10 Kasım 2012

Kuddusî Baker Üzerine 1



Yetmişli yıllarda arkadaşlarımdan birisi de Kuddusi idi. Kuddusi Baker. İnsan Kuddusi, Yufka Yürekli Kuddusi, İnanarak Dinleyen Kuddusi. Halkevlerinde tanışmıştık. Halkevleri Tiyatrosunda (Emek Halkevi Tiyatrosu derdik) öne çıkmadan oyun yazmanın sorunlarını çalışıyordum, fakültede laboratuarlar kapanır kapanmaz Akay'daydım, gündüz bilimadamı adayıydık. Üniversieler sık sık tatil edilirlerdi o yıllarda zaten. Kuddusi müzik yapıyordu. Arkadaşlarının çoğu bugünün profesyonel müzisyenleri idiler. Bir kısmı konservatuarda öğrenciydiler.

Eren'di birisi, soyadını unuttum: Her karşıma çıkışında yeni bir bestesi olurdu, içten bir çocuktu. Sabahattin Alî'den bestelerdi en çok. "Tabancamın namlusu" bir intihar şiiriydi.. Selâmlı sabahlı bir çocuktu. Erkoç Kardeşler her açığı kapatan enstrümentalist çocuklardı.

Yusuf Dağüstün Halkevleri Tiyatrosu'nu çalıştırırdı. Arkada dar bir odada "Ulaş'ın Piyanosu"nu çalar gözlerini silerdi. Tiyatroculuğunu pek kimse bilmez Ulaş Bardakçının.

Tiyatro kariyeri yapmak isteyen çoktu, bizler kimselerin almadığı rolleri üstlenirdik, itişip kakışmayı engellemiş olurduk. Provalar bitince kalır, sohbet eder, sonra o günün şiirlerini okur, gazeteleri tartışır, yeni keşiflerimizi paylaşırdık: "Böyle Bir Sevmek" gibi...

Oğuz Atay'ın Tutunamayanları'nın ikinci cildi teksir edilmişti, elden ele dolaşırdı. TRT'den birisinden ödünç alırdık. İsmail Cem yılları. Mehmet Barlas solcuydu. Emil Galip Abi de Oğuz Atay'a TRT ödülünü verenler arasındaydı. Hayati Asılyazıcı yayınlamıştı.

Benim de her gün bir şiirim ya da yazım olurdu:) Fena şeyler değildi. Her darbe dönemecinde yapıldığı gibi dostlarca yakıldılar. Kötü oyun denemeleri de, üzerine çalışılmış şiirler de. Oyunlarım oyun tekniklerini, yazma sorunlarını çalışmak içindi. "Ölürüm sonra birileri bu oyunları oynar!" diye çok korkardım. O günleri hatırlattığı için de atmazdım. Malzeme olarak kullanılabilecek şeylerdi.

Türkiyenin Düzeni için verdiğim bir "seminere" Kuddusi de coşkuyla katılmıştı. Hazırlıksızdım. Sipahi, has, tımar zeamet tartışan yakışıklı çocuklar, güzel kızlar:)

Konuşma, belagat derslerine izleyici olarak katılır üç dört dakika çeşitli konularda taksim geçerdim. siyaset yasaktı, ancak bana serbestti, belagat tekniklerine Nüvit Hoca'nın yüzü gülerdi. Sesli deneme yazmak gibi bir şey. Bayağı dinleyicim vardı. İnanmıyorsanız Kuddusi Şahidim:) Lafı nereye getireceğimi merak ederlerdi, itirafla geleneği buluşturmaya bayılırdım.

Kaç kere havaya uçurulduk. Sasıntıdan, toz dumandan sonra kaldığımız yerden devam ederdik, insanlık üzerine diskura. Neyse. Neyse.

Oradan Funda Pastahanesine geçerdik. Kuddusi'ye "İspanyol Meyhanesi"ni söyletirdik. İki Faruk. Murat. Kızkardeşleri. Haşmet. Eren. Mavi-gri gözlü bir kız Grace Kelly'e benzerdi, Muratlara yakın otururdu adı Zeynep olacak ve  kızın  küçük kız kardeşi, çok sigara içerdi, bir tarzı vardı, düşünceliydi, konu bulamayacağından korkardı sanırım, oysa herkes derdini konuşurdu... Ben hayat konuşanlarla, sokak çocuklarıyla takılırdım, havalı sananlar olurmuş yaa ne şaşırmıştım, "bende hava ne gezer kız!" demiştim, bir arkadaşımın kız arkadaşına, "değilmiş demiş, evet!", arada Kuddusi yakalar bir şey okutur, arkadaşlarına bir konuda nutuk attırıdı.  Otuz kırtk kişi olurduk. O yıllarda pastahanelere gidilirdi. Meyhane aşık olan, uzağa gidecek olduğunda akla gelirdi.

Uzaktan tanıyanlar benimle emperyalizmin üçüncü bunalım dönemini falan tartışmaya çırpınırlardı, utanırdım, sıkılırdım. Entellikten hoşlanmazdım. Yemek üzerine falan konuşulsa, birisi derdini anlatsa açılırdım. Kızlar için zor lokmaydık her halde. Farkında bile değildik. Garibandık. Acı günler kapıdaydı, zamanı boşa geçirmek istemiyorduk. Halkevlerindeki dostlarımızı da bizden uzak tuttuk. Uzaktan haberlerini aldık. Bizler onların sokağa saldıkları insanlıklarıydık. Hep yanımızda hissetmişimdir onları.

"Küçük" Dağüstün bebek arabasındaydı. Kart sesli bir adam olmuş. Belki fikirlerimizi de beğenmez, kucağımıza hiç itiraz etmezdi ama. Türkiye'nin modernleşme çilesini çekmiş kaç insanın kucağında uyuduğunu, heyecanlı kalplerini dinlediğini nereden bilecek çocukcağız.

Sarhoşuzzzzzz'ları fıkırdayarak söylerdi Kuddusi, zzzlamazsa yeniden, yeniden söyletirdik ve onun her zaman bekleyen bir sohbeti olurdu.

Acelesi yoktu. Öğreneceğini öğrenmeye çalışır, zamanını beklerdi. Hapisten Abiler çıkmıştı, sahneler henüz onlarındı.

Sağlam, yürekli adımlarla ilerleyen, şiiri, bilimi sıçratması beklenen iyi aile çocuklarıydık. Kimimiz Çankayanın elitinden, kimilerimiz Balgat'ın gecekondularının çocuklarını bin bir emek ve özveriyle yetiştiren evlerindendik.

Her gün yeni bir şey söylenmesi o kadar doğaldı ki. Aşkla beklerdik şaşkınlığı. Bir yeni melodi. Bir yeni deneme. Bir yeni eser. Yeni yayınlanmış bir kitap. Duymadığımız bir şarkı.

Sokak karıştıkça daha az bir araya geldik. Daha az görüştük. 12 Eylülden bu yana birisi bile görmedim. Bazan televizyonda bir kaç oyuncu, bir kaç aydın, o kadar. aramadım da. İşiteceklerime dayanamazdım.

Acele de olsa, geçiştirerek de olsam yazdım. Zamanla tamamlarım: Kuddusi benim arkadaşımdı! Türkiye'nin mübalaağasız en iyi, en özverili, en kültürlü, en içten insanlarıyla aynı masada oturdu, hasbıhal etti. Kimi kayıp. Kimi yok. Kimi öldürüldü. Kiminin sağlığı müteferrikalarda kaldı. Kimi acıya dayanamadı, sinir enkazı olarak hayatını sürdürüdü.


Ben? Aynı kaldım. Dümdüz oldum ve aynı kaldım. Tuhaf bir biçimde aynı. Saçlar erken kırlaştı, "olgun çocuk" derlerdi bana zaten kıslar. yaramaz, heyecanlı, ama iyi kalpli bir çocuktum. Şimdi leb denilmeden leblebiyi anlayan cin gibi bir adamım. Yine de, beni gören arkadaşlarımın canını yakacak kadar aynı. Her köşe başında bekleyen dostları olmayan, belki de işten güçten dost falan aramayan bir insan.

Kocamadım yani:) Arkadaşlarımın ölümünü, dağılmasını, dağıtmasını, dağıtılmasını izlemek acı gelebilirdi, geldi, gelmiştir, kendimi geçim derdinin otomatiğine bağlamasam.

Kitaplar birikti. Eve dönüş zamanı geldi.

Mesnevî okuyan bir çocuktum.

Mesnevî üzerine yazan kazık kadar bir adam olarak Ankaraya bakıyorum şimdi:

Ey Ankara en güzel evlatlarını Soğuk Savaşa kurban ettin! Direndim, çomak soktum. Bana da "Aferin!" diyip sırtını döneceksin şimdi. Onlar senin çocuklarındı, senin sokaklarının sesiydi!

Ankara. Ah Ankara!

Onları koruyamadım Ankara!