre devam edip etmeyeceğine karar vereceğiz.

Düzeltilmemiş yazılar bir keyfiliğin ya da fevrîliğin ifadesi değil idiler.

Kapalı olduğumuz sürede neler yazdığımızı, neleri yazmadığımızı da gözden geçireceğiz.

Yeniden karşılaşabilmek umuduyla.

10 Temmuz 2011

"Dinle, Sana Bir Nasihat Edeyim!"

Çocukluğumuzda sofralar, "meclis"ler bazan "arif meclisleri"ne dönüşürdü.

Ortak kodlarımız, kültürümüze işlenmiş anayasamız dile gelir yiğidin, adamın, kadunun, delikanlının, çocuğun, gelinin, damadın, askerin, mapusun bazan neyi yapacağı ama daha çok neyi yapmayacağı, ağırbaşlı bir neşede karşılıklı onaylamalarla dile getirilirdi.

Genellikle sofra başında, ziyafetlerde muhabbet, karşılıklı onaylaşma, halleşme içinde varolan nesillere ve misafirlere bir kardeşliğin, ortaklığın, verilmiş sözün aktarımı yapılırdı.

Mecliste alevîlik sünnîlik ayrımı yoktu. Böyle ayrımları "eşraf" ve "ihvan" reddederdi. Sofradakiler birbirlerine "kardaşlık" diye hitap ederlerdi. Adet eski bir türkmen adetiydi ama, "dost meclisi, dünya ahret arkadaşlığı" kimin kim olduğuna da bakmazdı. "Adamlık" tek kriterdi.

Bu vatandaşlık, adamlık kodeksini yürürlükte tutan ladinî ritüelde uzun savaşlarda, uzun esaretlerde, uzun yollarda bir arada bulunmuş insanların dostlukları, ortak değerleri, tecrübeyle güçlendirdikleri çoluk çocuğa, çocuklardan da özellikle "aktarıcı" olması gerekenlerin hafızalarına nükteli bir teatralite ve tekrarlarla yerleştirirlerdi.

Adamlık, kadunluk istidat, emek, yiğitlik, yani yolunda dururluk isterdi. Aktarım bir beyin yıkama değildi! Aktarımlar bazan kopuşlar, terkler, yoldan çıkışlar olduğunu bilenlerin geleceğe gönderdikleri mektuplardı. "Sen belle bunları sahibi gelir alır!" gibisinden bir nükteyle dile getirilmeden dile yerleştirilenlerdi.

Pir Sultan Osmancıkta Koyun Baba'nın yanında da eğitim almıştı, bu deyiş çocukluk yıllarımda Fütüvvetin de özeti gibi algılanırdı. Yaşlılar boyların, aşiretlerin ve tüm insanlık için verilmiş sözü olan insanların bunları tartışamayacağı kanaatinde olduklarını hissetmemizi isterlerdi. Herkesi bağlayan sözler olarak düşünüldüğünü algılamamız beklenirdi!

Tartışılmamazlık, herkesi bağlarlık bir yasak değildi. Adam olan tartışmazdı, onların adam diyebilecekleri tartışmazlardı, o kadar. Sürekli ilerlemeyi, sürekli düzelmeyi, eldekini elde tutabililiği düşünmeyen bir ilerleme kanaatleri, yorumları, anlayışları vardı. İklimlerin, yolların, selin, çığın, tabiatın bin bir halinin, işgalin, kıtlığın, barışın, sabrın, nasibin, rıza'nın tecrübesinde pişirilmiş, dayatıcılığı olmayan, her şeyin hikmetinin bilinemezliğinden yola çıkan bir hikmetin ikramıydı.

"Adamlıkta gözü olmayanı" pek yormazlardı. Her şeyde bir hayır görmelerinden kaynaklanan hoşgörüleri, her şeyin zamanı gelince olacağını düşünüşleri ile yüklenirlerdi, yanlış gördüklerine. Değiştirmekten çok kulağa küpe bırakmak isterlerdi. Aceleyle değişen, korkuyla değişene biraz muzipliği de olan direnişi, karşı koymaları tercih ederlerdi. Karşı koyanın şakaya, nükteye, mizaha açıklığında düşündüklerini şekillendiren muhabbeti de sunarlardı! O muhabbet, tek yanlı ve deklaratif değildi, bir alışverişte arayış, buluş, yerleştiriş, yeni bir şey söyleyiş idi.

İzahatlar yanlış yaptı sanılan bir "adam"ın aslında doğruyu yaptığını vurgulamalarında, birbirlerini onaylayarak, beraber sözü yoğurarak, hikmetine kavuşturmaya çalışarak dile getirişlerinde sunulurdu. Hayranlık ve şaşkınlık içinde anlama yolunda oluş: Yolum buydu. Mantık yürütülmez, bir hakikat geleneğinde, tecrübe muhabbet ve sohbetin doğurganlığında, geçmiş ile geleceğin buluşturulabilirliğinde yoğrulup ikram edilirdi söz. Mantık yürütmeme bir mantık aşağılaması değildi, düşüncenin hakikatle alakasının kavranmışlığındaydı.

"Doğru tavır" ezbere bir tavır değildi. Adamlık bir praksis idi.

Son tartışılan doğruyu yapıp da rezil olan ise henüz "çocuk" idi. "Büyür öğrenir", düşe kalka yürür idi. Adamlık yolunda kepaze oluş, karizma çizdiriş sevecenlikle karşılanırdı. Melâmet, gündelik hayatta yaşardı.

Hem alevîleri hem sünnîleri besleyen, kardeşliği tartışmasız kılan bir temellerin temeli, kuralların kuralı vardı. Ezberi olmayan. Adalet ve hikmet isteyen bir ahlak tasavvuru söz konusuydu. Bu ortamda yetişen bizler, doğruyu asılsak da söylemek; dünyalar ikram edilse, eziyetlere uğrasak da susmak için yetiştirildik. Korkunun tebaası olarak değil, herkese açık bir sofranın, birbirinin evlatlarına yetişen, onlara emek ve öncelik veren insanların arasında büyüdük.

Gündelik hır gür, kavga dövüş, çekiş, rekabet böylesi ortamlarda buharlaşır, herkez metamorfoza uğrardı. Arifan gündelik hırgürü de hayatın parçası bilirler onları nükteyle ele alır, onlardan hikmet, zevkli sohbetler ve ağız tadı çıkarırlardı.

Kalbur, Küçükten Görmedim Ana Kucağı, Kırat Bozlağı, Erzurum Yareni gibi uzunhavalar ve benzerleri; "dibi delik kaba aşkın suyunu/ boşuna uğraşma dolduramazsın" gibi deyişler, Harputtan "Nolaydı Yar Nolaydı"lar, Tosyadan Topal Koşma, Kastamanonudan Sepetçioğlu çalınır söylenir ve devam edip etmemesi duruma bağlı olan meclis genellikle "Dinle Sana Bir Nasihat Edeyim!" le taçlandırılarak sonlanırdı.

Bazan (eski) melami-kalenderi ilahileri ile bazan oyun havaları ile duruma ve hale göre devam edilebilirdi.

Eski Melamet şimdilerde "bir lokma bir hırka" diye küçümsenen, bizi biz yapan önemli bir duruşun sözcülüğü idi. Melametsiz ne Ahilik, ne Yiğitlik ne de Şeyh Galibin Zevrak-ı Derûn'nu alaşılır kılınabilir.

Fütüvveti anlamadan Deniz Gezmiş'i bile anlamak zor.

Yakılan, yıkılan, biçilen, öğütülen, yok edilmeye çalışılan, aşağılanan kültürümüzün dik duruşu idi. Ezbersiz, sürekli praksiste, yorumda, hikmet peşinde bir hayat tarzı; eyleme, görme, söyleme hatta ölme tarzı.

Denizler fütüvvetin kodeksini içselleştirmiş olmasalardı bugün adlarını bile andırmazdı propaganda. İşkenceye karşı duruş, adam gibi içerde yatış, ölürken espiri yapış sıradan şeylerdi şimdilere göre. Böylesi duruşlar evet, başka kültürlerde de var! Biz insanlık bütündür diyenlerden değil miydik? Bunda şaşırtıcı ne var?

Şimdilerde yeni yetmeler internette başkalarının eşleri, sevgilileri, "ciğerlerinin köşeleri" için: "Şu şu kadınlarla, şu erkeklerle yatmak isterdim" türü listeler yapıyorlar. Bu bizim için akla hayale gelmez bir iş idi. Biz herkeze "bacım" dediğimiz için hayatsızlıkla, robotlukla, duygusuzlukla suçlanırdık!

Yine "bacım" diyeceğiz biz, aşkla! Bir dönem nasıl da bizleri utandırdılar, varlığımızdan mahcup kıldılar! Sivastaki ateş benim için bir dönüm noktası oldu:

Bizlerden birisi olsaydı Türkiyede, Madımağın önüne geçerdi! Bu utançtan hepinizi kurtarırdı! Avukatlık ya da gözyaşı kurtarmıyor! Gözyaşı sadece insanlıktan yana oluşu ifade ediyor! Adam da, Hatun da olacaksınız! Ateşin önüne geçeceksiniz! Yoksa bir halk olamazsınız. Komşularınızın eşi dansöz bile olsa göz koymayacaksınız! Kardeş olacaksınız! Bir de aşık olacaksınız.

Sadece aşıkların selâmsız sabahsızlılklarına, dalgınlıklarına, adamlık kodeksine dikkat edip etmediklerine bakılmazdı. Aşık, adamlık üstü idi. Aşık, masum idi. Aşık mecnûn idi, ama, sapıtık değildi.

Aşık şereflilerin şereflisiydi. Ulu Gazilerden daha büyük yeri vardı bir Aşık'ın. Aşık, Hak Aşığı idi her hangi bir anlamıyla: Hatasız değildi, ama, bir buyruğun takipçisi, bayraktarıydı. Aşık, toplumun ince lehimcisi, tutturucusu idi.

Delilere falan da girip uzatmayalım.

Aşağıdaki deyişte "tuzak"la ilgili kısmın harikulâde bir tefsir anlayışına tekâbül ettiğini da belirtmeden geçmeyelim, Efendim.

"Gündüz hayalimizde, gece düşümüzde, tutkun arkadaşlar yanıbaşımızda".

Memleketleriniz olarak bizler kaldık artık. Bizler de gidersek, kendisine dönebileceğiniz memleketiniz de kalmayacak.



DİNLE SANA BİR NASİHAT EDEYİM

Dinle sana bir nasihat edeyim
Hatırdan gönülden geçici olma
Yiğidin başına bir hal gelirse
Onu yad ellere açıcı olma

Mecliste arif ol kelamı dinle
El iki söylerse sen bir söyle
Elinden geldikçe sen iy'lik eyle
Katı yükseklerde uçucu olma

El ariftir yoklar senin fendini
Dağıtırlar tuzağını bendini
Alçaklarda otur gözet kendini
Katı yükseklerde uçucu olma

Pir Sultan Abdal'ım sözüm başarır
Aşkın deryasını boydan aşırır
Seni bir mecliste hacil düşürür
Kötülerle konup göçücü olma

9 Temmuz 2011

Blogda Son Durum

Şiir Atölyesi için özür diliyorum. "Eşşekler de ağlar"ı online yazmaya düzenlemeye kalkıştım, sürekli başıma bir şey geldi, şiir de kepaze oldu. Biraz kısaltarak kurtaracağım mecburen. İyi bir şiir olacaktı, ama bir şeyle uğrasşırken görenler gelip rahatsız etmekle görevliler sanki:) Olur böyle şeyler. Hemen düzenlemezsen bazan kalıyor öyle. Sizlere defalarca okuttuğum için bağışlayın. düzgün bir biçimde işlendiği zaman şiirle ilgilenen arkadaşlar yazma süreçlerini izleme fırsatı bulabiliyorlar. Artık bir başka bahara.

Bloglarda sayfa düzeni biraz değiştirildi. Biraz eleme yapmaya çalışacağım. Telif olmayanlar daha da azalacak. Bazı yazılara dipnotlar eklenecek. Aşk, Eleştiriler, Yorumbigisi ve Mesneviyi Okumak'ta içerik elden geçirilecek. Yorumbilgisi ve Mesneviyi Okumak dipnotları ile desteklenecek.

Bir şiir kitabının da zamanı geldi. "Eşşekler de Ağlar" da olabilirdi, ama olmayacak, şiiri alıp götüremedim:)

Aşkta ele almam gereken, ilk elde, üç safha var: Karşı tarafa selam, öncelik; Aşkın Kendisine Yönelmesi; sonuncusu insanlığa, hakikate aşka yönelme, kişiliksizlik ya da bireyselliği yitirme anlamında olmayan bir merkezden çekilme, hayata, topluma yönelme faslı. Üçüncüsünü pek ele alamadık. Alabilse idik, küçük bir kitap çıkabilirdi diğer yazıları geliştirerek. Şimdilik bekleyecek.

Yorumbilgisi ve Aşk'a öncelik verilecek. Zaman bulamazsak ana bloga devam.

Vimeodaki uyduruk videolar kalakacak. Haftada bir günden vb videosu yüklemeye çalışacağız, yazmaya zaman bulamadığımız için.

Bazı yazılar tamamlanacak, yaına hazır hale getirilecek.

Mesneviyi Okumayı bilerek bekelttik. yaklaşımımızı biraz olgunlaştırdık sayılır. Biraz daha detaylı ve düzeltilmiş metinlerle karşı karşıya olacaksınız.

Teşekkürler.

5 Temmuz 2011

Teker Teker Gelin Ulan Yetişemiyorum!

Konuşmazsak, bir daha insanlar kolay konuşamaz.

Konuşmayı, itirazı, anlama ve anlaşmanın yollarını, kanallarını açık tutmamız gerekiyor.

İşim gücüm var kardeşler, kiramı ödeyemeyeceğim sonunda, benim altın yüklü kervanım mı var?

Gelen de teker teker değil, üçer beşer. Yağıyor, esiyor, gürlüyor.

Eh ne yapalım, iş başa düşünce çekilir böyle!

Bulutlar dağılır bir gün, uysallaşır hava. Sabırdır koruktan helva çıkaran.


Çene çaldık ey halkım unutma bizi!

Adalet Duygusunun Yerini Kaygı, Kuşku ve Endişenin Alması Hakkında

Futbol gözaltıları, haksızlık yaptığında kim vurduya götürebilecek, cerrahî hassaslıkta bilenmiş ve etkinleştirilmiş, hukukla güvenlik konseptini birleştirmiş bir aygıtın varlığını da sergiliyor.

Bu aygıt, adalet duygusu yerine endişe de verebiliyor. Yani, kaygı varolan/varolabilecek/olası şike ve kanunsuzlukla dayanışmadan gelmiyor. Bir erken uyarı olarak ürperti ile karşı karşıyayız.

Bağnazlik değil, alttan alta kaynatılan kazanın demokrasiyi de kolayca yutabileceği hissi kapıları çalan.

Sporda Şeffaflık, Vergilendirilmiş Kazanç, Patronalısız Tribün!

Özel hukuk, özel mahkemeler bana itici geliyor. Sıkıyönetim mahkemelerinin, devlet güvenlik mahkemelerinin ruhunu hukukun ruhuyla uzlaşabilir bulmuyorum. Demokrasi ve hukuk devletinin temellerindeki meşruiyet düşüncesinin normal hukuki yorum/karar süreçlerinde kendisini sürekli yenileme ve güncelleme imkânının "sonuca yönelik hukuk"un etkin oluş gerekçeleriyle sekteye uğratıldığını düşünüyorum.

Sporda rüşvet, tribün çeteleşmeleri, sokak tedhişi, vergisiz kazanç ve mafyalaşmanın sona erdirilmesi için gösterilecek her çabayı olumlu buluyorum.

Delillerin yasal yollardan toplandığına, normal hukuki süreçlerin işletildiğine, eşitlik ilkesinin bozulmadığına, tutukluluk sürelerin makul olmasına, delil toplama süreçlerinin yıllar sonrasına ertelenmemesine dikkat ederek spor endüstrisinin de hukuki, iktisadi, sosyal sisteme entegre edilmesine destek vermek durumundayız.

Demokrasi yalnız mecliste şekillenmez. Fırsat eşitliğinin bozulması, haksız kazancın özendirilmesi, vergide eşitsizliğim tolere edilmesi, vergisiz kazancın özerk alanlara kavuşması, hukuki denetimin yetki terkinin mafyalaşmayı özendiriciliği de gündelik hayatın şekillenmesini etkilemektedir. Huliganların milisleşmesi, sermayenin vergi dışı özerk alanlar edinebilmesi, iddia ile fairplay yönetimlerinin çatışması demokratik kültürü tehdit edebilecek sorunlardır.

Ne hukuk'un normal süreçlerini paranteze alarak, ne de özel mahkemelerin "sonuca yönelik" şekillenmelerinin adaletten yana yaratabilecekleri sıkıntıları unutarak Türkiyenin normalleşmesinden yana tavır almak zorundayız.

Türkiye parlementosunu işleterek, eğitimde fırsat eşitliğini yeniden yakalayarak, kazancı adil bir biçimde vergilendirerek, sporun, eğlencenin dükalıklaraa dönüşmelerini engelleyerek, hukuku normalize ederek, asker-sivil bürokrasiyi siyasete müdahil olmaktan çıkararak, polisiye önlemlerin hukuki normlarını denetleyerek, taşeron çalışma hukukunu terkederek dönüşmek durumundadır.

Hukukun üstünlüğü hukukî faaliyeti "effektivite"nin antidemokratik etkinliğinden "hikmet"in demokratik temellendiriciliğine çekilerek mümkün kılınır.

Apartman Çocuklarına Banal Geldiği İçin CHP'yi Destekliyorum!

CHP yönetimini acemi buluyorum. Öğrenirler, zaman tanımak, eleştirmek, desteklemek lazım.

CHP'nin proflarını fazla vasat buluyorum. Önyargıyla üzerlerine gitmemek için şans vermek, kendilerini göstermelerine müsaade etmek istiyorum.

CHP'nin muhaliflerini geveze buluyorum. Konuşsunlar diyorum, sussunlar demek yerine. Belki bir diyecekleri vardır, haksızlığa uğramışlardır liste dışı kalırken.

CHP'nin benim savunduklarımı savunmasını dilemiyorum. Bana benzeseler ne olacak? Demokrat olmalarını, emek vermelerini, hassas, titiz, çalışkan, ahlaklı olmalarını istiyorum. Muhalefetsiz demokrasi olmaz diyorum. Birileri sürekli tekerlerine çomak soktukça ben desteğimi artırıyorum.

Analiz ederek değil, praksis içinde şekillenebileceklerini, ufuk sahibi oluşun bir damar yakalamak gerektirdiğini biliyorum. Halkın hareketi, tepkisi, beklentisi, tasası, derdi, rüyası gözlemlenerek değil o tasanın, derdin, hareketin ifadesi olarak bir yerlere gidilebileceğini biliyorum. Bunun popülizm olmadığını; duyarlılık, düşünce ile eylemeyi kaynaştırmışlık olduğunu; ezberini terketmiş bilgiyi, tevazudaki hikmeti, yanlışlanabilirliğe açılmış bilimi gerektirdiğini biliyorum.

Ne şaşkınlıklar beni ürkütüyor, ne olası yanlışlıklar. Hoyratlıklarla da karşılaşacaklar, beceriksiz de davranacaklar. Ama, öğrenecekler. Derslerini almadan gidemeyecekler, gitmek istedikleri yere.

CHP önce parti olacak. İç demokrasisinin talebi ile bilgi birikimi arasında bir denge kurulacak. Kimin, hangi yapının neyi nasıl ne kadar yapabileceği kendini gösterecek. Açıklar, meziyetler, dengesizlikler kendisini gösterecek. Ve bu arada televizyon televizyon gezen muhalif politikacı tipi de tarihe karışacak.

Olu mu? Bal gibi olur. Fırsat verirsen, ezbere yenilikler şu bu yapacağına zamanın gerektirdikleriyle yüzyüze bırakarak, hataları kullanmayarak önü açılabilir bir partinin hayatla buluşmasının.

CHP'de bir imkân görüyorum, destekliyorum. Eleştirerek, hoşgörerek, zaman vererek ve günü gelince biraz mesafe alarak: Gelenek bu, iktidar sahiplerine uzak duracaksınız!

İyi aile çocuklarına banal gelen her şey iyidir aslında. Apartmanlarının harcını kararken de kirleniyordu, terliyordu, iskelelerden düşüyordu insanlar. Onların sevdiği yemekleri yapanların da üzerlerine salça sıçrar, saçları soğan kokar icabında. Beğendikleri ressamlarla aynı sofrada yemek yiyemezlerdi.

Şans vermek, beklemeyi bilmek, yanlıştan dönülebileceğini göstermek sabır, ter, emek ister. Başarının garantili bir yolu yoktur. İlk adımını atmaktan, ilk kazmayı vurmaktan başka yol yok, arkadaşlar.

Yanıla, deneye, sınaya bir şeyler olacak. Bir şey olacaksa, yol bu, yani...