16 Kasım 2012

Gâlib'in Bahçesinde Solan Güle Dair

"Vatan kurtarma yılları"nda bunaldığımda yola düşer, Şeyh Galip'in yanında oturup şiir okur, kafa dinler, bahçesinde bulutları, yaprakları seyrederdim.

Bekçi Dede çay demler, sormadan taşırdı kuyu başına. Sonradan ünlenecek Türkolog Hanım hiç bir şey okumadan, yazmadan saatlerce sessiz ve mutlu, kaygılı ve sakin, umutlu ancak yay gibi halimizi hayret ve şaşkınlıkla izler, soru sormaya cesaret edemez, Şeyh Galip ile bağımızı çözemez; huzuru merakıyla, tartışmayla bozmaz, kitabından ve notlarından kafasını kaldırmamaya gayret ederdi.

Arkadaşlarım orada olduğumuzu bilirler ve bizi bulup sessizce çaylarını yudumlar, derinlere dalarlardı.

Şeyh Galib'in Bahçesinde ülkenin geçmişi, geleceği, şiiri, sızısı konuşuldu 12 Eylül günlerinde. Şaşkın doğu ilimleri uzmanı Hanımefendi'nin sessiz tanıklığı altında, kuyu başında, nefis çaylarla.

Bekçi kulübesi yok artık. O zarif Türkolog yaşlandı ve hayatını kaybetti bildiğim kadarıyla. Arnavut bıyıklı Bekçi Dede'nin yattığı yer yıkılmış. Kuyu kapatılmış. Kuyu başındaki çınarlar kayıp, galiba. Bakamadım doğru dürüst.


Sol'un halkı ve geleneği bilen, aşağılık duygusu olmayan, sömürgeleştirilemeyen zihinleri bugün yok. Yok.

Kediler, evet kediler var duvarlarda falan. Dalgın, düşünceli.


14 Kasım 2012

10 Kasım 2012

Kuddusî Baker Üzerine 1



Yetmişli yıllarda arkadaşlarımdan birisi de Kuddusi idi. Kuddusi Baker. İnsan Kuddusi, Yufka Yürekli Kuddusi, İnanarak Dinleyen Kuddusi. Halkevlerinde tanışmıştık. Halkevleri Tiyatrosunda (Emek Halkevi Tiyatrosu derdik) öne çıkmadan oyun yazmanın sorunlarını çalışıyordum, fakültede laboratuarlar kapanır kapanmaz Akay'daydım, gündüz bilimadamı adayıydık. Üniversieler sık sık tatil edilirlerdi o yıllarda zaten. Kuddusi müzik yapıyordu. Arkadaşlarının çoğu bugünün profesyonel müzisyenleri idiler. Bir kısmı konservatuarda öğrenciydiler.

Eren'di birisi, soyadını unuttum: Her karşıma çıkışında yeni bir bestesi olurdu, içten bir çocuktu. Sabahattin Alî'den bestelerdi en çok. "Tabancamın namlusu" bir intihar şiiriydi.. Selâmlı sabahlı bir çocuktu. Erkoç Kardeşler her açığı kapatan enstrümentalist çocuklardı.

Yusuf Dağüstün Halkevleri Tiyatrosu'nu çalıştırırdı. Arkada dar bir odada "Ulaş'ın Piyanosu"nu çalar gözlerini silerdi. Tiyatroculuğunu pek kimse bilmez Ulaş Bardakçının.

Tiyatro kariyeri yapmak isteyen çoktu, bizler kimselerin almadığı rolleri üstlenirdik, itişip kakışmayı engellemiş olurduk. Provalar bitince kalır, sohbet eder, sonra o günün şiirlerini okur, gazeteleri tartışır, yeni keşiflerimizi paylaşırdık: "Böyle Bir Sevmek" gibi...

Oğuz Atay'ın Tutunamayanları'nın ikinci cildi teksir edilmişti, elden ele dolaşırdı. TRT'den birisinden ödünç alırdık. İsmail Cem yılları. Mehmet Barlas solcuydu. Emil Galip Abi de Oğuz Atay'a TRT ödülünü verenler arasındaydı. Hayati Asılyazıcı yayınlamıştı.

Benim de her gün bir şiirim ya da yazım olurdu:) Fena şeyler değildi. Her darbe dönemecinde yapıldığı gibi dostlarca yakıldılar. Kötü oyun denemeleri de, üzerine çalışılmış şiirler de. Oyunlarım oyun tekniklerini, yazma sorunlarını çalışmak içindi. "Ölürüm sonra birileri bu oyunları oynar!" diye çok korkardım. O günleri hatırlattığı için de atmazdım. Malzeme olarak kullanılabilecek şeylerdi.

Türkiyenin Düzeni için verdiğim bir "seminere" Kuddusi de coşkuyla katılmıştı. Hazırlıksızdım. Sipahi, has, tımar zeamet tartışan yakışıklı çocuklar, güzel kızlar:)

Konuşma, belagat derslerine izleyici olarak katılır üç dört dakika çeşitli konularda taksim geçerdim. siyaset yasaktı, ancak bana serbestti, belagat tekniklerine Nüvit Hoca'nın yüzü gülerdi. Sesli deneme yazmak gibi bir şey. Bayağı dinleyicim vardı. İnanmıyorsanız Kuddusi Şahidim:) Lafı nereye getireceğimi merak ederlerdi, itirafla geleneği buluşturmaya bayılırdım.

Kaç kere havaya uçurulduk. Sasıntıdan, toz dumandan sonra kaldığımız yerden devam ederdik, insanlık üzerine diskura. Neyse. Neyse.

Oradan Funda Pastahanesine geçerdik. Kuddusi'ye "İspanyol Meyhanesi"ni söyletirdik. İki Faruk. Murat. Kızkardeşleri. Haşmet. Eren. Mavi-gri gözlü bir kız Grace Kelly'e benzerdi, Muratlara yakın otururdu adı Zeynep olacak ve  kızın  küçük kız kardeşi, çok sigara içerdi, bir tarzı vardı, düşünceliydi, konu bulamayacağından korkardı sanırım, oysa herkes derdini konuşurdu... Ben hayat konuşanlarla, sokak çocuklarıyla takılırdım, havalı sananlar olurmuş yaa ne şaşırmıştım, "bende hava ne gezer kız!" demiştim, bir arkadaşımın kız arkadaşına, "değilmiş demiş, evet!", arada Kuddusi yakalar bir şey okutur, arkadaşlarına bir konuda nutuk attırıdı.  Otuz kırtk kişi olurduk. O yıllarda pastahanelere gidilirdi. Meyhane aşık olan, uzağa gidecek olduğunda akla gelirdi.

Uzaktan tanıyanlar benimle emperyalizmin üçüncü bunalım dönemini falan tartışmaya çırpınırlardı, utanırdım, sıkılırdım. Entellikten hoşlanmazdım. Yemek üzerine falan konuşulsa, birisi derdini anlatsa açılırdım. Kızlar için zor lokmaydık her halde. Farkında bile değildik. Garibandık. Acı günler kapıdaydı, zamanı boşa geçirmek istemiyorduk. Halkevlerindeki dostlarımızı da bizden uzak tuttuk. Uzaktan haberlerini aldık. Bizler onların sokağa saldıkları insanlıklarıydık. Hep yanımızda hissetmişimdir onları.

"Küçük" Dağüstün bebek arabasındaydı. Kart sesli bir adam olmuş. Belki fikirlerimizi de beğenmez, kucağımıza hiç itiraz etmezdi ama. Türkiye'nin modernleşme çilesini çekmiş kaç insanın kucağında uyuduğunu, heyecanlı kalplerini dinlediğini nereden bilecek çocukcağız.

Sarhoşuzzzzzz'ları fıkırdayarak söylerdi Kuddusi, zzzlamazsa yeniden, yeniden söyletirdik ve onun her zaman bekleyen bir sohbeti olurdu.

Acelesi yoktu. Öğreneceğini öğrenmeye çalışır, zamanını beklerdi. Hapisten Abiler çıkmıştı, sahneler henüz onlarındı.

Sağlam, yürekli adımlarla ilerleyen, şiiri, bilimi sıçratması beklenen iyi aile çocuklarıydık. Kimimiz Çankayanın elitinden, kimilerimiz Balgat'ın gecekondularının çocuklarını bin bir emek ve özveriyle yetiştiren evlerindendik.

Her gün yeni bir şey söylenmesi o kadar doğaldı ki. Aşkla beklerdik şaşkınlığı. Bir yeni melodi. Bir yeni deneme. Bir yeni eser. Yeni yayınlanmış bir kitap. Duymadığımız bir şarkı.

Sokak karıştıkça daha az bir araya geldik. Daha az görüştük. 12 Eylülden bu yana birisi bile görmedim. Bazan televizyonda bir kaç oyuncu, bir kaç aydın, o kadar. aramadım da. İşiteceklerime dayanamazdım.

Acele de olsa, geçiştirerek de olsam yazdım. Zamanla tamamlarım: Kuddusi benim arkadaşımdı! Türkiye'nin mübalaağasız en iyi, en özverili, en kültürlü, en içten insanlarıyla aynı masada oturdu, hasbıhal etti. Kimi kayıp. Kimi yok. Kimi öldürüldü. Kiminin sağlığı müteferrikalarda kaldı. Kimi acıya dayanamadı, sinir enkazı olarak hayatını sürdürüdü.


Ben? Aynı kaldım. Dümdüz oldum ve aynı kaldım. Tuhaf bir biçimde aynı. Saçlar erken kırlaştı, "olgun çocuk" derlerdi bana zaten kıslar. yaramaz, heyecanlı, ama iyi kalpli bir çocuktum. Şimdi leb denilmeden leblebiyi anlayan cin gibi bir adamım. Yine de, beni gören arkadaşlarımın canını yakacak kadar aynı. Her köşe başında bekleyen dostları olmayan, belki de işten güçten dost falan aramayan bir insan.

Kocamadım yani:) Arkadaşlarımın ölümünü, dağılmasını, dağıtmasını, dağıtılmasını izlemek acı gelebilirdi, geldi, gelmiştir, kendimi geçim derdinin otomatiğine bağlamasam.

Kitaplar birikti. Eve dönüş zamanı geldi.

Mesnevî okuyan bir çocuktum.

Mesnevî üzerine yazan kazık kadar bir adam olarak Ankaraya bakıyorum şimdi:

Ey Ankara en güzel evlatlarını Soğuk Savaşa kurban ettin! Direndim, çomak soktum. Bana da "Aferin!" diyip sırtını döneceksin şimdi. Onlar senin çocuklarındı, senin sokaklarının sesiydi!

Ankara. Ah Ankara!

Onları koruyamadım Ankara!


29 Ekim 2012

29 Ekim Yasağı İllegaldir, Gayrımeşrudur!

Bir insanın burnunu her hangi bir militan bürokrat, hevesli partizan memur kanatırsa bu AKP'nin hanesine yazılacaktır. Onlarca yıl bu karşınıza çıkarılacaktır!
Bu yasak provokasyondur!
Birlikte kutlamak isteyen dayatmaz!
Çelenk kavgası, "önce benim çelengim!" dayatmaları bürokrasi için kötü bir sınav olmuştur.
Bürokrasinin önceliği ancak demirperde ülkelerinde meşrudur!
Güvenlik kuvvetleri eğer 29 ekimi kutlayanlara saldırırsa bir partinin milisleri durumuna düşmeyi kabullenmiş olacaklardır!

Gerilim vukuatsız atlatılsa bile toplum yeniden kamplaştırılmıştır, uluslararası konjunktürde sonuçları hoş olmayacaktır!

21 Ekim 2012

Elmalar Kızarırken Çözer Sular Saçlarını

Yaprak aralarından
taramakta gökyüzü
çimenleri

toprak
buharlaşan şavkı
hayatın

1 Ekim 2012

Neşet Ertaş Dersleri 1

O ne bir ermişti, ne bir melek, ne de meslekten bir abdal! O bir insandı, iyi bir insandı. Kökü, soyu abdallardandı. Pir Sultanın garip kalmış, gariplikte pişmiş, olgunlaşmış torunlarındandı. Fütüvvetin terbiyesini almıştı. Mazlum bir türkmen idi. Coğrafyasının deyiş, eğleniş, söyleşme, muhabbet geleneğini biliyordu. Geçimini geleneği taşıyarak sürdürüyordu zaten! Pek atışmadı, atışabilirdi, yapmadı. Sözlü edebiyatın müzikle örtüştüğü, müzisyenliğin şairlikle örtüştüğü bir gelenek içinde yetişti. Karnını doyurabilmek için sabahlara kadar sevimsiz insanlara da çaldıkları oldu. Müzik sadece bir geçim kapısı değildi, aşkın meşru olarak dışa vurulabildiği, nefes alabildiği tek alan idi. Çalıp söylemese fazla yaşayamazdı! 


Neşet Ertaşın aidiyetinden yola çıkıp dinî müzik yaptığı düşünülmemelidir. Her çaldığına oynanmasına kızardı evet: Çalgıcı olarak görülmek bir diyeceği olan insan olarak görülmemekti de anılarında, oturup dinlememizi isterdi. Düğünlerde ve eğlencelerde çalmışlığı, çalış tekniğinin ritmik sağlamlığı yüzünden yerimizde duramadığımız olurdu bir söyleyeceği olduğunda. Bazan kısa keser oyun havasına geçerdi gülümseyerek.

Oyun havalarının da bir diyeceği olandan geldiğini bildiğimizi bilirdi. Ancak o çalarken ne rezaletler, ne kepazelikler de cereyan ederdi bazan. Rezilliği rezil olanlar dahi ondan uzak tutmaya özen gösterirlerdi çoğu kez.
Kurallarına uyulmadığında gerilirdi, yüzü gülmezdi ancak kibarca durumu idare etmesini bilirdi.

Neşet Ertaşın çoğu kez eğlenmesini doğru dürüst bilmeyen ham insanlara çaldığını gördüğümüz oldu. O anlarda da el üstünde tutanlarla ham ruhlar arasına sıkışıp kalırdı gelenek.

Çaldıklarında müstehcenlik şu bu aramak şaçmalık. O bu coğrafyada ne çalınır söylenirse hepsini çaldı söyledi. "Berber"i bile söyledi, arayıp durmayın, ben söyleyeyim! Konyanın muhafazakarları bir zamanlar oynamazmış gibi o parçalara konuşup duruyor birileri!

Muharrem Ertaş da "al yanaktan öptüğüm" değil, "al yanaktan emdüğüm" derdi Karacaoğlanlar, Emrahlar gibi. Folkloriğimiz buydu, eleştiriye amenna, ancak, sütten çıkmış şimşir kaşıklara: "Gidin kendinize başka bir halk seçin!" demek düşer bize! Başka bir dil seçmek de başka bir halk seçmektir. Kibarlaşacaksanız, bazı şeyleri bazı şekillerde söylemezsiniz, dili belli tarzda kullanırsınız. Yol açarsınız. Yasakçılık, hele geçmişe yönelik yasakçılık içinden çıktığımız yumurtayı beğenmemektir!

Tekrarlarsak, Neşet Ertaşın yaptığı tekke edebiyatı değildir! O halk edebiyatının içindedir! Hiç bir mısrası, kadensi, aranağmesi, müzik cümlesi, aktardığı ziyan edilmemelidir: Balık bilmezse Hâlik bilir!

Toplum ne ise, ne kadar ise onu işitir, onu dinler! Neşet Ertaş'ı dört gün peşpeşe dinlediğim oldu: Ondan istenenlerin çoğu gelenekselleşemeyecek parçalardı, zamantipik dert ve müzikalite içinde kalan şeyler. Ancak arada sözün ve müziğin doruk noktalarını, edebiyatımızın en güzel eserlerini sunduğunda halktan insanlar itiraz etmezler, ustanın ya da geleneğin talebi ya da vasiyeti olarak görerek dinlerlerdi. Aydınlar uyuklarken.

Onun üzerine yazanların alıntılarına bakıyorum, edebiyatımızın doruk noktalarında gezinen çoğu bozlağın, sürmelinin, oyun havasının ayırdında bile değiller.

O "topraktan çıkan"ın yaşanmış bir hayatla pişip elmasa dönüşebileceğini, bütün yolların bir olduğunu gösterdi bize: Hakikatliliği hiç bırakmadı, belki bazan biraz kırgın olsa da...

Düzeltilecek, online yazıldı, gözden geçirilmedi

2 Ağustos 2012

Dikene Konmayacaksan Kafeste Kal

Evde yoktum
kendi kendisini yenerdi kötüm
bir elini okurdu öbür eline

İyi çocuktu
evet
baharı alınmış yıl kadar masum
Uykuda bırakıldık akıntıya
o yapayalnız bir çocuk kıyıda
bıraksa eriyecek
bir salı oklayan
Sazendelerin ıslığındaki akşam
rüzgârla sûzan da sû-i zan

28.07.2012 Stokholm
06:15

30 Temmuz 2012

Ramazan Zaptiyeleri (Gözden Geçirilmiş Yazı)


Dertleri ne mazbutluktur, ne de kendi zulümlerini kontrol altında tutmaktır.

Oruç onlar için bir zahmettir. ”Oruç tutma zahmetine katlandıkları” için "kaytaranlara" kızarlar. Yemek varken aç gezdiklerine, hır gür varken barış içinde yaşama zahmetinde bulunduklarına, bakmak varken başlarını önlerine eğeceklerine, aldatmak varken kendilerine hâkim olacaklarına hayıflanırlar.

Onların biraz daha iyileri gibi görünen, hep istihzâyla gülümseyen, hor görücü ukalâlar ise başkaları ile yarışırlar. Başkalarını şikayet ve ispiyon ile kendilerini gösterip kırmızı kurdela kazanacak öğrenciler gibi dolaşırlar aramızda. Şiddet kullanmazlar ama; "başka"larına, hastalara, seferîlere, tereddüt içinde olanlara, farklı düşünenlere hayatı zından ederler. "Biz bunların inandıklarına inanamayız!" dedirtirler. Onların inandıklarına inanmamak insanlar için samimiyetin şartı haline gelmeye başlar.

Orucu zahmet, külfet görenler sabrı bilmedikleri için  takıntılarının nesnesine indirgedikleri şeylerden imtina etmeyenlere saldırırlar. Bakmamayı bilmedikleri için karşısında zayıf düştükleri her şeye bir süreliğine de olsa düşman kesilirler.

Kendilerini terbiye edemez onlar, etraflarını terbiye etmeyi önceleyeceklerdir. Dünya onlara uymalıdır. Nimet ortada görünmeyecektir; kısmet kendini saklayacaktır; karşı cins, gıda, bitki, hava, su onlar takıntı yaptıkları süre boyunca ortadan kaybolacaktır. Zahirde kıtlıkta, darlıkta kalınacaktır. İftarlarda ise kıtlıktan çıkmış gibi tıkınacaklardır.

Saplantının, takıntının bir yere kadar anlaşılabilirliği var. Tiryâkîliği biliyoruz: Bir yere kadar anlaşılabilir olan bir yerden sonra anlaşılabilir değil. Herkese saldıracaksa insan, oruç tutmaması daha iyi değil mi? Oruç mütecavizliğe yol açsın diye tutulmuyor ki, tersi söz konusu olmalı. Oruç saldırmamayı gerektirir öncelikle. Sabrın sabırsız kılabilmesi geçicidir, onun hâkim yanı değildir. Oruç açlıkla terbiye edilmiş mahkûmların işi değildir. Hür insanların medeniyet talebidir. Nefse hakimiyet boğaz üzerinden gitmez; çeneden, öfkeden, hırstan, baskıdan, zordan, şiddetten, bencillikten, görmemezlikten gelmelerden geçme, vazgeçmedir. Ramazan insanın kendisiyle uğraşma ayıdır, ayıplarını hatırlama ayıdır, kusurlarını kabullenme ayıdır.

Ramazan, elbisesi olmayan çıplağı, sen oruçken çöp tenekesinden yiyeni görmeyi ve tepki vermeyi gerektirir: Giydireceksen üstü başı olmayanı giydireceksin. Çöp tenekesini karıştırana yiyeceğini vermeden orucunu açamazsın. Sokağında bir susuz kedi bile inlemeyecek!

Başka birisi yemek yerse sana ne? Karşısında bir sorumluluğun yok! Adam aç değil açık değil, yiyor! Sen yeme! Ondan iyisini de yapamıyorsun ki: O kimseye saldırmıyor!

Karşında tıkınan belki açlığını aklına getiriyor ama, tafrasını yaptığın oruç kerhen oruç.  Orucu işkence olarak görenin oruç tutmasında ne hayır olabilir ki? Oruç dünyaya nimet yasağı, kıtlık buyruğu değil; insanın kendisiyle baş başa kalışı, kendisini gözden geçirişi, insanlık terbiyesini bırakmayıp devam ettirmesi.  Etrafına bak: Aşçılar nasıl tutuyorlar? Evlerde yemek pişirenler, o sofraları hazırlayanlar?

"İnsanlar birbirlerini eleştiremezler, insanların birbirlerine karışamazlıkları mutlaktır!" diyen de yok. O ayrı bir tartışmadır.

Ramazanın ruhuna çiğliği tasallut ettirmek ayıptır, yakışıksızdır, yanlıştır, eğer "ramazanın ruhuna zulümdür!" demeyeceksek!

1 Temmuz 2012

Çöldeki Ördek











Yeşil ördek gibi
daldım çöllere
ya sen beni unut
ya ben seni

29 Haziran 2012

Uluslarası Durum: Suriye Türkiye Açısından Baş Tehdit mi?


Suriye’nin Türkiye için ”en büyük tehdit” olduğu tezi doğru değil. Ancak, Suriye'nin mevcut hâlinin stabilize olması da Türkiye'nin gelecek tasarımını bloke edecek.

Mevcut durum BOP’un dönüşmesi ihtimâlini bazı alanlarda ve bölgelerde deliyor, donduruyor. Eskiden bölgedeki rus varlığı BOP’un sorunuyken, bugün BOP’u dönüştürmek isteyenler Rusya’dan (sessizce) şikayetçiler. Sessizce, çünkü, Rusya ve Çin dünya iktisadî sisteminin birer parçası durumundalar. İran için bile sistemdışı diyebilmek kolay değil.
Dünya iktisadî sisteminin bundan böyle NASDAQ, Dow Jones veya dolar merkezli olacağı ve ”kapitalist sistem”in ”global üst sistem” olup olmayacağı kesinlikle belirlenebilmiş/kendisini ele verebilmiş değil ve dayatıl(a)mamakta. Son büyük krizin dünyayı dinamiklerine döndürerek sınırlanması gayreti her şeyi önceliyor.
Varolanın yürütülemez hale gelmesinde dünyanın ve tarihin finans gücüyle dinamiklerine ters döndürülmeye çalışılmış olmasının payı var. Bunun maliyetlerinden konuşulduğunda tek başına iktisadî maliyet kastedilmemekte.
Dünyanın dinamikleri finans gücünü elinde bulunduranlarca manipule edlmiş, zedelenmis, kırılmış, örselenmiş, zapt ü rapt altına alınmaya çalışılmıştır. İnsan ve toplum düzeyinde ise doğanın manipulasyonuna (sadece) benzeyen, bir anlamıyla insan ve toplum doğasının manipulasyonu demek olan bir müdahaledir bu. Değiştirilen insan ve toplumun doğası değil, ”doğal” sosyalizasyonun kanallarının bozulması, çarpıtılması, sanallaştırılması, kendi yolundan koparılmasıdır, ideolojiyle aklın yerinin doldurulmasıdır. Tabii ki ters tepecektir!
Global sermaye sonunda yerel çıkarların temsilcisi haline gelmiş, başka yerel sermayelerin rekabetiyle relativize olmuş, ”sistem” için merkezî anlamını kaybetmeye başlamıştır.
Rusya ile güneyde sürtüşmemizin rasyonalitesi ile kuzeyde rekâbet içinde barışık olmamızın mantığı çelişmemektedir. Rusya Türkiye’nin izlediği yoldan değil, özellikle güneyde kendi durumunun belirsizleşmesinden, tüm kartların masada olmamasından, hattâ ortada belirgin bir masa olmamasından tedirgindir.
Bu durum, Rusya’yı engel olmak istediğini (BOP) koruyor, buzdolabında tutuyor durumuna düşürmektedir. Bu tesbitten Suriye ile gerilimden kâr bekleyenlerin BOP'a karşı oldukları sonucu çıkarılmamalıdır.
Ortada netleşmiş iki çizgi var: İlki Bölge’yi bölgedeki bir küçük ülkenin arka bahçesi haline getirmek isteyen; ikincisi bölgenin iktisadî, kültürel ve uluslarası dinamiklerinin açılması için seferber olan. "Türkiye’nin Şahinleri"nde bile bu iki eğilim aynı anda temsil edilmekte.Baş döndürücü ittifak kombinasyonları bizde gerekçelemelerinden kopuk olarak rasyonalize edilip savunulmakta; konu en özgün, biricik, ayırd edici ve yerel-evrensel meselemiz olarak sunulmaktadır. Tartışma konunun hakîkatinden ve bağlamından koparılarak "çıkarlarımız"ın ve "geleceğimiz"in terimleriyle propaganda savaşına indirgenmektedir.İnsan hakları ve "bosnalaşmaya karşı durma" gerekçeleri dahi, maalesef, başka yüzkızartıcı ittifaklar ve müdahalelerde yer alınabildiğini görmemezlikten gelme üzerine kuruludur.
Ortada hem insanî hem de yerelleştirilebilecek, bizim açımızdan bakılabilecek sorunlar olsa da, büyük nedenler ve konunun arka planı ihmâl edilerek ele alınan hakîkat hakîkat kırıntısından ibaret kalacaktır.
Rusya gibi ülkeler, burada vurguladığımız bağlamıyla, kendi geleceklerinin "bazan istenmeden" de olsa planlandığı, şekillendirileceği kaygısı üzerinden yerel dinamiklerin önünün açılmasına engel olmaktadırlar. Korkuları dünya iktisadî krizinin konsolide edilip ”sistemik” bir tadilat ya da uzlaşmaya gidilmesi değil; geleceğe yönelik, global aktör olarak insiyatif kaybıdır.
Dünyada merkezî zemin kaymaktadır, bölgedeki yer tutmaların oluşacak dengede mevcut denge içinde olduğundan daha önemli bir hale gelebileceği varolan aktörlerin insiyatiflerinde yazılıdır.
Suriye’ye geri dönüp soralım: Esad Rejimi atılması gereken rasyonel adımları atmış mıdır? Hayır! Bir çıkış dahi ara(ya)mamışlardır. Esad böyle davranmasa bir darbe söz konusu olabilir miydi? Büyük bir olasılıkla!
Esad’a sahip olmadığı gücü yazıp şeytanlaştırmak sadece propaganda açısından anlam taşımakta. Esad’a yönelik haklı eleştiriler dahi Suriye’ye odaklanan ilgi ve insiyatifin Suriye Siyaseti'nin gücünü, kapasitesini, siyasî ufkunu aştığı gerçeğini unutmamıza yol açmamalı.
Türkiyede iktisadın buyrukları, pazar ihtiyacı; uluslarası düzeyde parsellenmiş kotalanmış, kısıtlanmış, gözetlenmiş, kayırılmış alışveriş ortamı; pazarların ve maddî kaynakların  kapalılığı ya da entegre olmamışlığı akl-ı selimin önünü açık tutmaktadır. Bunun yanı sıra düşünen, soğukkanlı ve insanca yaklaşan, ufuk açan bir elitimiz yoktur: Tırpanlanmakta, biçilmektedirler. İktisadın uluslararasılaşmasının getirdiği pragmatizmden başka bir güvenlik duvarımız yoktur, akıl tutulmasına karşı.
Olanı yok sayarak veya yok ederek "elit" yaratma hayali dönemle, dinamiklerine kavuşan bir dünya anlayışı ile örtüşmemektedir. Yeni Elit’in ifadelerinin üzerine eğildiğimizde siyasetimizin arkasındaki gerekçelerin düzeyi, kapsamı ve tutarlılığı siyasetimizin sahibi olduğumuz konusunda tereddüt uyandırmaktadır!
”Mantıkî adımlar” kültürel yönelimler, ufuk açılımları, atılımlar değildir. Krizlerle desteklenip palazlanan veya kösteklenen (akl-ı selimin daraltılmış hallerinden olan) hesap-kitap kültürünün günübirlik ufku düşünceyi, geleneği, dayanışmayı, eleştiriyi, tartışmayı küçümsediğinde evrensellik iddialarından vazgeçmiş olur.

Ustam Saraçzade Ahmet Cevdet Bey'e Hatıramdır: Nice Bu Unutkan Ufukta




USTAM
SARAÇZADE AHMET CEVDET BEY'E
HATIRAMDIR:
NİCE BU UNUTKAN UFUKTA

Dildâr unutsa gece olur
Gece unutsa dildâr ölür
Dildâr ölür de dil dâr olur
Dil ölür dâr ölür ey dildâr
Dilde dâra mehtâb giryân olur
Beklese haşre kadar gönül
Kaç kez bir şişe sâd pare olur
Ol salimâ dilşende bir sükût
Bülbül nâr-ı firkate ârif olur
Gözden ırak düşen kim dilde olur
Dilden olur dilde olur dildâr olur

28 Haziran 2012

Uluslararası Durum: Suriyedeki Rusya ve Türkiye

Rusya Akdeniz'deki tüm üslerini kaybetmeyi ve Ortadoğu’dan silinmeyi istememektedir. Boğazlardaki tehlikeli madde taşımacılığının ve savaş gemilerinin ölçüsüz trafik hacmi, alternatif yolların uzunluğu, Süveyş civarındaki olası gelişmeler ve Kızıldeniz'de olup bitenler Akdeniz'de konuşlanma imkânlarının geliştirilmesini ya da muhafaza edilmesini Rusya açısından zorunlu kılıyor.
Hâlen iktisadî olarak desteklediği Kıbrıs Rum Kesimi’nin AB'ye girmiş olması Rusya açısından lojistik, teknik sorunlara yol açmış olabilir. Güney Kıbrıs’ın doğal gaz angajmanları ve yeni ittifak arayışları sonrası İran'a karşı izlediği siyaset (son gözaltı krizi) dikkat çekicidir.
Rusya oyunun dışında kalmamaya, Ortadoğu'nun şekillenmesinde söz sahibi olmaya, enerji kaynakları ve yolları üzerindeki insiyatifini kaybetmemeye dikkat ediyor.
 Rusya'ya rağmen Suriye'ye (doğrudan) müdahale edebilmek çetin bir iş.
Rusya dünya savaşına dönüşebilecek bir dış müdahale ile değil, muhtemel bir iç savaş ile Suriye'yi terk etme durumunda kalabileceğinin farkında. Rusya ile sorunu olanlar Suriye’deki muhalefeti desteklemeye ağırlık vereceklerdir. Ruslar'la anlaşanlar ise doğrudan Esad'ın üzerine gideceklerdir.
İzlenen reel politik çizgi Rusya'nın Suriye'den çekilmesinin henüz göze alınamadığına işaret ediyor. Not edelim.
Rusya Suriye'deki üsleri sayesinde ortadoğu üzerinden İran'a yapılabilecek bir saldırıyı bloke edebilme gücüne sahip. Tersi de geçerli: Rusya’nın İran ve Suriye’nin bazı riskli çıkışlarını engelleyebileceğini kabul etmemizde bir beis yok.
Rusya Türkiye'nin sık sık batı ile arasına girmesinden fazla rahatsız değil, karşılıklı şekillendirme ve dispozisyon belirlemeye açık duracak gibi görünüyor. Aynı anda insiyatif alanlarını kaybetmemeye çalışması, rekabet etmesi ise eşyanın tabiatına aykırı olmayacaktır.
Türkiye'nin Rusya ile daha fazla sürtüşmeyi hedeflememesi elindeki imkânların darlığı ile alâkalı değil. Rusya ile ilişkilerde az çok işleyen bir tarz tutturulmuştur. Yine de Suriye'de Rusya’ya karşı kuzeyde düşünülebileceğinden daha fazlası (savaş hariç) göze alınabilecektir.
Amerika açısından Suriye'nin dönüşümünün Rus üslerinin mevcudiyetiyle birlikte mümkün olamayacağının öngörüldüğünü varsayabiliriz. ABD’nin Rusya ile çatışmayı gündeme almadan soğuk savaş dönemi Suriye’sinin dönüşmesini, uluslararası iktisadî ve siyasî sisteme dahil edilmesini hesaplıyor olması akla yatkın.
Suriye’deki olası dönüşüm ABD'deki birbirine rakip duruşlar için farklı anlamlar taşıyor. Bugün ısınan iktisadî sistemi soğutacak, lokal dinamiklerin önünü açacak, İhvân'ı AKP'lileştirmeyi düşünebilecek bir çizgi siyaseti belirlemekte gibi görünüyor.
Esad bir ara bu gelişimi lehine kullanıp meclis ve senatolu bir sistemde nusayrilere devlet başkanlığını, çoğunluğa da başbakanlığı kotalamayı düşünmüş müdür bilemiyoruz. Lübnan'ın işleyişinin Suriye'de bilinmediğini düşünemeyiz. Lübnanlaşma kaygısı mı hâkim olmuştur şimdilik belirsiz. Tavizsizlikten mi, karar verebilecek durumda olmadıklarından mı bir orta yol bulamadılar zamanla öğreneceğiz.
Önce Suriye ve Lübnan, sonra da Ürdün bir an önce dünya iktisadî sistemine entegre edilmek isteniyor. Daha sonra ortadoğunun en sorunlu, en belâlı alanına el atılacak gibi görünüyor, dünya iktisadını "normalleştirme hamlesi” başarılı olabilecekse.
Yaşanan krizin modern dünyanın gelmiş geçmiş en büyük krizi olması, siyasetin ve uluslararası dengelerin iki de bir mühendislikle şekillendirilmesiyle sistemik regülasyon dinamiklerinin yitirilmesi, iktisadî sistemin çöküş sinyalleri veriyor olması böyle bir rüzgârı estiriyor.
Obama'nın seçimleri kaybetmesi halinde dahi ABD dış politikasının klasik BOP yönüne doğru kaydırılmasının var olan iktisadî ortamda sorumsuzluk olarak algılanıp iktisadî krizin bazı finans çevrelerinin ayaklarına dolaştırılmasını bekleyebiliriz.
Türkiye Obama’nın, daha doğrusu Obama’yı destekleyen siyasetin kaybetmemesi için açık seçik bir pozisyon almaktadır. Türkiyenin cari açık sorunu bir süre daha dış destekle dengelenebilecektir. Bir zaman sonra destek veren çevrelerden mantıksız taleplerin gelebileceğinin ya da şartlar değiştiğinde destek veren ülkelerin baskı altına alınabileceğinin hesaba katılıp katılmadığını, alternatif politikaların mevcut olup olmadığını bilemiyoruz.
Burada Körfez ülkeleri ve Suudi Arabistan’dan bahsetmememe şaşıranlar olacaktır: Şimdilik, Körfez ülkeleri ve Suudî Arabistan’ın dünya iktisadî sistemine entegre durumda oluşlarına dikkat çekmemiz yeterlidir. Hem pazar olarak, hem kaynakların üretime açık tutulması anlamında.
Bazı ülkelerde dinamiklerin önünün açılması cetvelle çizilmiş sınırların, hükümranlık alanlarının da değişiminin önünün açılması anlamına geliyor. Bir çok gücün müdahale etmek için fırsat beklediği alanlara daha detaylı müdahalelerin olması da şaşırtıcı gelmemelidir.
Ben dünya iktisadî krizinin aşılması işini radikal demokratik bir insiyatif gibi görmüyorum. Olsaydı muhtemelen itiraz da etmezdim: Var olan insiyatife değil, toplumsal dinamiklere güvendiğimden. Elbette itiraz edebilecek kadar konuya vakıf değilim: ”Kenardan geçerken” olan biteni anlamaya çalışıyorum o kadar.
Öngörüde ileri gittiğimde reel politik zemin üzerinden kurallar ya da kuram çıkarıyor durumuna düşmem kaçınılmaz olacaktır. Benim söylediklerim konunun doğrudan kendisinin üzerine (Tanpınar’ın deyişiyle)”kapanmadan” önce yapılan bir ”envanter çıkarma”, kendi ”muhayyer bakış”ına bakmadır, bakışı tasniftir.
Başka yol olmadığı düşünülüyor.
Alışılagelmiş kontrol,el koyma, abluka, üzerine çökme yerine (biraz) daha liberal bir kaynak değiş tokuşu, pazar interaksiyonu öne çıkarılıyor. Öldüğü addedilen ulusal devletlerin sorunlar ve sorun alanlarıyla yüzleşen ve boğuşan (siyasetleri belirlemede etkin olan, çatışma ve kapışma alanlarında çekirdekten yetişmiş olan) "entellektüel"  bürokrasileri; üniversiteleri, kriz yönetimini üslenen çevreler bu pragmatiğe angaje diyebiliriz. İddiasız, doğası gereği yanlışlanabilir bir varsayım olarak.
Rusya Obama'nın çizgisine karşılıklı alışveriş içerisinde kendi insiyatif ve iktisadını güçlendirebildikçe, geleceğinin karartıldığını düşünmedikçe fazla itirazda bulunmayacaktır. Neocon'ların yeniden devreye girme ihtimali yüzünden pazarlıklarda ileri gitmeyi de istemeyecek; gelişmeleri gözlemleyerek, alışverişi elinden geldiğince yönlendirerek  bekleyecektir. Enerjiyi dış politik araç olarak kullanabilmesi daha esnek uluslararası politikalar izlemesinin önünü açmaktadır. Bundan Avrupa ne kadar hoşlanır bilinmez, ancak soğuk savaş repertuarından daha "ince" (sublim) bulacakları kesin.
Rusya'nın Suriye'deki varlığı bir başka konjunktürde Türkiye'nin  işine de gelebilecekken (örneğin BOP'un hayata geçirilme ihtimalinde) bugün için rahatsızlık verici gibi görünüyor: Türk Hükûmeti açısından önceliğin Obama yönetimi devredeyken  yeni bir Neocon müdahalesi ile bölge iktisadının irrasyonal’e çekilmeden hızla şekillendirilmesi olduğu düşünülebilir. Bu varsayıma karşı en sessiz ve derin kuşku kaynaklarından birisi İktidar Bloku’nun mayınlı tarla ”fikr-i sabiti”dir. İnatla cevapsız bırakıldığını gözlemliyoruz. ”Paradigma” değişince ”projeler” mi değişti, yoksa halâ gündemde mi tutulmakta, birileri pusuda mı bekliyor bilen varsa bu inadın öncelik derecesini, geçerliliğini, bağlayıcılık nedenini izah eder!
Rusya Suriye'den çekilmesini hızlandırıcı insiyatif kullanılması halinde ABD seçimlerine dikkat edecek, Akdeniz'deki varlığının iktisadını, lojistiğini, değişik kompozisyonlardaki gerekirliğini hesaplayıp  yeniden şekillendirecek, dünya siyasetindeki olası bir u-dönüşe karşı pozisyon çeşitleyecektir.
”Varolan İnsiyatif” ideolojilerden, ezberlerden, kin ya da husûmetten, kaynaklara el koyma hırsından çok dünya iktisadını ve ekonomisini normalleştirme, rayına oturtma, pazarları ve kaynakları açık tutma derdinden, tasasından, sıkıntısından yönlendiriyor gibi görünmektedir. Rusya bu faaliyetlere göre politika belirlemektedir, bu siyasete karşı değil: Bunun içinde ve buna eklemlenen bir rekabet ve kapışma anlayışı ile.

24 Haziran 2012

Uluslararası Durum: Düşürülen Uçak

Sınır ihlâli gerekçesiyle uçak düşürme eylemi Suriye açısından hayli maliyetli olacaktır. Suriye bu hareketle yalnız uçaksavar bataryalarını, üslerini değil ülkelerinde yerleşik eski Sovyet varlığını öne çıkarma, tartışmaya açma durumunda kalacaktır. Önümüzdeki dönemde Rusyanın üsleri, konumlanışı, teknik desteği uluslararası düzeyde pazarlık masasına alınacak, reel politik düzeyde ise bunaltılacaktır.

Uçağın radar ve uydularla takibi ve düşürülme insiyatifinin kullanılması kısmen ya da tamamen rus teknik desteğiyle sağlanmışsa  hedefe konulmak, pazarlıkta, çatışmada yüksek profilli taraf olarak gündeme gelmek kendi tercihleri olmuştur. Akdenizdeki rus varlığı açısından geri çekilmenin düşünülüp düşünülmediği, düşünülüyorsa ne şekilde, hangi şartlarda göze alınabileceğini şu anda değerlendirebilecek, reelpolitik geçerliliği ile tartışabilecek durumda değiliz.

Rusyanın konumunun problematize edileceği hususu tartışmalarda ihmâl edilmektedir. Rusya baskı altında kalacaktır, "Suriyedeki Rusya"  gündemdedir.

Bu eylemin Suriyeye maliyeti, ilk elde, müttefiklerinin hareket alanlarını daraltıcı, Akdenizdeki yeni jeopolitik dengelenmenin önünü açıcı bir biçimde kendisini gösterecetir.

Rusyanın varlığı Suriyedeki muhalefetin de gündemine girmiş oldu. Rusyanın Suriyedeki iç çatışmalarda daha doğrıudan taraf olması, konuşlanmasının öncelikli sorun haline gelmesi artık kaçınılmaz. Muhalefetin zayıf ve ciddiye alınamayacak bir durumda olması halinde Rusya açısından sorun yok. Muhalefetin güçlenmesi, siyasî bir alternatif olarak kendisini gündemde tutabilmesi halinde ise Rusyanın işi çok zor.

Türkiye'nin Suriye sınır bataryalarını, hava savunma sistemini ve rus üslerini kendi ayağına dolaştırmak yerine Suriyeye bir maliyet, Rusya'ya pazarlık imkânları ve yeni bir uluslararası konjunktürün hatırlatılıp dayatılması politikaları olarak geri çevireceğini düşünebiliriz

Uçak düşürme eyleminde rus insiyatifi şu anda elimizde olan verilerle sadece ve sadece geri çekilme politikasıyla açıklanabilirliğe sahip. Suriyeye yaptırım öngören güçlere her hâl ü kârda Rusya'ya geri adım attırma veya Rusyayla yeni bir denge kurma fırsatı verilmiş durumda.

Suriyede açık savaş görüp görmeyeceğimiz kesin değildir. Şu anda olup biten de zaten savaştır. Uluslarası dengeler, konsensus ve şekillenmeler hızla değişmekte, kristalize olmaktadır.

Doğrudan ya da üstü kapalı bir savaşta Suriyedeki rus varlığı gelecek senaryolarını belirleyici önemdedir. Rusya'nın Akdeniz politikalarını yeniden şekillendirmesi, Boğazlarla ilgili anlaşma ve uygulamaların çerçeve ve sınırları ile de alâkalıdır.

Rusyanın konumu, durumu, uluslararası dengelerdeki yer tutuşu şu anda Suriye üzerine politikalar ve konjunktürde birinci derecede önemlidir. Suriyede rejim değiştirildiğinde dahi Rusya'nın uluslararası tutumu, yer tutuşu, konumlanışı şekillenmeden geçicilik ve belirsizlik statüsü kırılamayacaktır.

Özetlersek Rusya da yeni bir dengeye oturtulmak istenmektedir. Rusyanın hamlelerini hem iyi okumak, hem de Rusyayı içinde denge kurmaya davet eden yeni konjunktüre dikkat etmek durumundayız.

Suriyedeki gelişmelerde dünyanın şekillenmesini daha kolay okuyup, çözeceğiz.

Yeni dengeler kurulmadan barış pek mümkün görünmüyor, hedeflenen ise savaşın kendisi değildir, yeni bir uzlaşmadır, bir kenara not edelim.


20 Haziran 2012

Haziran 2012'de Bizde Vaziyet

"Eski Sokağın Rüzgârıyla"yı düzeltme ve gözden geçirmeye nihayet başlayabildim. Sansür, dağıtmama, satmama, kazık atma, tırtıklama ve maydonoz olma işlerini hiç bir zaman için kabul etmeyeceğimden kendim yayınlayacağım. Parasıyla da dağıttıracağız, Efendim. Eski kitaplarım bildiğiniz üzere "piç edildi",  "intihale uğradı" ve dahi şartlarını kabul etmedikçe engellendi. Bu ilkeli insanlar intihalleri, çalıntıları, alıntıları hep yayınlayabildiler.

Büyük yayıncıların bir kısmı "eski arkadaşlarımız" yanılmadınız da ne var bunda?

Zor metinlerin bedava çevirisini yaptığımızda ve hattâ parasını verdip yayınlatmaya kalktığımızda da değişiklikler ve emrivaki ile karşımıza az çıkılmadı. Pazarlığımızı sağlam yapacağız, gerekirse ekitaba başvuracağız ya da yurtdışında yayınlatacağız.

Burun sokamadıklarını dağıtmama hakları var, evet, kendin pişir kendin ye işlerinde de.

Yayınladıkları uyulması gereken sözlükler ve kurallara bakıyorum, hafakan basıyor, ancak sekiz on kitabı birden kaybetmeyi de göze almak zorundalar. (Bu kurallarla Tanpınar, Haşim, Meriçin yayınlanmamış eserleri bile yayınlanamazdı müstearla yayınlanmaya kalkışılsa. Evet, bize hiç acımazlar "para makinası" da değiliz ki, "katlanacakları".)

Bir yolunu bulacağız.

Yayına hazırlama, son şeklini verme ağustosta. Eylülde yayınevine teslim edilecek.

Ve karşımıza "inkılâp"ları "inkilap" yapmaya çabalayacak editörler tabii ki çıkacak. Parayı peşinen verdiyseniz geri de alamazdınız eskiden "düzeltilmeyi" kabul etmediğinizde, ritm ses bozulduğunda...

Tanıtım? Parayı verecek ve düdüğü çalacağız. Bizim yolumuzu kesmeye kalkacak tabii ki somun pehlivanları. Bu kez kavga edeceğiz. Burunlarından getireceğiz. Ya da az çok para kazanacaklar, yol kesip dayak yemek yerine.

Şiirle başlıyoruz. Gerisi gelecek. Deneme, roman, felsefe. Bahsettiğim, bahsetmediğim bir çok şey, pek yakında hayat sahnesinde....




7 Haziran 2012

Açılımsa Açılım!

Ortadoğudaki gelişmeler iki yönde şekilleniyor. Birincisi, Irakta demokratik bir federasyon için girişimlerin başarı kazanması ve Suriyede yumuşak iniş olasılıklarının belirmesi; ikincisi, Irakın karışması, Suriyedeki sorunların Iraktaki sorunlarla bütünleşmesi ve İrana aynı zamanda saldırılması biçiminde.

Varolan her alternatifte üzerimizde ve üzerimizden pazarlıklar dönüyor. Dönen her pazarlık durumu kurtarma adına onaylanırken, içerde sorun çözümüne yönelik her girişim mahkum ediliyor.

Bizim dışımızdaki herkesin tartışabildiği ve burnunu sokabildiği işlerde siyasi partilerimizin insiyatif kullanmasını, sorunları masaya yatırmasını, çözüm aramasını olumlu buluyorum.

Bölgeyi belirleyecek aktörlerin önemli bir kısmı bizim içimizdeki dışımızda. Şartlar, insiyatif kullanılmasını, zihnen hazır olmayı, atılmış köprüleri onarma çabalarını küçümsememiz anlamına gelmemeli.

Dışımızdakilerin verebildiği, verdirebildiği kararları ne farketme kararlılığı içindeyiz ne de olduğunu iddia ettiğimiz kırmızı çizgilerin sönme noktalarında gezinebiliyoruz.

Ülkeye sahip çıkmak bürokratik bir hamasiyatın işi değil. Kenarda kalmak, bulaşmamak da güvenli bir duruş olabilir bazan, macera başlarken, gelişmeler okunamazken, bir duruş oluşturamazken.

Bugün içe kapanıp korunma dönemi bitmiştir! Öncelikle partiler için geçerlidir bu: Yeni bir şey söyleyerek yani sorun çözerek, kendilerini halka emanet ederek ayakta kalacaklardır.

Tasvip etmediğim yönetimler, insiyatifler oldu bittici davranmadıkça, politikalarını ve kendilerini değişmez görmedikçe kapalı siyaset tarzına tercih edeceğim.

Siyasi partiler, meclis, demokratik rekabet aktif hale getirilmeli, yeşertilmelidir. Güçlendirilmelidir demiyorum çünkü demokratik insiyatif potansiyelimiz atıl durumdadır. Toplumsal dayanışma ve konsensus kanalları can çekişmededir.

Demokratik siyaset platformu sorunları çözemese de varolan mentaliteyi yenme ve aşma kapılarını aralayacaktır.

Ben bir önceki açılıma kuşkuyla baktım ve sordum: "Bu kararlar nerede alındı, ne yapılacak, nasıl tartışılacak?" Bugün henüz açılım diyemeyeceğim insiyatife ise kuşkuyla bakmıyorum, her sorunu çözebilecek bir kapasite gördüğümden değil, meclisin, siyasi partilerin çalıştırılmasını öncelediğinden.

Bir yanlış yapılırsa düzeltiriz. İtiraz ederiz. İnsiyatif üstlenecek partilerin bizi tüm çeşitliliğimizle, entellektüel kapasitemizi tüm nüanslarıyla temsil etmediğini bile bile. İki gün sonra bıkıp yorulma, kaytarma olasılığını gözardı etmeden.

Toparlarsak, gelişmeler her türlü olasılığı masaya yatıran güçlü ya da derme çatma onca insiyatifi canlı tutarken konuları bir başka masaya yatırabileceğimizi düşünmemize itirazın hiç bir anlamı yok. Buyursun isteyen istediğini istediği masaya yatırsın: Bölgedeki oldu bittilerin biz durumu kurtarsak da, çırpınsak da sürekli kapımızı çalacağını unutmadan!

Yanlıştan dönmek kolaydır, hele hele demokrasiyi işletmemizden kaynaklanan yanlışlardan dönmesi. Verilmiş kararlarımız ve sözlerimiz cetvelle sınır çizenlerin çalışma masasındadır. Buna itiraz açık ve demokratik bir siyasi diskurun önünü açmakla başlar. Önerilebilecek diğer faaliyetlerin bu yapılmadıkça neye hizmet ettiğini bilemeyiz!


2 Haziran 2012

Aşksızlara Ağıt












Seninçin susmadım
tabiatım bu

çağıldayan nehir
aşkla konuşan bir kaç hatun
beşiğimden doğrulup bakamazdım kimler
komşu beyin kerimeleri olacak
ortaokul sahnesinde evlenen hatun
sararan siyah beyaz hafızam
şurup şisesinde soğuk tutulsun suyum
kadın düğünleri sıcak, boğucu
boğumlu naylon, muşamba, pişik
nehri bastıran bir uğultu
ılıyınca su sevmezdim

tef çalardı bir yaşlı kadın gemicide
repertuarı genişti, evet
dalgın söylerdi
yorgun, bezgin
aklında belki bir cepheden dönmeyen
kapı gıcırtısına oynarlardı
kadınlar işlerine gelince
pişiksiz, tersizdi tefli, yere oturulan düğünler
hafakan basardı yine de
anânemin kucağında

aklım halıda kedilerle takla atar
mestan adam yerine koymaz
basar tırmığı dayımla oyununa dalınca

kıçatarak ahırdan fırlardı ossaat
kankam
beni, kelebekleri, kuşları görünce
yapraklar hışırdar, radyoda belki arkası yarın

gel danası gel gel gel
nazar boncuklu bişi vardı bileğimde
ve kankamın boynunda

düş ardıma derdi
dur yav daha yürüyemiyoz
osmanlı çileklerine dalardı telaştan
eyvahhhhhh kızcaklar
dizlerinin bağı çözülür
çamura dalardı çeşmenin yanında
hayretten, sevinçten, memnuniyetten

iki yavru
iki evden uzaklara düşeceklerini bilen
heyecan


Onu da aşksızlar yedi bitirdi Ruhum
beni de

31 mayıs 2012 02:14

6 Mayıs 2012

Günlerin Bugün Getirdiği



1 MAYIS 1977. Katilamdır, provakasyondur, darbe hazırlığıdır. Ecevit'i teslim alma girişimidir.  TUSİAD'ın gazete ilânları, İzmir Çiğlide Ecevit'e suikast, Erzincan tezgâhı; Maraş, Sivas, Malatya saldırılarılarından bağımsız olarak düşünülmemelidir. 1 Mayıs katliamı sonrası kimler apar topar görevden uzaklaştırıldı dikkat etmek lâzım.

O yılların kitlesel sol örgütü bağımsız ve bağımsızlıkçı Dev-Genç idi. 1978'de katılım daha da yüksekti ve Dev-Genç ile ona yakın duran sendikalar alana ağırlıklarını koymuşlardı. 1977'de provakasyonu durdurmaya onlar çalıştılar, en büyük kaybı onlar ve TÖB-DERliler verdiler. Diğer grupların ağırlıkları, etkileri Dev-Genç ile kıyaslanamaz.

Darbe öncesi DİSK'te Bağımsız Devrimci İşçi Hareketi yükseliyordu. Engellenmiş oldu!

1 Mayıs 1977 üzerine uçuk kaçık iddalar yürütenler katliamı engellemeye, panik ve ezilmeleri durdurmaya çalışan Dev-Gençlilerin "farkında değiller". Yanlarında da olmadılar, hiç bir zaman!

FATSA'yı hedef gösterenler, bağımsızlıkçı ve bağımsız sol'un demokrasi, praksis ve gündelik hayat ile sınanmasını engellemeye çalışanlar maalesef soğuk savaş örgütünün sözcüleri ile sınırlı değildiler. Bugün mütevazı bir demokratik yerel yönetim modeli görülebilecek çalışmayı "kurtarılmış bölge" ilân/ihbar ettiler. Sovyetik, tepeden inmeci modellerin eleştirisi olan onca emeği "sovyet yayılması" olarak gösteren soğuksavaşçı sağ ile el ele solun demokrasi ile imtihanını Fatsanın çamuruna gömmeye çabaladılar.

Bizler de varız Sayın Seyirciler! Söz hakkımız olsa da olmasa da, söylenecek sözün sahip çıkanları olarak; herkesin söz hakkına sahip çıkıp sözsüz kalmışlar olarak!

Ey Halkım, unutma bizi!

25 Nisan 2012

Köprü













Aşk okuldur bir rinde
yaralar buhurdan gibi tüter

Seninle salınan
kendi ferah ufkun


sıratın

22 Nisan 2012

"Cuma" Sorunumuz

İlk ve ikinci kuşak cumhuriyetçilerdi bana Ahmet Haşim'in düz yazılarını okumamı öneren. Gurabaayı Laklakan, Frankfurt Seyahatnamesi ve Özellikle Müslüman Saatlerini okumam salık verilirdi. Müslüman Saatleri takvim, zaman, gün kavramlarımızı değiştirmenin yarattığı boşluğa geleneğin şiiriyle dokunuşudur Haşim'in.

Müslüman Saatlerinin içeriği 12 saatlik gün üzerine teknik, heyecanlı ayrıntı konuşmalarıyla geçiştirilirdi. "Güzel bir deneme değil mi Evlâdım", "Haşim Nesri dilimizin, ruhumuzun doruk noktasıdır, evet Evlâdım!"larla içeriğine de katıldıklarını anlardık.

Cumhuriyetin tartışılması, sarsılması kâbusları idi. Bazı düzeltmelerin yapılmasının sorumluluğunu ise geleceğin aydınları olarak bizlere devretmek isterlerdi.

Tek Parti İdeolojisi olarak bilinen çoğu şeyin tartışılır mevzular olduğunu anlamamızı, Cumhuriyetin stabilize oduğu, bağımsızlığımızı pekiştirdiğimiz günlerde ele alıp düzeltmemizi beklediklerini hissettirmek isterlerdi. Bunun için de geleneği aktarmaya, insanlık yolculuğumuzun ruhunu kavratmaya diplomatik bir dil ile dikkat ederlerdi.

Eski saatlere geri dönmemizi beklemezlerdi aslında. Bir başka zamanın bir başka gündelik hayatı şekillendirdiğini anlamamızı, terk edilenin yenisinden kötü olmayabileceğini bilmemizi isterlerdi. Onlar için öncelikli olan, zamanı gelince, bir takım iade-yi itibar meselesini ele almamızı beklerlerdi. Zamanının gelmesi aktüel kapışma, çatışma alanlarını kapatmış yeni bir ufuktan geçmiş ile olan alâkanın normalize edilmesi idi. Bu yanlış bir düşünce değildi ancak bir beklenti olarak doğru da çıkmadı. Türkiye büyük çatışma ve kapışmalardan, yeniden şekillendirmelerden geçti. Üzerimize düşeni yapamadık.

Tarihte boşluk kalmaz.  Bizlerin devrede olmayışıyla "iyi ki olmadı!" diyenleri daha da rahatsız edecek hesaplar başkalarınca görülür. Toplum mühendislerinin zamanla irkilmemeleri istisnadır.

Tarihin farklı yazdığı çoğu olay, gelişme, tavır, kurumlaşma onlar oluşurken tanık olmuş ağızlardan gerekçeleri, dengeleri, yanlışları ve doğruları ile ele alınır konuşulurdu. Sorduğum hiç bir sorunun cevapsız kaldığına şahit olmadım. Bazı mevzuları sessiz kalarak, bazı şahısları övmeyerek, sadece başka bir alandaki iyi yanlarını öne çıkararak, iç çekerek, o konunun etrafındaki ayrıntıları hikaye ederek anlatırlardı.

Hazırlık sınıfını ve üniversiteyi Ankarada okumam, Anadolu Eşrafının halet-i ruhiyesini öncesinden iyi kötü tanımam benim için büyük bir şans idi.

El kitabı olmayan çoğu konuyu, ayrıntıyı sorgulama fırsatım oldu.

Çürüdüğünü düşündükleri her hangi bir kurumumuzun çürümemiş halini de onlardan, gözleri pırıl pırıl olurken öğrenebiliyorduk. Geçmiş ile bir sorunumuz olmamasını istiyorlardı. Gelecekten vazgeçmememizi, batı ülkelerini mühendislikte, düşüncede geçmemizi.

Savaş görmüş kuşaklar savaş romantizmi yapmazlar. Eldekini tahkim etmemizi, ülkeyi yaşanılır hale getirmemizi istiyorlardı. Bin bir bahaneyle onca emeği boşa çıkarabilecek kapışmalara sebebiyet ve izin vermeme derdinde idiler.

Sokaklarında korkusuzca yürünebilir bir ülke, işgal altında olmayış, çocukların okuması, hekim ve mühendis sayısının artması onlar için sevinç kaynağı idi. Salgın hastalıklar halâ devam ediyordu. Sıtma, verem gibi.

Batı edebiyatı ve düşüncesine hakim olmamızı isterken doğu klasiklerine sürekli bağlayarak konuyu Hafızsız, Fuzulisiz, Mesnevîsiz de bırakmamaya çalışırlardı. Doğu klasiklerini okumaya asla zorlanmadım. En güzel sohbet anları onların üzerine büyüklerin konuştuğu günlerden kalma. Yemeli içmeli, ikrâmlı, şakalı, hatır gönüllü sohbet akşamları. Fırınlı sobada cızırdayan bir çaydanlık, külde cezveler, soba tahtasında haklarını iyi bilen aksi bir kedi. Altmışlı yıllar umudun, gelişmeye güvenin yılları idi. Onca hesaplaşmaya kapışmaya rağmen bir halk idik.

"Cuma" sorununu açanlar bugünün tavizsiz aydınları, yani cumhuriyetin ikinci kuşağı idi. O yıllarda kafalarının karışık olduğunu hatırlarım. Şimdikinden karışık olduğunu. O yılların Cumhuriyet Gazetesinde ramazan sayfaları vardı. Ramazanlarda, bayramlarda meselâ, Abdülbaki Hocayı dinlememek ayıptı. İlk kuşak, yani Çanakkale, Kuttülammare, Kurtuluş Savaşı Kuşağı bağımsızlığı kurtarabildiğimize şükrederler, bu sorunlar üzerinden gündem yürütülmesini istemezler, konunun hakikatini de kapatmazlardı. Taşralı bir toplumduk. Cuma sorun olmuyordu. Taşrada bir biçimde pratik çözümler bulunuyordu. O yıllarda cumartesi günleri okullar yarım gündü. Memurlar da yanlış hatırlamıyorsam, yarım mesai yaparlardı.

Cumartesinin tatil olması ile neden Cuma'nın tatil olmadığı tartışması gündem oluşturdu. Biz çocuklar halimizden memnunduk. Okullar ağırdı. sabah gidip akşam dönülürdü. Köy Enstitülü öğretmenler işlerini ciddiye alırlar, ülkeyi abad edecek kuşağı yetiştirdiklerini düşünürlerdi. Sanıldığından daha muhafazakâr olduklarını, geleneği ve eski kültürümüzü iyi bildiklerini, onlardan iyi bir temel aldığımızı düşünüyorum. Öncelikleri farklıydı, ülke ayağa kaldırılacaktı, mühendislere, hekimlere ihtiyaç vardı.

Yaz tatillerinde eski yazı okur, hatim indirirdik. Helvalı hatim duaları, mevlit, mukabeleler.

Sibopsuz, dikişleri ve içlastikleri iki de bir patlayan futbol topları. Ayakkabılarımızdaki çiviler. Alışverişlere, davet çağrılarına koşturuluşlarımız. Biraz bir buz için sıcak günlerde taşrada hastanelere, büyük şehirlerde buzculara koşturuluşlarımız. Buz(lar) biz getirene kadar nerede ise erirdi. Bisiklet lüks olmasa da büyüklerimizin almaya kıyamadıkları, bir havuçtu. Büyüklere hayal kırıklıkları ve güven kaybı söz verilip de alınmamış bisiklet hikayeleri idi bizim nesil için.

Cumaları esnaf bir sandalyenin sırt kısmını kapıya yönelterek bırakır, kepenkleri yarım kapatarak namaza giderlerdi. Bir acil ihtiyacı olan içeri girebilsin diye açık tutulurdu kapılar. Kapatmak saygısızlıktı işine, müşterisine. Kapatılan dükkanın bereketi de kapanırdı sanırım, o yıllarda.

Lokantalar, eczaneler açık kalırdı. Şimdiki gibi görünme kaygısıyla değildi, Cuma bir araya gelme günüydü büyüklerimiz için. Daha şık giyinirler, namazdan sonra çırağı, yardımcısı olmayanlar bekleyenlerine koşturarak dönerler, diğerleri bir birlerine uğrayarak, görüşerek, birlikte yürüyerek dönerlerdi işlerine.

Cumaları okulu tatil olan bir torun, oğul ya da kız çocuğu dükkanı bekler, istemese de mükafaatını alır yoluna giderdi.

Şehir hayatı taşradan zordu hayat tarzımızı devam ettirebilmek için. Esnaf telaşlı, stresli de olsa geleneğini sürdürebildi. Memurlar ve işçiler için emekliliği beklemekten başka bir yol yoktu.

Batıda kırk saatlik iş günü bazan yaşla orantılı olarak daha da düşse de altı saatlik iş günü söz konusu olamadı. Yarım mesai, üç çeyrek mesai olsa da tam ücret sağlayacak verimlilikte görülmedi sanırım.

Muhafazakâr taşranın çalışma saatlerinin daha esnek olması Cuma konusundaki tartışmaları bir ölçüde frenledi sanırım. Şahir hengamesi, ulaşım, işsizlik de şehirlerde Cumayı gündeme getirmedi gibi görünüyor. Ancak cumartesilerin tatil olmasıyla oluşan kırgın tartışmayı, kendi ülkesinde ayrıma uğramışlık olarak görenlerin acısını da unutamıyorum.

Bugün belli bir refah seviyesine ulaşıldığında (Fakirlik, açlık var ama eskisiyle kıyaslanamaz, zengin çocuklarına babalarının tersyüz edilmiş pantolonlarından pantolon dikilirdi. Fakirlerin bin bir yamalıklı pantolonları ters yüz dahi edilemezdi. Gömleklerin yakası sökülür, tersten dikilirdi.) bu konular yeniden tartışılmaya başlayacak. Gelenek kaybına uğrasak, çoğu meselenin nasılını nedenini unutsak, en güzelini yaşayanları aramızda bulamasak da, insanlar deneye sınaya Türkiyenin Ruhunu yakalamaya çalışacaklar.

Türkiye tek bir mezhep, din, dilden oluşmuyor. Herkese saygı, demokratik bir gelenek çoğunluğun değerlerin sonralanması, ötelenmesiyle sağlanmıyor, hiç bir zaman için sağlanamayacak.

Sorunlar yaratılıp erteleniyor. Ertelemelerin kabul görmesi, toplumda infial uyanmaması toplumun olgunluğunun sonucudur. Mühendislik sevdasının başarı öyküsü değil. İnsanlar, vatandaşlarımızın çoğunluğu hayatlarına anlam veren hayat tarzını da arayacaklar, sorgulayacaklar. hem kendilerine buyurulanı yerine getirme, hem kendine gelme, hem de köksüz kalmama, şehirsiz kalmama için.

Onca mimari, külliye sanki terk-i dünya eylemiş bir kuşak için yapılmış ve metruk, ısssız kalmış gibi. Hayatla bağı kopmuş mekânların şehirlerinde, insanların ruh incelikleri binalara, binalardaki estetik incelik insanların hayatına nasıl yansıyabilir?

Enderûn teravihini, hat sanatını eleştiren ilahiyat profesörünün asketik tarzında da bir hakikat var, var ama, Hafız Kemal, Hafız Osman, Hafız Burhan, Hafız Saadettinli enderûn teravihleriyle kültürümüz bütünleşiyordu. Güvercin evleri köşkleri hiç olmazsa bayram sabahlarında paylaştığımız mekanların zevkiyle yapılmıştı, sahiplenilebiliyordu.

Oratoryoları iyi bilmek hayat tarzlarına bağlamadıkça vücut bulabilmiş olmuyor. Batı müziği de güzel, orkestrasyon, ses dağıtım teknikleri bizden şimdilik  ileri. Ama bizde de bir zamanlar ayin denilen senfonik kompozit/bileşik formlar, saz eserleri, ruhumuzu ifade eden şiir seslendirmeleri vardı. Evrenseldir müzik evet, ama lokaldir de, somuttur da en soyut halinde dahi bir ufkun terlemesi, ritmi, (kendini, geleceğini, damarlarını) aramasıdır da. Enderûn musikisine çok geniş bir anlamda lokal diyebiliriz. Bir dünyada kültürde lokalize olmuşluğun ifadeliliğinde, ifadesinde.

Cuma belki bugün mahalle baskısıyla ayakta duruyor görünebilir. Bence bu doğru değil. Mahalle baskısı iç boşaltır, zahiri kurtarırken ruhunu soldurur. Mahalle baskısına rağmen ruhunu koruyabilen, ayakta durabilen, derinliğini sürekli hayata yeni bir şeyler söyleyerek hitap eden bir kültür hayatlıdır, dinamiktir, ayaktadır, ayakta tutmaktadır.

Hayatımızın anlamı sorun olmaya başladıkça, yani karnımız doyup, boşluktan, kültürsüzlükten, her bıcağını alanın hekim kovalamasından, kaynana dizilerinden, yemekteyizlerden usandıkça mekanımızı, bahçemizi, dayanışmamızı, cumamızı arayacağız.

Cumanın sahiplenilişi kültürün de canlanışıdır. Enderûn musikîsinin mevlevihanelerden, teravihlerden nükseden tesellisi idi Münir Nureddinler, Şerif Muhiddin Targanlar, Safiye Aylalar.

Sanat ille de tekkeden gelmez. Ama geldiğinde de inkar edilmez. Ait olmadığı yerde bir musiki, şiir, düşünce, zikir, fikir kısaltılır, dinamiğinden koparılır. Komprime hale getirilir. Birilerinin bu kadarını alabilmesi için bile hayat tarzlarına ihtiyacımız var. Teavihsiz, Cumasız, Bayramsız, Ayinsiz kültürümüz dilini, biçimlerini yeniden üretemiyor.  Yeni kanalların gelişmesi eskilerin varlığından bağımsız değil. Popüler kültür bile klasik kalıpları kullanıyor. Rock mozart-armonisiz düşünülebilir mi? Uzun havasız, taksimsiz, nefessiz, deyişsiz, bozlaksız, makamsız ve ayaksız bir Cem Karaca?

Cuma sorunu nasıl çözülür bilmem. Finansmanı, planlaması, sevk ve idaresi karmaşık olabilir. Hele hele turizmden gelen yeni iş saatleri anlayışı işi daha da kolaylaştırmayabilir. Üzerinde düşünmekle başlayalım. Bu konuda diğer ülkelerde ne yapılıyor, eski çözümler nelerdi düşünmemiz, tartışmamız, iktisaden göze alabilecek kadar sorun çözümüne odaklı olabilmemiz lazım.

Kimsenin yeni bir sorun çıkarttığımızı düşünmeye hakkı yoktur. Cumaların tatil olmaması için güçlü gerekçeler (uluslararası takvim birliği gibi), iktisadi gerıekçeler vb. sıralanır, üzerine düşünürüz. Cuma'lı yaşayanların görüşleri alınır ve bir yol bulunur. Gizli yasaklar varsa ya da yoksa, sahipleri kimlerse öğreniriz.

Laiklikle alâka? Dünyanın tek laik ülkesi isek, standartları belirliyorsak var. Diğer laik ülkelerin normlarını düşündüğümüzde tavrımız tutarsız. Yine de tartışmaya devam etmemiz gerekir.


.....

"Solcu Abiler" neden konuşuyor mu demelerini tercih ediyorum? Tabii ki:)
Zamanım bu kadarına yetti. Düzeltilmedi, online yazıldı.
















21 Nisan 2012

Uluslararası Durum Hakkındaki Notlarıma Gelen İki Eleştiri

İlk eleştiri, 28 Şubat tutuklamalarını İranla ilişkilerimizle alâkalandırmadığıma dair.

28 Şubatçıları İran ve Rusyayı tehdit olmaktan çıkaran anlayış, karar çerçeveleri ve çevrelerle yani resmî avrasyacılık olayı ile alâkandırmıyorum, çünkü, avrasyacılık modernizmi muasır medeniyet seviyesini  yakalama olarak gören, varolan ittifak dengelerini bozmayı göze alabilen bağımsızlıkçı bir tavırdı. 28 Şubatçılık "ittifalarımıza, anlaşmalarımıza ve hattâ meşru olmayan gizli anlaşmalarımıza sadığız!" intibaını verdi. 28 Şubat avrasyacılardan ne çlçüde destek aldı, iki kesimin iddiaları ne kadar kemikleşmiş, kesinleşmiş tavırlardı bugün ölçebilme şansına sahip değiliz. Araya epeyce propaganda, söylendiler, karartma girdi. Yargı, en mükemmel şekliyle dahi ideoloji, duruş kategorizasyonuna imkan sağlamayacaktır. Bu süreç sona erdiğinde hukukî ve meslekî anlamdaki yanlış uygulamaların, meşru olmadığı addedilen fiillerin üzerinde hüküm verebilme, değerlendirme imkânımız belki olacak.

Bağımsızlıkçı addedilenlerin bir kısmının "şu ülke buna izin vermez, bu ülke bunu cezalandırır" türü lafzlarına az şahit olmadık. Durum/hâl belirten/betimleyen söz edimlerinden (aktlarından) ibaret değildi bu ifade türü, bir daveti de içeriyordu. Her bağımsızlıkçı lafzını bağımsız, her ittifak çağıran ifadeyi de "müttefik" görmememiz lâzım. Olumsuz anlamıyla pragmatizmden çok makyavelizmlerden söz ediyoruz burada.

28 Şubatın yargılaması hukukî meşruiyet alanından çıkarılır ve gerçekten komşularla savaşa engel görünebilen çevrelere yönelirse zaten hukukî platformda tartışma konusu edilir. Bu uluslararası bir toplum mühendisliği biçiminde şekillenirse zaten yargılamadan bahsedilemez. Müttefiklerimizin imkânlarını ve tarzlarını geçmişlerinden biliyoruz. Bugün ne yaptıklarından değil. Burada iddia edilen İran üzerine baskı kurmak için yapılmış bir hareket olduğunda mevzunun tartışılacak kadar açık bir ihtimal olmadığını düşünmek durumundayız. Biz ne olup bittiğini bilerek değil, eldeki verilerle nasıl değerlendirileceğinden yola çıkıyor ve özellikle kendimiz için eleştirilip, aşılacak, düzeltilecek varsayımsal yargılarda bulunuyoruz.

Türkiyede İran'ın baskı görmelerinde geri adım atacak kadar müttefik gördüğü çevreler hemen hemen yoktur.

Ya İrana karşı bir savaşa gözü kapalı onay verebilecek çevreler enterne/tasfiye edilirlerse? Bu ihtimali de unutmamamız lâzımdır. Bu tip ihtimallerin geçerlilikleri sınırlı olacaktır. Avrasyacıların kendileri bazan içerde fikirleri iktidardadır, bazan fikirleri de bastırılmaktadır. Müttefik bağımlıları da bir ölçüde tasfiye  tasfiye olmuş intibaı bırakmaktadırlar. Bunun neoconların görünürdeki tasfiyesi vb. ile de alakası verdır.

Manevralar konuların somutlaşma hikayeleri içerisindedir, sebep sonuç ilişkilerinde değil.

Ben İranla savaşın ne ABD ne de Türkiye tarafından istenmediğini düşünüyorum. Savaşın içine çekilebilirler. Bu çekilişte İran da insiyatif sahibi olabilecektir, özellikle Türkiyenin rolü açısından. İran'ın saldırıya uğraması halinde Türkiyeyi savaşa çekip çekmeyeceğini henüz okuyamamaktayız. Bir ölçüde savaş dışı kalmak ancak bize "bahşedilebilir". Savaşa girmemiz de insiyatifimiz dışında olacaktır. Dış politik başarılardan çok potansiyelimiz, gelecekteki rolümüz, bize karşı tavrın yüzyıllar sürecek etkisi bir ölçüde hesaba girecektir. İran bir muz cumhuriyeti değildir. Beklenen tepkileri vermemesine şaşırmamamız gereklidir.

İkinci eleştiri Suriye ile İranın tehdit edildiği, İranın taviz vererek Suriyeyi kurtarmasının istendiği, benim Suriye meselesine İranın bulaştırılması meselesi üzerinden tartışmamın anlamının olmayabileceğinden yola çıkıyor.

Suriye ile İranın tehdit edildiği doğrudur. Suriye konusunda İran lokal güçler aracılığı ile (Irak, Suriye, Lübnan) taraftır. Suriyedeki ayrışma İranın etkisinin de ayrışmasıdır. Iraktaki kazanımlar üzerinden nötralize de ediliyor olabilir. Meseleyi denge bozmadan çok yeni dengeler kurma meselesi olarak görebiliriz.

Suriyeye her türlü müdahale Lübnanın, Filistinin de şekillenmeleri içerisindendir. Mısır seçimleri dahi bu kapsamdadır. İttifak yapıları değişmekte, pragmatize edilmektedir. Tasarruflu olmayacak, kendi dinamikleriyle işleri yürütemeyecek hiç bir ittifak düşünülmemektir kanaatindeyiz, verileri okuyarak ve elbette şimdilik.

İran Irakta aslan payını almıştır. Suriyedeki ayrışma bölgedeki ayrışmaya hizmet ediyor düşünülse bile müdahil güçlere yeterli gelebilir. Asıl mesele arap baharı ile yeniden biçimlenen ülke yönetimlerinin bir dünya sistemine entegre edilmesidir. İhvan akp'lileştirilecektir. Hamasın konum değiştirmesi beklenecektir vs.

İrandan beklenen nükleer güç olmaktan vazgeçmesi, savaşın ertelenmesidir. Ertelemelerden kârlı çıkacak olan hem sistem hem de türkiyedir.

Suriye Kürdistanının Suriyeden kopması türkiyede dış siyaseti yürüten kadroyu ürkütmemektedir. Bunun bölgedeki insiyatifin ve etkinliğin gelişeceği hesabı üzerinden olduğunu düşünüyorum. Yeni Osmanlılık hesabını sorgulamayı getirebilecek bir ayrışma ve şekillenme içinde Türkiye pazar, kaynak ve etkinlik alanlarını genişletecek adımları atmakla meşguldür.

İçeride tutuklu sayısının azaltılması, tutuklu milletvekillerinin durumu, yeni açılım paketleri beklememiz yerindedir.

İrana doğrudan saldırı ile Suriye anlaşmazlığında taraf olması, hatta olsaı bir savaşta taraf olması arasında fark vardır.

Suriyedeki değişiklikler bölgedeki gelişmelerin, etkinlik alanlarının değişmesinin İrana da sağladığı yararlar üzerinden melrulaştırılabiliyor. İran konuyu nasıl okur bilemem, ancak, Lübnanda lokal müttefiklerini korur, Suriyedeki gelişmeleri kabullenmeye zorlanır, Irak üzerinden.

İrana ne olursa olsun mutlaka saldırmayı düşünen çevreleri heseba kattığımızda hem bölgenin şekillendirilmesi sorunları karmaşıklaşıyor hem de çatışma sonrası dünyanın şekillenmesinin yönü. uzun vadede "masraflı", "dayatma" her çözüm çökecek, bölge dinamiklerine bırakılarak sisteme entegre edilecek. Evdeki hesap çarşıya uğrar mı bilemem. Ancak son ekonomik kriz başka dilden anlamıyor.

Üçüncü eleştiri ise sonuçlar üzerinden gelebilir: Türkiye'nin ağır bir savaşa bulaşması, deprem gibi felaketlerle karşılaşması kombinasyonunun hesabını yapıp yapmadığımız.

Kısa vadede Türkiyenin elini kolunu bağlayabilecek çok şey var. Ancak ekonomik kriz büyük imkan sahiplerinin imkanlarını da yutuyor. Dinamik bir Türkiye sorunlarını çözer ama kendisiyle meşgul olmak durumnda kalarak kısa-orta vadede insiyatif kaybedebilir. Karşılaşabileceğimiz en zor durumlar dahi aşılması mümkün zorluklar çıkaracak karşımıza. Orta-uzun vadede revanşçı bir duruma düşmazsek yeniden insiyatif kazanabilecek gibi görünüyoruz elde olan gelişmelerden, dinamiklerden yola çıkarsak.

Türkiyenin zayıf karnı kendi iç dayanışmasını zayıflatmış olmasıdır. Çoğu bölge ülkesinden daha stabil olmak büyük iddialar için yeterli değildir.


20 Nisan 2012

Can Yücel Olsa Derdi ki












Mağruriyetin oğlunun
bir mağduriyeti olmuş

17 Nisan 2012

İlâve Gündem: Nisan 2012

SURİYE. BOP'un dönüşebileceği, uzun vadede şekillendirenlerin şekillendirilebileceğini yazdık. Bunu savaşa özendirmek için yazmadığımızdan gelişmelerin iki aşamalı bir dünya savaşına gidebileceğini de belirttik. Dünyanın yaşadığı en büyük ekonomik kriz sadece finansal bir kriz değil, dünya iktisadi sisteminin entegrasyonunun yönünün de belirlenmesi ile alakalı bir süreç. Krizin boyutları üzerine "derinlerdeki" konsensus çözümlerin realist, dinamiklere uygun, "hayali model ihracaatçılığı" olmamasını da gerektiriyor. Dediklerimin tersinin çıkması, müdahillerin hayat tarafından ağır bir büçümde düzeltilmeleri ile sonuçlanacaktır.

Türkiyenin elindeki imkanlar hem bir eğilime, hem bir ihtiyaca, hem de bir konjonktüre işaret ediyor. Kısa vadeli iktisadi sorunlar kadar toplumsal uzlaşmasını sağlamamış bir demokrasi olmamız, toplumsal uzlaşmanın muhalefetin, eleştirinin şeytanlaştırılması ile kanallarını yitirmesi gibi sorunlarla karşı karşıyayız. Muhalefetin tavrının yapıcı olup olaması işin bu boyutunda hikayeden bir mevzudur. İktidar mağduru olduğunu iddia ve ifade ettiği iktidar araçlarına sıkı sıkı sarılmaktadır. Bu araçlar aradan kaldırılmadan demokrasi sadece muhafazakar-ihtilalci bir modernizmin projesinden ibaret kalır.

Suriyede çıkabilecek bir savaş dış güçlerce kısa tutulmaya kalkışılmadığı taktirde varolan imkan ve birikimlerimizi yutacaktır. Mesele üç koy onbeş al meselesine dönüşmüştür, oynanan kumardır. Savaşın büyütülmeyeceğinin göstergeleri de var, ama bunun dengelerini kurabilecek bir dış politik ufuk yok. Burada Suriyeye müdahale meşru mudur sorusunu tartışmadık: Cevap nettir ve müdahale meşru değildir, iç gelişmeler manipule edilmiştir. Esad'ı onaylayabilir miyiz? Hayır. Uluslararası hukuk ülkelerin iç işlerine karışmama teranesine indirgenemez. İç hukuk da bildiğini okuma, özel hukuk oluşturma işi değildir.

Esad seçimle gelinip, seçimle gidilebilen bir sisteme geçiş için gayret etmeliydi. Bunun önünü açtığında demokratik açılımın Suriyeyi darmadağın etmek için kullanılmayacağının garantisini de demokrasinin "hamisi" herhangi bir güç verebilmeli idi. Türkiye bu garantiyi en aklı başında siyasetlei uyguladığında verebilir miydi? Hayır. Bu gücü yoktu, bu ufkunun da olmadığı kanaati güçleniyor.

Başka müdahalelerin önünü almak için müdahale edilebilir mi? Hayır. Müdahaleleri yönlendirebilecek imkanlar çok uzun vadelidir. Kim müdahale edecek olursa olsun müdahalesini ayaklarına dolaştıracak dışpolitik çelmeler atılması kolaydır. Bir yığın blöf, gerçek tehdit ve sınanmamış dinamik serbest bırakılacak, devreye girecektir. Bunları okuyup engelleyebilecek dengelerin oluşumuna nefesimiz yetmemektedir.

İranın gücü ise lokal güçlerle ittifakındadır. Reel politik yolları tercih eden Trkiyenin lokal dostları pek yoktur. Genel sempatiler, etkiler yanlış okunuyor.

Politikalarımıza müdahale edcekler hem uzun vadeli ittifaklarımızla oynuyorlar hem de bizi İranla karşı karşıya bırakacaklar. İran bize karşı sorumlu davranabilir, bu başka bir mevzudur. Bizim başarılı ve ince dengeler kurmamızdan bağımsızdır.

Suriye ile ilgili komplikasyonları gören insan çok ancak yeterince formüle etmemekteler. Bazı konuları dile getirmek, gerçekleştirmek ya da engellemektir de.

28 ŞUBAT'IN YARGILANMASI. Kimi eski Cumhurbaşkanlarının, MGK üyelerinın, kamuoyu oluşturanların yargılanmasını öneriyor, kimi de bunun arkasındaki gücün, güçlerin sorgulanması, yargılamalarda ifşa edilmesine gayret edilmesini.

İlk elde alınan kararları hukuka uygun olmayan bir biçimde uygulayanların yargılanması doğrudur. Alınan kararların hukuken yanlış olması halinde de uygulama bire bir uygulama dahi olsa hukuka uygun olmadığında "hkuksuz uygulama"dır. Bu konuda içtihat ve tartışma gerekiyor. Tavsiye kararlarının mahiyeti, özelliği, öncelenme hiyerarşisi hukukî olarak gözden geçirilecektir.

Cumhurbaşkanığı, MGK gibi kurumların eleştirilmesinde, uygulamalarının hukuken gözden geçirilmesinde bir sorun yoktur. Hataları temelendirici kanun, içtihat, alışkanlık ve uygulamaların demokratize edilmesinde sorun yaşanmadıkça, yargının hukuka yöne gösterici bir praksis izlemesi, konu hukuka uygun şekillenecek, müdahalelere uğramayacaksa beklenebilir.

NATO, ABD ve diğer müttefiklerin katliamlara varan girişimlerde bulundukları, ülkemizde gizli örgütler kurdukları, siyasi partilere adam yerleştirdikleri konuşuluyor. Bir çok siyasi cinayet, saldırı, parti kapatma veya kurma, kadrolaşma veya tasfiyede adları geçiyor. Bu davaya/davalara da bulaştırılmaları gereklidir diye mi düşüneceğiz? Şimdilik hayır! Nedeni, eldeki veriler, yanlış uygulamalardan başlamak zorundayız. Davayı ideolojik ya da siyasi bir tartışmaya sokmamak durumundayız. Veriler ister uluslararası müttefiklerin kendilerinden, ister yerli temsilcilerinden gelsin elde veriler, kanıtlar ve yeterince irade olmadan yargılamaya geçemeyiz. Şu anda süre giden davalar yeterlidir. Aklananlar aklanır, hukuksuzluk yapanlar özellikle hukuksuzluk kanallarını kapatacak bir hukukun önünü açacak bir kendini gözden geçirme sürecinde yargılanırlar. İntikam, şiddetli ceza değil müdahale hukuku, anlayışı, ufku hukuken gözden geçecek, içtihatlar oluşacaktır. Bu hedeflenmemiş midir? Sanırım hayır! Ancak gidilecek yön budur! Hukukun da bir mantığı var. Bir biçimde işlediğinde açılan kapılar buralara götürür. Açık bırakılan kapılar süreçler yarım kalsa da hukukî uygulamayı davet ederler.

28 Şubatın dış desteği var mı? Evet. Bunda destek daveti mi var, dış müdahale mi var dikkat etmek lâzım. Bazı dış müdahaleler palavra. Adamlar bildiklerini okuyor, ona da müttefik buluyorlar. Bazı açılardan bakıldığında sanıldığı kadar bağımlı değilmişiz. Bazı açılardan bakılırsa insiyatif kullanabilecek insanımızın olmadığı dönemlerden de geçmişiz.

MÜTTEFİKLERİMİZ TÜRKİYEDE CİNAYET İŞLEMEYE, PARTİ KURDURMAYA, KADRO OLUŞTURMAYA DEVAM EDECEkLER Mİ? "Mütttefiklerin" kendi içlerinde bu konularda bir rahatsızlık var. Kendi iç hukukumuzu demokratize ettikten sonra ya da ederken, bu rahatsızlığın bir özeleştiriye dönüşmesini de zorlamak durumundayız. Durumumuzdaki ülkelerle işbirliği yapmak geniş bir platform kurabilmek durumundayız.

Müttefiklerimiz her ülkede aynı biçimde örgütlenmedi. Sağ sol partilerin, ordu, polis ve sendikaların temsilci vererek yönettiği komitelerle soğuk savaşkurumunu kurdukları ülkeler oldu. Bu kuruluşlar sanıldığı gibi tasfiye edilmediler. Bir çok bireysel şiddet gibi görülen katliam denetimi bırakılan bazı yapıların kontrolü üzerinden gidiyor görünüyor. İlişkilerin kesiştiği yerler, ülkeler her daim ilginç. Bilinen biliniyor. Suskunluk demokratik tepkilere umulmadık destekler olarak patlak verebiliyor.

Zamanlama meselesinden bahsetmiyorum. Bu konularda duyarlılık canlı tutulmazsa asla demokratikleşmamizi tamamlayamayız. Hukuki süreçleri sınırlarında tutmaktan zarar görmeyiz. Dış müdahaleler konusunda ise hem yoğun bir diplomasi hem de halklar arası ilişkiler kurmak, kamuoyu oluşturmak durumundayız.

Batıda bir çok siyasi de bizdeki cinayetlere paralel olarak tasfiye edildi gibi görünüyor. Gelişmiş ülkelerdeki bir çok kukla yönetici de aradönem yöneticilerine benziyor nedense. Buna iktisaden müdahale edilmiş avrupa ülkelerinin yönetimlerini karıştırmıyorum.

Bir başka noktaya da dikkat etmek lazım: Ülkemizdeki soğuksavaş kurumlaşmasının kısmen yargılanması sürecine hem destek veren ve dış bileyen dış güçler varsa, topyekün suçlamalarla günah keçileri buluruz sadece. Hem tekil olayları hukuken yargılamak, hem de zamanla uluslararası hukukun gediklerini tamir etmek insanileştirmemiz lazım. Bu mümkün. Zamanla muhakkak olacak!

Dış destek işleri daha girift. Gitgide ayrışan, yeni kümelenmeler, rekabetler ve geçişlilikler oluşturan ilişkileri şematize etmek komplo teorisi yaklaşımlarını aşar.

Öncelikle siyaset mühendislerimizin neyi niçin yaptıklarını anlamak, nerede bulaştırıldılar, nerede kendileri bulaştılar görmemiz lazım eğer dış kontrolden bahsedeceksek. Sanıldığından daha bağımsız da olduğumuzu keşfedebiliriz. Tersini de. Gizli işgal teorileri de palavradan ibaret değildi. Teori başka, hakikat başkadır. Verilerle, hakikatle sınanmalı, önce hukuken darbeciliğin önü tıkanmalı, müdahalecilik mahkum edilmelidir. Gerisi kolay gelecektir.

MUHALİF, GAZETECİ, ELEŞTİREN SESLERİN TASFİYESİ. Cadı avlarına dikkat, avların yıkıcılığını da farketmedendir. Bazı gazeteciler darbelere, 28 şubata ve sonrasına karşı çıktıkları halde işlerinden ediliyorlar. Yazılmamış, bitmemiş kitaplar toplatılıyor, basılmamış değil. Hukuk sistemimiz yeterli değil. Düzeltilmeye çalışılandan daha fazlasını yıkıp geçebilecek eğilimler güvenlik kuvvetlerinde kendisini gösteriyor, kimyasal müdahaleler, orantısız güç kullanımlarında. Çevreciler terörize ediliyor, parasız eğitim isteyenler teröristmiş gibi yargılanıyor. Bu yargılamalarda hukuk sistemimiz de yargılanıyor.

HUKUK SİSTEMİNİN YETERSİZLİĞİ yargılamaları gayrı meşru ilan etmek için yetersizdir. Yargılamalarda sistem de yargılanıyor, gözden geçiyor. Mağdurlara toplumsal dayanışma hukuksuzluktan kurtarmak için dikkat göstermek zorunda. Davaların uçsuz bucaksız genişleme ihtimallerine karşı uyanık olmak, mahşeri kapışmalardan kaçınmak, toplumu sakinleştirmek zorundayız. Uluslararası soğuksavaş terör örgtünü yargılamak için ise hem henüz erken, hem de biraz geç kalındı. Erken, uluslararası farkındalık bastırıldı, satın alındı, sindirildi, şaşırtıldı. Geç, çünkü ittifaklar, düşmalıklar, gruplaşmalar sanıldığından daha dinamik. Uluslararası yargılamalar, suç duyuruları, hukuki işbirlikleri konusunda yetkin ve birikimli kadrolarımız yeni yeni oluşmakta. Uluslararası mevzuat da adım adım hazırlanmalı, kurcalanmalı. Ülkemizde cinayet işlemiş ve işletmiş ülkelerin, uluslarüstü kuruluşlara yönelik suç duyurularının içtihadını da oluşturacak basit girişimlerde bulunmak, hukukun imkanlarını açık tutmak lazım.

Yargı eleştirel tavır almış, mesafe almış soğuk savaşçılara yöneltilecektir ilk elde. Cadı avı değil, hakikat komisyonları gerekiyor, ulusal ve uluslararası düzeylerde! Hakikatin ortaya çıkmasını özendirici bir biçimde davranmak, bir kanadın diğerini tasfiyesine alet olmalardan daha temelli bir itirazın önünü açacaktır.

Başımızı daha fazla belaya sokmayalım Sayın Seyirciler:) Biz zaten bilinenleri tekrarladık. Fısıltıyla konuşulan şeyler farklı dış politik hamlelerde radikal değişiklikler olarak ülkelerde ve halklarda kendisini gösteriyor zaten. Balon daha fazla hava götürür gibi görünüyor, ancak. Tarih akışına müdahale edip, motorlarını ısıtan parazit düşünceyi sırtından atacaktır bir gün. Şikayetçi olmayan kim kaldı?