10 Mayıs 2008

Kâmil Bey


Kandiber Kalesinin en uç noktasına uçarcasına ulaştığımda, Kâmil Bey ramazanda fişek atılan kayanın en uç noktasında sırtına vuran rüzgarla denge kurmuş yaylanıyordu. Parmak uçlarındaydı, kolları açık, gözleri kısıktı, işliği rüzgârını almış bir bayrak gibi direğini dövüyordu.


Paçasından, kemeri ya da uçkurundan, işliğinin ucundan tutmayı düşündüm, berceste mısraı bulamamış bir şair gibi aranıyordum, kaldıraçın, levyenin, dengenin eteğini bulmak imkânsızdı.


Çenesini oynatsa, gözünü kırpsa boşluğa uçacak gibiydi. Kısık bir sesle "rüzgârı kesme çocuk!" dedi.


Kâmil Beyle tanışmamız ırmakta buzun en ince yerine uzanıp bilmediğim bir dilde ezgi söylerken oldu. Ay ışığıydı. Rakı almaya göndermişler, ırmak kenarında tek açık büfenin sahibi Karabet Abinin yatsı namazından dönmesini bekliyordum. Karabet Abi her dine inananlardandı. Babası şarap fabrikalarını satıp batıya doğru gitmiş. O buralarda kalmış. Tekel bayiliği yapardı.


Küle basmak, küle işemek uğursuzluk sayılırdı. Cin, dede çarpardı. Başka yerlerin dedeleri canlı, bizim dedelerimiz ölüydü nedense. Dükkân sahipleri mangallarının küllerini ırmak kenarına belki çukurları doldurmak, belki de buzdan kaymamak için döktüklerinden ayetelkürsi okuyarak geziniyordum.


Buz üzerinde çarmıha gerilmişcesine uzanmış bir adam kuzuların hopladığı, rüzgarların şarkıları uzak illere götürdüğü, çayırlarda tayların kıç atarak koşmayı öğrendiği, annelerin ot biçtiği, babaların avda sessizce beklediği bir ezgiyi mırıldanıyordu. Bilmediğim, hiç işitmediğim bir dilde. Steplerden, dağlardan, ormanlardan, yıllarca yürüyüp ulaşılabilecek diyarlardan birisinin dili.


Irmağa indim. Yanına yürüdüm. Buzun çatladığını, suya doğru çöktüğünü hissettim. yapabilceğim tek şey buza her an dibe çökme korkusuna rağmen uzanmak oldu. Uzandım. Ve buzun tekrar donmasını bekledim. Buzu mu biliyordum? Buzda çok mu gezmiştim? Yok, hayır. Vahşi her hayvan gibi, yaralı bir hayvan gibi ne yapacağım beni yönetiyordu.


Kâmil Bey hiç kıpırdamadı. Bana bakamadı. Buzun nefes alışına, kıpırdanışına, suyun kabarışına uyarak, benim buzu sessizce dalgalandıran hareketime aldırarak ezgisine devam etti.


Korkma çocuk. Fısıltıyla. Konuşup buzu sarsmaktan korkarak bekledim. Büyük bir balık ya da hava boşluğu geçti altımdan. Gözlerimi kapadım. kollarımı açtım. Ayazdı. Korkunç bir rüzgâr esiyordu. Misafirlerini rakısız bırakmama sinirlenecek olan babamı, ben gelmedikçe ızgarayı yapıp mutfaktan kurtulamayacak olan annemi, kendimi, kedimi unuttum. Gözlerimi kapadım. Bir rüya, hayal, düş adı neyse, ondan gördüm, dünya devam ediyordu, ben bir buz parçasında suların altında üstünde üşümeden, balıkları kayaları, köprü kazıklarını, değirmen dolaplarını teğet geçiyordum. Suda uçan bir kuştum.


Buzun daha az dalgalandığını hissettiğimde kazağımın kollarını ellerime doğru çekip uzatarak buzda yüzdüm ya da süründüm. Topuklarımı oynatmam, buza dayamam halinde dibi boylayacakmışım gibi bir his vardı içimde.


Sahile ulaştığımda, tekel büfesinin kapanmış olabileceği aklıma geldi, nefesim kesildi, içimi ateşler bastı, ağzıma acı sular geldi. Fırladım. Karabet Abiyi büfesini kapatırken buldum. Cebinden çıkardığı otuzbeşliği gülümseyerek uzattı. Damla sakızlı, ağır kokulu bir rakıydı, belki yaz günlerinde ağır kokardı. Sizde misafir var. Geleceğini düşündüm. Yolda karşılaşırız diye kayadibine doğru gitmeyi düşündüm. Hesaba yaz Abi. Gülümsedi. Sanki unutacakmış gibi düşünmeme, Sanki unutulacakmış gibi. Unutmazdı, çünkü, borcu olan hatırlatırdı iki de bir alacağını. Parası olanlar da pek parayla dolaşmazdı. Kimsede cüzdan yoktu, aynalı cüzdanlar çıkana değin. Horozlu ayna ve tarak vardı erkeklerin arka ceplerinde. Bozuk para için kullanılan kesif meşin kokulu cüzdanlar bayramlarda ortaya çıkardı. Yazın rakılar ne fena konardı. Şişeleri satardım. Sinemaya giderdik arkadaşlarla.
Kimse buzdaki adama, uzakların dilini bilen bir adama inanmazdı. Anlatamadım. Babam geç kaldığım, dalgın bir mankafa olduğum için bisiklet almaktan vazgeçtiğini söyledi, misafirler kestaneli hindi dolmasıyla kendilerinden geçmişlerdi. Amcalarım olan bitenden, yemekten, rakıdan bihaber Rahmi Beyin bir şarkısını geçmekteydiler. Sofranın öbür ucunda. Malumatlı br çocuk olduğumu düşündüm. Gülümsedim. Büyüyünce, mankafa çocuklara bisiklet alacaktım. Öcünü almış her çocuk gibi sekeleyerek dolaştım evin içinde.

Hükümetin damında, fişekçi kayasında, minarelerde rüzgarı dinleyen, şerefelerde kuşlarla oturan bir Dedenin varlığından bahsedenleri Babam haşladı durdu. Öyle bir his vardı. Ancak memlekette Babamın inanmadığına inanılmazdı, hakikat Babamdan sorulurdu. Babam masalın dünyasına karışmazdı, bu alanda özgürdük, kuşlar gibi.

Hükümetin damında, müftünün bacasında, kaymakamın kümesinin üstünde oturan Dede, Babamın yine bir Osmancık Taburuyla gönüllü gitmiş şair, hafız, gazelhan, mimarlığı bırakıp kunduracılığa başlamış, uysal zevklerin ehli, cirit ve sinsin ustası Amcası olamazdı. Öldüğü kayıtlıydı, şahitliydi. Madalyasızdı, beratsızdı, icazetsizdi, iki devlet arası bir kahramandı, es geçilmişti, ama zeten memleket es geçilmiş savaş kahraman ile doluydu, sessiz sakin insanlardı, sessizlik sakinlik için yaratılmışlardı, evlerini konaklarını demir yumrukla yöneten teyzelerin gölgesinde, birşeye karışmadan, birşeylerine karışılmadan sessizce kayar giderlerdi.

Bir Dedenin Osmancığı ziyerette olduğu söylentisi yayılıyordu. Ne olur ne olmaz düşüncesiyle, yaşıma uygun olmasa da, henüz öğrenme yaşım gelmese de, arkadaşlarıma sahip çıkabilmek, onları yatıştırabilmek için ayetelkürsiyi öğrendim. Artık sokağa çıkabilir, kazara da olsa küle basabilirdik karanlıkta.
.....
Babamın bir sözünden cayması halinde yapılacak hamle kesin, net ve apaçıktı. Baba, az daha unutuyordum, Hacı Durmuş Efendi Enişte yarın bizleri saat altıda bekliyor. Babam rakısından acı bir yudum aldı. Yoksa ferahça kayardı rakı boğazdan. Yarın çağırmadıklarını anlar, ama birşey diyemez, karıncalanırdı. Ne sorsa, doğrusunu Kâmil Evlâdımız bilir, ne demiştik sana evlâdım? Ben ne dersem oydu, Babamın yanında.

Babam aslında alaturka bir adamdı. Bu büyük adamların yanında ne demişse yapar, söylediklerini her daim hatırlar, ayak kitler, kıpırdamadan oturur, lafı bölmez, mecliste her söyleneni ciddiye alırdı. Benim söylediklerim hariç tabii ki. Ama elinden ne gelir?

Yemekten sonra meclis kurulur, Ben divanın duvarla kesişme noktasına, şah minderine, kapıya ve ocağa bakan köşesine oturtulurdum. Ben olmadığımda burası Hacı Durmuş Efendi Eniştenin yeriydi. ölümünden sonra bile buraya kimse oturmaya cesaret edemedi. Tabii ki ben de.

Hacı Durmuş Efendi Enişte kelâm alimiydi. Yanılmıyorsam, mesnevihandı. Bazan divanda mı yer de mi nerde hatırlayamıyorum pek, posta oturur, etrafını dinleyen insanlar insanlar sarar, ben odaya girince toparlanır, ciddi ifadeyi yüzünden siler, beni mutlaka başköşeye oturtur ve sorular sorardı. Meclis maşallah çeker aralıksız, her cevabıma, sonra baş keserek kapıdan geri geri çıkarlardı. Ekvatorun yarıçapı nedir? Güneydekiler neden dünyadan düşmüyor? İklim mi insanları değişik yapar? Sirke haram mıdır? Yemek neden pişirilir? Ömür daha uzun mu olsa iyi olurdu. Bir insanda kaç saç teli olduğu nasıl hesaplanır, tahminimce kaç saç telim vardır? Hangi dilin lugatı daha geniştir? Hangi dili öğrenmek bu zamanda elzemdir? Hangi ilimlerle meşgul olmaklığım gerekir? Isanaklı kıymalı yumurtalı böreği daha çok sevmemin ilmi nedenleri var mıdır? Gündelik meseleleri konuşurken kaç kelime yeterlidir? Bir dilde söylenilebilecek her şey söylenmiş olabilir mi, bir gün? Kunut Duası neden okunur? Fatiha okumak neden önemlidir? dede Efendi mi büyüktür, Bach mı? Opera günah mıdır?

Belediye Encümenine göre çiftçi idi. Encümen azası, çiftçi. Hacı Durmuş Efendi enişte siz çiftçi misiniz? Bana çift sürmeyi öğretir misiniz? Babam, elinde olsa bir kaplan gibi üstüme atlayacak, ama arada Hacı Durmuş efendi Enişte var, kaş göz işaretine fena bir kaş göz işareti alabilir hacı Durmuş Efendi Enişteden. Babam, çaresiz, öfkeli, sinirli, üstelik eve gidince hesap soramaz. Hacı Durmuş efendi eniştenin meclisindeki bir lafza karışamaz. Sözünün üstüne söz söyleyemez. Ama ben söyleyebilirim. Hayat ne güzel. Ne kadar adil, eşit ve hoş.

Hacı Alâaddin Efendi Enişte ise, Ramazanlarda Kadirilere ait olabilecek metinler okutur, dinler, araya yorumlarla, hikayelerle, şiirlerle girerdi. Evi daha modern döşeliydi. Koltuk ve sandalyede oturulur, plâk dinlenir, o çarşıya çıktığında genç kızlar çarliston yapabilirdi. Hacı Durmuş efendi enişte kadar sert ve otoriter değildi. O yüzden, ana daha fazla söz hakkı koparamazdı babamdan. ama Hacı durmuş efendi eniştenin yanında öyle sorular bulurdu ki beni konulturacak, Babam asla ikisinin bir araya gelmesini istemezdi. Onlar ben ve babam.

Ortak mevzuları Gazali ve Ahmet Gazalinin şiirleri idi. Bana şiir yorumlatırlar, şiir sever babam, o şiirden ne anlar, bu rezil herifi nasıl şiir meclisine alırlar diye homurdanır dururdu.
Ahmet Gazali okumalarımıza, yataklara düşmemek, utancından yerin dibine girmemek için gelemez, bin bir bahane bulurdu. Babam olmadan meclis kurmak için mi Gazali okuturlardı? Kim bilir?

Evet Kâmil Bey, bu gece neye dua ettiniz? Neden omuz silktiniz? Kendiniz için mi bir şey istediniz? Ayıp değil ki, tabii ki isteyeceksiniz bazan, söyleyin lutfedip? A olur mu bilelim, bu duanız da kabul olacak mı? Şefik Bey, Mahdumunuz diye söylemiyorum, Kâmil Beyin kalbi temizdir ki ne için dua etse kabul olur, rüyaları çıkar, keşke bizler için de duacı olsa öbür dünya için, keşke bize de anlatsa da kendisi için dilediğini biz yerine getirip sevaba girsek. babam kıpırdanır, kıvranır. Hadi söyle evladım. Babam homurdanır sonunda: Hadi söyle neyse artık. kırmızı bir bisiklet diledim. A ne kadar kolay bişey evladım, Şefik Bey için. Şefik Bey bu sevaba girer. Tabii tabii der meclis, marka tartışılır, zil mi, boru mu, pilli zil mi yine bana danışılır, Babam kan ter içinde kalır. Eve gidince ben çarşıya çıkıyorum diye gider. artık br kaç gün yüzüme bakmaz.

Bu asla yalan söylemeyen, etraflarından çok şey bekleyen, babamı bile hazırolda tutan insanlar neden bana kol kanat gererlerdi, neden bunu kendi torunlarına, çocuklarına yapmadılar, başkaları da onlara onların yaptığı gibi yapsın diye mi beklediler bir bilen asla bulamadım. Babam? Bilir ama, ben ne söylesem tersidir, onun için, halâ.

Hacı Durmuş Efendi Enişte bir gün emekli olup memlekete yerleştiğimde, arabi ve farsi öğretecekti. Hacı Alâddin enişte de eski şiirimizi. Ama önce batı dillerini öğrenecek, ecnebi adet ve hayatlarını öğrenecek onlara iyi kötü yanlarını anlatacaktım. Döndüğümde, evleri, divanları. sedirleri, ambarları. Oymalı, kakmalı dolapları, gömüldükleri koltukları. Anıları, anlatanları yoktu.

Adınızı lutfeder misiniz dedi Kâmil Bey. Kâmil. Benim de Kâmil. Biliyorum, Büyükamcasınız siz.


Beni taşıyamadılar, adımı mı taşıtacaklar?


Bilmek nedir? Kendini bilmedeki bilme mi Büyükamca? Gülümsedi. Balık tutuyor musun? Hayır, canlıları yemekten hoşlanmıyorum. Buğdayın gönlü, canı, kanı, duygusu yok mu sence? Ispanaklı börek seviyorum? Pancarlı börek mi? Evet. Kıymalı, yumurtalı, ıspanaklı halâ iyi yapıyorlar mı evde? Sanırım. Annem müthiş aşçı. Ama Babana herşeyi beğendiremez. Nerden biliyorsunuz Büyükamca? Siz şehit olduğunuzda o daha doğmamışmış. Bey takımını iyi biliriz evlâdım. Şehit mi olmuşum evlâdım? Ölmek istedim sadece. Evet bir harp kahramanıydım, ama hayat kahramanı değildim. Zehramı başkasına verdiklerini duyunca eşi nüzul olan bir arkadaşıma tezkeremi verdim, kimlik değiştirdim. Herkes de buna göz yumdu. Çöldeydik. Ağır ateş altındaydık. Kalmak, ölene kadar orda kalmak istedim. Kahramansam öncesinde kahramandım, ondan sonra derin bir acı içindeydim, savaşa rağmen, ben yenilgimi almıştım, ne yaptımsa dalgınca yaptım, ne yaptımsa hayatta kaldım, yaşadım. Benle yer değiştiren arkadaşım trende pusuya düşürüldü. Benim yerime öldü. Ben Medine kuşatmasında kaldım. Hacı Durmuş Efendiyle karşılaştık Medinede, mühimmat aktardılar. Ama yine de ölü kaldık, gözlerinde.


Çocuk, herkes bana kurtulmak, ruhunu kurtarmak için gelir, sen beni kurtarmaya geldin, kurtarmak için etrafımda dolaştın. Sence çok mu vahim dururmum? Sizce çok mu vahim yaptığım, Efendim? Elini omzuma koydu. Sakayı da cebime. Giderken burada bırak. Annen istemez, hanım kızıdır. Ya da kafese koyar. Ya da kedi kapar. evet annem hanımkızı, ama hizmetçilere bile hizmet ettiği için evde yalnız, bütün yük omzunda, kömürü bile o taşır. Beyler kömür taşımaz, evet. Yok ben taşıyorum, ama, yok, evet ben bey değilim, olmayacağım. Baban sana adam olmazsın sen diyor herhalde. Evet, nerden bildiniz? Adam olmazsınız, adam doğmuşsunuz. Estağfirullah Efendim, adamlıktan çıkmamak daha zor olsa gerek. Kahkaha attı, gözünden yaşlar geldi. Ağlama mıydı, nasıl bir neşeydi bu anlayamadım. Büyükamca, sadece bir dosttu. Yaralı bir kuş gibi. Yumurtadan çıkmış bir civciv gibi. Yaşı olmayan bir insan. Yarın çelik çomak oynayalım, bana hatırlat dedi. Peki Efendim, dedim.