31 Ekim 2011

Bunlar da Geçer!

Ne insan hayatı bir kariyer projesi, mutluluk reçeteleriyle pişirilen bir çorba; ne de dünya her daim tekin bir yer.

Buzlar eriyor. Faylar yolunu arıyor. Dalgalar önlerine geleni silip süpürüyor.

Ne herkes beklenebileceği kadar sadık, ne evlâtlarımız hep akıllı ve uyanık, ne de insanlık tümüyle ruhsuz ve insafsız.

Kazandığımızı bir kereliğine tüm zamanlar için kazanmıyoruz.

Bugün maaşlı, iş güvenceli, sigortalı bir hayat sürdürebiliyoruz bir çok yerde. Ama aynı ülkelerin köylülerinin, dolmuşçularının, arabacılarının, hamallarının, sokak satıcılarının bir sonraki sene değil, ayları, haftaları günleri belirsiz.

Dayanıksızlık biraz da "olması gereken"in, yani beklenenin dışında bir şeylerin olup bitmesini kabullenemeyişlerimizden.

İnsan hayatı bu, yer kabuğunda bir sokak köpeğine yerleşmiş pirelerden pek fazla bir farkımız yok, onlar zıplayacak yeni bir post aramaya, bizler ise yerimizi tahkim etmeye meyilliyizdir.

Bunlar da geçer, sonra yenileri gelir ve onlar da geçer.

İnsan ölümsüz değil. İnsan geleceğini bilemez, ama bir biçimde planlayabilir. Geleceği olması gereken olarak görmeden geleceğe imkan ayırdıkça, geleceğin içini boşaltmadıkça, dünyadaki hayat bir müddet daha, belki uzun bir müddet daha devam edecek.

İnsan asla mükemmele doğru gitmedi, gitmeyecek. Bilimlerini, bilincini, toplu tecrübesini daha güzel derleyip toparlamayı belki bir gün öğrense de insan, insan olmak her daim sürdürülmesi gereken çaba ve çırpınmaya bağlı olacak.

Bunlar da geçer. Hiç bir tecrübenin ve imkânın yetmeyeceği bir an ile yüzyüze olmadıkça insanlık, başına gelenlerin bilgeliği ile çoğu güçlüğü, engeli, yıkımı, felâketi bir biçimde atlatabilir.

Yaşamak, güzel yaşamak, felaketsiz, dertsiz, sıkıntısız bir dünya istemiyor, gerektirmiyor.

Güzel bir hayat, hayatın içinde kalış, güçlüklerle insan kalarak mücadele etmek, ayakta kalmak ve ayakta tutmak işi.

Başkalarına verebileceği bir şey olmayanların alacaklılıklarını doyurabilmenin yolu yok.

Yüzüne küfredilen, itilen kakılan bir masuma gülümseme bile vermekle bitmeyecek bir hazinenin kendisini konuşması.

Donacak insanın omzuna ceketini koyamayan, işkencedeki düşmanının dudağını ıslatamayan, bir köpek yavrusunu kurtarmak için çalının altına girip kanamayı göze alamayanı mutlu edebilecek hiç bir şey yok.

Bunlar da geçer. Bütün sınanmalarda insanca davranabilmenin, insanları ayakta tutabilmenin, "taşın altına elini sokabilmenin" sevinciyle.

Bütün sınanmalarda insanca davranmak, başarmak, hep doğrusunu yapmışlık, yapıyorluk değil, kayıpsızlık, acısızlık hiç değil: Daha iyisini, incesini, daha insanîsini arıyorluk.

Efendim.

28 Ekim 2011

HANYA, KONYA, TONYA

Takunyayla kovaladıydı al yanaklı bir kız da
Hesapta yokken sevdiydim tonyayı
O gün bu gün anlamakla mükellefsin dediydi
Canbaba
Hanyayı ve konyayı

Hayat sözümden ağır yokbilmişler
Hep tüneldeyim
Yusufla bir hemşehriliğim yok
Hapishanemden kaçtım, lâkin çıkamadım ışığa
Gidiyom gidiyom gidişin sonu yok

Işık görüneli uçta ne zaman oldu
Tayım sırtımda nalları yok
Ama yer mermer, kil, cilalı taş
Yufka yürekli oluyor aksi adamlar
Kimse görmediğinde herhal

Görünmez bir adamdım
Ne kapımda akut, sivil savunma
Ne kovalayan gardiyanlar

Can abi okur şiirlerimi
Gözyaşı döker
Giderken beni de öldü
Mezarlıktaydım
Rüzgârlıydı Datça
O sabah yelkenim parçalanmıştı
Kendime de okudum
Bildiğim duaları

Dirine kıç döndü müydü
Ölüne çaput bağlar okumuşlar
Dediydi ölmeden öldük çaputtan muaf olduk 
Be abi
Sayende

Abisinin misafiriydim
Hamama dalan herifi kovalamışsın peştamalla
Kız namus elden gitti seni o oğlana verelim dediydi
Halden bilen annesi
Kafasını kıracaktım da kıyamadım geberesicenin
Baktıydı al al, mor mor
Jip peşinden gazlayınca hamama dalmışmış çocuk
Sana mı bakacak
(Yok baktıydım, parçalardı, kıyamadıydı
Yani bakmadıydım, okuduydum halini
Pembe yanaklı, terlemiş bir öfke)

Yazlık sinemada Güllü
Ediz ve Türkân
Üstüne üstüne gittilerdi kızın

Sabaha kadar uyuyamadıydım taraçada
Sonra daldım
Suya, toprağa, yola

Ardımızdan ağladıydı
Taş attiydı abisine ve bana
Bir daha geri gelmeyeceğiz diye.


(düzeltilmedi)

23 Ekim 2011

Deprem: Van 2011

Van halkına geçmiş olsun.
Depremde yakınlarını kaybedenlere baş sağlığı diliyoruz.

Felâketlere eskisinden daha hazır olduğumuzu görüyoruz. Ancak büyükşehirlerde olabilecek depremlere karşı yeterince tedbir almadığımız düşüncesindeyiz.

İşgale kadar gidebilecek senaryolar artık az çok geçersiz olsa da, kaldırması çok güç bir felâketle karşılaşabileceğimizi yeniden hatırlamamız gerekiyor. Depreme dayanıksız binaları hızla boşaltmalı, sahillerdeki yeşil alanları artırmalı, dolguculuğu bırakmalı, yolları sahillere indirmekten vazgeçmeliyiz.

Devletin kaçak inşaat yapması ve yaptırması ise suçtur, talandır, hukuksuzluk manifestosudur! Söylentilerin üzerine gidilmeli, her iddia araştırılmalıdır.

Ölenlere tanrıdan rahmet diliyoruz. Kalanların acılarını dindirmek için seferber olacağımıza dair en ufak bir kuşkum yok.

Yardım elini uzatan halklara, ülkelere de şükranlarımızı sunuyoruz.

22 Ekim 2011

İç Savaş Lobisi Devrede!

Cenaze törenlerinde farklı mezhepten, etnik kökenden esnafa saldırılara destek gerekçesi olarak "onlar keyifle çaylarını yudumluyor" diyebilenler yeniden devrede.

Komşusunu şeytanlaştırma, iğrençleştirme, panik yaratma girişimleri ve teknikleri yeniden ve pervasızca gündemde.

Polisin tavrı sağduyuludur ve beş şehirde çok ciddi provakasyonlara izin verilmemiştir. (Aynı tavrı "parasız eğitim" gibi protestolarda da göstermelerini beklemek hakkımız).

Üç beş provakasyonla iç savaş çıkmaz. Ancak yılların emekleri de zayi edilir.

Görülür hedeflerden birisi de tuncelililerdi. Ağırlıkla CHP'ye oy vermiş, Kılıçdaroğlunu desteklemiş insanlara saldırarak pişman etmek, köprü attırmak girişimi kime ne yarar sağlayacaktır? Bu işlerin ardında soğuksavaş yıllarının toplum mühendisliğini arayacaklar tamamen haksız çıkmayacaklardır!

Fanatik jargon ve linç dili yalnız marjinal sağın değil, devletçi tuzu kuru elitistlerin de dili olmaya başlamıştır.

İç savaşçı dile karşı çıkmak, demokrasimizi ve yüzyılların kazanımlarını savunmakla her zamanki gibi mükellefiz.

Tavrımızı bizim gibi düşünmeyen ama aklı başında tüm insanlara anlatmak, insanlık için dayanışmayı güçlendirmek önümüzdeki en ciddi vazifedir.

20 Ekim 2011

Gündem: Ekim 2011

Bölgede teyakkuzda olan güçler, askeri manevralar, yığınaklar üzerine sunulan gerekçelerden yola çıkarak gelişmeleri değerlendirmek mümkün görünmüyor.

Birbiriyle alakalı alakasız olay zincirlerini gözlemleyerek ne olup bitmekte olduğunu okuma imkanımız söz konusu olabilir belki. Veriler şu an için yeterli değil. Ne yapılmak istendiğini okumak gidişatı okumak değil zaten. Bir yığın aktörün, şartın, ivmenin üstüste binmesiyle oluşacak ve üzerinde oynanacak şekillenmelerin bir dinamik kazanması lazım eleştiren bir aktör olabilmek için.

Er Şalitin teslimi sürecinde Çukurca baskınına şahit olduk. Kaddafi likvide edildi. İran ve Suriye üzerine senaryolar yazılıyor. Suudlar yeni manevralarda ön planda. Irak Kürt liderleriyle görüşme trafiğinde yükseliş var.

Ordu sınır ötesi operasyon yapıyor.

Er Şalitin serbest bırakılması durumunda mülteci statüsü kazanacak mahkum ve tutukluların üzerinden bir tartışma yaşadık. Misafir edecek ülkeler, nasıl bir hayat tarzına sosyalize olmalarının düşünüldüğünin de ipuçlarının veriyor.

Çukurca baskını engellenebilir miydi? Bu geleceğe yönelik tartışıldığında sağlıklı olur. Eğer uluslarası gelişmelere bağlı değerlendireceksek, orada engellense başka yerlerde vuku bulurdu.

Münferit bir olaysa, iç konjunktürü okumakla yetinebiliriz. Sınır ötesi bir operasyonu tetikleyen bir saldırıysa dikkati Irak'a da yöneltmek zorundayız.

Türkiye Irak Kürdistanıyla kapalı sınırlar ve kuş uçmaz kervan geçmez ara bölgeler istemiyor. Irak'ın kuzeyinde ticaret, serbest alışveriş, sınır ticareti, ulaşım lojistiği alanları oluşturuluyor. Suriye bu rolü bir ölçüde küçültse de içinde bulunduğu kriz itibarıyla Kuzey Irakın orta vadede öne çıkacak iktisadi rolünü fazla etkilemiyor.

İran'ın Kandile girişini genel reel politika ile çelişkili görmüyorum. Türkiye de benzeri bir harekette bulunduğunda da nasıl çözüleceği şekillenmemiş kimsenin denetiminde olmayan alanların sivilleştirmesi üzerinde bir genel reel politik uzlaşmaya aykırı davranmış olmuyor.

Türkiye ile Irak arasındaki bölge bir serbest ticaret alanı olarak seçilmiştir. Askeri faaliyetlerden arındırılacaktır. Bu nasıl olur, hangi aktörlerin insiyatifiyle hayata geçer, kritik noktaya ulaşılmış mıdır ayrı konular.

Çukurca saldırısı Kandile müdahale çekecektir. Kısa vadede çözümsüzlük seçilse de orta vadede müdahale edenlerin hedeflerine yakındır. Uzun vadede ise, gerilimi körükleyebilecek etkileri olabilecektir.

Kandil bilerek hedef yapılmışsa, Barzani ve Talabaniye de mesaj vardır: Üzerinde uzlaştıkları reddedilmektedir, ancak zaman Irakta serbest ticaret ve entegrasyondan yana işlemektedir. O halde Türkiye içindeki etkiler mi belirleyicidir? Şimdilik bilemiyoruz.

İnternet üzerinden bazı yazarlarımızın tehdit edildiğini, münferit tepkilerden çok kollektif gerekçelemelerle bir linç kampanyası oluşturulduğunu gözlemledik. Oluşturulan linç topluluklarına müsamaha insani ve yerinde tepkiyi tepki mühendislerine yeniden teslim edecektir. İnsanlar beğenmedikleri her gazeteciyi, her fırsatta hain listesine alabiliyor ve tehdit edebiliyorsa soğukkanlılığımızı ve insiyatifimizi elimizden alma üzerinden oynanmasına izin veriyoruz demektir.

Eleştiri, muhalefet, protesto, alternatif geliştirmek fırsatçılık, kin ve kan üzerinden politika yapma işi değildir. Öfke ile kalkan hüsran ile oturur. Birileri halâ bizleri siyasetin ilkelleri haline getirilebilir olarak görüyor olmalı.

Kaddafinin tasfiyesi dünya ölçüsünde izlenmesi gereken bir olaydı. Kaddafi'nin politikaları, siyasi kişiliği tartışılır. Ancak tasfiye edilmiştir! Uluslararası koalisyonların ülke ülke dolaşıp eski yeni devlet başkanı tasfiyesine girişmesi hukuken meşru değildir. Reel politikayla ilgilenenler onaylayabilirler belki, ancak, uzun vadede kaybeden uluslararası hukuk ve demokrasi olacaktır.

Ağır iç gündem Kaddafiyi de dikkatimizden kaçırdı.

Olup bitecekler bunlarla kalmayacak sanırım. Bölge fazla yüklenmiş durumda. Bir olaylar silsilesinin göbeğinin kenarındayız.

Ortadoğu üzerinden dünya yeniden bölüşülüyor. İnsiyatifsiz değiliz artık, ancak kurtlarla arkadaşız. Zayıf düşenin yutulacağı bir sofradayız. Sıfır sorun politikasınin reel getirileri düşük olsa da, onun psikolojik imkanlarından da faydalanacağız bir süre daha.

Türkiyenin imkanı sorun çözüm kapasitelerinde. Bu da ihtiyaçlarımızdan ve kim ne derse desin sömürgeci olmayışımızdan kaynaklanıyor. Kendi sorunlarımız içerisinde başka sorunları çözme kapasitemiz var.

"Patronlarımız"ın sorunlarını çözme halinde ideolojik kılıflar buluyor ve kendi halkımızı şeytanlaştırıyoruz. İç savaşçı kafa yapısı tamamen yenilmiş değildir, sindirmeye kalkışarak değil, eleştiriye tabi kılınacak, kendisine karşı farkındalık yaratılacak bir mentalite olarak ele alınmalıdır.

Türkiyenin pazar ihtiyacı, dinamik sanayisi ve nüfusu yanlışlarını düzeltme imkanı da veriyor.

Hükümetin büyük bir yanlışını da hatırlatmadan geçmeyelim: Tükürdüklerini yalayacaklar politikası, demokratik temsil ve muhalefetin filizlenme süreçlerini de sekteye uğratıcı idi. Birilerine siz başkalarına tabisiniz diyeceğinize, onların temsil güçlerini, kapasitelerini takviye edersiniz, etmeniz gerekir. İki yönden gelen abluka söz konusu idi burada, siyaset, sorun çözme dinamiklerine itileceğine krize itildi.

Yapısal bir değişiklik sonuç verir ya da vermez, hiç bir garantisi yoktur. Gayretten başka hiç bir çare yoktur. Ancak, demokratik siyasetin önünü açmak, medeniyetin de önünü açmaktır. Muhalefeti gereksiz gören, köşeye kıstırıcı politikalar izleyen bir çoğunluk iktidarı demokratik olamaz, demokrasiyle işbaşına gelmiş olur.

Demokratik ve açık diskur sekteye uğratılmamalıydı.

Çevre hareketine, parasız eğitim hakkını vurgulayanlara zulüm ölçüsünde iftira ve propagandaya başvuran, hukukun ölçüsüzlük halinde meşruiyetini yitireceğini farketmeyen ufuk bizi bir yere götürmez!

Siyasi iktidar türkiyede iç savaş olmadığını hatırlamalı, tutukluluk sürelerini, temsil sorunlarını, tutuklu milletvekili düğümünü çözmenin adalet ve dayanışma duygusunu güçlendireceğini farketmelidir.

Daha yolun başındayız, canımız yanacak, güneşli güzel günler vaad edemeyiz birbirimize o kadar kolay. Daha adil, daha kardeşçe bir hayat dünyasının ufkundan eylemek, düşünmek, siyaset yürütmek geleceğe verilecek emeğe davet edecek olan!

10 Ekim 2011

Yılanlar Raksederlerken

Asaf Halette yılan, hint ülkesinde(n)dir muhakkak.

Zehrini akıtmış, zehri alınmış rakseden dalgınlıktır. Zapt edilemez candır.

Onlar elif der, insan eğilip bükülür, ezilip büzülür.

Kolay anlaşılmaz, bildirişimde değil bildirimdedir çoğu kez, konuşan insan. Aynı anlaşma topluluğuna üyeliğin insanlar birbirini tanımasalar da mümkün olabilecekken, insanlar birbirlerini tanısalar bile söz konusu olamaması bundan bazan.

Sözün parçası olamayan insanı hesaba katmak benim işim değilse, kimin? Sözümün bir anlamı böyle, bir anlamı öyle, bir anlamsızlığı da şöyle:

Hayat bir oyun, tehlikeli bir oyun. İnsanlar tehlikeli oyunların edebiyatını sever, oyunu da sever, ama hayatta oynanmasından haz etmezler. Bunda bir tuhaflık da yoktur.

Tuhaflık edebiyatı hakikatle ayırd edemeyenlerde olsa gerek. Onca ayrımdan sonra, her şey bir ve aynı deyiş, kabul görmek zorunda değil.

Kabullerin varsa, tokat da yiyeceksin. Hayatla oynanmaz. Hayat seninle oynar.

Binalarla da oynanmaz. Ufku tacizdir fazlası. Ufkumuzu taciz.

Söylemek istemediğimi söyleyebildim mi? Kime ne?

İnsan olduğumuz için özür dileyeceğiz hep. Kasdetmediğimiz şeyler kasdettiğimiz şeyler olduğu için.

Biz neredeyiz? Dert anlatamıyorsak? Artık dert anlatmıyorsak?

Hikâyeler bulmak, bildiklerimizi anlatmak zorunda da değiliz sanırım.

O halde linç edileceğiz!

Bazan.

Ne zaman ki, paramparçalıklarımızdan bir parça kımıldanacak ve konuşacak, o zaman dinleyeceğiz ve göreceğiz acaba ne diyoruz.

Ne dediğimiz, bizden ne kaldığı da biraz. Kötü şeyler bırakma arzusu nedendir? Mükemmel oluş teranelerine izin vermemek için mi?

Melamet bile bilindiğinde alkış alır. Köpeklerin yalından yersen övülürsün. Yemeyeceksin o halde?

Övülmekten nefret edenler neden övülmeyi bekler?

Övülmekten hazzetmeyecekler neden övülecek işler yaparlar hep?

Anladığında insan oyum da şuyum da buyum da, hiç birisiyim de diyor.

Anlıyoruz ve orada anlayışsız kalıyoruz yine.

Anlamak, anlaşılmak, şu, bu yerine bir işe yaramayı istesek?

İnsanlar ister sever, ister söver. İnsanlar ister bir piyanoyla rondo çalar, işter o  mobilyayı odun olarak kullanırlar ve donmaktan kurtulıurlar. Kullanma klavuzu vermek istememizin ne anlamı var?

Bir yanım odun, kütük. Bir yanım hep anlaşılmaz kalacak kadar ince, kavruk, pişmiş, lâpa. Ne imkânlarım var yanıp buharlaşamayacak kadar anlamına çakılı, ne de konuşmakla bitecek bir söz olarak yazılı.

Anla ve git, anlama ve kov, kal ve saçmala, kaç ve uç bir şey söylemiyor fazla.

Kendimizi abarttığımızda şaşkınlaşıyoruz. Karşı tarafı abarttığımızda şaşkınlaşıyoruz. Şaşmadığımızda daha çok şaşkınlaşıyoruz.

Risk almayan kazanır. Risk alan kazanır. Kazanan kaybeder. Kaybeden kazanır. Neyi, niçin, neden, nasıl? Ne önemi var?

Acıda nükte aramak, uçuruma düşende umut aramak işimiz, işimiz de düşen kim? Bizler değilsek?

İtirazı dile getirmiyoruz ki? Anlayışla karşılamanın ufkunda vakit çok geç.

İyi şeyler söyleyenlerinde insanlığın, insanlık yok. Ben saçmalıyorum. Çünkü her şeye çare yok. Bazan sismik araştırma yapan külüstür gemiler gibi sesler gönderiyorum, tepkiler ölçmek, fay hatlarını bulmak için de, insana jeolojik yaklaşan, çekiçle yazar şiirini.

Can Yücel çinçekiciyle çinçinliyordu. Biz cinçekicimizle çınçınlıyoruz.

Öyle ya da böyle. Hiç bir şey işlemiyor vermeyince mabud. Ve her şey işe yarıyor yollar açıkken.

Her hisse iyi hisse borsalar yükselişteyken.

Düşüncem o ki iyiliklerimiz batıracak dünyayı biraz da.

Bilinmez anlaşılmaz iyilikler yerine, itiraz etsek hale, daha iyi olacak sanırım.

Yok, evet, siz zaten itirazdasınız. Ben neredeyim? Beni anladığınız gibi anlamayın yav mı diyorum son zamanlarda, adam gibiyken sokulmadığımız kenef çukuru kalmadı, şimdi ne bok yerine koyarsanız koyun mu diyoruz, yoksa, yeni dil mi arıyoruz, kendi heykelimizi mi taşlıyoruz, bilemiyorum.

Tek bildiğim, hayattan bir şey beklemediğim. Bekler görünmem neden? Beklemezlik neden? Belirsizlik ihtiyacı nasıl anlaşıldığımıza mı yönelik, kendimizi anlayışımızı belirsizleştirmeye mi yönelik?

Konuşturduğunuza pişman olun şimdi, söz sizin!

Bende söz bitti: Artık bol bol konuşabilirim, bir beis yok!