30 Nisan 2008

Bir Bir Mayıs'ı Yönetemeyen Ülke de Yönetemez!


Geçen sene 1 Mayısta güç kullanımındaki orantısızlıktan bahsediliyor, şimdi orantılı güç kullanılacakmış. Şehirlerarası otobüslere girilip kafalarına cop vurulmayacak insanların demek ki, beyin kanamasından ölenler olmayacak. Memnun mu olalım?


Geçen sene 1 Mayıs bir sıkıyönetim alıştırması gibiydi. Bir başka sıkıyönetimin. Hem militarizme karşı çıkacaksınız, hem de bu gövde gösterisini yapacaksınız. Herhangi bir sıkıyönetimin yapabildiğinden daha kapsamlı bir kapatmaya başvuracaksınız. Bunu aklı başında insanlar kabullenebilir mi?


Egenekon davası, hükümetin de davası gibi lanse ediliyor. Peki, peki de, neden Bir Mayıs katliamının arkasındaki güce kitlesel bir karşı duruş engellenmekle kalmıyor, buna yeltenilmesinde dahi (sivil?) seferberlik ilân edilebiliyor?


Hükümet, bu katliamın önemini, nasıl bir dönüm noktası olduğunu farketmekte ki, bu denli büyük bir cephe açabilmekte. Eğer öyle değilse, yani restleşme yeni sermayeye, "yeniprotestan" sermeyeye yaşam alanı açmak için yapılıyorsa, bu sermayenin siyasî açılımını belirlemek için gerekli bir duruş inşa ediliyorsa kurulan orantısız ideolojik barikatı anlamak çok zor. Ya yeni sermayeye yeni soğuk savaşçı bir kimlik kazandırılacak, ya da konsensusu unutmuş bir yeni demokratik naivizm söz konusu.


Ben bu gerilimin sözcülerinde yenidemokratik bir naivizm görsem de, soğuk savaşçı bir emek sermaye gerilimi mühendisliğini de farketmemezlikten gelemiyorum. Hükümet liberal söylemle, soğuk savşçılığın buyruklarını nasıl uzlaştırabilecektir? Bu krizi hükümet mi yönlendirmekte, yönetmektedir? Kim yönetilmektedir? Kim krizle yönetilmektedir? Kim krize yönetilmektedir?


Bir Mayıs günün gerilimini almak, demokrasi ve dayanışma yaşantısını güçlendirmek sendikalardan çok iktidarın elinde. Gösteri düzenlemek ya da yasaklamaktan daha ciddi bir ideolojik gerilim, bir gerilim paradigması sunuluyor ortaya. Hitap edilen, muhatap olunanlar da değil söylemin her boyutunda. Her bloklama, bir yerlere karşı gösteri de. Sendikalar, işçiler, radikaller söylemin ya görünürdeki hedefi, ya da bazı açılardan hedefi.


Asıl kapışma, iddialaşma, güç gösterimi bir iç denge kurulması ya da dengelerin bozulmasına, yenisinin koparılıp alınmasına yönelik. Orantısızlık, söylemde, ideolojide, gerilim yönetiminde.


Hükümet, bu gerilimin gerçek tarafı mıdır? Bunu seçmiş midir? Bu gerilimde kimler söylediklerini kasdetmektedirler, kimler söylediklerini kasdettiklerini sanmaktadırlar?


Durum tespiti, kendi ifadeleri, iddiaları ile mühendisliğini yaptıkları "paradigma"nın farkını görmek, olduğu gibi görünmek, göründüğü gibi olmak isteyenlerin derdi olabilir ancak.


Görmek ve yanıbaşındaki kriz mühendisliğne tavır almak, mümkün mü? Bu kriz, yönetenlerince, yönettiğini sananlarınca basit bir kriz sanılıyorsa mümkün. Seyyar ama mükerrer bir çatışma alanında bunu söylemek zor.


Yönettiğini sandığını sandığımızın naifliği, açgözlülüğü ya da ürkekliğinin yanı sıra bazı anlaşılması zor gözükaralıkları biz soğukkanlı yorumcuların da zayıf yanı olmaz mı? Naif olan her daim biziz, çünkü yenmeye çalıştığımız her daim bu. Hakikatin ne sahibiyiz, ne de ortağı.


Kendimizi hakikatle düzeltmek, hakikatli olmak, hakikati olmayan hiç bir düşünceye esir düşmemek ne kadar elimizde ise o kadar, yılmadan yorulmadan, bıkmadan düşünmek durumundayız.


Hiç bir ücret, alınteriyle çalışmanın, işini düzgün yapmanın, gerçek emeğin karşılığı olamaz. Bir Mayısta meydanlarda olmayacağız ama, her gün çalışarak kazandığımızla ekmeğimizi alacağız, çalışmanın, alınterinin ufkundan bakacağız işçilere, amelelere, işsizlere, ayaktakımı gözüyle değil. Onlardan olacağız.


Sendikaların 1 Mayıs 1977'yi önemsemelerinin basitleştirilmesini, kitlesel bir karşı koyuşa karşı koyuşun sıradanlaştırılmasını eleştireceğiz.


Bir kişinin dahi burnu kanamadan geçiremediğimizde bir Bir Mayıs'ı, ne bağımsızlıktan söz edebiliriz, ne demokrasiden, ne de bir toplum, bir halk olabildiğimizden. Tahakkümün toplumu olmaktan vazgeçmemiz, iktidar sahibi olanların mağdurluk edebiyatını bırakıp, kendi kapısınıın önünü süpürmesiyle başlayacaktır. Böyle iktidar olunur zaten. Ülkeyi insanlar için yaşanır kılarak.


Boğaz köprüsünde, Bir Mayıs tedbiri olarak otobüste kafasına darp edilerek öldürülen konservatuar öğrencilerinin cenazelerini kaldırarak değil, konserlerine giderek ayakta tutacağız bu ülkeyi.


29 Nisan 2008

Medya Eleştirisi: Hürriyet 29 Nisan 2008, Dünya. "Namus Cinayeti"

"IRAKLI bir baba, yabancı bir erkekle konuştuğunu duyduğu kızını önce boğdu, ardından defalarca bıçaklayarak delik deşik etti. Görgü tanıkları canavar babanın, kızını öldürdükten sonra "Namusumu temizledim" diye haykırdığını belirtiyor.

Cinayet, Şii kenti Basra’da meydana geldi. Üniversitede İngilizce eğitimi gören 17 yaşındaki Rand Abdül Kadir adlı genç kız, gönüllü olarak çalıştığı yardım derneğinde, Paul (22) adlı İngiliz askeriyle tanıştı. Paul’a ilk görüşte aşık olan Rand, duygularını en yakın arkadaşı Zeynep ile paylaştı. Rand, Zeynep’e Paul ile ilgili hayallerini anlatıyordu. Rand, Paul’ün sarı saçlarına, bal rengi gözlerine, beyaz tenine ve gülümseyişine aşık olmuştu. Son derece yumuşak bir konuşma biçimi vardı. Onun deyişine göre çevresindeki esmer ve kaba erkeklerden son derece farklı biriydi. Rand, Zeynep ile bir araya geldiğinde, Paul’e duyduğu hayranlığı anlata anlata bitiremiyordu. "

Hürriyetin haberini kimin kaleme aldığı belli değil. Çeviri midir? Belki. Kurcalamaya da gerek yok. Bu genç kızın öldürülmesi, daha sonra annesinin kolunun kırılasıya dayak yemesi onaylanacak şeyler değil. Ayrıntı haberde var.

Ancak, iş bir cinayetle başlamıyor ve bir cinayetin telin edilmesiyle de bitmiyor. "Esmer kaba erkekler", "sarı saçlar, beyaz ten" edebiyatı cinayet kadar beter bir insanlık suçunu yerleştiriyor: Irkçılık! Hürriyet'in demek ki ten renkleri ile kabalığı birleştiren ("esmer ve kaba"daki "ve" oldukça yapıştırıcı ve iğrenç) bir antropolojisi de var. (Yabancı damat kara derili bile olsaydı ırkçı söylem devre dışı bırakılmış olmazdı, bu konuyu başka bir yazıda ele alalım).

Alıntı, alıntıdan ibaret değil, propagandif. Haber, haber değil, adeta psikolojik savaş metni.

İngiliz genç ise sanki bir turist, bir barış gönüllüsü olarak Basrada. Ya da bir "backpacker", gezgin.

Irak, habere göre işgal altında değil de kurtarılan, medenileştirilen bir ülke. Bunu nereden mi çıkarıyorum? Toplumsal tepki, infial, işgal hesaba katılmıyor haberde. Mesele yabancı düşmanlığı, "yabancı genç" düşmanlığı, aşık gençlere mezalimden ibaret adeta.

Iraklılar anlayışsız, kurtarılmaktan anlamayan, beyaz tensiz, gergin, asabi insanlar, yine habere göre.

Haber, müttefiklerin bültenlerinde bile abartılı kaçabilecek, o delikanlının ülkesinde bile tepki çekebilecek bir çerçevede sunulmuş. Biz ne "kolay" insanlar olmuşuz.

Katiller iki saat sonra serbest bırakılıyorlar. Polise göre, iyi vatandaşlarmış katiller, iyi ilişkileri varmış Basra yönetimi ile. Peki bu konuda başka söz söyleyen yok mu? İtiraz eden, onaylamayan, haleti ruhiyeye rağmen insanca bir çıkış yapan arap, şii arap, basının oryantal silüetine dönüşmemiş bir insan?

Fransız direnişinin sinemasını seyredenler, alman askerileri ile ilişkilendirildikleri için sokaklarda katledilen kadınları yaşlı gözlerle izleyebilirler. Direnişçilerin neden tutuklanmadıklarına bir itiraz yöneltmeden. Sanırım orada savaş, direnişi gerektiren durum vahşi geliyor, burada insanlık, insanlar.

O yıllarda namus cinayeti işler miydi bir fransız köylüsü? Bilemeyiz, çok küçük bir ihtimal diyelim. Ya bir fransız aydını, antifaşist, antinazist ve öfkeli bir fransız aydını? Emin değilim, basınımızın beklediği hoşgörüyü bize sunabileceğinden. Herşey olabilirdi.

İşgalcilerden bazı alanlarda daha az insancıl olabilmesi mümkün işgal altındaki insanların. Hayatın her alanında böyle bir şey söz konusu olabilir mi? Sömürgeci medeniyet getiriyor demek olmaz mı bu? Doğu halkları her türlü sömürgeci müdahaleyi hakediyora kadar gitmez miyiz?

Hürriyet Gazetesinin haberi masumiyetin sınırları içinde kalmıyor, eleştiri bir medeniyet karartmasının içine buruşturulup atılıyor.

Iraktaki genç kızın öldürülmesi trajiktir, katillerin serbest bırakılması hukuksuzluktur. Bunu o aile üyelerinin kızlarına sahip çıksalar yüzlerine tükürüleceğini, o toplumda yerlerinin olmayacağını bile bile ve savaşa rağmen söylüyorum.

İşgalle dans, karaçalıda danstır. Kan revan içindeyiz.

Ve sömürgeleşmiş akıl, insanlığı kan revan içinde bırakarak kuyruğunu yutmada.

21 Nisan 2008

Kuyudan Çıkarılan Cevaplar


Kuyuya düşmeden Yusuf olmak gerek.

Kuyuya taş gibi düşmemeli. İnsan gibi düşmeli, Yusuf gibi düşmeli. Kuyu yalnız kendini bulmak için değil, olmak için de kuyu. Yusuf oluşun, kuyudan öncesi de olur, kuyusu ve kuyudan sonrası da.

Leylanın Peşi var mıdır ki Çöle Düşme'de?

Leylayı bulduğunda imkânsızlık imkânıyla giyinir Mecnun. Evini bulduğunda evsiz kalır da gezinir. İnsan evini arar, Mecnun gezinir, terkeyleyişi dahi terkeyler. Dünyasız kalmayan bir insansız kalışa teslim eder ayaklarını. Dışı kurur, kabuk bağlar, içi yeşerir, olgunlaşır, tatlanır.

Kuldan çekinmeden insan kendini nasıl bulur ki?

Başkalarının bakışında insan kendini yakalar. Ona itirazla bir başka ben olur, geçilecek benden geçerek. Başkasını görmeyen, başkasını aşanı nasıl görür? Dünyada tek bir insan olsa, insan için insanlık olmazdı. Aşk yalnız olmadığını bilmekle, kendinden geçebilmekle, cefayı yani emek vermeyi sevebilmekle ayakta tutulur, hangi anlamında olursa olsun. Dünyayla, insanla, kendiyle boğuşmadan insan nasıl mayalanır, nasıl olgunlaşır, nasıl pişer?

Cennet Hayali, Cehennem Korkusu

İnsan hesap kitapla eylemez. Doğru bildiğini doğru bildiğinden yapar. Cennet düşlese, Ateşten korksa ne kötülüğü var? Yaptığı her şeyi ödülünü düşünerek yapmadıkça? Ödül için iyilik, ödül için kötülükten daha iyi sonuç da verse, ahlakî eylemin karşılıksızlığına ters. Ahlaksızca değil, ama ahlakdışı, yani ahlaka nötral olur yaptığı. İyi ahlâk sahibi olmaktan daha büyük ne var diye düşünüyorsa, oluşuna bakar. Adil olmaktan önemli ne var diyorsa, adalet gözetir.

Yanılmak, yanlışa düşmek insan işidir. Yanlışa tecrübe edinmek için dalmaz insan, yanlış yapmamak, yanlışsız olmamak mümkün olmadığından dalar. önemli olan, dersini alması, öğrenmesi, hareketlerini inceltmesidir. Kabalığın, hoyratlığın esteti olmamasıdır.

İnsan hayattan öğrenir, hayatta öğrenir, hayatla ve hayatta sınanır. Bu maceracılık işi değildir, sabır işidir, tevazu işidir.

Ne yapılmayacağını görmek, ne yapılacağını görmekten daha kolaydır. Yanlışın listesi doğrunun listesinden daha kolaydır ve bir eylem kılavuzu değildir.

Herkesten günahkâr olmak, herkesten daha yaşamış olmak, hayatın hakkını vermek, döktüğünü saçtığını farketmiş olmak, hatalarını bilmektendir. Macera, serüven işi değildir.

Açken ekmek çalan, tokken de çalmayı bilir. Çalmayı bilen, çalmayı düşünene elindeki ekmeği uzattığında Sevgili olur.

Vesselâm.

18 Nisan 2008

Kapıda


İhanet büyükse, sadakatin de büyüğü kapıda bekler.

Ateş büyükse, yağmur ve sel yoldadır.

Seni bilen, rüyânı hiçe sayıyorsa kâbusunu çağırmaktadır.

Kâbusu olanı rüyâsı uyandırır.

Seni itekleyip, taşıdığın rüyâya eğilen, hakikatsiz bir rüyânın peşindedir. Hakikatle uyanır.

Uyanış iyidir, ip üstünde, dam üstünde gezinmeyene. Her uyku uyandırır.

Bin aşığın posasını çıkarsan eline bir aşk bile geçmez.

Bir aşk bin aşığın çırasını tutuşturur, yine de sönmez.

Senin verdiğin huzursuzluğu huzura terkeden, huzursuzluğunun peşindedir.

Huzursuzluğa, sıkıntıya gelmeyenin huzuru da olmaz.

Kaba'dan incelik, zevk çıkaran başkasının çığlığıyla duyuyurur kendini.

Kaba, hoyrat yanını yontan kendi çığlığıyla ürpetir, incelirken. Gerisi lâtiftir.

Kabanın estetiği zevksizdir, toplumsuzdur, dehanın firavunluğudur, firavun dehasıdır.

İnsanın Musa yanı ile firavun yanı karşı karşıya konmadıkça, yani ruhu bütünleştirilmedikçe dili yoktur. Başkasının acısıdır konuşan. Kendi diyeceği varmış gibi yapandır kabalığın estetiğinin dahisi.

Kurban, mütecavizin estetiğini savunduğunda, suçluluğu yeğlemektedir. Suçluluğu yeğlerken, kendi kurbanlığıdır inceltilen, dolaştırılan, sunak taşına yatırılan.

Yer değiştirmekle kurtulan olmaz. Kendisine yapılanı insan ancak, insanlığa sarılarak yapılmaz kılar. Zulmü alteden zalim olamaz. Zalimi altedeceksen kendi zalimliğinle kapışmakla başla.

Dönük sırta çekilmiş hançeri elinden at da "ben kendi zalim yanımla boğuşuyorum" de!

Biz iyi ve kötü yanları, aydınlık ve karanlık yanları birbirinden ayrılmayan insanlardanız, bizde iyi ve kötü bir biriyle zıtlaşır, bir birini tartar, kapışır. Kötülüğü yenersek, bugün için, şu an için yeneriz, bu, gelecek için umut verse de, hayat boyu kurtulmuşluk bir rüyâdır. İnsanlık sürekli gayret ister. Sürekli çaba ister, emek ister.

İnsan olanın fırtına içinde kopar, insanlıkla alıp veremediği olan ise insanlarda fırtına koparır ama kılı bile kıpırdamaz. Onu yalnız kendisi ilgilendirir. Yalnız kendisi ile ilgilenen başkasının, yani bir insan oluşun farkına varamaz:

Bencil, bir ben (bir sorumluluğun beni, kendine itirazın ben'i, anlamanın ben'i) değildir.