30 Haziran 2011

Statükoya Karşı CHP!


CHP bu şekilde devam etmesi halinde kendi siyaset tarzını bulacaktır.

Siyaset yapmadan MYK düzenlemeleri yapmak, iç tüzük fantezileri ile uğraşmak saçmalıktır! Siyasetin içinde şekillenme bir praksis içinde şekillenmedir.

CHP sendika, kadın, gençlik, çevre, hak hareketleri ile saatleri ayarlamalıdır.
Yeni yöneticiler, yeni kurallar hayat okuyarak, hayattan ders çıkararak kazanılır.

Madem CHP'siz siyaset yapacak Statüko, o halde onca çığırtkanlık neden?
Siz statükonuzu korumakla uğraşırken, CHP kendisini, yolunu, çizgisini bulacak!

Uluslarası hukukla ergeç düzeltilecek bir ilkel hukuk anlayışını savunmak zuldür!
İktidarın muhalefete bakışı meşru değildir!

Tedhişe karsı çıkış hastahane avlularını gazlayan zihniyetin işi değildir!
İşkencecilere işkence edenin işkenceyi kaldırma iddasında bulunamayacağındaki gibi, vesayetçi zihniyetin karşısına hukuk devletini, insafı, insanlığı çıkaramayanın da demokrasi ve halk iradesini savunma tutarlılığı yoktur!

Aynen devam, sizi destekliyoruz CHP'liler!

29 Haziran 2011

Gündem Üzerine 2: 12 Haziran Sonrası

(Varolan halden yola çıkarak yazıyorum. Yapılması gereken de bu. Ayrıntıların önemli bir kısmından kaçınmam temellendirmelerin uzun zaman almasından. Zamanım yok. İşten güçten olarak yazıyorum. Karışıklıklar ve çelişkiler yazarken kısaltmamdan kaynaklanıyor.)

MHP'nin tavrı, içine girdiği "legalist" yapının demokrasinin işlememesinde korporativizme kayması tehlikesine dikkat edilmemesinden. MHP sokağa müdahale edildiğinde sokağı rehabilite edeceğine sokaktan çekildi. O zamanın şartlarinda, ağır müdahalelere sokakta cevap vererek sokağı dönüstürmesi mümkün değildi. En "ekonomik" tercihi seçmeleri doğruydu.

Kaset ve şantaj krizlerinden sonra parlementer alandan da el çekmesine yönelik bir müdahale gördü. Varolan tavrı kör bir parlementarizmden öte bir şey. Hem kendisini "hapsettiği" alanda iyice tahkim olup, daha da geri çekiliyor, hem de " demokratik tercih"ten vazgeçmeden vermesi gereken "mesaj"a sahip çıkabileceğini düşünüyor.

MHP'nin açmazı burada. Demokrasiyi tercih, bir yol bir zemin tercihi. Mesajın kendisi gündem tıkanmalarıyla sürekli sekteye uğruyor. Sürekli savunmada kalacağının işaretlerini görmemeleri mi söz konusu bilemiyorum. Demokrasiyi savunma asıl tercih haline getirilmedikçe, diğer kaygılar ve ilkeler bu temelden ifade bulamadıkça MHP hep gündeme yetişmeye çalışacak.

Sokak, parlemento dışı muhalefet, toplumsal hareketler, çevre, kadın hareketleri, hak hareketleri, sendikal hareketler ve gençlik hareketinin demokratik alışverişin dışında tutulması sanki IMF tarafından dikte edilmiş bir tutumlu, diyete sokulmuş demokratik model. Sendikasızlaştırma zaten indirgenmiş iktisadi modellerin bir vazgecilmezi.

MHP toplumsal muhalefete hem legalizmden gelen mesafesi ile, hem de sokağa yönelik müdahaleleri farketmişliği ile demokratik spektrumu yeterince değerlendiremiyor. İktidar bunu MHP'ye karşı kullanacaktır!

MHP seçimlerdeki parlemento dışına itilişin ötesinde bir zorlamayla karşı karşıya kalacak gibi görünüyor. Elindeki tek zemine mesafeli davranmak zorunda kalması bu yüzden gündeme mesafeyi koyarak parlementoya sarılması yeni bir açmaza zorlanacağına da işaret. Korporativizmin alanına kayma riski burada beliriyor.

MHP demokrasinin temellerini savunmadan, rakiplerinin haklarına sahip çıkmadan demokratik legalizmin sürdürülemeyeceğini, kendi gündeminin oluşturmasına izin vermeyecek bir konjonktürde bulunduğunu farketmedikçe bu zorlama gitgide artacak.

Parlemento dışındaki demokrasiyi de farketmeden, sokağın demokratik zeminini farketmeden, kendisi gibi olmayanlarla dayanışmayı güçlendirmeden dizayn ve müdahalelere cevap verebilmesi mümkün görülmüyor.

AKP yanlısı gazetecilerin erken secim tehditleri doğrudan MHP'ye yönelik. Belki biraz da CHP'li muhaliflere. AKP kendisine yönelik erken seçim senaryolarını hem bloke edebilmeye uğraşıyor, hem de bu söylentilerle siyasete gözdağı vererek tehlikeyi uzak tutmaya çalışıyor.

MHP'nin erken seçimlerde baraja takılma ihtimali erken seçimi tetikleyecektir! Erken seçim AKP projesi değildi. Oluşturulan fısıltılari kim örgütlü veya insiyatif sahibi ise o yönlendirir.

MHP'ye demokratik kaygılarla ödünç oy vermiş sol, CHP'ye açılım politikası dolayısı ile mesafe almış muhafazakar CHP'liler erken seçimde yeniden CHP'ye oy verecekler gibi görünüyor. Yüzde 26da kalınmış olması da ödünç oy lüksünü ortadan kaldırıyor.

CHP'nin protestosu muhafazakar CHP seçmenini, demokrat CHP seçmenlerini tabanda kaynaştırıyor. Listelerini varolan milletvekili sıralamasıyla oluşturacak bir CHP'yi muhaliflerin dışlanabileceği üzerinden karıştırmak zordur. "karıştırmak" sözcüğünü vurguluyorum, siyasete enrika da kurumlaşarak girmekte.

MHP milletvekillerine erken seçim riski itici geldiği andan itibaren bu risk ile yaşatılacaklardır! Parlemento dışına zorlanma MHP'ye kaset dizaynından daha ciddi bir müdahale olacaktır. Bu kez, üzerinden milletvekili kapışmak için değil, siyasetlerini iflasa sokmak, köşeye kıstırmak için.

Bundan sonra ne olacağının analizini yapmış bir MHP kendi yolunu, kaderini daha demokrat bir çizgiyle belirleyebilecektir kanısındayım.

Bundan sonrasında başkalarının hakkını savunmanın varolma meselesi oldugunu farketmiş bir MHP'nin kendi varlık zeminini de güçlendirebileceği kanaatini taşıyoruz. Rakiplerinin haklarına sahip çıkmak ya da çıkmamak, bütün mesele işte bu.

Gündem Üzerine: 12 Haziran Sonrası

MECLİSİ BOYKOT. Demokratik aralıkta. Hattâ, bazı keyfi ve ayrımcı uygulamaların üzerine gidilebilmesi için meclis çalışmalarını önceleyebilecek kadar meşru bir eylem tarzı. Bağımsızların eleştirilmesi gereken nokta yakıp yıkan tarzın hedefe varmak için verimli görülmesi ihtimali üzerinden olabilir. Ancak bir çığırından çıkmışlık içerisinde meşruiyetini iddia etmeye çalışabilecekleri bir tarz-ı siyaset, demokratik mücadelenin üslup, söylem ve dilini devre dışı bırakıcıdır.

"KİMYASAL SAVAŞ". Devlet olur olmaz yerde gaz kullanıyor. Sokaklar, işyerleri, hastahane bahçeleri duman altı ediliyor. Allerjen, kansorejen, zehirli gazlar bitkilere, perdelere, ev eşyalarına siniyor, hamilelerin kanlarına karışıyor. Ortalama bir sağlıklılık halinden yola çıkarak kimyasal madde ve yoğunluk seçmek her yaşta, her sağlık halinde insan ve hayvan açısından zararsızlık iddiasına imkan vermiyor. Ölenlerin arkasından "astımsa sokağa çıkmamalıydı!" demek zulüm avukatlığıdır, ancak diktatörlüklerde, otokrasilerde geçerlidir. Ayağa kalkmayan paşalardan daha sorunlu görülmeliydi bu tarz gerekçelemeler. Sokakta her daim kedi köpek de olacak; kuşlar, böcekler de; hamileler, yaşlılar, kalp hastaları da. Gaz kullanımının arkasındaki ideoloji kışkırtıyor, aşağılıyor, gerilimi daha da büyütüyor. Su sıkma, vücutlara gaz kapsüllerini çarptırma, yerlerde sürükleme protestoyu hınç çığına dönüştürüyor. Uzlaşmaz, itip kakıcı, iktidar dışındaki her türlü bakış açısını şeytanlaştırıcı bir ufuk bir toplumsal mühendislik işidir, arkasında demokratik bir iddia olamaz! Gaz kullanımına şiidet yoğunluğunu düşürme için değil bir şiddet uygulaması olarak başvuruluyor. Uluslarası sözleşmeler, temel insan ve hayvan hakları sürekli ihlal edilirse bir ülkede demokrasiden bahsedilemez!

DEMOKRASİMİZ'DEN TEREDDÜT EDİLDİĞİNDE sadece eleştirilerle karşı karşıya kalırız diye düşünmememiz gerekir. Bağımsızlığımızı dahi riske atarız. Dünya ne muktedirlerimizin ne de protestocularımızın kara kaşına, kara gözüne hayran! Dümdüz olabiliriz! Daha fazla zor kullanımını gitgide daha da meşru gösterebilecek bir tırmanma ve kendisine hukuk yazılabilen hallere yol açarak. Bir yüz yıl daha kaybetmek istemiyorsak üzerimizden dünya kurulup bozulmasına izin vermemeiz gerekir!

MİLLETVEKİLİ YEMİNİNİN EDİLMEMESİNİN demokratik mücadele, demokrasi için mücadele ile çelişen bir durumu yok. Yeminini edip dayatmaları yutan hiç bir parlementer, yeminini bekletenlerden daha demokrat değil. Tersine, demokrasinin sınırlarını, hukuk'un sınırlarını, işlevini, anlamını güncellemeye çalışan protestocunun eylediği ahlaki açıdan savunulabilir, demokrasi açısından tutarlı, hukuk açısından elzem bir duruşun ifadesidir.

HATİP DİCLE konusunda söylenenler hukukun uygulama ve yorum olduğunu, şablon uygulama olmadığını inkar eder boyuttadır. Dicle listelere girmiş, oy pusulalarında yer almış, hatta mazbatasını almışken mebusluktan düşürülmüştür. Bu hukuk dışıdır, hukuka darbedir. İlgili kanun hükümleri seçimden önce uygulanabilirdi. Bu uygulama, o haliyle de tartışılır olacaktı,  barajın yol açtığı hukusuzlukla birarada düşünüldüğünde. Her iki halde de zamanlama yedeksiz bağımsız adaylara yönelik her hukuki yaptırımı daha da tartışılır hale getirmektedir. Dicle'nin yerini Eronatın alması hukuken meşru değildir. Kanunen? Kitabına uydurulmuş bu tür hukuk hukuki meşruiyetini (hukuki temellendirme, gerekçelendirme süreçlerinden koparak) yitirmiştir. 12 Eylül devam ettirilmemeliydi!  Eğer, baraj konusunda toplumda bir uzlaşma olsaydı, bağımsızlar için ortaya konulan kural, uygulama sistemi demokratik olsaydı adil değil ama meşru diyebileceğimiz bir pozisyonda olurduk. Sayın Eronat iyi bir insan, iyi bir milletvekili olabilir, ancak partisinin kendisine iyi bir başlangıç sunmadığı kanaatindeyim. Sürekli tartışılacak, sorgulanacaktır. Oysa sorunlu olan meşruiyetini yitirmiş hukuki kalıplar ve kanun silsileleridir. Hatip Dicle'nin de kendisini tanıma, beğenme beğenmeme durumunda değiliz. Fabrikasyon suç kataloğu mağdurudur, kendisi gerçekte suçlu olsaydı dahi eşitlik ve eşit vatandaşlık ilkesini yoksayan kategorik uygulamalar ile karşı karşıya kalması aday gösterilmesi ve adaylığının meşruiyeti için yeterlidir. Şiddeti bırakıp siyasete geçmelerini önerdiğimiz bir muhalif duruşa karşı tutarlı davranılmamaktadır.

HUKUK FELSEFESİ bu tür hukuk anlayışını hukuk anlayışı olarak bile görmez! Hukuk sürekli adalet eylemi ve uygulama ile güncellenen bir alandır. Kanun şablon değildir. İçtihat dahi bir ezbere, kalıba dönüş değildir, bir uygulamaya dönüştür, uygulamanın kanunun boş yani uygulanmamış haline içerik kazandırabilirliği ile ilgilidir. Bizlere üniversitelere kapatanların nasıl bir cehaleti bilim alanlarına ve hukuka hakim kıldıklarını görmek acı verici! Hatip Dicle olayına dönersek, hukun işletilmesinde hata yapılmıştır ve artık Dicle seçilmiştir, bu bir. İkincisi, kanun adaylığının engellemesine yeni bir adaya imkan vererek yol açsaydı bir ölçüde hukuken meşru olabilirdi. 9 Haziranda başka bir aday için meşru olabilecek bir hukuki engelleme Dicle için şimdiki kadar olmasa da sorunlu olurdu: Bağımsız olarak seçimlere girmek zorunda kalmış ve ölçüsüz bir baraj ile karşı karşıya bir partinin üyesi sıfatıyla. Tercihi de bir dayatmanın sonucudur. Hakikî Hukuk ölçüyü kaçırmış bir barajı değiştiremese bile hükümde hesaba katarak hukuken aşar. Hukuk böyle bir barajı adaletin, insan hak ve hürriyetinin karar verme pratiğinin barajı olarak görmez! Adaletin her hareketi, adalet sisteminin ufkunu açar, genişletir. Şablon hukuku, kanun böyle diyor hukuku kanunu okuyamayan, yazamayanların hukukudur. Suç ne YSK'nın ne de mahkemelerindir. Bu tür işlemlere adalet yazan düşünce boşluğu, adalet ve ahlak düşüncesinin sözcülerinin olmayışı felaktten de beter bir haldir. Felsefe felsefe eğitimi almışlara bırakılmayacak kadar ciddi bir alandır, felsefesiz hukuk hikmetsiz ve praksissizdir. Boş kof bir demokrasi ideali, boş kof bir gelenekçilik, boş kof bir ilerleme iddiası hikmeti dağa kaçıracak cinstendir. Bir anlayış temeli, ekseni olmadan medniyet kuramazsınız! Yaşattığınız bir medeniyet yoktur.

HUKUKUN ALANINDA OLANLAR tüm alanlardaki boşluğun ifadesi.

TUTUKLU milletvekillerinin yemin edememeleri yeni icat bir hal. Burada yargının ideoloji oluşturduğunu görüyoruz. Yargı haklı pozisyonun sözcüsü değil, adaletin vuku bulma, vücutlanma yeridir. Tüm sistemi işlediğinde yargı yargı olur. Sanıklar bir ortaklığın üyeleri bile olsalar bireyler olarak yargılanmaktadırlar. Örgütsel aidiyet kanıt ister, örgütlü sanıkların yargılanışında dahi genel karar hukuk ifadesi değildir. Hukuk tek tek durumlara cevap vererek ifadesini bulur. Seçilmiş insanlara "niye aday yaptınız" demek hakkına sahip değiliz. İçlerinde desteklediğim tek bir adayın bile olmaması seçilmelerine itiraz hakkını bana vermez.  Yargılanmaları devam edeceğine göre milletveki olmalarında bir sorun olmaması lazım gelirdi. Kabul edilebilir bir tutukluluk süresi aşılmıştır. Ceza yemeleri durumunda milletvekillikleri düşecektir. Buna hiç bir itirazım olamaz. Ancak, verilecek kararın bir kamplaşma ve ayrışma içerisinde tecelli edemeyeceğini unutmadan. Özel mahkemeler kolaylıkla  taraf olabilmektedirler ve bu adaletten taraf olmakla alakalı bir sorun değildir. Devlet güvenlik mehkemelerinin mantığı hukuk mantığı değildir, hukuki perspektifte, hukuk anlayışında demokrasilerle bağışmayacak  bir suç, ceza, toplum, devlet kavramı rol dağıtımı değiştirilerek dönüştürülemez.

SİYASİLEŞMİŞ MUHAKEMELER bundan sonra aday olacak her muhalifi de zora sokacaktır. Bugünkü müdahalelere ses çıkarılmaması hukuksal uygulamayı siyasetin alanına müdahil hale getirebilecektir. Demokrasiyi ve hukukun üstünlüğünü savunmak,  birilerine karşı parlementer sistemi savunduğunu düşünen hukuk sistemine karşı parlementer sistemi savunmaktır da. Bunda bir çelişki yoktur. Seçilmişler "parlementer demokrasiye" muhalif tavırlarından dolayı yargılansalar dahi, onların parlementer seçilmesi halinde mahkemelerce engellenmesi parlementer demokrasiyi savunmanın gereği olarak eleştirilebilir. Burada dikkat edilecek olan, demokrasi karşıtı olarak yargılanmasının meşru olduğu halleri engellemek değildir, olmamalıdır. Demokrasiyi koruyan yargının da demokrasiyi korurken demokratik zemini altüst etmesine müsaade edilmeyeceğindeki gibi. Bu müsaade etmeyişler dayatmaların alanında değil hür ifadenin, siyasi eylemin, demokratik kurumların kendilerini ifade edişleri iledir.

DENGE İYİDİR. Demokrasinin kazaya uğramaması, kurumların, sosyal hareketlerin birbirlerini dengeleyebilmeleri iledir. Demokrasi içi mücadeleler sağlıklıdır, karmaşık ayarların tutturulmasına yol açarlar. Eğer serbest bir tartışma ortamı varsa, insanlar hak sahibi ise, sosyalizasyon süreçleri kesintiye uğramıyorsa vs. Dengeler, ölçü tutturmuşluk stabil bir halde oluşmamaktadır. Toplumlar sürekli hareket halindedir. Demokrasinin otoriter jargonu kaldırmaması, kuvvetler ayrılığına ihtiyaç duyması sosyal dinamiklerin toplumsal kurumlaşmaların demokratik şekillenmelerinde, konsensusun sürekli güncellenmesinde aranmalıdır. Çelişen kuvvet , çıkar ve ilgilerin şiddet veya kuvvet dengesiyle değil açık ve demokratik bir toplum oluşla çözümleri ilerletmeleri, meşruiyet dünyalarını itiraz ve temellendirmelere açık tutabilmeleri söz konusu olmaktadır.

ADALET DUYGUSU. Seçilmişlerin milletvekili olup olamayacaklarına ancak istisnaî durumlarda mahkemeler karar verebilirler.  İstisnai haller toplumsal anlaşmanın, kuvvetler ayrılığının; demokrasiyi oluşturan taraf ve sosyal hareketlerin meşruiyet iddialarındaki ortaklığın alanını referans alır. Kararı kabulleniş haksızlığı kabul ediş değil, ideal adaletin olamayacağını kabulden yola çıkar. Adalet bir biçimiyle söz konusudur veya söz konusu edilebilirliktedir. İster sosyal hareketler arasındaki dengelerden, kaymalardan kaynaklansın, ister bağımsız adaletten, adalet duygusu geçmiş kadar geleceğe de yöneliktir.

"DÜN DEMOKRASİMİZ TEHLİKEDE" YAZACAKTIM bugün demeokrasi için bir umut var diye yazarak bitirmek istiyorum. Demokrasi şekilcilik değildir. Aslında şekil dahi şekilcilik işi değildir. İtiraz, gelecekteki tuzaklara hazırlıklılık, demokrasinin tüm spektrumunu devreye sokabilmek, demokrasiyi savunurken bile güç dengesini bozarak demokrasiye zarar verilebileceğini farketmek az bir şey değildir.

Seçilmişleri hukukun hukuki uygulamayı ve hukukun hikmetini unutmuşluğuna karşı savunmak, seçilmişlerin de demokrat olmayabileceklerini inkar etmek değildir. Yargı kendisini demokrasiyi korumakta dahi parlementonun üzerinde görmemelidir. Yargının bu yönde bir hareketi yargının ille de kendi kendisine farkedeceği bir oly da değildir. Parlementodan itiraz yargıyı kendi düşünce dinamikleri ile de buluşturacaktır. Tersi de geçerlidir, demokrasiyi ve adaleti parlementonun hoyratlığına karşı savunmak, kendisini hukukun üstünde gören bir siyasi sınıfa adaleti hatırlatmak, hakkı ve hukuku savunmak bir bütün olarak hukukun işidir. Bütün dedim: düşüncesiyle, bürokrasisi ile, savunması ile, sanık, infaz, kolluk bürokrasi ile bir bütün olarak....

(Zamanım yok, sabah oldu, düzeltemedim, burada nokta.)

22 Haziran 2011

Demokrat Bir CHP Bağımsızlığımızın Garantörü Olabilir!

CHP 12 Eylül döneminin hukukunu aşmalı, parti içi demokrasi çıtasını yükseltmelidir.

Biz yeni yönetimi muğlak dış politikası, vasat profesörleri ya da iki lafı bir araya getiremeyen, gafsız bir konuşma yapamayan kayrılmış temsilcileri yüzünden desteklemiyoruz! Çoğu konuda farklı düşünsek de "meşruiyet" kaygısına cevap verebilen, demokratik temelleri olan politikalar ve kurumlaşma anlayışına onay veriyoruz.

Bir dönemin vesayetçiliğine, buyurgan çevrelerine az çok karşı koymuş olanların sadece bu özelliklerinden dolayı yönetime geri dönmelerine onay vermiyoruz! Demokrasimizi en az vesayetçilik kadar yıpratmış olan aşırı merkeziyetçi, halka ve üyelere güvensiz, bürokratik yönetim tarzının yeniden canlandırılmaya çalışılması kabul edilebilir bir olay değildir!

Bir dönemin tuhaf müdahalelerine karşı koyuşu onaylamamız, tepeden yönetim tarzını onaylamamız anlamına gelmiyordu. Risk alındı, yeniden normalleşme süreçleri işletildi. Eski tarz hükümsüzdür!

Parti içi demokrasiyi işletmek toplum mühendisliğini devre dışı bırakabilecek yegane yoldur! İstemediğimiz politikalar değiştirilebilir, onaylamadığımız politikacılar devre dışı kalabilir demokrasi işliyorsa, rekabetin önü açılabiliyorsa.Yönetimin politik önerilerine tereddütten yola çıkarak demokrasiyi reddetmek, "millî politikacılarla" bağımsız kalınabileceğini düşünmek safdilliktir.

Yönetimin yanlısları olabilir, düzeltilir. Ancak demokrat tavır dogrudur. Muhalefetin doğruları olabilir, ancak, önerdikleri siyaset modeli yanlıştır, savunulamaz!

Yeniden, yeniden, yeniden vurgulayalım: Bizler siyasetin halka emanet edilmesinde yarar görüyoruz, insanımız demokrasimizin, geleceğimizin teminatıdır, bugün öyle değilse yarın öyle olmalıdır! Parti içi muhalefetin insan anlayışı, vatandaşlıktan ve siyasetten anladığı külliyen yanlıştır!

CHP tabanı partisine ve demokrasisine, ülkesinin geleceğine sahip çıkamayacaksa, bunu yapabilecek hiç bir parti veya kurum yoktur!

Bugüne kadar izlenen politikalar halkın insiyatifine imkân tanımadı! Bundan sonra da böyle gitmesine izin vermeyeceğiz, siyasetle ilgilenenlere, ilgileneceklere açıkca bildiriririz!

20 Haziran 2011

Fuzulî'nin Anısına 1

Fuzulî de son yıllarda ruhsuz, teatralimsi okumalarla; sözü inciten ney inlemeleri, şiiri bastıran saz eklemeleri; manzara akışları ve kes yapıştırcı tezyinî sanatlarla sunulur oldu. Ne derdinin derdinde insanlar, ne de şiirinin ahenginin farkındalar. Sular damlıyor, hat ve ebru akışıyor, ulvî olanı yakalamışlık tonunda gayretsiz bir sığlık anlam ve medeniyet dünyamızı darma dağın ediyor.

Eski şiirimizin nasıl okunacağına dair bir fikir edinmek, geleneksizlik ile gelenekçiliğin yakıp yıktıklarını tamir edebilmek için musikîmizdeki gazel/kaside "performanslarına" da dönüp bakmamız, klasik şiirimizi en iyi bilenlerden, vezin, prozodi, ahenk, ritm, dinamik derdi olanlardan dinlememiz lâzım.

Uzun hava, bozlaklar gibi çoğu gazel ve kaside okunuşu da doğaçlama işi. Taksim, bizde doğaçlamanın aslında daha köklü, gelenek haline getirilmiş, işlenmiş hali, doğru adı. "Doğaçlama veya improvizasyon promptersiz konuşmalar için bile kullanılabilecek geniş anlam spektrumuna sahip. Gazel ve kaside aynı zamanda hem şiir hem de müzik formu.

Taksim usulsüzdür, ama vezinli sözün ritmik beklentileri ile oynayarak da taksim söz konusu edilebiliyor. Usulün olmaması, usul cehaleti olmadığına, tersine, bir usul bilinci üzerine kurulduğuna göre.

Besteli gazel ve kasideler de var. Ancak beste gibi dinlediğimiz çoğu gazel ve mersiye aslında beste değil, meselâ, Hafız Burhan, Hafız Osman gibi büyük yorumcularının ilk okuyuşlarını, "doğaçlamalarını" tekrarlamadan ibaret.

Taksim kadenslerde, ara nağmelerde, kontra giriş olarak süslemelerde vb de devreye girebilir. Konumuz taksim değil. Şiir. Vezni, ağzı, tarzı, bir vurgu dünyası olan eski şiirimiz.

Youtube'da yaygın olan bazı videolarla, halk geleneğine entegre olmuş klasik şiir ile başlayalım.

Meni Candan Usandırdı. Abulfat Aliyev:



Öyle Sermestim ki, Kazancı Bedih




Müzik ve şiirin yapılarının örtüşmesi, vezin ile usul arasındaki ilişkiler, bu inceliklere rağmen şiirin  müzikte usulden bağımsızlaştırılması daha kapsamlı tartışmaların, alâkaların konusu.

Eski şiir, beste ya da taksim dışında da değerlendirilebilecek "okunma/resital" tarzlarına da sahipti. 60'lı yıllara kadar destancılar sokaklarda dolaşır, destan okuyarak ve satarak geçinirlerdi.

Geleneksel şiir sunumlarında müzik, paralalel bir işlev de görebilir. Tambura/tanbura veya başka çalgı eşliğinde okunan şiir yer yer müzikle buluşur, yer yer kopar gider, paralel akışır. Müzik aletine, makam kullanımına rağmen şiir okunuyordur sadece, kapısını daha müzikal yorumlara açık tutarak.

İran, ortaasya, hindistan'da izlerini sürebileceğimiz ilginç bir okuma tarzını daha sunarak konuyu şimdilik kapatalım. Aşık geleneği ve besteli okuma içinde görülmesi gereken bir tarz. Videonun sadece linkini verebiliyorum:

Sabri Karger ve yine Büyük Fuzulî:

http://youtu.be/KqQZX82g_pU

16 Haziran 2011

Sola Ve Çevrecilere Karşı Devlet Terörü Uygulanıyor!

Gelişmeler rahatsızlık verici.
Listeler oluşturuluyor.
Devlet belgeleri sızdırılıyor.
Yasa dışı dinleme ve izlemeler dur durak bilmiyor.
Çevre hareketi yok edilmek isteniyor!
HES'leri alan şirketler, yeraltı sularını zehirleyen şirketler neden bu kadar korunulup gözetilmektedirler?

Yeraltı sularının, ormanların, havanın, uçan kuşun, işkencedeki insanlığın, yasaklı gazetecilerin, karakolluk edilen çevirmenlerin, parasız eğitim istedikleri için halâ içerde olan gençlerin, şafakta kapıları kırılanların yanındayız!

Onlara yapılan zulüm bizleri hedeflemektedir!

İnsanlara zulmü öven siyasilerin ortak oldukları, taraflarından destek aldıkları şirketlerin ürünlerini almamaya, kullanmamaya çağırıyorum.

HES'ler için kapılar kırılmakta, çevrecilere "vatan haini" yaftası yapıştırılmaktadır! HES'ler için cinayet işleyebilecek, işletebilecek ölçüde bağırıp çağıranların ortaklıklarını, iç ve dış finans kaynaklarını muhalefet partilerinin didiklemelerini bekliyoruz!

Halka ve doğaya saldıran, saldırtanların şirketleri, her türlü ortaklıkları demokrasimize ve demokrasilere müdahale ettikleri süre boyunca boykot edilmelidir!

15 Haziran 2011

Kılıçdaroğlu İle Devam!

DENİZ BAYKAL kaset olayıyla karşılaşınca, "muhafazakâr medya”mız teşhir ve tecessüse gömülünce, herşeyi dinleyen ve izleyen kurumların bu konuyu açığa kavuşturmada  tuhaf bir ihmalkarlığa büründüklerini görünce, Baykal ve CHP’ye destek verdik.

MHP kaseterinde de, şantajı engellemekle yükümlü siyasilerin konuyu seçim meydanlarında istismar edeceklerini, yasalarda belirlenmiş hak ve hukuk çerçevelerini farketmediklerini, ”özel”in özel bir semantiğinin olabileceğini düşündüklerini gördükçe şantajı, kasetlerin kullanımını, tecessüsü daha detaylı eleştirdik.

Kılıçdaroğlu CHP lideri olduğunda kendisine en az iki sene tanınması gerektiğini söylemiştim. Çıkar ve ikbal beklemeden CHP’nin yeniden partileşmesine fırsat verilmesi gerektiği, şişeden cinin çıktığını, Baykalın içe kapanma pahasına CHP’yi müdahalelerden korumaya çalıştığını, iktidara yürümediği için değil CHP’yi vesayet altına sokmadığı için saldırıya uğradığını yazmıştım.

CHP'nin yeniden önseçime dönmesi, on’u geçmeyecek kontenjan dışında tepeden inme aday belirlenmemesi, parti içi demokrasinin güçlendirilmesi, kimsenin tasfiye edilmemesi gerektiğini söylemiş; gündelik siyasi pratikte bir ayıklanmanın söz konusu olabileceğini vurgulamıştım.

CHPli akademisyenlerin önemli bir kısmının esersiz, niteliksiz, üniversitede öğrencilerinin önünü tıkayan, kendileri ile meşgul hocalar olduğu kanaatleri karşısında onların entellektüel görülmeyen anglosaksonumsu tarzlarının dahi  bir siyasi parti ile ilişkide verimli sonuçlar verebileceğini, beklenip görülmesi gerektiğini defalarca ifade etmiştim.

CHP ister benim istediğim, isterse tasvip etmediğim bir yönde siyaset geliştirsin, tüm potansiyel kadrolarının sınanmasını, önyargılarla elenmemelerini, kendilerini gösterme, savunma, ifade etme şanslarının açık tutulmasını tercih edeceğimi belirttim durdum.

Yeniden vurgulayalım: Şişeden cin kaçmıştı, Baykal dönemine geri dönülemezdi, partiyi halka ve üyelere emanet etmekten daha ciddi ve kalıcı bir yol yoktu.

Kurultayların, kongrelerin, çeşitli düzeylerde seçimlerin önemine inanıyorum. Parti içi demokrasi kurumlaştırılmalı, tahakkümün dili örgütlenmenin dili olmamalıdır.

Parti içi demokrasinin oturması halinde istemediğim bir çevrenin partiyi temsil etmesi sorun değildir. Yeter ki, itiraz edebilelim, rekabet edebilelim, eleştiriyi açık tutabilelim.

Şu anda önceliğimiz partinin demokratik kimliğini bulması, edinmesidir.

Kılıçdaroğlu yönetiminin kadroları siyaseten ve tecrübe olarak zayıf kalıyor olabilirler. Bunda denge gözetiminin de etkisi olmuştur, onlarca yılın vesayetinin de. Kendilerini geliştirmelerine izin vereceğiz! 

Kılıçdaroğlu ekibine baskı yapan, engellemeye kalkışan, dominansın dilinden başkasını konuşamayan kadroların ise yönetimden uzak tutulmalarını anlayışla karşılıyoruz. Bir tarz-ı siyaset değişecektir. İçerde olarak, dışarda kalarak herkes demokratik bir partide, demokrasi içinde mücadele veren bir partide faaliyette bulunduğunu kavrayacaktır!

Tasvip etmediğmiz ve etmeyeceğimiz hizip, klan sadakatlarıdır. Siyasilerin öncelikli hasletleri hakikate sadakat, tevazu, tecrübeye açıklık, başkalarının ve alanlarının sırlarına gece gibi karanlık olmaları, tecessüsle değil sorumlulukla gerçeği aydınlatmalarıdır.

Dayanışmayı, kaybetmeyi, çekilmeyi bilmeyen; zarar gördüğünde zarar veren, çıkarları vazifelerinin gerekirlikleri olmayan; ufuksuz, ruhsuz, çok bilmiş, halka tepeden bakan, konuştuklarında hikmet olmayanın fikirleri, duruşu, temsil etttikleri halka vekil olmaya yetmez.

Kemale ermiş insanlar aramasak da, insani bazı hasletler, özellikler arayacağız siyasilerde. Belagat hamasiyat olmayacak: Dert anlattığı insan, derdini anlayabildiği insan olacak.  Karşı tarafa kulak vermek, onun bir diyeceği olduğunu bilmektendir. Dinleyen, öğrenebileceği bir şey olduğuna karar vermiş insandır. Kulakları tıkalı insan eski tecrübeden ibarettir. Yeni bir şey söylemez. Yeni bir sorunu şablona sokmadan kavramaz. Dinleyen, anlamaya çırpınan hem anlatır, hem de söylediğini gözden geçirir.

Demokrasi anlaşabilen insanların diskurundadır. Çoğunluk, çoğulculuk ezberi hikayedir. Demokrat insan karşısındakine sömürgeci gibi bakmaz. Hakikati tekelinde görmez. Söylediklerini kanun bilmez. Yanlışının gösterilmesini sevinçle kabullenir.

Bizler Baykalı hangi nedenle savunduk ise, aynı nedenlerle Kılıçdaroğlunu destekliyoruz. Siyaset şantajla yapılmamalıdır. Parti içi demokrasiler müdahaleciliğe, vesayetçiliğe, aceleciliğe, fırsatçılığa mücadele ile geliştirilir.

Kılıçdaroğlu yetersiz kaldıysa yetiştirilir. Kim yetersiz değil ki? Kadroları yetersiz ise destek verilir. Bilim kurulları yüzeysel ise, zamanla eleştirilirler, öğrenmeye ve eleştirilmeye kapalı iseler, başarısız kalırlarsa üniversitelerine dönerler.

Hepimizin kimin nerede tıkanabileceğine dair fikirlerimiz var. Buradan yola çıkmak, ezbere vaziyet idare etmektir. Bırakalım kendilerini göstersinler. Kendilerini gösterirlerken, ayaklarına dolaşmak, kafalarını karıştırmak, özgüvenlerini sarsmak bizlere yakışmaz. Destekleyerek eleştireceğiz, uyaracağız.

Kılıçdaroğlu eski hataları tekrarlamamakla mükelleftir. Yeni hatalar ise söz konusu olabilecektir. Harika çocukların, danışmanların, dışardan hizmetlerin yerini kurumlaşmış yapılar almalı, dışardan yardıma ezber bozmak için başvurulmalıdır.

Kapışmaların, çatışmaların mazbutluk sınırına çekilmesidir de demokrasi.

Geçmişte CHP’nin kurultay zincirleri ile yüzde otuzbeşlik desteği yüzde yirmilere düşürdüğü de olmadı değil.

Kılıçdaroğlu skandalize edilmeye çalışılan bir siyasi hayattan, şantaj ve dizayn dünyasından parti içi demokrasiyi konuşabildiğimiz bir gündelik zemine taşıdı CHP’yi. Elbette desteklerimizle.

CHP er geç kurultaya gidecektir.  Buna yönetim karar versin.

Devlet kurumlarının, cemaatların, din görevlilerinin, mülki idarelerin çoğunlukla tarafsız kalmadığı bir seçimde; medyada son iki gün kimlerin program yapabileceğinin dahi bir yerlerden belirlenebildiği bir ülkede; il ve ilçe yönetimlerinin kontenjan adaylarına isyan ettiği bir ortamda Kılıçdaroğlu beklenen yükselişi yakalayamasa da iktidara yönelen bir söylemi yakaladı.

Kendisine yerel seçimler sonrasına kadar şans tanıyacağız.

Uzaylı mesih bekleyenlerin laikçiliği, halkına sömürge valisi gibi yaklaşanların milli dili, ceberrut bir estetikten dünyayı terbiye etmeye kalkışanların ukalalıkları CHP'de yer bulamayacak artık. Sahip çıkacağız, göz açtırmayacağız. Buna Kılıçdaroğlu da karşı duramaz, Baykal da!

Çalışanların, dağın taşın, ormanların ve suların, uçan kuşun hakkı var üzerimizde.

Parti içi demokrasi sabır ve tevazu  istiyor. Hatırlatırız!

13 Haziran 2011

Yağar Yağmur Yer Yaş Olur



(Talip Özkan, Yağar Yağmur)


Aşkla haykır. Aşktan haykır. Yan. Yakıl. Dert anlat. Dert dinle. Kardeş ol. Yoldaş ol. Yolda bırakma. Ter içinde kal. Güller dibinde kal.

Bir dinleyenin olur. Bir anlayanın olur. Bir kardeşin olur.

Dertten kaçma. Çekmekten kaçma. İnsanlıktan kaçma. Başkalarının kaçtığı, korktuğu olgunlaşmanın ateşi. Bu ateş yakarak yakar, dumanlı yakar, inleterek yakar. Yanmaktan kaçma.

Nerede çığlığın, hayata kapılar açan kahkahan, ağlatan, güldüren sesin?

İnsanlığı ayakta tut. İnsanlığı ayakta tut. İnsanlığını ayakta tut.

Ne kazananın zamanındasın sen, ne de kaybedenin. Söyleneceği söyle, elinden tututulacağı tut. Yoluna gönderileceği gönder.

Hakikate dost ol. Başka bir şey olma. Olana şahit ol. Olmayana gölge ol.

İnsanlık değiştirir. İnsanlığın değiştirir. Zındandan korkma. Zulümden korkma. Zulmünden kork. Satmandan kork. Unutmandan kork.

Dünyada iz bırakacak olan sensin. Acı çekecek olan sensin. Ferahlatacak, ferahlayacak olan sensin. Sana selâmı geçmiş olanı unutmayacak olan sensin.

Korkmandan korkma. Çoğu ile selâmım oldu, dizi titremeyen bir yiğit görmedim ömrümde, yolunu ararken.

13 Haziran: CHP


Seçim sonuçları, AKP’nin artık her çeviriye, yazıya, itiraza gazla, kelepçeyle, kasetle, gözaltıyla müdahale edeceği kaygısını taşıyanları muhakkak huzursuz etmiştir.

Ecevit Hükümetinin çöktüğü dönemden bu yana partiler yasaklarla, müdahalelerle karşı karşıya idiler. AKP’nin devam edip edemeyeceği dahi bir dönem belirsiz idi.

CHP ve MHP müdahalelere kapanmayı, büyümemeyi, iktidara yönelmemeyi göze alarak tercih ettiler. Uzun bir dönem vesayete yeltenen çeşitli sosyal mühendislik odaklarına karşı durdular. Müdahil/vesayetçi çevrelerden bazıları bugün AKP karşıtı da görünseler/olsalar  da, o günlerde AKP’yi muhalefetsiz iktidar yapan, ülkeyi muhalefetsiz, üniversitesiz, aydınsız bırakan bir taraf idiler.

Baykal kaseti CHP’deki kapanma, korunma dönemini sona erdirdi. Risk alındı, toplumdan destek geldi ve korunmacı, kapanmacı dönem geride bırakıldı.

Artık CHP  için tek yol kendisini halka, üyelerin sağduyusuna, demokrasi özlemine, gerçekçi çizgisine teslim etmekti.

Şişeden kaçan cinin şişeye geri sokulması saçma olurdu. Şu ya da bu kaygıyla kendilerinden uzak durulmuş tüm çevrelerin siyasete dahil edilmelerine, siyaset içinde sınanmalarına olumlu bakıyorum.  Halk desteğiyle kuşkunun yerini özgüvenin alması geçiş döneminin sancılı olmasına da mani oldu.

Seçimlerden önce CHP’de seçimlerde başarısızlık ve yeni kurultay zincirleri beklentisi vardı. Ağızlarıyla kuş tutsalar kendilerine seçim verilmeyeceğine inanan bir taşra örgütlenmesi söz konusu idi. Bunda geciktirilmiş kurultayın, aday belirlenme süreçlerinin de etkisi vardı.

Dış politikadaki darboğaz yeni bir partinin iktidara gelmesini zorlaştırırken ”arapbaharı”nın dış politikamızı açmaza sokuşu, ustalık ya da acemiliğin neredeyse farketmeyeceği bir bekle gör dönemine girmişlik bir değişimi göze alamayacak dışpolilitikaya duyarlı kesimlerin CHP iktidarına karşı çıkmayacakları, CHP’ye karşı cepheleşmeyecekleri bir konjunktüre yolaçtı. CHP aday krizlerini Kılıçdaroğlunun hareketliliği ile aşarken öneri paketleri ile iktidara geç de kalsa hazırlanmakta oluş intibaını vermeyi başardı. Dışpolitikadaki tıkanma aydınların, iş çevrelerinin, bürokrasinin olası itirazlarını törpüledi.

Ceberrut laikçi söylemin kendisini frenlemesi, intikamcı bir devletçili dilin meydanlarda dolaşmaması, pozitivist ukalalığın tartışmalarda boy göstermemesi seçime bir kaç gün kalana kadar devam etti.

CHP hızla iktidara hazırlanırken, kendisine destek verebilecek kesimlerin tereddütleri, kafa karışıklıkları, korkuları, kaybedecekleri üzerinden hesaplılıkları harekete geçirebilecekleri tüm potansiyele ulaşamamalarına yol açtı. Bunun ilerde sağlıklı sonuçlarını göreceğiz. Bir anti-AKP ittifakın, korporatif zorlanmışlığın yerini güçlü destekçilere verilmiş sözleri olmayan bir siyasi partiye alacaktır.

CHP’ye tereddütlü, muhalif parti ihtiyacını önceleyen bir yönelim dışında bir destek yoktu, siyasetin büyük aktörlerinden. İktidar olmasından ürkülmemesi, sempatiyle bakılması olası dünyalar içinde bir destekten ibarettir. İşini zamanla kolaylaştırsa da, AKP’ye 2002’de verilmiş destek ile kıyaslanamaz. Desteğin düşük yoğunluğu verilecek tavizlerin, karşı karşıya kalınacak dayatmaların yoğunluğunu düşürecektir sanıyorum.

CHP iktidara gelmeden ortadoğuya yeni bir neşter daha atılacaktır.

Suriyedeki son gelişmeleri bir indikatör olarak okuyabilirsiniz. Oluşturulabilecek tampon bölge bizim kontrolümüz dışında gelişmelere işaret edecektir. Suriyenin bir yanlışı bizi de ateşe atacaktır, ne tavır alırsak alalım. Burada insiyatifimizi şimdilik kaybetmiş durumdayız. Sonuç alabilecek bir insiyatif geliştirmek şu anda imkansız. Eyleşerek beklemek, güven kaybına yol açmadan tavır almak durumundayız. Orta noktada bir yerde olmak iç dayanışmayı zora sokmuş bir AKP için kolay olmasa da, bu bir ihtiyaç ve beklenti olarak karşımıza çıkabilecektir.

CHP’lileri iktidarı alabileceklerine ikna etmek hile değildi. Konjunktürün gelgitlerini okumakla alakalıydı. İktidar insiyatifine alıştırılmış bir kadro, ürkekliğini üzerinden atmış bir siyasi çevre demokrasinin garantörüdür.

AKP’nin otoriter eğilim göstermesi demokrasinin kurumlarının zayıflığı ile de alakalıdır. CHP’nin insiyatif geliştirmesi, ”büyük düşünmesi” sadece ve sadece sağlıklıdır.

Hiç bir parti kaybedeceği çok şey olanlar tarafından iktidara getirilmez. İnsiyatif sahibi olmaları vesayetçiliğe karşı da iyi gelecektir. CHP bundan sonra tabanını bulmak, halk hareketlerini keşfetmek, toplumun örgütlenmesine katkıda bulunmak zorundadır.

Dertlerine çözüm aradıkları platform, söz haklarının kürsüsü olmazsa bir parti halkın gerçek desteğini kazanamayacaktır. CHP kapılarını yeniden halka açmıştır ve yolun başlangıcındadır.

Seçim sonuçları o kadar önemli değildir. CHP yeniden bir parti olmuş, ülkemiz muhalefetini kazanmıştır.

Yerel seçimler, dört sene sonraki genel seçimler şimdiden gündeme alınacaktır.

Öncelikle de siyaset içerisinde sınanarak kadrolaşacak ve ceberrut, şımarık, buyurgan, asalak yükten kurtulacaktır:

Önyargılar ve ezber gözden geçirilmek içinidir. İnsanlara yeni bir şans vermek elzemdir.

Buyurganlık kendi partisini kurmadıkça, CHP çalkantıdan kurtulamayacaktır. Bu konuda tavizkar olunmayacağına eminim.

(Yarın MHP, Salı AKP, Çarşamba SP ve HAS PARTİ, Perşembe BDP, Cuma diğerleri)

(Yazdıklarım, yazmaya mecbur kaldığım içindir, siyaseti bilenler okumasalar da olur. Üstünkörü bir dili aşmayacağım.)
(Düzeltilmedi, gçzden geçirilmedi.)

10 Haziran 2011

İDAM ADALETİN OLMAZSA OLMAZI MI?

KISASA KISAS bir hukuktur ancak hukukun ta kendisi değildir. Hukuk geleneğimizin kısasa kısastan koparak modernleştiği, insanîleştiği savı sadece bir önyargı. Kısasa kısasın hukuk ve adaletin hikmetle alakasını unutmuşluktan savunulması ise önyargıdan çok bir ezber ya da fikr-i sabit.  Önyargıları tartışmaya açarak ufkumuzu genişletiyoruz, başka yorumlarla, fikirlerle, duruşlarla, hakikatin karşımıza çıkardıklarıyla yüzleşmeyi göze alarak. Fikr-i sabitin ise ilacı yok.

KISASA KISAS bir hukuktur, hukuk olması için de eşitleyici dengenin bir otomatiğe bağlanması yerine mağdur tarafın rıza ve talebine bağlanması gerekmektedir. Yani asıp keseni otomatik olarak asıp kesememe söz konusudur. Burada kamunun intikamı devralamaması söz konusudur. Kamu ancak adalet dağıtabilir, adalet için taraf olabilir. Yatıştırıcılık, sorun çözme, intikam duygularının yerini adalet duygusunun alması hedeflenir. İftira, keyfilik ve gelişigüzelliğin önüne geçmeye çalışılır. Hakim hikmetsiz, hukuk çaresiz değildir ve geleceği kan revan edecek bir karar çıkartmamak için gayret etmekle yükümlüdürler. Bir linç topluluğunun liderleri gibi davrandıklarında zaten hukukun temsilcileri olma meşruiyetini yitirirler. Mağdur tarafın intikamı seçmesi değildir özendirilen, tazmin edilme, ikna olma, yargı süreçlerinin dışında adalet aratmama gerekliliğidir. Cana ve mala zararın ölçülebilirliğinin şablonlarının olmamasındandır. Suçu kolaylaştırmama kadar intikamı, hukuksuzluğa özendirmeme de önemlidir.

KISASA KISAS daha küçük topluluklarda, ahlakî toplumsal bağların neredeyse toplumun bütünü üzerini kapsayabildiği hallerde, hukukun sözcülerinin kitle yalakası değil, ufuk açıcı ve sorun çözücü oldukları zamanlarda, hakimin karar alışı veya karar veriliş süreçlerindeki gerekçelemeleri ve referanslarıyla topluluğa hukuku önerdiğine, yaşattığına, güncellettiğine tanık oluyoruz.  Hikmetiyle aydınlatan ve adalet düşüncesini genişleten çoğu çıkış noktası ve problem alanı o günlerden bize kalma. Hukukta ve hukuk düşüncesinde sanıldığından daha temelli bir süreklilik var.

KISASA KISAS hukukun yazılı olmadığı, devletin şekillenmediği, kabile hayatının ağır bastığı, içsavaşların hüküm sürdüğü, savaş hukuklarının ağır bastığı dönemlerde ağırlık kazanabildi, ancak hukukun temel duruşu olmadı. Temel duruş olmayış, hukukun temel duruşundan  köklenmemişlik demek de değil: Hukuk karşılıklılık prensibi üzerine kuruludur. Padişahı da sokaktaki dilenciyi de eşit görür. Karşılıklılıktan kısasa kısas da çıkarılabilmesi karşılıklılık prensibinin indirgenmesi olur. Ahlakta karşı taraf ne yaparsa yapsın tek taraflı olarak doğrusunu/daha iyisini yapma yükümlülüğümüz söz konusu iken, hukukta, herkes için geçerlilik bir kayrılmama, yanlış yapma hakkı olmama anlamında bir karşılıklılık söz konusu edilir.

İDAM, mağdurun müdahil olmasının söz konusu olduğu tek kategori değildir. Bugünkü tazminat davalarında bu prensip her hukuk anlayışında yer bulmaktadır. Sigorta hukukundaki şablon uygulamalar karşı örnek değildir, hızlandırıcı şablonlardır, davalaşmaya prensipte kapalı değillerdir.

İDAM hep kısasa kısas sorunu olarak ele alınır ama siyasileşmiş, suikastleştirilmiş bir ceza tarzıdır, emsal olması, ürkütücü olması, dehşet yaratması, iktidarı perçinlemesi düşüncesiyle gündeme getirilir. İdam edilenlerin çoğu ya bir toplu katliama uğramışlıkta, ya bir siyasi tasfiye sürecinde hayatlarını kaybetmişlerdir.

CANAVARLAR, İNSANLIK DÜŞMANLARI, SAPIKLAR değildir çoğu kez ipte sallananlar, kılıca kellelerini uzatanlar. Menderes bir cani değildi. Deniz Gezmiş bugün olsa asılmazdı, idam cezası olsaydı bile. İstiklal Mahkemeleri mağdurların düşüncesine göre yerine getirilip getirilmesi tartışılamayacak suç kategorileri icat etmediler mi? Galilei Galileo’nun mağduru mu vardı, eski bilimi mağdur sayabilir miyiz? Tersine, iktidar olarak eski bilim müdahildi. (”Eski bilim” diye bir şey olmaz bu arada, bilimliği bırakmış, temelinden, yolundan çıkmış, ”ucubeleşmiş” bir ideoloji söz konusudur, olsa olsa!)

SOKRATES için değerli siyasilerimiz kime soracaklardı, mağdur olarak, tazmin edilecek olarak?

ŞEHZADELERİMİZ, vezirlerimiz, kuyulara doldurulan insanlarımız hukuku kitabına uyduranlarca katledildiler. Pir Sultanlarımız asıldı. Hanifler emevî zındanlarında, Campanellalar engizisyon çukurlarında can çekişerek eserlerini verdiler.

NEFİ’nin katli de idam kategorisinde. 12 Eylülde idam edilenlerin de.

Bugün dünkü idamlara karşı çıkanların idamseverlik üzerinden politika yapmalarını anlamak kolay değil: Menderesin, Pehlivanın, Erenin idamlarını onaylamış olmuyorlar mı? Eleştirileri mahkemenin meşruluğu, suç ile cezanın orantısızlığı, kendileri gibi düşünenlerin dokunulmazlığı ve suç işlemezliği üzerinden mi olacaktır? Değilse nasıl temellendirecekler duruşlarını?

Bin sene önce ne hapishane vardı çoğu ülkede, ne ceza infaz kurumları. Ne şimdiki kadar çetrefilli suçlar, katalog suçları vardı, ne de bu kadar merkezileşmiş ve ha bire suç icad eden devletler.

EBU SUFYAN’ın eşi, Muaviyenin annesi Hint, Hamza’nın kanını tattığı halde idam edilmedi. Hangi mazlumun rızası bunu sağlayabilirdi, barış, kendini değiştirme hakkı gözetilmemiş olmasa. Hangi hakim o hakim kadar etrafın baskısına karşı durabilirdi?

ÖMER’in Muaviyeyi vali olarak ataması ile alınan risk, düşmanlık gütmeme, işi ehline bırakma kaygısı da hesaba katılmadan anlaşılabilir mi? Kerbelaya giden süreç, barış hukukunun da etkisiyle güç kazanmış olamaz mı? Olabilir. Zulm etmeden zulm görmüşsen mazlumsun. Zulmünden dünyanın çivilerini çıkardığın için değil başına gelenler. Kerbela, Mevlevilikte de merkezîdir. Mazlum oluşa ağlanmaz, insanın zulmüne ağlanır! Bin kere dünyaya gelsen, mazlum gideceksin! Zulmeden ile yer değiştirerek değil.

DÜŞMANINI EZMEYECEKSİN! Bunun için acı da çekebilirsin. Hakikate kılıç çekmiş olduğunu anlayan dostların da oldu, adaletin gelecek açıcılığından umut kesmenin anlamı yok. İnsafın yoksa Hamzaları da kazanamazsın, Ömerleri de. Seni en iyi tanıyanlar düşmanlığını, iktidarını, gücünü, öfkeni, intikamını tanıyanlar. Sende adalet bulan, sende insaf bulan herkes bunu kullanmaz. Kullanılsa da hakkın verilir, kullanılmasa da. Rakibine, seni eleştirene, kurduğunu bozana nasıl davrandığın seni ele veren.
CEZA BİN KERE VERİLMEZ. İnsafsızlığın olduysa tartış. İnsafınla yakınıp durup insafını görenleri bile pişman etme!

ADALETini kurumlaştırdığın, detaylandırdığın, saraylardan çok hapisaneler yaptırdığın halde hukukun tartışılır durumdaysa, idamların kimbilir neye benzerdi. Mahkum çocuklarının yetiştirme yurtlarında başlarına gelenleri engelleyemeyenler kendilerini Hintin oğlundan vali yetiştirip de zulmüne uğrayanlara benzetmesinler!

İDAM cezasına karşı çıkmayacaksanız Mendereslerin idamını nasıl engelleyecektiniz? Sizin döneminizde serbest başkalarının döneminde yasak kılarak mı? Bin yıl iktidarda kalmayı düşleyerek mi?

İDAM CEZASI OLMADIĞI halde kaç can yitirlidi ceza ve tevkif evlerinde, adaletin aksaklıklarından, siyasilerin acımasızlıklarından. Kendi hukukunu keyfi infazlardan uzak tutamayanlar nasıl idamla adalet dağıtacaklar?

KELEPÇE işkence aracı olarak kullanıldı geçen hafta. Gösterciler takibe uğrayıp linç edildiler devlet memuru oldukları iddia edilen birilerince. Avukatlar saçlarından sürüklenebiliyor. Kadınlara kafa atabilenler erkeklere neler yapmaz? Bu görüntüyle, bu ufukla mı idam cezasına döneceksiniz?

BİNNAZ TOPRAK DEĞİL YANILAN, onu çok bilmişçe aşağılayanlar! Onun yanlışında, eğer yanlışsa, söylenenler doğru ise, kasıt yok. Her can ölümü tadmayacak sadece. Her nefs tadacak. Her iktidar. Her güç. Her güzel iddia gün gelip tıkanacak. Her yiğit bir çocuğun elinden tutmadan tuvalete bile gidemeyecek. Her mağrur aslan post olacak bir gün.  Her güzel yüz bir gün birilerine yüz buruşturacak. İnsan insandır. Adaletinden kuşku duymalıdır:

İnsan adaleti kadar yaşar! İntikamı, gücü, yumruğu kadar değil!

(zaman yetmedi, aceleyle, iş arasında bitirildi. Kopukluklar ve yanlışlar olabilir. Yeniden okunmadı. Düzeltilmedi.)

7 Haziran 2011

İzmir BOP Karargâhı mı Oldu?

İzmirde neler oluyor?
Bütün projeler üzerine konuşulurken bu konuda sessizlik hakim. Neden?
Ne zamana kadar kalacaklar?
İç işlerimize karışmayacaklarına emin miyiz? 12 Eylül öncesi için birileri özür diledi de biz mi duymadık?
Hopa'da bağımsızlıkçı duruşa haşere muamelesi yapılmasının, 12 Eylülü görmüş kişilerin uluslarası hukuka aykırı olarak (iç hukuk, insanların hukuku var mı, bu konuda demokrasimizin kurumlarından bir girişim var mı?) listelenmesinin bu konuyla bir alâkası var mı?
Uluslararası hukuku topraklarımızdan çiğnedikleri hallerde hukukî yaptırımda bulunabilecek miyiz?
İşkence uçaklarında izlenen alttan alıcı, kolaylaştırıcı, hukuksuzluklarda da iş birliğine açık diplomatik tavır terk edildi mi?

Proje İzmir Bir bu ise, demokrasimizle, dış siyasetimizle ve gelecek planlamamızla alakası nedir?

Muhalif ve Muktedir bilgi sahiplerinin konu üzerinde beyanatta bulunacaklarını umuyoruz.

Nasıl bir medeniyet istediğimize verilecek cevabın anlaşmaların karanlıkta kalacak maddelerine gömülmediğini, Meclis'in dışlanmadığını işitmeyi bekliyoruz!

3 Haziran 2011

Evvel Ferman Padişahın İken Dağlar Bizimdi !



Evvel direnmek ayıp birşey değildi.
Demokrasiler direnerek, karşı durarak merkezî güçleri dengeleyenlerce kendilerini ifade edebilir hale getirildi.
Medeni olan her duruşun harcında direnenlerin kanı, teri, emeği var.

Direneni insan düşmanı yapmayan direnme hakkı idi. Her hakkın elinden alınır ama dağlar sana kucak açardı. Dağ semboliği, mazlumun, mazlumun sözcüsünün sığınağının, iktidarlardan da yücelerde olan bir varolma kucağının, zamanla kendisini ifade edecek olan adaletin semboliği idi.

Dağ hürriyet, geçmişin hürriyet yolculuklarının yolevi, üzerinde ufkun genişlediği, zamanın anlam değiştirdiği bir başka hakikate açılmanın omzu, köprüsü, yükseği idi.

Artık göçebe degiliz. Hürriyet kavramını unutmuş finolar gibi mızmızlanıyoruz. Dağa, yükseklere çıkma, daha yükşek bir adaletten konuşma hakkını bırakmışlığımız kin, hınç ve intikam duygusu olarak duvar aralarında, sofralarda, konserve gibi gibi doluştuğumuz araçlarda sızlıyor.

Haysiyetli insanlar olarak yaşama hakkımız bir sus payı, kafeste esneyen kaplanın önüne atılan leşten pay olarak önümüzde. Fındıkkıran, sigara dilenen maymunlara dönüşüyoruz.

Evvel zulme direnme hakkı yoktu, vazifesi vardı. Direniş meşru bir haktı, yoldu, imkândı. Bugün demokrasi zulme, alçaklığa, haysiyetsizliğe kuzuluk etme imiş gibi sunuluyor.Sendika binanda su ve gaz sıkılarak esneyecek, önüne atılacak leşi bekleyeceksin.

Dağa çıkma hakkı öfkenin, fevriliğin değil, sabrın, tevekkülün, kardeşliğin kapısı idi. İsyan eden daha yüksekte, daha yüksek bir adaletten haykırmak ya da dağ gibi bir suskunluktan konuşmak durumunda idi.

Direnme hakkını ezerek, direneni biçerek, insanlara sığınak bırakmayarak ulaşılabilecek bir yer yok. Direnmeyi çirkin bir şey olarak ifade eden bir demokrasi adaletle ve insanlıkla, hakikatle bağını keser.

Direnenlerden öğrenmeyen maarif ariflere hapishanedir!

2 Haziran 2011

Metin Lokumcu Arkadaşımdır!




Metin Lokumcu aleyhine ne söylüyorsanız üzerime alınıyorum!

Metin Lokumcu ne savunduysa ben de savundum, savunurum!

12 Eylüllere bizler direndik. Bizden farklı olanların haklarını bizler savunduk.

Gaz vererek öldürülmediğimiz kalmıştı, onu da yaptınız!

HES'lerinizi kurabilir, dağı taşı dümdüz edebilir, en büyük pankartı siz asabilirsiniz artık! Metin Lokumcuları katlettiniz, önünüz açıldı, mitingleriniz daha büyük, sesiniz daha çok çıkıyor!

"Tek yol sokak!" değilse, "tek yol mezar!" mı olacak? Seçim barajlarınız, yasaklarınız, iftiralarınız, gazlarınız, telekulaklarınız, dağı taşı satmalarınız bırakın insana kurda kuşa bile hayat tanımamakta.

Demokrasinin önünü açmak için yapmadığımız fedakarlık kalmadı, kalktınız mezarlarımızın üzerinde tepiniyorsunuz!

Biz yokuz ne biliminiz, ne edebiyatınız, ne tasavvufunuz, ne ilericiliğiniz, ne mazbutluğunuz ne de delikanlılığınız kaldı! Biz yokuz, neyiniz eskisinden güzel? Ne hasretiniz kaldı, ne komşunuz, ne başkalarının hak hukuku.

Direniş estetik ister, ahlak ister, mazbutluk ister, diğerkamlık ister.

Bir insanda insanlığı öldürdünüz!