23 Mart 2012

Yeniden Marx: Tekke ve Zaviyeler Neden Kapandı? Ne Zaman Açılabilir?

"Din yoksulların afyonudur!" tekerlemesinin dışında akıllara nedense bir şey gelmiyor, Marx ve din üzerine konuşulurken...

Halbuki Marxın katkılarıyla insan ve toplumbilimlerinde (ikisi bir arada: Manevîbilimler ya da Geisteswissenschaft) dinamik olmayan, ahistorik çalışmalar kolay kabul göremez durumda. Marx'tan sonra üretim, mülkiyet, toplumsal dinamik ilişkileri gözardı edilememekte.

Tekke ve Zaviyelerin niçin kapatıldığının bin bir cevabı olsa da konuyu anlaşılır kılınamıyor. Cumhuriyetin ilk yıllarında çeşitli duruşlardan tekke ve zaviyelerin haline veya varlık nedenlerine tepki duyan bir ittifakın varlığı dahi ortaya konulamamışken iktisat tarihimiz üzerine düşünülmesini beklememiz anlamlı değil. Nedeni basit, sorumlular ille de pozitivistler olacak! Oysa bu sadece kısmen doğrulanabilir o da tüm pozitivist yaklaşımları dahil edemeden.

Tekke ve Zaviyelerin niçin kapandığını anlamamız için tekke ve zaviyelerin kontrolünde olan ve olması gereken vakfiyelerin, arazi ve toprakların, mülkiyet ilişkilerinin iyi incelenmesi gerekir. Bu konularda azınlık vakıfları üzerine dikkat daha yoğun. Oysa yakın tarihimizi anlamak için Cumhuriyetin vakıf kurumlarının kuruluş sürecini, lağv dönemi öncesi hukuku, tapuları, hukuktaki değişiklikleri, değişemezleri incelemek lazım.

Türkiyede özel toprak mülkiyeti ne zaman başladı? Örneğin limanlar, akarsular, ormanlar, meralar, otlaklar satılabilir miydi? Kullanım hakkı var mıydı? Vakıfların mülkiyet durumunda zamanla ne gibi hukuksal değişimler oldu? Bu sorunlar nasıl çözüldü? Osmanlı döneminde mal varlıklarına el koyularak lağv edilen tarikatlar, zenginliklerine devlet kasasını doldurmak için el konulmuş varsıllar ile ilgili kayıtlar, belgeler, yorumlar bulmak için zorluk çekmiyoruz.

Cumhuriyeti eleştirenlerin Cumhuriyetin mülkiyet, arazi, toprak sorunlarının neler olduğuna aldırmamaları ise şaşırtıcı Başarısız toprak reformunun hikayesi bile bir üretim tarzının dönüşümünün sancıları üzerine fikir veremiyor.

Tımar, has, zeamet ve benzerlerinden örneğin toprak ağalığına geçişte osmanlı coğrafyasında ne gibi farklı süreçler yaşandı? Hangi ağalıklar eski vakıfların devamı, hangileri eski "feodal" topraklar? Ağalıkların, beyliklerin, soylulukların mahiyeti, kökü ne, bunlar klasik soyluluk mu?

Fiilen mülkiyet ile hukuken geçerli mülkiyet ilişkileri arasındaki farkın ne zaman açıldığını yeterince bilmiyoruz. Eskiden bunları bilenler olmadığından değil, bunları bilen nesil artık aramızda olmadığından.

Tekke ve zaviyelerin açılması hangi anlamda mümkün olabilirdi? Mülkiyet meselesinim altından çıkabilecek dururmda mıyız?

Meseleyi önce lokal ölçekli olarak incelememiz lazım. Meselâ bir ilçede Mevlevî ve Bektaşi vakıflarının tarihini yazmak, daha öncesi ve daha sönrasını göstermek, Bugünkü yerleşim ve mülkiyette hakların nasıl ve kimlerce devredildiğini geniş bir zaman aralığında, öncelikle hukuk ve iktisat tarihinden incelemek lazım.

Bizler meseleyi sadece tasavvuf yasak mı değil mi meselesi olarak anlama eğilimi gösteriyoruz. Oysa sorun daha çetrefilli olabilir.

İktisat tarihini, mülkiyet ilişkilerini bir kenara bırakarak bakmamız gerektiğinde de anlaşılabileceği kadarının tek başına pozitıvizmden, "din düşmanlığından", "işgüzarlıktan" da anlaşılması mümkün değil.

Cumhuriyetin kadroları ile bu konuda fikir birliği olan dindar akımlar da vardı. Tekke ve zaviye karşıtlığı bugün Melâmet ile karşılaştırılıyor: Melâmet eleştirel bir tavırdır, aslına çekme meselesidir. Melametin, meselâ, bugünki suudi arabistanda kabul gören ve tasavvufa soğuk bakan bir duruşla ortaklıkları olan kolu var mı idi? Bunlara cevaplar ya yok, ya ezber, ya da atmasyon.

Her tasavvuf, tekke, zaviye elştirisine haksız diye de bakmamak lâzım. Anlamak ile açıklayıp kurtulmak  arasında hakikat diye bir fark var.

Yarın Mevlevî, Bektaşî, Nakşî, Kadirî ve diğer külliyeler, asitaneler, zaviyeler, tekkeler açılacaksa aynı vakıfların devamlılıklarının, mülkiyet ilişkilerinin içerisinde açılmayacaklardır sanırım. Bunu bekleyenler de azdır. Ancak hukuk ne der?

CHP'nin yeniden açılışında Gazi Paşanın hisselerinin ne olacağı meselesi de bir içtihattır. Tasavvuf sorun çıkarma işi değildir, ancak tartışmalı mülkler devredilirken hukuk gözetilmiş midir? Cumhuriyetin ilk yılları eleştirilip duruyor, muhafazakâr iktidar ve belediyelerin mezarlıklar, türbeler üzerlerindeki tasarrufları hukuk gözetmiş midir? Meselâ üzerine toz kondurulmayan ellili yıllardaki yol çalışmalarının gerekliliğini savunuyoruz diyelim, ya kanun dışı kamulaştırma, yıkım ve tahripler olduysa ne yapılacak? Vakıfların şimdilik açılmaması halinde bile hukukî açıdan zamanla gündeme getirilecek yolsuzluklar olarak?

Bugün diyanetin ve vakıfların elindeki bir çok binanın, eski mevlevihanelerin, bektaşi, nakşi ve diğer tarikatların külliyelerinin durumu ne olacak? Bunların dışında kullanılanlar? Eğer toplum mühendisliğine varan yanlışlar yapılmışsa ve halâ inatla yapılmaktaysa?

Cemevlerinin ya da Mevlevihanelerin açılması mülkiyet üzerine de bir uzlaşma olmak zorunda. Bunda uzlaşanlardan devlet taviz veriyor görünse de, mal varlıklarından vaz geçecek olanlar yasaklı olanlardır. Bir kısmının gündeme alınması etik değildir zaten.

Mal varlıklarından vaz geçseler, yeni bir dünyanın kurulduğunda oy birliği sağlanmış olsa bile bugün hâla gündeme gelebilecek davalaşma alanları az değil. Mimarî bütünlük diye bir kavramı düşünebiliriz mesela. Külliyelerin yerüstü kadar yeraltı strüktürleri üzerine bir tartışma hukuka yansıyabilir, stabilize edici, depreme ve rutubete koruyucu alt/yan mimari gibi. Bütünlük saplayıcı, işlev veren talan edilmiş alanlar, hukuk dışı kamulaştırılmış kısımlar gibi.

Yani, sanıldığı gibi devlet "affediyor, izin veriyor" durumunda değil, ortada tazmininde altından kalkılamayacak büyüklükte mal varlıkları, tahripler, müdahale ve işgaller söz konusu olabilir. "Yasaklandık, itildik kakıldık" sızlanmaları da her daim yasaklanma, itilme kakılmaya itirazdan ibaret olmayabilir. Bir cami avlusuna, anıt mezarlığa gömülme izinleri meselesini hatırlayalım: Bu "hak"larını devlet devrederse bununla birlikte daha neleri neleri devretme durumundadır.

Her şey reel politika, atışmalar, suçlama ve karşı suçlamalardan ibaret değildir. Ortada mülk, mülkiyet, araziler, vakıflar ve elbette bin bir hukuksuzluk da vardır. Çaresizlık, toplumu ayakta tutma derdi kadar.

Tek parti düşmanlığı biraz da malk mülk kavgasıdır. Mağdurlar haksızdır anlamı çıkmasın, ama, binlerce köyün arazi ve meralarının, ormanlarının, su yollarının üzerine de bir tartışmadır, cereyan etmekte olan!

Tasavvuf mal mülk değil hakikat, insanlaşma kavgasıdır. Ne kadar mal mülk sorun edilmese bile bazı müdahaleler zulümdür ve bu her zaman için geçerlidir. Cumhuriyeti suçlamakla kimse sorumluluktan, uygulamayı yürülükte tutuyorluktan kurtulamaz.

Son gördüğüm örnek daha yenilerde restore edilip Diyanet'ce kısmen "ödünç alınmış" bir bektaşi tekkesi idi. Bunlar ihtiyaçla açıklanmaz, tarihi bir uzlaşma ile de çözülmez. Uzlaşma bu uygulamalar tarihte bırakıldıktan sonra olur.

Tekke ve zaviyelerin açılması tekke ve zaviyelerin son yıllarındaki yolsuzlukları tekrarlamayacak bir anlayışa ihtiyaç duyurduğu kadar hukuk devletine de ihtiyaç duyurmakta.

Bu işin hamasî bir maneviyat ya da çağdaşlık hırgürü olmadığını, işin ucunda en azından devlet, belediyeler, kurumlar için ve bazı durmadan sızlanan, her büyük emek ve hamleden hoşnutsuz mızmızlanıp duran müzmin mağdur ve müzmin zengin "maneviyatçılar" için para, rant, güç, mülkiyet ilişkileri olduğunu da artık birilerinin kafası karşıklara ifade etmesi lazım.

Cumhuriyetin yıkılış ihtimaline, hülyasına göbek atanlar hakikatlerinin peşinde değiller! Kan davaları vardır.

Ancak Cemevlerini, Mevlevihane ve benzeri kurumları açmayan "yeni" devlet de hukuksuzluğun tadını almış, bırakamamaktadır. "Cumhuriyetin ilk yıllarının yanlışları" teranesi bahanedir, rant şahanedir!

Yanlış yok mudur? Vardır. İktisadi ilişkilerin ısınmışlığının kısmen bir mülkiyet devrimi ya da transferiyle çözülmesi Osmanlıdan devralınmış bir sorunun ve belki de alışılagelmiş/geleneksel sorun çözümünün radikalleştirilerek uygulanmasıdır da! Osmanlı modernizmi benzer sorunlarla yüzleşmiyormuş gibi konuşuyoruz durmadan!

Daha başka yollar, daha bahanesiz hal yolları yoktu de diyemem. Demokrasilerde çareler tükenmez. Asıl mesele "şimdi demokrasiyiz!" derken, ekonomimiz birinci cihan harbi borçlarından kurtulduktan ve hacim kazandıktan sonra sorunların çözülememesidir.

Artık yeterince büyüdük. TOKİ tipi çözümlerle işgal altındaki bahçeler, külliyeler devredilir, ister belediyeler, ister özel şahışarca gasp edilen alanlar yeni bölgelere tahliye edilir. Yeni konutlar, değiş tokuş altermanifleri sunularak tatlılıkla çözülebilecek kısımlardan başlanır.

Bazan yeni bir şey söylememek eski versiyonu da hatırlatmak lazım. Ankarada modern ve mazbut çocuklar bunları da konuşurlardı bazan, bir zamanlar.

Üretim ilişkileri ile üretim biçimi arasındaki bir kronik sorunun çözümünün de bu işte devrede olduğunu varsayım olarak ele almamız ve sınamamız, değerlendirmemiz gerekiyor. Kitapların yakılması, kütüphanelerin tarümar edilmesi ise halâ kısmen devam ediyor. Kitap yakma, silme, yok etme işleri çok çok daha eskiden de vardı, cumhuriyet fikri bile icat edilmeden. Şimdilerde de cereyan ediyor ve fevkâlade ayıptır bu işler. Geçmişi eleştiri bugün kitap yoketmeyi bırakmışlıktan geçer, geçmeli, gerisi ahlak dersi, ahkam kesmek olur... Efendim.