29 Nisan 2009

"Polis" ve Praksis


Polis devletin zor kullanmayı tekelinde bulunduran kurumlarından. Vazifesi şiddet kullanmak değil, eski tabir ile, asayişi sağlamak. Şiddet, vazife olarak verilemez. Şiddet kullanılmasının meşru olabileceği haller hukukla belirlenir, sınırlandırılır, tanımlanır, kurallandırılır, denetlenir.


Şiddet kullanılmasının meşru olabileceği haller başka türlü yapılmasının mümkün olmadığı hallerdir. Bu haller, listelenebilse bile, uygulamada gözden geçirilen, inceltilen, başka türlü davranabilirliklere ulaşan bir praksis izler. Uzlaşmazlıklar, çatışma alanları hukukun, insanibilimler ile toplumbilimlerinin de ışığında siyasi direktifi, uygulayıcıyı, anlayışı gözden geçirmesine yolaçar.


Eleştiri, başka türlü yapılabileceği iddiasına açılır. An'a değil, anlayışa müdahaledir. Geleceğe yöneliktir, olandan olup bitmişten yola çıksa da.


"Devletin Zor Kurumları" kavramı, "zorbalık kurumları"na atıfta bulunmaz. Zor kullanımının sınırlandırılmışlığına atıfta bulunur. Zor'un her kullanımını da meşrulaştırıcı, ya da yadsıyıcı değildir (yerilen meşruiyet anlayışı anlamında).


Şiddeti şiddet kullanarak varılabilen sonuç, etkinlik iddiaları meşrulaştırmaz. Şiddeti şiddet (şiddete karşılık olması ya da karşı şiddetin varlığı) dahi meşrulaştırmaz. Şiddet kullanımı, şiddet kullanımına engel olma, hukuku üstün kılma çabası içindeyken, hukuki bir kararı uygularken denk düştüğü eyleme orantılı olarak kullanılması halinde meşruiyet iddiasında bulunabilir. Peşinen değil! Bu yüzden tekil her olay sorgulanır, gözden geçirilir. Çeşitli meslek alanlarında başvurulan gözden geçirme, muhataplarının yakınmalarını cezbetse de, intersubjektif meşruiyet sağlama kanallarındandır, cezalandırmadan çok anlayışı işleme, geliştirme, uygulayanı yetiştirme işidir. Pratik ve intersubjektif bir farkındalık "mekanizması"dır. Eleştiri ve bilimle, mesleki (deontolojik) etik ve genel ahlak düşüncesiyle, hukukun imperatifleriyle gündelik işlerin buluşturulma yeridir.


Sürekli kovuşturulmuş, itilip kakılmış aydın, eşitlikçi ve sömürüsüz bir toplumda polisin, ordunun lağv edilmesi gerektiğini düşünebiliyor bazan. Oysa lağv edilmeye çalışılacak olan savaş, sömürü, taciz, tecavüz, cinayet, hırsızlık vb.


Polisin ve askerin gerekmeyeceği kadar medeni bir dünyaya kim itiraz edebilir? Sokaklarda insanlar birbirini avlarken bunu yapmaya kalkarsanız kafanızda milisler kurmak vardır meselâ, yeni sorunlarla karşılaşırsınız. Milis de yoksa, çeteleşmeye, mafyalaşmaya yolaçarsınız.


Diyelim ki komşular birbir evlerini bekliyorlar. Bir kitle katliamcısını, paranoyak ve piroman sapığı kim yakalayacak? İtfaiyedeki yangın mühendisini işten çıkarıp işsiz vaizi işe alanı eleştirmemize benzemeyecek mi bu durum? Uzmanlara izin vereceksek, zaten polislik bir uzmanlık değil mi?


Diyelim ki, parmak izi, suç yeri incelemesi yöntemleri gibi uzmanlıkları gerekli gördük. Peki ya pratik durumlar ve onlardaki sıkı hukuki kurallalara ve denetime tabi işleyiş? Mahallede ne kadarını uygulayabileceğiz, sınıflı da sınıfsız da olsak?


Medeni bir toplumda paramiliter örgütlenmeler, milisler ne derece eşitlikçi ve denetlenebilir olacaktır? Toplumumuz suç işlemeyecek, bunlar da olmayacak diyelim, ilelebet stabil bir toplum mu öngörüyoruz?


Kültür, medeniyet, nesilden nesile aktarılan gelenekle, eğitimle, terbiyeyle, dille, bilgiyle ayakta tutuluyor. Bir deprem, doğal felaket, kuyruklu yıldız çarpması diyelim de daha uzak ihtimal olsun, yeni baştan almaya yol açtığında kurumları tahrip ettiğinde, sokakta, çayırda, bayırda toparlanan yeni nesiller eski medeniyeti ve medeni hallerini devam ettirebilecekler mi?


Bunu iddia etmek, sosyalizasyonu reddetmekle eş değerdir. Eşit bir toplum kurabilirsiniz, ama ilelebet eşit bir toplum kuramazsınız. İnsanlığın daha iyi noktalardan başlamasını belki sağlayabilirsiniz ama, garanti edemezsiniz.


Aslolan sürekli çaba, sürekli didinme, tevazu içinde yaşamadır. Toplumsal bilinç çözülebilir. Üzerine maddi hayatımızı kurduğumuz doğal, iktisadi, fiziki zemin çökebilir. Aslolan tıkanıp kalmamamız, çözüm aramamız, bir kereliğine tüm zamanların sorunlarını çözmüşlükten konuşmamaktır.


Evet, "polis" dedik. Lağvederseniz de "kendi polisinizi" kurarsınız. Üstelik işlerliğin hukukunda daha naif olabilecek bir kurumu. İster kurun, ister eskisini başka bir adla, ya da doğrudan devam ettirin, karşınıza daha ciddi bir sorun çıkacak: Polisi ne için kullanacaksınız?


Muhaliflerinizle aranıza polisiniz mi girecek? Demokrat mı olacaksınız? Ya rakipleriniz yani "eski hayat" uslu davranmazsa? Belki kendi gücünüz yeter. Ama burada kendi temel çıkışınızı yıkacaksınız. Kurumlaşmış ve hukuksallaşmış profesyonalitenin yerini daha ciddi medeniyet iddiasında bulunabilen (mümkündür), ama daha ilkel bir kurumsallığa bırakacaksınız. Sz kurumlaşmışsanız, alanınızın işleyişini altından kalkılamaz biçimde karmaşıklaştıracaksınız. Oysa sizin önerdiğiniz sınıfsızlaşma, paylaşma daha medeni bir noktaya ulaşma iddiası. Hukuku ve bürokrasinin çetrefilini yeni baştan kurmayacaksanız, bir cins hukuki, ahlaki ve kurumsal minimalizm savunacaksınız. İlkel olmayan sadelikler ve sadeleştirmeler de mümkün, ancak, kurumların işleyişinin sosyolojisi yeni icatlar üzerinde değil, bugüne kadar işleyenin, işletilmişin eleştirisi üzerine kurulur. Baştan başlamak insanın kaderidir bazan, tercihi değil. Hele hele keyif meselesi hiç değil.


Acil bir durumda her zaman ne yapılacağına toplantıyla karar veremezsiniz. Yetiştirdiğiniz, ama hesap vermeye de açık insanlarınız olacak. Yanlış yapabilecekler. Bunu da kabul edebilecekler. Müeyyideler, mekanizmalar, kurumlararası, işlevlerarası geçişlilikler olacak, zamanla ortaya çıkmış. Zihniyet evrilecek. İnsan işine, iş insana uyum sağlayacak, bu nesiller alan bir mesele.


İş, tek yönlülük, tek yönlü bakıştan kurtarılmalı evet. Güvenlik uzmanları iyi piyano çalamasalar da olabilir, ama sorumluluklarının, hukuki anlamda hesap verebilirliklerinin farkında ve bilincinde olmaları, bundan imtina etmeye kalkmamaları gerekir. Bu olumlu özellikleri, tabii ki varsa, gurmeliklerini, estetliklerini, boş zamanlarında resim yaparlıklarını önceler.


İnsanların çok yönlülüğü ütopya değil. Mümkün. İnsan olmayı öncelemekle. Mesleki imperatifle insan olmayı şizofrenik olmayan bir biçimde ayırt edebilirlikle.


Doğru damarı bulabilen uykusuz hemşire, diş ağrısını unutup kitle katliamcısının üzerine atlayan polis bulundukları yerde, yaptıkları "işi" deneme sınamaya çevirmeden ve hatta esneyerek yapıyorlar çoğu kez.


Bazan bizler de bir intihar adayını uzmanından daha dahiyane bir biçimde engelleyebiliyor, hayata döndürebiliyoruz. İp cambazına da el uzatan olmamız dünyayı olmasa da el bekleyeni altüst eder genellikle. İnsan herkese güvense de, herkesin uzmanlığına, her alanda, ve her daim güvenemez.


Arabalarımızın servisini uzman olmayana bırakamadığımız gibi, kuralsız ve kurumsuz halkı silahlandıramayız. Bunu yaparken potansiyel bir iç savaş kurumunun da tohumunu atmış olabiliriz farkına varmadan.


Hukuksuzluk iyi niyet ve yüce düşünceler ile kapatılamaz.


Aydın olmayan aydın, ayrıcalıklarını halkla paylaşan aydındı. Bilgisizliğe özlem değil bu. Bilmeyeni bilenin koltuğuna oturtmak hiç değil: Bilme ayrıcalığını, bilme tekelini ortadan kaldırmak, bildiğini paylaşmak, insanları yetiştirmek.


Polis olmayan polis de mümkündür belki, o regulatif ya da utopik toplumlarda: Daha az uzman olmayarak, ama kendini halkının bir parçası görerek, muhalifi iktidarın ihmal ettiği ufkun hatırlatıcısı olarak, eleştireni sorun çözümünün parçası görerek.


Uzun lafın kısası, ne bugün, ne de yarın polisi gerektirmeyecek bir toplum kurmak durumundayız. Öncelikle, bugün ve yarın içinde yaşanabilen bir dünya kurmak zorundayız.


Suç ve ceza ancak insanlıkla birlikte ortadan kalkar. Bu insan kötüdür demek değil. İnsan kültür, yetiştirme, terbiye, eğitim ister demek.


Suç işlenmeyen, ceza vermenin unutulduğu bir dünya düşlemek, insanı ortadan kaldırma çabası değil. insanı gerçekleştirme rüyası, bir başka deyişle.

28 Nisan 2009

İç Savaş İdeolojisi, Demokrasi, Cehalet ve Ezber 1


Bir ülkeyi sevk ve idare edecek, "paradigmayı" değiştirecek birikime sahip bir bürokrasimiz, uzmanlarımız, aydınlarımız, üniversite ve araştırma kurumlarımız yok görünüyor.


Ve tarihimizdeki en büyük değişiklere de kalkışmış durumdayız. Geriye dönüş belki imkansız, ancak dinamiklerimizin önünü açarak, toplumu bütünleştirerek bir toplumsal çığa yol açacağımıza çok yönlü bir temellenmeye, şekillenmeye, olgunlaşmaya doğru yol alabiliriz.


Şunu kabul etmemiz gerkiyor: Dönemlerin üstüste yığılmış tecrübesi elimizde yok. Tecrübeyi elinde tutan kesimlere kapılarımızı kapattık, tecrübeyi sokakta bıraktık. Tecrübenin praksisini öğretecek kimsemiz yok. Tek kale maç yapan, dayatan, buyuran ve buyurgan liberaller, devletçiler, aydınlar, aydınlanmışlar kendilerince toplumumuzu inşa etmedeler. Bildikleri kısıtlı, tecübeleri varsa kendi alanları ile sınırlı, uzmanlıkları meşruiyetini hakikatten almıyor. Ortak özellikleri tartışmaya, eleştiriye kapalı oluşları, çok bilmişlikleri, cahil cesaretleri, gözlerinin karalığı.


Aydında tekil alanlardaki uzmanlık, kitabı kitaba bağlama hayat üzerine de konuşabilme hakkı veriyor görünüyor. Bürokratta yapılageleni yapılabilecek olarak görme, eleştirisiz, tartışmasız karar almanın inceliklerini tanımaksızın eylemiş olma hayata hakimiyet duygusu vermiş görünüyor. Topluma müdahale, mühendislik ve karşı mühendislik tartışma ortağını yok sayma üzerine kurulu. Hayatla ezberin, hayalle gerçeğin, ideolojiyle hakikatin birbirine karıştırıldığı bir bilimcilik, kültürsüzlük, cahil özgüven birbirlerini silip atmaya gerilmiş cenahların ortak duruşunda yazılı. Birbirlerine ne çok benziyorlar. Bilmenin konuşmadan geçtiğini, anlamanın anlaşma olduğunu ezberden atmayanları ne kadar kolay gereksiz kılabiliyorlar. Dergileri, gazeteleri, üniversitelerii kurumları, platformları benzeme, tartışmama, korporativist uyuşma üzerine kurulu. Tartışmaya açıklıktan yola çıkan bir hakikatlilik, uzmanına açık kurumlar, eleştiriye açık fikirler bloke ettikleri, ama ederken de ülkenin geleceğini karattıkların farkında değil görünüyorlar. Dayatmacılık, yine, ortak meziyetlerinden. Tartışmamacılık. Hakikate kapalılık. Kendini düzeltememe.


Kendini düzelten, hakikate açıklıkta sürekli bilgi edinen, değişen, gelişen, insan yetiştiren, rakibini karikatürize etmeyen, anlaşamadıklarının ne söylediğini kavramış ve çarpıtmamış olan kurumlarımız yok. İnsanımız mı yok? Kültürümüz mü ilkel? Hayır. Bir müdahale altındayız ve bir birinden nefret eden iki taraf aynı dinamik kırıcılığı, indirgemeciliği, cemaatçiliği (toplumsal dayanışmanın kapatılması, çarpıtılması, ideolojikleştirilmesi anlamında) ve bu cemaatçiliklerin hakikatle rekabeti ciddi bir sorun.


Memleketimizin iki yakasını bir araya getirebileceğimiz platformlar yok. Dergiler özel sayı dergiciliği yapıyor, kendi eş dostunun dışındakileri yayınlamaya kapalı. Gazeteler "yerleştirilmiş" gazetecilerle gerilmiş, daraltılmış, kapatılmış durumda. Üniversiteler aydın dışında herkese açık. Üreten, tartışan, yetiştiren, bilgiyi ideolojiyle karıştırmayan insanlara kariyerlerinin buyruklarından kafalarını kaldrıp da bakacak insanlığa yani hakikatliliğe açık akademisyen yok. Rekabetsiz bir ortamda "rakip"leriyle itişip kakışmadalar.


İktidar sahiplerine mesafe koyabilen ama ilham verebilen aydın yok. Propaganda, dayatma, onaylama, gücü meşrulaştırma rakiplerince de yapıldı durdu değişen ne var? Değiştirilen ne var?


Bir platform bize demokratikleşme paketi, programı açıklıyor. Bir diğeri de vatan nasıl kurtulur reçetesi. Birisi demokratik, öbürü militarist görünüyor, gerçekten öyle mi? İkisi de, üçü de, beşi de dayatmadan ibaret. Konsensustan anladıkları bir yerlerde sağlanan, bir yerlerden sağlanan bir şey olsa gerek. Bir kurumdan, yüce fikirden, müttefikten, ittifaktan, cemaattan, cemaatlararasılıktan. Hani nerede tartışma, hani nerede eleştirel sesler? Hani nerede tartışmaya açıklık, kapsayıcılık, başkalarını var kabul ediş?


Program o kadar önemli değil, programmatik oluş da Konuşmak, konuşmada oluş önemli olan. Siz yakınınızdakileri susturuyorsunuz sansürlüyorsunuz, deklare ettiklerinizin gerekçeleri sansür edebilenlerin, susturabilen, bastırabilen, söz hakkını savunmayanların gerekçeleri ve gerekçelendirmelerinden.


Listenizdeki yapılınca kestirmeden iş çözülecek, mesela? Buna kargalar güler. Bunun tartışılması, sorumluluğun paylaşılması, dayanışmanın yaygınlaştırılması, yani gerçekten dayanışma olmasına yol veriş önemli.


Acelecilik, dayatmacılık sanıldığı kadar işini bilenlerin "işi" değil. Toplumsal süreçleri, dinamikleri yerinde, paratiğinde, pragmatiğinde kavrayamayış ile ilgili.


Adam "vatansever". Vatan uğruna öldürür, asar keserse, bir gerçek bilim adamının önünü bir yandaşla kapatırsa, bir palavradan gazeteciyle bin gazeteci adayının önünü kapatırsa yaptığı ancak huliganlık, vandallık olur. Aydınlanma adına her cahil önüne geleni hainlikle suçlar, işine gelmeyeni çakalların önüne atarsa, aydnılanmışlıklarını ne kadar ciddiye alacağız?


Darbeciliğe karşı çıkan, demokrasiyi savunan insanların nerelerde uzlaştıklarını anlayamadığım yapacaklar listeleri dayatmaları, buyurganlıkları, ya avrupa ya barbarlık söylemleri, iç dinamiğe inanır, halka önem verir görünürken tartışmaya ve eleştiriye açamadıkları, açmadıkları korporativist projelerine ne demeli? Demokrasi bile, demokrat olmayan bir tonla, buyurganlıkla savunulmuyor sadece, demokratik süreçler, anlama ve anlaşmanın kanalları, toplumsal dayanışmanın kurumları önemsenmiyor, bilinmiyor, kavranmıyor. Bunu yaparken de sosyal dinamiğin içi boşaltılmış kavramlarına gönderme yapmadan da duramıyorlar. Sonda bilineceği baştan kavramış gibi konuşmak, tarihin sonundan, zamanların sonundan konuşmaktır. İdeolojiktir, cahilanedir, topluma tepeden bakıştır. Hakikatsiz bilimselliktir. Kitabı kitaba, kavramı kavrama, ezberi ezbere, çıkarı çıkara bağlamaktır. Ufuk açmak, karşı karşıya gelmek, ter dökmek, kapıda kalmak, altüst olmayı göze almak, yani hakikatle düzelmek işlerine gelmez. İşe gelme, gelmeme dediğimizden itibaren, ne hakikat kalır ne adalet, ne ahlak.


Hamasiyetin prensipliliği ahlakla bağdaşmaz. Ezer geçer, yakar yıkar. Kısa vadeli düşünür. O an işine gelen gelmeyen vardır. Durumu kurtarmaya, tarihsel adım olarak bakar. Yaptığına inanır, bilineni önceden onaylanmış yöntemleri kullanarak. İçtihattan başka meşrulaştırıcı bir yol bulamaz. Mutaassıptır. Çağdaşlık sazları ayarlamışlıkta değildir, çok seslilikte, düşüncelilikte, incelikte. Ne halkı tanır, ne de insaniyeti. Kendi halkını aşağılaması, kültürüne tepeden bakması değişimciliğini kendince savunmasındandır. Nefret işi değildir aslında. Kültür önemsenir bir şey değildir gözünde. Yüceltip dokunulmazlık veremez. Yücelttiği başkalık, orientalist/oksidentalist tekniklerdendir.


Kültürel beğenisi fonksiyonalisttir.


Karşısında duran dayatmacılık da kültürden, toplumsallığın bütününden, ciddi bir başkalık anlayışından ve dayanışmadan yola çıkmaz. Cemaatçidir. Cemaatçiliği tanımlanabilirin, inşa edilebilirin, üstüste konulabilirin alanındadır. Bilinmezyenlerle boğuşmaz. Herşey onun için apaçıktır. Tereddütsüzdür. Retoriği gelenekçidir. Geleneğe olunacağı kadarıyla dahi hakim değildir, çünkü dert anlatmaz, aydınlatır. Şekle hakimdir. Açıklar, geçer. O kendince, "görür". Onun gördüğünü görmeyen kördür.


Kültürel beğenisi onun da fonksiyonalisttir. Tabi olmaz, tabi kılar. Zevk'i, haddi hududu insanlararası anlaşmanın dispozisyonunda okuyamaz. Listeler, çıkarsar, tabi kılar, tabii ki kendi eserine, kendi ürününe, kendi yarım yamalak ve acele yorumuna.


(Düzeltilecek. Tekrar okuyamadım, tekrarlar fazla olabilir. Konu yeterince genişletilemedi, bu kadarına zamanım yetti. Devam edecek)


27 Nisan 2009

Bağımsız Bir Türkiyede 1 Mayıs "1 Mayıs Meydanı"nda Kutlanır !

Bir Mayıs'lara katılmayalı yirmi beş sene oldu.

1978'de Taksimde çocuklar gibi şendik. Ölmeden ölmüş gibiydik, sadelikle, insana saygıyla, bağımsızlığın haysiyetiyle giyinmiştik.

1977'de gök ekini biçmiş gibi. İnterkontinentalden. Korunan yerlerden.

1980'de yeniden öğütüldük, biçildik, tezgahlara gerildik, diri diri gömüldük bazan.

Bugün O Meydan, O Meydan'da kıyılanlara kapalı.

Zalimler, işgalciler, işbirlikçiler, soğuksavaşçılar hâlâ dokunulmaz.

1 Mayıs serbest, vatandaş olmak serbest, sokaklarda öldürülmek serbest, itilip kakılmak serbest, sendikalara katılmak bir kısmımıza serbest, 1 Mayıs Katliamını milyonlarca insanla, sağcısıyla solcusuyla, işçisiyle, esnafıyla, işvereniyle bir kere de olsa telin etmek, kınamak ve o sokakların halka yasak bölge ilan edilmişliğine karşı durmak yasak.

Bağımsız bir ülke olmaya karar verdiğimizde, O Meydana 1 Mayıs Meydanı adını vereceğiz. Sendikalar ve hastanelere gaz bombaları atılmayacak, su sıkılmayacak, lokantalarda kimseler tokatlanmayacak, öğrenci otobüslerinde copla can alınmayacak. Güvenlik kuvvetleri de sendikalı olacak, haksız hukuksuz sokaklarda titretilmeyecek karda kışta. Çoluk çocuğundan saatlerce uzak yerlerde.

İşgalcilere, provakatörlere karşı halkı, işçileri, memurları, gençleri, vatanı savunmalıydı devlet. Rejimden şikayetçi olan gene olsun. Kardeşlik, dayanışma bu halka yaşatılmadı. Kin, gerilim beslendi büyütüldü. Bugünkü nisbî huzur, ezilenlerin, itilip kakılanların tevazusu, kinsiz yaşama çabasının eseri. Kin üzerine örgütlenilmedi. Kin üzerinden siyaset yapılmadı. Yok edilmeyi göze aldı insanlar, Türkiyeyi Beyrutlaştırmadılar!

Çiğnenen cesetlerin, ezilen insanların üzerinde tepinmişleri, sömürgeciliği, soğuksavaşçılığı bu kadar korumak ve kollamak anlamsızdır. O Meydanda hayat haklarının olmadığını, hukuklarının olmadığını görmüşlere, yaşamışlara açın! Açın halka yasak, ama sömürgeciliğe açık meydanlarımızı!

Ülkemizi insanımıza açın! Çalışana saygının hukukunu, ahlakını açın!

12 Eylülün öncesi ve sonrasıyla tırpanladığı haysiyetimiz, hukukumuz, dayanışmamız bırakın çiçeklensin.

Cesetlerimiz, yasaklanmışlığımız, yokluğumuz üzerinden siyaset yapmayın. Yarım bir ülkeye mahkum kalırsınız!

1 Mayıs katliamcılarını dokunulmaz, kınanamaz ilan etmekten vazgeçin!

Yeniden bir halk olabilmemiz, iki yakamızın bir araya gelebilmesi orada ne aradığımızın, ne bulacağımızın çirkin retoriğiyle mümkün kılınamayacaktır.

Mağdurluktan mağrurluk çıkarmayanlar da vardır. Onlar kötü zamanlarınızda sizlerle dayanıştılar. Siz karşılık vermeseniz de, yine kötü günlerinizde onlar hukukunuzu savunacaktır.

Ahlakın yegane sahibi kılmaktasınız itilip kakılmışları, bu bir armağan değil. Bu bir armağan değil! Kendinizi yoksullaştırmaktasınız. Kendinizi yoksullaştırmakla da insanlığı, hepimizi.

Altın, para, pul, şaşaa, parlak kumaş, pahalı arabalar, hakedilmemiş ünvanların arkasında kim var, bunun önemsizliğinden yola çıkıyorsanız, siz kimin halkısınız, kimin tebaasısınız?

Mağrur olmamak için yeterince gerekçemiz var. Dünya fani. ömürler uçucu. Servetler gelip gider.

Kardeşliği yeşertmek, hakkani olmak, zalime çıraklık yapmamak, haysiyetli davranmak, başkalarını görmemezlikten gelmemek, çalmamak, çırpmamak, yanlıştan dönebilmek, eleştiriye açık olmak, hukuku eziyete çevirmemek, barış için çabalamak, alınterine saygı göstermek, yani olmamız gerektiği gibi olmak bize ne zarar verir ki? Canımızdan mı oluruz? Yeterince olmadık mı?

Korkacaksak zulümden korkalım, zalim olmaktan, adaletsiz olmaktan, mağrur olmaktan!

Paralel yaşayan, düşünen iki halk olmaktayız, ey bu yazdıklarımı bir suç unsuru bulmak için okuyan, kişi! Güneş sen olsan sadece yakar, kavururdun.

Ey hatalarımı sevecen bir gece gibi düzelterek okuyan dost! Aydınlat ki, anlayışsızlık kabuğu çatlasın!

Güneş hayatla dost olmadıktan ve gece koynunu sadece yarasalara açtıktan sonra, dediğimin demediğimin ne önemi kalır?

16 Nisan 2009

Darbecilik Gayrımeşru mudur?

"Darbecilik her daim gayrımeşrudur" diyebilecek kadar kantçı etiğe sarılmış demokrat var mı, bizde ve ülkelerde bilemiyorum. Otonom, doğruyu eğriden ayırtedebilir, ahlaki buyruğun sesini işitebilir özneler olarak aydınlar, siyasetçiler, bürokratlar ve avam.

Reel politikanın tarihi pek ümit verici değil: Başarılı darbeciliğe methiye, "iyi darbeciye" mersiye ile de dolu.

Dayatmaya direniş? O da var.

Önce darbecilik nedir tanımlamakla başlamak, darbeciliğin nerelerde tutunduğunu, nerelerden ve nelerden meşruiyet iddası alabildiğini anlamaya çalışmak lazım. Bunları yapan oldu mu bugüne kadar? Sanmıyorum.

Hitlere darbe yapılmasını savunan çoktu. Bu dönemde bir darbenin "demokratik bir müdahale" olarak algılanması sözkonusu olabilir miydi? Evet.
"Hitler seçimle geldi" itirazında bulunabilecek demokratlar var mıydı? Ancak teorik olarak mümkün. Şartları daha da ağırlaştırmama gibi gerekçeler itirazda daha akla yatkın.
."Demokrasiyi savunma gerekçesiyle Hitlerin yanında darbecilere karşı savaşan demokratlar olur muydu?" sorusuna verebileceğimiz cevap olumsuz olacaktır sanıyorum.

Peki ya Saddam Hüseyin? O bir biçimde seçilse bile, darbe ve zorla başa gelmişti. Uluslarası hukuktan yola çıkarak karşı çıkanlarımız oldu devrilme projesine. Ama en çok bulaşmayalım, belaya girmeyelim baskın çıktı. Liberallerimiz bir koyup beş alma, muhalif basınımız projenin yakıtını dağıtma, ılımlı dindarlarımız projenin ortağı olmak için yanıp tutuştular.
Peki İran? Ahmedinecat seçimle geldi. "Olması gerektiği gibi olmadı seçimler" diyenler çıkacaktır. Uluslararası bir müdahale ya da bir iç komplo ile devrilmesini alkışlayanlarımız olacaktır.

Chavez?

Bush bir mahkeme kararıyla görevden alınsa, diyelim ki mümkün kılındı, nasıl Gore mahkeme kararıyla kaybetmeye tayin edildiyse, o şekilde, "hukuki süreçlere, Nato'ya, Cento'ya saygılıyız diyecektik. Bu darbe değildir evet. Peki ya Kennedy'e dökülen gözyaşlarından sonra "kadere tayin edilen"i insanlığın bağrına basışı?

Hastalanıveren devlet başkanları, başbakanlar az değil.

Ecevit hastaneden kaçırılırken alay etmekteydi saygın demokratlarımız.

Her müdahale, darbe orta ya da uzun vadede "istenmemişe" yol açabiliyor. Profesyonel yani beynelmilel, global darbeci darbesinin ya da müdahalesini takip eden, yönlendiren bir yol izliyor. Takipçi olmayan darbecinin arkasında takipçi bir özendiricinin olması az rastlanır bir durum değil. Bu bazan en çok eleştirendir, sırt sıvazlayan masum yardakçı kolay kılıçaltıdır, rahat yemdir. Hesap sorulursa ondan sorulur. Hesap sormanın mümeyyizi, kendisinden hesap sorulması gerekendir çoğu kez.

Reel politik tarih, siyasetin pragmatiği (olumsuz anlamda kullanmıyorum bu kavramı, uygulamanın gündeliğine, sanatına, zenaatına da göndermede bulunmuş oluyorum) yeterince incelenmiyor. Muhalefet geleneğimiz, liberalliğimiz, siyaset gündeliğimiz yeterince kurcalanmıyor.

Darbecilik ve demokratlık "interchangable", değiş(tokuşed)ilebilir kişiliklerce, rollerce savunuluyor.

Demokrasiyi fanatikçe savunmak, savunmayı savunma olmaktan çıkarmak, siyasetin oluşturucu alışverişlerini etiğin ve kurucu prensiplerin alanında boğmak anlamına gelirdi. Teslim olmazsın, etmezsin, toplumsal konsensusa şekil vererek, yeni şekillenmelerle prensip tartışmayı siyasi eylemeye dönüştürürsün. Tartışmayacakla tartışamazsın. Ama siyasi platforma tarz değiştirttirebilirsin.

Darbecilikte fanatiklik, darbecilikte tekrar, darbecilikte ısrar azgelişmişlik teorilerini doğrulayan tek kanıttır. Bir dayatmanın toplumu, toplama bir toplum olmaya işarettir. Dinamikler kırılmıştır. Pozisyonlar kilitlidir. Aktörler ve repertuarları toplumsal alışverişin diskuruna hakim kılınabilir görülmektedir.

Eski darbecilerimiz, ihtilalcilerimiz, soğuksavaşçılarımız yeni demokratlarımızın bir kısmı. Eskiyi kınıyor, ama eskinin bastırılmışının üzerine oturmaktan da vazgeçmiyorlar. Bir kısmı ise başkalarına darbe, bize demokrasi istemekteler. Bunların da bir kısmı demokrasimizin dış baskı dayatma ve zorlamalarala hayat kazanacağını teoretize ediyorlar. Zordan vazgeçmek zor olsa gerek.


Devam edeceğiz.

4 Nisan 2009

Demokrat'ın Meşruiyet ile İmtihanı


Demokrasiyi eleştirmek, sınırlarını göstermek demokrasinin geçerliliğinin sınanma alanının içinde. Her derde deva bir sistem arayışı, bir kereliğine tüm zamanlar için sorunları çözüp bitirmek ve gelebilecek eleştiriyi muterizliğe bağlayıp kurtulmak demokrat işi değil. (Eleştiri tahammül edilecek bir şey değil, kurucu bir taraf. Demokrasinin temellenme alanını ortaya çıkaran ve sınırlayıp belirginleştiren dinamik söz ortaklıklarından.)


Çoğunluğun azınlığa tahakkümü meselesi şimdilerde seçim sistemleri alâkalandırılarak meclis çoğunluğunun oy çoğunluğuna tahakkümü olarak ele alınabiliyor. Demokrasiye hakkını veren vermeyen tartışmalar olmadan, demokratik bir diskur olmadan, onay verdiğimiz ve vermediğimiz, bazan sihirli paketten çıkıveren yaklaşımların üzerinde serbest bir tartışma yapmadan demokratik bir platformu paylaşabilmemiz mümkün değil. Paylaşmanın kendisi toplumu bir bütün olarak (merkezkaç kuvvetleriyle birlikte) ele alabilme kapasitesi de.


İtirazlardan paniklemenin, itirazı karakolluk etmenin, yerli yerinde yapılmış her itirazı temele itiraz sanıp demokrasinin işini bitirmişlikten konuşmanın anlamı yok. Tartışma işin özüdür, özündedir.


Demokrasi bir süreç, tartışmaya ve itiraza açıklıktır. Konuşma hali, anlaşma hali kapanmadıkça, kulaklarımız megalomaniyle, tiraniyle, çok bilmişlikle tıkanmadıkça süreç devam eder. Tıkanıklık, insan oluşa, toplum oluşa çarpık bakıştandır. Gelişmeci teorilerin demokrasiye getirdiği izahat sınırlıdır. Teleolojiktirler genellikle. Meşruiyeti öngörülen sürecin kendisi sunar. Kendisini, kendi politikalarını kendi öngörülen aşamalarıyla ya da bütünlüğüyle onaylar.


Burada garantili bir imperativ çıkarsama mantığı gerektiren duruşlarla, ne yapılsa gider fikri arasında gidip gelen versiyonlarla karşı karşıya kalırız. Liberalliğin bazı fikirleriyle, anti liberal toplum mühendisliğinin örtüştükleri paylaştıkları noktalar az değildir.


Demokrasi demokrasi olmadan da insanlık vardı. Demokrasi insanlığın insanlık birikimiyle beslenir. Maddi şartların analizi teorik bir tanıma yarasa da, praksisle, uygulanarak, yaşanarak, insanlığın getirdikleri, kattıklarıyla genişleyen, bir teorik birikimi açıklamaz, izah etmez.


Bir kavramı alırsınız, ama ödünç alış değildir bu. Anlamına anlam katarsınız, onu genişletirsiniz. Katılırsınız.


Demokrasi her gün yeni bir şey söylediğiniz alanlardandır, alanlardadır. Eleştiri, itiraz, taze uygulamalar, yeni tavırlar yorumlar ve uygulamalar gerektiren.


Tepeden bakan bir demokrasi yoktur. Tartışan bir darbecilik, otoritaryanite olmadığı gibi.


Tepeden baktırdığımız eğreti bir şapka, üst yapı kurumu gibi taşıdığımız bir örtü, pelerin, çok bilmişlik bürüğü. Tepeden inen teori, kendimizi kendisiyle düzelttiğimiz.


Demokrasi bir alışveriş işi. Açık tutulacak kanalların, tartışmanın, serbest diskurun işi. Bizle düzeltilmeyecek olan, hakikatimizle buluşacak, buluşturulacak, ufuk açacak olan. Demokrasinin hakikatle buluşma alanı insani hakkaniyetin sorun çözme pragmatiği ile buluşturulduğu bir yerde.


Demokrasiyi reddeden de savunan da bir buyurganlıktan konuştuğunda, dayattığında, söylediği savunduğu, önerdiğinin meşruiyetini bilimsellik, salt çoğunluk , halk iradesi, vatan milletin yüce çıkarları gibi kavramlara dayarsa ve "niçin"ini izah edemezse zaten demokratik bir gündemden, ortamdan bahsedemeyiz.


Demokraside meşru kılan kadim ahlaki, hukuki, sosyal süreçlerdir. Meşru kılan, insanlığın kendisini tazelediği intersubjektif, sosyal, kamusal alanlardaki etkinliklerledir.


İnsanlık, toplumsal hayatla iki yakasını bir araya getirir, nesiller yetiştirir, önerileni eleştirisiyle birlikte kodifie eder.


İzah edilemeyen, zaten savunulmuyordur. Muhalefete hakaret, hiddet, şiddet muhalefetini teoride kapsayamayıştan, demokratik praksisi reddedişten gelir.


Muhalefetler, demokraside muhalefetten demokrasiye muhalefete dahi kaysa, antidemokratikleşmeleri demokratik süreçlerin işlememesiyle alâkalıdır. Demokrat duruş, demokrat alışveriş hiç bir itirazın hakikat payına sağır kalmaz. Demokrasi, dayatmalarla mücadelesinde, dayatmalara kaynak olan kaygıları, korkuları yok saymaz. Korkudan korkulmaz. Kaygılarıyla, tasalarıyla, itirazlarıyla insanlığı genel demokratik diskura dahil eder.


Tasarımlarımızdaki farklılıklar her zaman yanlış doğru kutuplaşmalarından kaynaklanmaz. Öyle olduğunda iş kolaydır. Kanıtlarsın. Dışladığın, ihmal ettiğin, yoksaydığın perspektifleri entellektüel alışverişe dahil edip rakip ya da farklı duruşlara cevap verebilecek başka duruşlar sunamadıkça "tepeden inmeci demokratlık"tan başka ne sunabilirsin?


Demokrasi gündelik alışveriş işidir. Yeni şeyler söyleme, esneklik, çare arama işidir. Bu demokratik olmadığını sandığımız bir çok toplumun gündeliğine, demokratik toplumlardan fazla kazınmış da olabilir. Demokrasinin nasıl nerede ortaya çıktığından çok, nasıl idame ettirildiği, yaşatıldığı sürdürüldüğü üzerinde durulmalıdır. Maddi şartlar önemlidir, ama yeterli değildir.


Demokratik süreçlerin gelişimi genel insanlık tarihi içersinde değerlendirilebilecektir. İnsanın insan olma süreçlerine aykırı bir yeni icat peşinde olmamız mümkün, ama antiütopik bir hayal olarak kalır bu. Regulatif yanını insanlığımızdan, insanlığımızı kurma, geliştirme, idame etme süreçlerinden almamasından dolayı.


Meşruiyet, diyalogdadıır, konuşma, anlaşma süreçlerindedir. Kendisinden emin metodlarla ve yanılmadan yola çıktığımız büyük kavram, bir yerde yazılı duran anlaşmanın öncelikleri, kapalı uzman toplulukları bize dayatmadan başka ne verebilir?


Toplumsal dayanışmayı zedeleyebilecek, önceleyebilecek türde dayanışmalar kurmak dogmatik, monologcu, dayatmacı, insanı dışlayan, anlamayı anlaşmayı dışlayan duruşlardandır. İnsan, insan kalabilmek, insanlığa devam edebilmek için örgütlenir.


Hakikatten başka hakikat yoktur, kendimizi hayat içinde geleceğe açarak sınayabileceğimiz.


Demokrasinin önceliği meşruiyetin öncelikleridir. İnsan olma pratiğimizden gelen, bir praksiste olmasından.


(İş aralarında yazıldı, tamamlanamadı. Düzeltilecek.)