25 Ocak 2007

Derdi Anlayarak, Ama Dert de Anlatarak


Sakin, yavaş, temkinle, derdi anlayarak, ama dert de anlatarak edilmeli itiraz.

Saygıyla, kaygıyla, acıyla okumaktayım hayatı. Sevinç bu acıyı düşünceye, anlamaya çevirecek olan, anlamaya yol açan itirazdan, itirazla buluşmadan gelecek. Ufkun karşısına, yanına konan ufuk. Birbiriyle karşılaşabilen söz. Kendini deklarasyonu daha kendini deklarasyonda unutuş. "Seni dinliyorum... ama ben de..." diyebiliş. Bir genişleme. Törpülenme. Birbirinin yarasını sarma. Sırt örtüşme.

Çağın stresi, acelesi, önceden bilmişliği ve karar vermişiliği zamanlara yabancı olan, tarihlerin ufkunu duvarla bölen. Dehşet, vahşet bu ve burada.

Dünyayı kavramadan değiştiriyoruz. Değişen ne? Değişen kim? Biz mi? Ufkumuz mu? Aklımız mı, fikrimiz mi?

Anlayış diliyorum kendime, insanlara. Anlayışla yaşamak, anlayışla bakmak, anlayışla ölmek.

Anlayış, hatasız yapmıyor bizi, anlayışlı yapıyor. Ne güzel ki!

24 Ocak 2007

İşgal Değil Teslimiyet


EMPERYALZİM & SÖMÜRGECİLİK. "Yerli" sermaye emperyal hayaller kurarken, ki mantıklıdır, mantıklarıdır, sömürgeciliğe de taşaronluğa soyunmuştur. Taşımaktadır. Nakliyecidir. En ucuz komisyoncudur. Emperyalizmin yeni yüzüyse saldırgan bir sömürgeciliktir. Devletli, ordulu saldırmaktadır. Tekeller "network"u değildir.

BİREYSİZLİK ÖZLEMİ. Yeniden sömürgeleştik, adete sömürgeleştik diyebiliyoruz. Hatta basbayağı bir sömürgeleşme sürecindeyiz. Aydının, okumuşun, kazananın, kazanma beklentisi içinde olanın ruh boşaltmışlığından muzdaribiz. Yarına yönelişimiz bir hayatın yönelişi değil, hesabın, hesapsızlığın hesaplılığının yönelişi. İçinde olduğumuz ve oluştuğumuz kabuğu estetiğine homurdandığımız müteahhide vererek, zemini, derimizi pul ederek yaşıyoruz. Estetiğimiz, yani sosyalliğinin farkında bir bireyselleğimiz, yani bireysellik özlemimiz yok, iyi hayat beklentimiz de. Ahlakımız yok. Sorumluluğumuz da. Globalleşme kaçınılmazdır, bir anlamıyla. Rekabet de, öyleydi, öyle olduğu iddia edilirdi, ortaya yeni bir paylaşım haritası konup da kağıttaki dünya, kağıttaki hülya hafife alınana değin.

UMUTSUZ AYDIN, SIĞINAK ARAYAN MUHALİF, SOĞUK(SAVAŞCI) GUNGA DİN. Bir koyup beş almaya, yorulmadan kurtulmaya yönelen yepyeni ve bambaşka bir hayatın tad tüketimini, zevk ü safasını, haz mantığını, hız mantığını keşfetmiş, kendini daha farklı gören, kendini eşitlerinden her daim daha iyisine ve zevklisine layık gören insanlar var. Çileli bir hayatta şarapdan çok harap olunabileceğiyle denenmiş, ürettiklerinin getirilerini tercih etmeye (mantıklı olarak) razı, ama ülkesinden ve insaniyetten de umudunu kesmiş, yukardan aşağı, pazarlıklı bir projeyi bir kenarından tutmuş insanlarla karşı karşıyayız, çoğu kez. Bu umutsuzlarla, hep ortada bırakılmış müttefik, korunma, şemsiye arayan muhalifi de birbirine karıştırmamalı. Onlar alında apayrı dünyaların insanları. Bir de statükoyu, özdeğerleri koruma şampiyonları var, değerleri dolaştıkları dünyalarından uzak tutan, kültürün bütünlüğünü, geleceğinin kanallarını tıkayan. Konuşturmayan. Nefes aldırmayan. Eleştirel bir alışverişi imkansız hale getiren. Onlar aydını bıktırmış, umutlarını başkalarına bağlamalarına yol açmış, muhalifin de kelle koltukta yaşayacağına bir yerlere sığınmasına yol açmış, toplumsal biraradalığı felaket ve cinnetin kavramlarıyla tanımlatmış bir kesimdir. Sömürgeleşmemizin en bilinçli, acımasız, gözü kara, korunmuş hep su üstüne çıkarılmış kesimidir. Ya alenen teslimiyeti savunur, ya da teslimiyeti savundurur. İtekler. "Demokrasi mümkün değildir"e inandırır. Nefes aldırmaz. İletişim tarlalarını mayınlar. Kışkırtır. Yönlendirir. Kendi halkını ülkesinde sığıntı eder. Sığındırır. İç boşaltır, alt oyar.

YENİ DEĞERLER. Adorno ve Horkheimer'in önceleri abartılı gelen kâbusundan da beteri başımıza bela. Ahlakından koparılmış hazcılığın kitle kültürü. Kabalaşma. Tüketme. Barbarlaşma. Sohbetin, iletişimin, insanların bir birlerine ayırabileceği zamanın en naif anlamıyla hedonize edilmesi fedakârlığın gungadinleştirilmiş halinden de fena. Cinselliğin, libidonun yeni rolü. Tüketen estetiğin hakimiyeti. Globalleşme bir iletişimsel bütünlük oluşturabileceği kadar fiziki ve sanal kontrolü de büyütüyor. Ortak rüya, bir teslimiyetin, hayatını kurtarma hayatsızlığının rüyası haline gelmekte, anlamanın, anlaşmanın, karşılıklı saygının ve karşılıklı eleştirinin değil!

TESLİM OLDUK. Bu teslim oluş süreci Avrupa Topluluğuna girme eğilimiyle başlamadı. AB'ye girmek ya da girmemek de aklı başında bir biçimde savunulabilir. Girmek isteyen de istemeyen de teslimiyetin değişik hallerinden konuşabildikçe, oluşumuzun yöneldiği en iyi kapı kokladığı gülü, tuttuğu eli altın edecek, hayatı külçeleştirecek olan bir zavallılığın kapısıdır. Bunda Avrupa da suçlanamaz. Teslim olan, teslim eden, hatta henüz teslim olduklarınca tanınmayan duruşlar varolan bin bir projede gömülü. Sadece, herkes işine geleni yaptığından dayanışma kombinasyonları, ittifaklar çok oynak, kıvrak, yanar döner. Taşlaşan sadece aydınların, muhaliflerin verimli, ya da bazan rantlı görülebilecek eğilimleri. Tüketen, gurmeleşen, safayı cefaya seçmiş hazcı aydının tercihi, tercih pragmatiğinin kendi ülkesinde bölüşebileceği, paylaşabileceği, hedefleyebileceği bir nema yok. Muhalifin haklı sorusu: Topluma nasıl güvenebileceği. Toplum kendine sadık olmayanın her düğmeye basmasında kendi yanında olana sırt dönmüş. Onca eziyete, kana, talana, yalana aldırmamış. Ancak başka ülkelere baktığımızda da bu hep böyle. Hatta bizdeki dayanışmayı da bulamamış nice ızdıraplı ruhlar var. Bir de bunların ötesinde, itilmiş, kakılmış, eserleri yok edilmiş, kendi mesleğiyle geçinme şansı elinden alınmış insanlar var. Az değiller. Uz değiller. Ama kendi yağlarıyla kavrulmalarından ses çıkaramaz haldeler. Üniversite, basın, devlet sanki aslında bağımsız aydının önünü tıkamaya seferber olmuş.

MUHALİFİN HALLERİ. Muhalif insan, iki arada bir derede. Ya güvenlik, destek arayacak bu tüketen saldırı karşısında, ya da halkıyla bir arada olabilmek için bir yönlendirilmeye, belirlenmeye güdümlenmeye de onay verecek. Muhaliflerin, muhalif aydınların şimdilerde kırmakta zorlandığı pranga. Muhalif olmaya, baskı grubu olmayı, proje grubu olmayı seçiş. Hakikatin , halkın dostluğundan konjunkturel imkanlarını keşfetmeye doğru bir sendeleme.

SEVRES KOROSU. Ne hazcı pragmatizm ne de güvenlik arayan muhaliflik Sevres Korosu kadar sevresci oldu. Kanlı Pazarlar unutulmamalı. 12 Eylüle getiren olaylar. Kaç darbe ve hepsinde kimlerin nelerin önü açılmıştır, unutulmamalı.

SADAKAT. İnsan önce kendi adına sadık olmalı. Kendi sorumluluklarına. Dostlarına. Çevresine. Ailesine. Ülkesine. Tüm ülkelere. Tüm insanlığa. Sadık olmayanın sadakat krizleri, sadakat çatışmaları olabilir, çıkar çatışmaları gibi. İnsan olan insan, gerilmiş çıkar ve ilgilerden bile açılımlar, çözümler çıkarır. Sadık insan, ahlâkına sadık insan kendisini de eleştirir dostlarını da. İtilip kakılmayı göze alır. Aç kalmayı. Öne çıkamamayı, çıkmamayı. Yok sayılmayı.

YURTSEVERLİK. Şimdi, insan insanlarından nefret edecek, ülkesine sömürgeci gözüyle bakacak, bu mümkün mü? Ülkesi eleştirilecek bir durumdaysa eleştirir, yanlış iş yapılıyorsa karşı durur, birilerine ya da insaniyete zarar veriliyorsa, karşı koyar. Atalarımızın dağa çıkma hakkı vardı, biz direniş yapıyoruz. Bir ülkeyi güzel ülke yapan direnebilen, karşı çıkabilen, akıntıya kapılmayan insanlarıdır. Ve onlara kapıyı açık, yarı açık tutanlardır. Türklerin edebiyatı yoktur diyen edebiyatçılar, Türklerin hikayesi yoktur diyen hikayeciler gördüm. Her naiflik, dayanışma bilmezlik, çileyi ve imajı paylaşmama, satılmışlık da değil. Adam "ben sizden değilim!" der ama katkısı tersini söyler. Söylemenin de zamanları, çeşit çeşit halleri vardır. Zamansızı, had hudut bilmeyeni, iç dökeni, sorumluluk kılıfını yılan derisi gibi değiştireni. Ama üzülerek de kabul edelim ki, tanzimat sonrası aydının "medeniyete açılma"ları, "ben öbürleri gibi değilim!" retoriğiyle oluyor. (Bu retorik toplumuna siyaset projesiyle dönünce de felaket bir sömürgecilik rüzgarı esiyor). Bu "öbürleri gibi olmama, yani olamadığı ve ve olamayacağı olma"ların önünü açan da biraz medeniyetin medeni olmaması. Yalaklığa verilen ödül. Konuşma ortağı değil, maraba, ortakçı araması. Ben "Türklerin edebiyatı yok!" deseydim (bir zamanların "ünlü" yazarları gibi), bu bir özeleştiri, kendimden talep, kendi emeğimi eleştirme olurdu, kıvranma olurdu. "Yazamadık, bir gün yazılacak!". Oysa türk edebiyatı söyleneni kadar henüz söylenmeyeniyle de dev gibi bir edebiyat. Şiirle kaç ülkede atışır ki köylüler? Evet, kimi dilimizi ilkel buluyor, ki dili ilkel, dilimizin imkanlarına sahip değil. Kmi çevirilerimizi beğenmiyor, bir çeviri denemesi bile gerçekleştirecek kapasitede değil. Düşüncemizi beğenmiyor, düşünce okumuşluğu, düşünceyle kapışmışlığı yok. Oysa gören, dili gören, verilmiş verilecek eserleri görmeden de paylaştığı hayat dünyasını konuşabilir. Konuşabilir. Dilimiz ilkel olsaydı. Romanımız olmasaydı, aşağılık bir kültür mü olurduk? Romanlı kültürlerin aşağılıklara bayağılıklara karşı aşıları mı var? Tüm zamanlar için ggeçerli bir bağdaşıklık mı oluşturmuşlar barbarlığa karşı?

İKİ DURUŞ. Evet gönüllü sömürge tebaası her yerde var. Bizde de var. Bu varlık, bu hayat özentisi, bu uçuculuk kapılarımıza savaş dayandığında panikler yarattı. Paniklemenin haklı yanları olsa sadece burada olur. Ama bunun dışında herşey aptalca bir körleşme! Aydınımızın eseri dışa açılmadan nemalanmadı. Neden kültür politikalarımız olmadı? Zengin edemezdik ama insanlar ders de mi veremezlerdi? Telif hakkıyla geçinemezler miydi? Bestecilerini sadakayla geçindiren bir toplumuz. Muhaliflere, muterizlere, tartışanlara balta satır, gazyağı tenekeleriyle saldırıldı. Öğrencilerin yollarına, üzerlerine tahrip kalıpları yerleştirildi, atıldı. Kime sırtlarını vereceklerdi? Kime güveneceklerdi? Kime hallerinden şikayet edeceklerdi? Atan hem altımızı oyan, hem de vatan adına konuşansa? Kendileri için konuşanlara, kendileri için risk alanlara saldırtılmaya çalışılan bir halk (ki halk hep sağduyuluydu, teslim olmadı), savunduklarına sırt döndürülmüş, ama bir diyeceği itirazı olan insanlar yarattık. Diyeceklerini ellerinden aldık. Eleştirilerinin önünü açmadık.

BAŞKASININ UFKU. Başkasının ufkuyla karşılaşmayan ufkum karanlık, naif, sığ. Başkasıyla karşı karşıya kaldığımda, gerekçe sunduğumda, açıldığında, açıldığımda kendi ufkum bana da açılıyor. Okumuşların dar anlamıyla tutucu, ufuksuz olmamalarının nedeni (buna eskiden sağ denirdi, yanlış) buradadır. Biz büyük bir kültürü imkânlarının bir kısmını dahi kullanmamaya şartlandırıyoruz.

SOKAK siyaseti yönlendiriyorsa, sokak yönlendirilmiş, siyasetin içi boşaltılmış demektir. Bu bir barbarlıktır. Medeniyet hayatta kurulur. Sokakta ışıldar. Tepki yönetmek karanlık iştir. Halka derdini anlat. Dert dinle. İtirazı olana saygı göster. Kendini düzeltmeyi göze al, dinlediğinde. Aydınlarının ekmeğiyle oynamayı devlet politikası olmaktan çıkar. Soğuk Savaş Ruhunu ve onun aslında bize, varlığımıza savaş ilan etmiş kuruluşlarını artık bünyenden at! Ona katılmış olanlar bile bunu talep ederken, hangi ihtiyaçla kendi hukuğunu, kurumlarını, koridorlarını yağma ettiriyorsun? İnsanlar tek tük kendilerini reddederlerdi, şimdi toplumlar kendilerinden kaçar oldu, bu ne demek? Bu bir rüyasızlık. Bu umutsuzluk (eskiden umut lafını sevmezdim, hâlâ sevmem Lukacks'ın Kafka eleştirilerinde kullandığı anlamda), yönsüzlük, kişiliksizlik. "Ben onlardan değilim!" demek, sorumluluktan kaçış, kendisinden kaçış, topyekün değişmek isterken değişme imkanından kaçış.

MÜTTEFİKLERİMİZ. Ey Sevgili Müttefikler, yağcılarınız sizden de ileri gidiyor, ama bizleri kullanmaya, topraklarımızda geçmeye ihtiyacınız var, biliyoruz. Yolgeçen hanına çevirdiniz bu ülkeyi. Başbakanlar, bakanlar tayin edebilmekte olduğunuz şaibesi ağır basıyor. Partiler kurdurduğunuz, hatta kurmakta olduğunuz tartışılıyor. Üst düzey bürokratlarımız tayinden önce size ifade veriyor diye düşünüyoruz. Darbecilerimiz sizden izin alıyor. Hatta sevgili muhaliflerimiz siz izin vermeyeceğinden darbe olmayacağını düşünüyor. Buna sevinelim mi? Yoksa, darbeler sizden sorulur diye mi düşünelim? Yani siz bizim senatomuz, sahibimiz, efendimiz misiniz? Neyimizsiniz? 70'li yıllarda izninizle oratadan kaldırılmış o güzelim aydınlardan dolayı özür dilemeyi düşünmüyor musunuz? Bunu bilerek size yalaklık yapanlara güvenemeyeceğinizi de? Çıkarda güven,etik, hukuk yoktur, dostça ilişkilerden, alışverişler daha iyidir mi diyorsunuz? Siz de Prens'inizi yazsanız da okusak! Aydınlanırız. Şahinlerimizle uçuk muhaliflerimizin çocukları evlenirken kafamız karışıyor. Gelecek bu kadar mı önemsiz? Bizler bu kadar mı gelip geçiciyiz gözünüzde, neden insan hayatının bir sinek kadar değeri yok?

UNUTMA EY HALKIM. Derimiz yüzüldü ey halkım unutma bizi. Diri diri gömüldük ey halkım unutma bizi. Sokak çocuklarımıza hançerletildik ey halkım unutma bizi. Demokrasiyi geliştirmek, açıklık istemek, tatışmanın, iyi bir gerekçenin, yerinde bir cevabın yerine kini gerenlere serin durmak sana yakışır. Çok çektin ey halkım, unutma acılarını, niçin onca acıya katlandığını. Unutma ey halkım. Unutma bizi!

EY AYDINLAR! Bu halk masum bir halktır. Hiç bir mahkeme onlar kadar aklayamaz, paklayamaz. Bağrında saklayamaz. Halka da saygı. Daha çok derdinizi izah. Daha çok muterizinize tahammül. Daha çok tartışmak. Ve insanlara sahip çıkmak. Sokakta bırakmamak. Sert söylem insanları, kültürü ayakta tutamuyor. Beraber çıkalım sokağa diyebilmek, ensesinden vurulacak bir gazeteciye göz kulak olmak, katilin önüne gerilmek hep sakin, insanî, özverili, fedakâr özellikler istiyor. Bir zamanlar bunları yapabiliyorduk. Şimdi uzaklardayız, gönül hicranla dolu, siz emanetimizi bir kenara mı attınız, bu kadar kötüyse delikanlılık, yiğitlik, kahramanlık, neden yerine pısmış ama ağız tadı avındaki çokbilmişler olacağız? Bu terk-i estetik mi bireyin estetiği? Dünya ayağımızın altından kayarken zevkli olmaktan çıkmış zevki, sömürgeci zevki bir kaç zevk sahibi savunsa, insanlık için bu büyük imkânları dünyayı bir rezervat'a çevirmeden yaşatsalar yetmez mi? İnsanları sokaklarda linç ettiriyorsunuz. Göğüs germiyorsunuz. Belayı paylaşmıyorsunuz. Ve yakınıyorsunuz. Her incelme o kadar da uygar değil gibime geliyor! Cami avlularına bırakılmış, polisamcalarının adını koyduğu, sokak kedileriyle kılçık kavgasındaki kardeşlerinizin estetiği de sizden şikayetçi mi sanıyorsunuz?

Ne yazık ki.

23 Ocak 2007

Sanal-Enflatif İhanet Göstergeleri Üzerine Çeşitlemeler 1


İHANET ENFLASYONU. Her fikirden, her cenahtan yazının altına yapışan "bu ihanettir", "bu küfürdür" yazısından geçilmiyor. Anlaşılan, kimileri maaşlı. Kimileri ise amatör, ama örgütleniyor. Milletin efendisi edasında. Bir olumsuzluk eki mi unutuldu, düzelterek okuyacağına, "acaba şunu mu kast ettiniz?" diye soracağına hemen mevzunun nöbetçi çetesine ihbarda bulunuyor, yazıyı işaretliyor. Ölçü yok, tadında bırakılmıyor. Arkadaş çevrelerinde bile, en sağduyulu, aklı başında yazıyı yazsanız, bu vazifeyi üstlenen bir sinirli ve misyonu sayesinde kusursuz bir vatandaş hazır bekliyor. Düşünmek, ifade etmek, sinir harbine girmeyi istiyor. Başkasının yasısına yapışacağına insanlar kendilerini ifade edecekleri siteler kursunlar diyemiyorum, bu bir varoluş tarzı.

ÖRGÜTLÜ YORUM. Bir topluluk liderine dokunuldu muydu gazetelerde, yüzlerce hakaret yazısı ekleniyor. Yani bir de örgütlü yorum var.

MİSYONLU YORUM. Milletin bekçisi yorum. Sosyal yorum. Laikliğin bekçisi yorum. Dinden sapmaların bekçisi yorum. Dinsizliğin bekçisi yorum.

UYGAR YAZAR. Ortak yan aynı çokbilmişlik, saldırganlık ve tehditkar tavır. Bizim gençliğimizde bu tip tavırlar savaş ilanıydı. Hırçın mıydık bilmem. Ama kimse kendisine böyle davranılmasına izin vermezdi. şimdi uygar ve liberal olduk. Aldırmıyoruz. Bazan iyi ediyoruz, sayın sapıtık vatandaşı rahat bırakıyoruz. Bazan da iş bu kadar kolay olduğundan kızışıyor, risk almadan tehdit, yol kesmeden ön kesme, yıldırma, hedef gösterme, işaretleme kolaylığı var.

TELEFON. Eskiden telefon elinde geleni geçeni ihbar eden yaşlılar olurdu uygar ülkelerde. Biz bunu pek yaşayamadık, muhbirlik hoş karşılanmazdı, kendi postamızı atmayı seçiyor olmalıyız.

KES GÖNDER. Ticari basın bazan matbu protesto formları hazırlardı. Kes yapıştır. Şu ülkeye gönder. Şimdi forma gerek yok anketler var. Zaten herkes kendinin yazarı. Bu noktada, yine yaşlı avrupadan ayrılıyoruz. Orada protesto edecekleri konunun kursunu görmüş, kullanacağı gerekçeleri ezberlemiş, kendi yazsa da yazacağının ne olduğunu baştan kestirebieceğiniz taraftar lobileri vardı. Gazeteleri protesto ederler. Makalelerin nasıl yayınlanabildiğini sorarlar. Okuyucu mektubu gönderirler. Ya da güdümlü teşekkür mektupları. Her "karakafalı" şöför, en iyi niyetli hizmetinde, ve en iyi yolu seçtiğinde kaç kez şikayet edilmiştir, ta ki topluma sırtını dönene kadar. Müşteri memnuniyeti değildir burada hedef. Herkese yerini bildirmektir. Bizdeki gibi doğrudan "hop hemşerimler!" de az cereyan etmez, işini yapan insana. İnsan her yerde insandır. Bazısında bu işler ayıptır, bazısında vazife. Her neyse. Biz, bize göre ayıp olanı yapıyoruz. Başkalarında bu biraz ileri gitme, o kadar. Sarhoşken, kontrol de kalkar, yapanın yanına kâr kalır uygar ülkelerde. Biz uzaktan ayar yapıyoruz, mesela şöför terbiye etmiyoruz. Uygar ülkelerde ekmek parasıyla oynanır. Bizde hayatla. Ama, uygar ülkelerde de, hayatla oynayanlar birileri oluyor. Çoğu insanın işi gücü var. Bizde şimdilerde insanların adeta işi gücü bu.

DUR HEMŞERİM! Diplomatik, siyasi manevraları yorumlayamayacak, kavrayamayacak insanlar, fikir adamlarını bile idare etme derdinde. Tribündeki binlerce çalıştırıcı gibi. Bazan insiyatif kırmaktalar, bazan kendi işlerine yarayanı bloke etmede, yaramayana yol açmakta. Bazan kalenderleşmekte, bazan murtazalaşmakta, bazan alttan almakta, bazan karamsarlaşmaktalar. Ayak altında bin türlü adam ve kadın. Bir kısmını devlet örgütledi, sokağa saldı, sese karşı ses oldular. Bir kısmı devlete müzmün anti. Eleştirmeyi bilmediğinden, yangın hortumuna bile tekme atacak haleti ruhiyede. Bir kısmı derin millet, ama anti sosyal. Bir kısmı sosyal ama çoğunluğu sevmez, antidemokrat. Kaş çatık. Her birinin bir beklediği darbe, sevdiği darbecisi vardır. İpe çekmeyi düşündüklerinin listesi de hazırdır. Üçünü beşini sallamayı değil, her akşam birilerini sallamayı düşünebilirler. İçki içmiyorlarsa, sigara çekeceklerdir, sallanan bedenlerin karşısında. Ön saftakiler telefon kamerasıyla kayıt yapmaz. Zevkine varır.

DÜNYA ZOR. Her yerde, birbirini andıran kalıplarla antilik yapsa da insanlar, bazı yerlerde sınır ölçü, durak daha az biliniyor. Fazla çığırtkanlık, insanın kendisinin de altında kalacağı çığları seferber ediyor.

HAKEM SAHAYA. Bizde sahadaki hakem de işi tribünden idareye kalkabiliyor. Zaten hakemliğinde de klüp ya da tribün sahibidir. Hukuk herkese işlemiyor. Birileri istedikleri yurtseveri kaldırabildikleri, kaçırabildikleri ortadan kaldırabildikleri için yurtseverlik iddiasındalar. Onlara karşı hukuk işlemiyor. Hafıza işlemiyor. Alınmış takipsizlik kararları, şaibeler, ifşalar hatırlanmıyor. İnsanların ensesinde dikilebiliyorlar. Kimse sormuyor, yetki nereden, hangi ülkeden, hangi fikirden, hangi akıldan, kimin için? "Kimin için"e cevap verdiklerinde ama akan sular durur. İnsanlar başka birilerine kendi "kim"ini ödünç veriverir. Durum bu. Ortada bin bir binbirsurat dolaşıyor. Fazlası akla zarar. Ne olduklarını bildiğimiz, oldukları gibi görünen, göründüğü gibi olanlaraysa hayatı zından ediyoruz:

Kalenin dibinde mermerden direk
İnsanın zulmüne dayanmaz yürek

22 Ocak 2007

Gerilimin Tırmandırılan Gündeminde


Görünüre bakılırsa, bu cinayetin hazırlandığını bildirenler, ifade edenler, adres verenler olmuş. Adres verenler de, adres verilenlerce adres verilmiş.

Perde arkasındaki dil çok sert. Keskin. Ne siyasetin, ne aklı selimin dili. Görünürdeki kapışma dilinden çok daha şiddetli.

Bireyler olarak kimin kim olduğunu bilmek, araştırmak durumunda değiliz. Bu tür amatör meraklar yönlendirilmiş etkilere yol açacaktır. Elbette söylenenlerden temkinli sonuçlar çıkarmamak da mümkün değil, ama, konu da bu değil!

Ne adına, kim adına olursa olsun, toplumu daha keskin duyarlılıklara zorlamak çok tehlikeli.

Bu keskinlik, her yöne çevrilebilir, yönlendirilebilir.

Herkes herkesi suçlayabilir, herkes herkesi tehdit edebilir, herkes herkesi hedef haline getirebilir bir durumda.

Olan bitenler, son otuz yılı iyi takip edenlerce kolay yorumlanabilse de, sonuçlardan vazifeler çıkarmak, en zayıf olasılıkları bile hesaba katmamış tepkisellikler demokrasimize zarar verecektir.

Hukuka güvenmek, hukuka güven duyulmasını sağlamak zorundayız.

2007'de bu olayın arkasındakilerle bu olaydan etkilenecekler, bu olayla hedeflenenler arasındaki çatışma daha da derinleşebilir.

Toplumsal duyarlılığı daha da sertleştirerek yönlendirme, yönlendirenlerin elinde patlayabilecek bir düzeye gelmiştir.

Bağımsızlığımız tehdit altındadır, uluslararası projelerde şiddetle yönlendiriliyoruz, sis altında yürüyoruz. Demokratik insiyatifi kıran çeteleşme, radikalizasyon, gerilim tırmandırma, şaibe tırmandırma, hedef gösterme gibi "karartmalara" kapılmamak zorundayız.

Haklı haksız iddia ayırımı yapmadan, radikalize edilmiş bir toplumsal gerilimi ortadan kaldırmak durumundayız.

Gerilimin gündemini takip etmek, kendi gündemini terketmektir.

Demokrasimizi oturtmak, kurumlarımızı tahkim etmek, toplumsal dayanışmayı güçlendirmek, anlamadığımız derin tepişmelerden toplumu uzak tutmaktır. Temkinli, itidalli olmak, acele etmemek, tez canlı olmamaktır.

Siyasette şiddete izin vermemeliyiz.

İnternet demokrasisinin kendi etiğini oluşturamamasıyla, ticarete kapılan basının bağımsızlığını yitirmesiyle şaibeler, yönlendirmeler, kışkırtmalar ve propaganda kolayca dağılıma girebilmektedir. Bağımsız, eleştirel basın desteklenmeli ya da temelleri atılmalıdır.

Geriye dönüşsüz eylemler, tepkiler, çözümler reddedilmelidir.

Bu tırmanış en çok toplumumuza zarar verecektir.

Hafiyeliği, çeteciliği, radikalleşmeyi ve gerilim tırmandırışı gençliğin ya da tepkili kesimlerin gündeminden çıkarmalı, panikçi gündemi zayıflatmalı, toplumu ayakta tutmak için gereken emek, eğitim, dayanışma, örgütlülük ve sorumluluk öne çıkarılmalıdır.

İfşa, teşhir, propaganda savaşları gençliğin ve toplumun halet-i ruhiyesini altüst edecek bir boyuta gelmiştir. Propagandayı, yeraltı savaşlarını engellemek imkansızdır. Hakikatin ifadesinin ise kışkırtmadan, gerilimi artırmadan da yapılmasını sağlamak mümkündür. Herkes perspektifini serbestçe ortaya koyabilir. Bunun meşru biçimi sunumunun içeriğin önüne geçmemesindedir.

Bir içsavaş gündemde değildir. Toplum olgundur. Ama, vatankurtarmacı tepkisellikler, ya da en radikal haliyle ifade edilen kutupsallıklar insanlığa zarar verecek bir boyuttadır.

Bu eylem, herhangi bir eylem değildir. Sonuçları itibariyle son yüzyılda ülkemizde işlenmiş en ciddi bir kaç siyasi cinayetten birisidir. Kimse neden diğer olayları değil de bu tartışılıyor gibisinden düşünmemelidir! Çok derin bir fay kırığında deprem tetiklenmiştir. Tedbirli, ihtiyatlı, temkinli, aklı başında olmak zorundayız.

Bu tip olayların önünün açılmaması için çırpındığımız halde, olayın sonuçlarından doğacak sorumluğunu üstlenmek, toplumun olumsuz anlamda yönlendirilmesini engellemek durumundayız.

Olaya tamamen sonuçlarından bakmak, insan hayatına araççı bakmaktır. Sonuçlarını görmemekse ileri görüşlü olmamaktır. Hem insan olmanın ufkundan, hem de vatandaş olmanın sorumluluğundan bakmak zorundayız.

Dayanışma, kendisi gibi düşünmediğimizle olduğunda dayanışmadır. Gerilim azaltılmalı, insanlarımıza umut verecek bir toplumsal tavır yeşertilmelidir.

Birileri öncelikleri hep sorgulayacaktır. Öncelikleri olduğundan değil, dayanışmasız bir toplumun kolaylığını tercih ettiklerindendir bu. Toplumu sokağa çıkamaz hale getirecek kuşkulardan, güvensizliklerden, komşusunu red etmekten alıkoyacak her adım, insanlığa katkıdır, ülkemizin yolunu açmaktır.

Resmi toplum kabuk değiştirmek, kime hizmet ettiğini unutmamak, insanlık gösterebilmek durumundadır. İnsanlık gösterirken de hamasiyattan başka yol bulamayıp gücendirmeye, kırmaya, ürkütmeye, yani iktidar gösterisi yapmaya meyletmemektir. Karşınızdaki tebanız değil, vatandaşınızdır. Kendisine hizmet sunduğunuz şahıstır.

Biz bu toplumsal yapı değişmelidir diyoruz. Değişmemiş olan da bizimdir. Sorumluluk da, çekilen acılar da ortaktır. Bu ülkeyi sokakta bulmadık, sokağa da bırakamayız, bırakmayacağız.

Çete oyunlarını bırakıp, bıraktırıp, asli sorunlarımızı çözmeye koyulacağız.

Demokrasimizin kurumlarını oluşturacak, hukuğu işletecek, üniversitelerimizi yeniden üniversite haline getirecek, topraklarımıza, havamıza, suyumuza sahip çıkacak, insan gücümüzü ve doğal kaynaklarımızı yeniden keşfedeceğiz.

Daha fazla örgütlü olmak, daha uzun vadeli davranmak, yolumuzu insan emeği ve alınteriyle açmak durumundayız.

Daha fazla cinayet, idam ve katliam konuşmak istemiyorum. Konuyu uzmanlarına bırakıyorum. Arzederim halimden.

21 Ocak 2007

Ne Yapılmalı?


Cenazeye katılım geniş olmalı, gelmiş geçmiş en büyük kitleler toplanmalı ki, bu eylem başarısız kılınabilsin.

Katılan, taziye bildiren kimse protesto edilmemelidir.

Dink'i tehdit eyleminde adı geçen her sanal şahsiyet, ip numarası, kuruluş, çete, özel şahıs, kamu görevlisi kurulacak özel bir komisyon denetiminde incelenmeli, ifadeleri alınmalıdır. Elden geçirilmedik bir belge, hesap vermemiş bir odak bırakmamalıdır. Son olayla alakası olmasa dahi yapılmış her tehdit istisnasız olarak yargıya sunulmalı ve yasal karşılığını bulmalı, örnek oluşturmalıdır!

Bundan sonra mahkeme önlerinde, karakol önlerinde, sosyal linç, fiziki saldırı ve yargıyı etkileme faaliyetine asla izin verilmemeli, gerekli tedbirler derhal alınmalıdır!

Her bildiri dağıtana saldıran çeteleri bir dönem neredeyse alkışlayan, bir tür duyarlılık olarak yorumlayan basın, bugün bu çetelerin varlığına haklı olarak dikkat çekiyor. Bu çeteler dağıtılmalı, örgütlü, ve yasalarla denetlenen kuruluşlar taraftar ve üyelerini ciddi bir eğitim sürecinden geçirmelidirler. Başıbozuklar demokrasimizin baş belası olmaya namzettirler. Sokakta nasıl muhaliflere izin verilmeyebiliyorsa, hangi resmi görüşse artık, onu ifade eden, onun linç toplulukları olan bu gruplara da aynı kurallar uygulanmalıdır. Bu toplumsal örgütlülüğün artırılmasıyla, resmi kurumların dengeleri bozmaması, birilerini kullanmamasıyla olur. Sokakta linç görüntüleri iki de bir izlemediğimizde olur. Sayın linççi vatandaşa, duyarlı vatandaş denmediğinde olur!

Birilerini kullanıp attığınızda, bağımsızlaşan çeteler, şiddet tecrübesi kazanmış bireyler işte böyle yönlendirilirler. Kullanma, kayırma, palazlandırma dönemine son verilmelidir. Her demokratik tepki korunmalı, muhalifler çetelerin önüne atılmamalıdır.

Şiddetin kamuoyu oluşturanlarca listeler dolaştırılmaktadır. Bu listeleri dolaştıranlar hakkında yasal işlem yapılmalıdır.

Hrant Dink'in katlini özendiren, onaylayan, proveke eden çevreler olmuştur ve daha birçok insan için tehdit oluşturmaktadırlar. Bu terörü özendirmedir. Terörü önermedir.

Ülkemizin kendi kaderini belirleyemesi için faaliyet gösteren, özünde mandacı, darbelerin önünü açmaya çalışan, soğuk savaşta alenen sokaktan insan kaldıran, kışkırtan, Türkiyeyi bir merkezin çıkarına ve güdümüne sokan çevrelere ulusal çıkar, vatanseverlik ve vatan kavramlarının sözcülüğü verilmemelidir! Altımızı oyan bu yeraltı faaliyetine izin verilmemelidir!

Eleştiri ile linç, iftira, kışkırtma, çarpıtma birbirine karıştırılmamalıdır. Daha olgun, daha eleştirel, daha ölçülü ve sorumlu bir basına ihtiyacımız var. İnternet siteleri de ilkesizliğin, santaj ve tehditin, iftira ve propaganda yaymanın kurumlarına dönüşmemeli, kişi hak ve hürriyetlerine, fikir yaymanın ahlakına tabi olmalıdırlar. Ciddi bir eleştiri ve ihlallerde başvuru kurumları oluşturulmalıdır.

Daha dün büyük gazetelerimiz rakiplerinin telefon konuşmalarının bantlarını yayınlayabiliyorlarken, cinayet ve provakasyon ortamından yakınmalarını iki yüzlülük olarak değerlendirmememiz için, kamuoyu oluşturma kurumunu keyfilikten, saldırganlıktan ve ölüçüsüzlükten çıkaracak adımları atmalarını gerekmektedir.

Tüccar basın, insanları sokağa dökebilmekte, başbakanlar tayin etmeye çalışabilmekte, savaşa, barışa ortak olabilmektedir. Basın, propaganda aygıtını sökmeli, asli görevine dönmeli, bu barbar karışıklığa ortak olmamalıdır!

Bir gün belki Ermenistan'a Hrant Dink Kapısı açılabilir, bu eylem etkisiz hale getirilebilir. Ancak, nasıl körfez savaşında ve bir kaç başbakan adayının kamuoyuna pazarlanmasında basınımız (iyimser bir açıdan "kısmen") bağımsız ve bilgilendirici rol oynama yerine taraf olmuşsa, Hrant Dink'in katli öncesinde de, bu cinayetin gerilimini, temellendirme bulanıklığını şekillendiren odaklardan olmuştur.

Hukuk katliamları gösteriye orta oyununa çevrilmiştir.

Evet, Türkiye bağımsız değildir. Tersanelerimize, basınımıza, kurumlarımıza girilmiştir.
Bizi eleştirenlerle, bize karşı çıkanlarla, başka rüya ya da projeleri olanlarla değil, bu güne kadar güdülebilmiş olmamızla hesaplaşmayı düşünmemiz gerekmektedir.

Vatan adınaymışcasına meşruiyetten kaçanlar, şiddete tapanlar, kamuoyunu gerenler, olası cinayetlerin temelini atanlar, hedef koyanlar, kurumları ortadan kaldıranlar, sömürgeciliğin ülkemizdeki istasyonlarıdır! İşlevleri hep aynı olmuştur, bağımsız kamuoyumuzu, hukuki kurumlarımızı, planlayan, tasarlayan kuruluşlarımızı tahrip etmek, ortadan kaldırmak ve bizi patronlarına tabi kılmaktır.

Avrupa Topluluğuna girmek isteyenler ya da istemeyenler düşmanımız değildir. Herkesin söz hakkı vardır.

Girerek ya da girmeyerek ilhak etme, teslim olma, teslim etme, kendi kaderimiz, hayatımız, geleceğimiz hakkında karar verme hakkımızı elmizden alma gayretinde olanlara karşı durmak ise demokrasimizi savunmaktır!

Daha fazla kan dökerek değil, daha örgütlü, daha sakin, daha geniş düşünceli, daha dayanışmacı olarak yeniden açık denizlere çıkabiliriz.

Fevri olan herşey ve herkes reddedilmelidir!

Bu Ülkenin geleceğine kendi halkı karar verecektir!

20 Ocak 2007

Hrant Dink'i Koruyamayanlar mı Bu Ülkeyi Koruyor?


Böylesine ciddi bir tehdit varken korunmadı, korunamadı Hrant Dink. Gazetesinin önünde kurşunlanabildi. Kimler koruyamadı? Bu cinayetin temellerini atanlara, propagandasını yapanlara karşı çıkmayanlar. Kibar kibar susanlar. Yurtseverliği soğuk savaşta ülkemizin altını oymuş kurumların artıklarına bırakanlar. Topraklarımızdaki siyasetin yönlendirilmesini asla bizlere bırakmamış olanlara yalaklık yapanlar.

Şimdi cesaret zamanı. Herkes konuşuyor. Konuşacak. Daha düne kadar adliye girişlerini bloke edenler, hukukun işlemesini engelleyenler de eylemi lanetleyecek. Kendilerince onun bunun adlarını internet sitelerinde yayınlayanlar da. Bu ülkedeki her düşünme, kafa yorma eylemine hainlik, vatan hainliği yaftasıyla saldıranlar da.
Çamur atma kampanyalarından hangi yurtsever payını almadı ki? Hangi öngörülü insan susturulmaya çalışılmadı?

Bu eylem, hem orta vadedeki insiyatifimizi elimizden alabilecek karakterdedir. Hem de bir şantajdır, gerisinin gelebileceğini de göstermektedir. Denetleyemeyeceğimiz bir krizler zinciri acelesi olmayan çevrelerce tetiklenmiştir. Rehin alınıyoruz. Kuşatma devam ediyor!

Bu suikast halklar arasındaki düşmanlıkları körükleyerek beslenenlerin işidir. Ulusların varoluş biçimlerini kültürel temellerinden alıp yönlendirilebilir kin birliklerine taşımak isteyenlerin işidir. İnşayı yıkıp, yıkımı inşa edenlerin müdahalesidir.

Hrant Dink'in söz hakkı, hayat hakkı, adaletle kucaklanma hakkı çiğnenmiştir. Bir vatandaşımız hukuksuz bırakımıştır. Hukuk gereksizdir diyenlerin işidir.

Ülkemizdeki ermeni azınlığın dehşete, korkuya düşmesine izin verilmemeli, nefretin, dehşetin kapıları kapalı tutulmalıdır. vatandaşlarımızı ermeni komşularına sahip çıkmaya, bu eylemi fiilen kınamaya, ermeni esnaftan alışverişe, gazetenin önüne çiçek bırakmaya, taziye ziyaretlerine çağırıyorum!

Eylem, bizi kuşatan eylemler zincirinin bir parçasıdır. Provakatörleri, kin propagandacılarını hareketsiz kılmak zorundayız. Risk almak zorundayız. İşler büyümeden karşı koymak zorundayız.

Ve ülkemizin altını oyan, insiyatifimizi elimizden alan, kendi sorunlarımızı çözemez hale gelmemizi tetikleyen güçleri yargılamak durumundayız! Yargılayamıyorsak, bağımsızlık iddiasında bulunmaya hakkımız yoktur!

Yine, maalesef, hakikatleri açığa çıkarmak, korunmasız aydınların görevidir.

Vatanını seven, insaniyeti seven, barışı seven, bu ülkeyi gümüş tepside sömürgecilere teslim etmek istemeyen herkes kelle koltukta çalışan bu insanlarımıza omuz vermek durumundadır.

Hrant Dink'in yakınlarına baş sağlığı diliyorum.

Bir daha olmamalı.

Bir daha daha zor olmalı cinayet şebekelerine, cinayetle kamuoyu yönlendirenlere, toplum mühendisliği yapanlara!

Ülkemize, demokrasiye, insanî değerlerimize ve bağımsızlığımıza sahip çıkalım.

Bu ülkede provakasyona cirit attırmayalım!

19 Ocak 2007

Blog'umu Kapatmayı Düşünürken


Bu siteye, okumak için girenlere nazaran, ne yaptığımı, neye benzediğimi denetlemek için girenler daha ağırlıkta.

İki de bir yazmam için nasihat eden dostlarım okumuyor, okutmuyor, demek yine yeni bir sokağa salıp sırt dönme.

Okunmamak umurumda değil. Okumayana yazmak da zaman kaybı değil.

Ben de medeni hayatın nimetlerine geri dönebilirim. Bu çıkışı bir çıkışa dönüştürmeden boğabilir, küllendirilebilirim.

Dünya benim gibilerin dünyası değil. Beklenen şarkı, kimsenin dinlemediğidir.

Beklenen şarkıyı bestelemek, tecahül-ü gayrı arifaneye kapılmaktır.

Evet, istatistiklere göre, sadece bir kişi yazıların tümünü okudu: Doktor Tarık.

Bu kadar kişisel maile hem zaman yok diyoruz, hem de bu kadar okunmayan yazılar yazıyoruz.

Aramıza katılın diyenlere de şu söylemek istiyorum, okumadığınız kişi neden aranızda ya da başka bir yerde yazsın?

Yazdıklarımı övüp duran çok bilmiş yeni yetmelere de sözüm var. İşinize geldiğinde okumak, işinize gelmediğinde okumamak, okumanın adabında yoktur. İktidara dönüştürüldüğünde okumama yok etme, silip atmadır.

O halde söylenecek sözüm kalmamıştır. Zaten kendime yazıyordum. Neden teşhirciler gibi ortaya soyunayım?

Evet, açtığım konular kimseyi ilgilendirmemektedir.

Tartışma kapanmıştır. Bir hafta bekleyip kararımı vereceğim.

Neden okuma zabıtasını yazılarımla meşgul edeyim ki?

Düşüncemi okusunlar, adeta... Zavallı emektarlar...

İnsan Çiğ Süt Emmiştir!


Bir arkadaşım, onca işi gücü arasında evlat edindi. Evlatlık aldı. Tanıdığı bir aileni çocuğunu. Başucunda bekledi. Bitlerini utandırmadan ayıkladı. Çürüklerini şefkatle iyileştirdi. Kayıp kilolarını aldırdı. Hastalıklarını yenmesini, çığlıkla uyanmamasını sabırla, ihtimamla sağladı. Okuttu. Geçmişini yenmesini, geleceğe açılmasını sağladı.

Geçen ay çocuğa bir miras kaldı. Yeni Zelandaya taşınmış, ama çocuktaki gelişmeyi uzaktan takip etmiş, elinden geleni yapamamış bir akrabasından. Çocuğun hayatının önünü açtığını, bir imkan sunduğunu, hayatını daha da kolaylaştırdığını düşünmüştür akrabası, vicdan muhasebelerinde.

Arkadaşım geçen ay başında mahkemeye verildi, çocuğun akrabaları tarafından. Mahkemeye çıkana kadar çocuk "emin ellere" bırakıldı. Onca suçlamanın, suçlanmanın ağırlığıyla çöktü, hayalet gibi dolaşıyor.

Çocuk kıymete bindi. Kafası karışmışa, ailesine geri taşınmaya hayır diyemeyeceğe benziyor. Arkadaşımın da arkadaşları meşgul insanlar. Kim onun, onların yaralarını saracak? Çocuk, ilerde bir gün onların kapılarını çalacak mı?

Çocuğun ailesini asla suçlamaması, bunu çocuğun iyiliği için yaptığını sanması mı kendisine zarar verdi? Soylu bir hareket miydi yoksa bu? Çocuk, ailesine korkudan mı, hafızasının ağırlığından kurtulduğundan mı döner bilemiyorum. Döner, dönmez, hukuk nereye gönderir ilgilenmiyorum.

İlgilendiğim, artık, sadece arkadaşım. Ona insanlığının, ihtimamın, şefkatin ne kadar kötü bir şey olduğunu anlatmaya çalışanlardan olmak istemiyorum.

Omzundaki yükü, onun bir çocuğun omzundan alabildiği gibi alabilmem, bir ayağı benim gibi çukurda olan bir insanı evlat edinebilmem imkansız.

Ama sormaya karar verdim. Evladım olur musun? Evladım olur musunuz? Tüm evlatlarınızla beraber. Ağlarken başucunuzda otururum. Çığlıkla uyandığınızda, omzunuza dokunurum. Sırtınızı örterim.

...

Bu ana kadar bir dergide beni sansür edenler, kendilerine o dergi kurulurken yerimi verdiğim insanlar. Yayınlamayanlar, işkenceden alabilmek için hayatımı ortaya koyduğum insanlar. Dağıtmayanlar, dağıtabilmeleri için bir zamanlar canımızı emanet ettiğimiz insanlar. Okutmayanlar, yaşayabilmeleri için hayatımızı sokaklara attığımız insanlar! En zor zamanlarında yanında oldukların canına kast eder, insan çiğ süt emmiştir.

İnsana evlatları, evlatlara büyükleri ihanet edebilirler.

Alışığız buna. Biz sıradan iyi insanlara kim ihanet etmez, kim satmaz, kim hançerlemez ki, bir an artık bir işlerine yaramayacağımızı düşünme gafletinde bulunduktan sonra.

Alışığız, alışık olmasına da, bu alışkanlığın bizim de alışkanlığımız olmaması için, iftiraya uğramışın, işi bitip bir kenara atılmışın, işi bitirilip bir kenara atılmaya kalkışılanın yanında olmaya çalışmak, işi gücü biraz da bunun için aksatmak zorundayız.

...

Siz hiç iftiraya uğradınız mı? Hiç kullanıldınız mı? İnsandan, kullanmalardan anlamayan insanlar tarafından? Sizden hiç bir ricalarını kırmayacağınız halde, kendilerinden hiç bir şey koparmayacağınız, sadece bir şeyler sunacağınız halde, sırtınızda hançerlemişlerdir. Hançerleyeceklerdir. Yalnız bırakmaya, yok etmeye çalışacaklardır. Hangi Akrep Kaplumbağayı sokmaz ki? dereyi geçerken, ya da dereyi geçince.

"İnsanlık mümkün değil!"leri kanıtlamakla, sırtınızdan, hayatlarına bağlanabileceklerdir.

İftiraya uğramadınızsa, ayaklar altına alınmadınızsa, hayatını elinizde yeni doğmuş bir bebek gibi tuttuğunuz insanlarca hayatınız söndürülmeye çalışılmamışsa, bir hayatınız yok demektir! Hayatsızsın Ey İnsan!

...

Olgunluk peşindeyiz. Olgunluğun geliş tarzından kaçıyoruz. Bir ayağımız çukurda da olsa, birilerine bu öyle de gelse, sırtımızı örten bir hayatı bekleyen çocuklarız hepimiz bir yerde. Bir yerlerde.

Cüneyd mi Bağdata, Bağdat mı Cüneyde ihtiyaç Duyar?


Cüneyd dedikleri bir Aşık.

Cüneyd dedikleri bir Adam. Cüneyd dedikleri bir hakikat peşindelik. Cüneyd dedikleri bir kendinden geçmişilik. Cüneyd dedikleri bir olduğu gibi görünüş, göründüğü gibi oluş. Cüneyd dedikleri bir hikmetin hayatı.

İnsan insana ihtiyaç duyar. İnsanların arasında, insanlığın arasında yetişir.

İnsanlık, sevişir, tepişir, insafa gelir. İnsafa getirir, insanın burnundan getirir.

Giden Cüneydin Bağdadı. Cüneydin de izlerini taşıyan bir medeniyet.

Cüneydleri ortaya çıkaransa, ne huzur, ne iyi eğitim, ne refah. İhtiyaç. Bir Cüneyde olan ihtiyaç. Cüneyd cüneyd olmanın terbiyesinden geçmeseydi, hangi ihtiyaç onu olduğu kadarı yapardı. Ve: Hangi terbiye, Cüneydler yetiştirip sokağa salabiliyor?

Medeniyete bizim de ihtiyacımız var. Zalimin de oldu, olacak.

Hukuk'un işlerliğine. Suların akmasına. Okulların açık olmasına. Yarin iğnesiyle dikilen dikişe. Gülünen bülbülün ettiği çekişe.

Cüneyd Cüneyd oldu, yol gösterdi, suskunlara karıştı. Daha ne yapsın?

Cüneyde sorsan, muhtaç olan benim, bendim, artık kendimi yendim derdi, mutlaka. Hayat sona ermeden olma mücadelesi bitmez.

Hangi Cüneyd köksüzdür ki? Hangi Cüneyd bir yerde kök salar ki?

Onlar bir mümkün olandan misafir. Onlar bir mümkün oluşun vatandaşı. Yolda kalanın yoldaşı. Yolda kalana sorma, Cüneeeyd diye seslenir durur. Cüneyde sorma, benim size ihtiyacım var, muhtaç olan benim, oluşum yalnız bir oluş olmadığından, yalnızlık, insana mahsus olmadığından, der.

Düşünce yalnız kalış istese de, insan olma insan yanında olma ister. Her hikmetin ikram edeni, eyleyeni çoğuldur, bir karşılıklı anlaşma halidir, bir halk olmadır. Kim anlayanıdır, kim anlatanıdır belli olmaz.

Anlaşan, konuşan iki insanın arasında, yanında, etrafında, yalnız dil değil, kainat, kendilerinden öncesi kadar sonrası da vardır.

Sorunun muhatabı Cüneyddir, dayanamadım, sordum kendisine, gülümsedi geçti hayali.

17 Ocak 2007

Cüneyd Bağdatsız Bırakılırken


Ey insaniyet, kan dökmeden, kafa koparmadan, deri yüzmeden, insanların kafasına çuval geçirip çırıl çıplak soymadan, dışkıya bulamadan, köpeklere tecavüz ettirmeden doygunluğa ulaşamayacağını mı düşünmektesin hâlâ?

İntikamın tatlısı, doyurucusu yok! Bir zalimi durdurmak için mücadele etmek başka, o zalime zulmetmek, o zalimden daha fazla zulmetmek için ayaklanmak, sokağa düşmek başka.

Zalimle mazlum yer değiştirirse, istediğinizi asın istediğinizi kesin, zulmü sorgulayan yoktur.

Adalette karşılıklılık, aynı hükmün herkes için geçerli olmasıdır! Adalet, intikam hukuku değildir!

Eğer bu kılıcı sadece mazlum kınına sokacak, çıkarmayacak diye bekliyorsak çok bekleyeceğiz. Bu kan dökme hukukunda bir gün kaçan kovalar, öteki gün kovalayan kaçar, o kadar.

Bir gün, hukuğu, adaletli bir adaleti, adil adaleti, hakkani bir adaleti, medenî bir adaleti yürürlüğe koyacaksak, bu ilkel oyunu değiştireceğiz, işkencecimize dahi işkence yapmayarak, onun çocuklarını çocuklarımızdan ayırmayarak, kardeşimizin ipini çekenin ipini çekmeyerek! Madem ki ipler elimizde, madem ki kararı veren biziz, insaniyeti hayata geçirmeye karar vereceğiz!

İntikam dünyayı değiştirmemeye karar vermişliğin ifadesidir! Savaşlar olur, çarpışırsın, ama tutsağın tutsaktır. Esirin esirdir. Düşmanının annesi annedir, hastası hasta, çocuğu çocuk, rüyası rüya. Kalıcı olan, çekip gitmeyecek olan, talan için uğramamış olan, o topraklarda yaşamaya devam edecek olan komşuluğu, aidiyeti, ihsanı, adaleti, kardeşliği aklına getirir de eyler!

Benden sonra tufan diyen, intikam alalım da sonra ne olursa olsun diyenin insaniyete bir katkısı olamaz! "İntikam!" diye bağıran halka karşı duramayan, hatta önlerine iki de bir kelle atanlar, medeniyetin temsilcisi olamazlar. Talan ve yağma seferine çıkmışlardır, geldikleri gibi giderler. Kalanlar da oyuna az buçuk böyle devam eder, ta ki, "Ey İnsanlar, en asli hakkınız Barıştır!" diyecek birileri çıkana kadar.

Affedilmeyecek şeyler arıyorsak: Zulmü, adaletsizliği, vahşeti, sefaleti, korkunun hakimiyetini, cehaleti, hakka tecavüzü, dehşetin iktidarlarını affetmeyeceğiz. Yönettiğimizde, bunları ortadan kaldıracağız, zındanlarımızda çığlık seslerini yükselterek değil!

İdam sırası kendisine geldiğinde karşı çıkmak insanidir, ama bir geç kalmışlıktır.

Kendi asacakları için, çocuklarına sehpa kurulmasının yolunu açanlar sadece, çocuklarının geleceklerini rehin almaktadırlar! İpe çektikleri zaten terkedilmiş, reddedilmiş, hatta yolunu kaybetmiştir. Yaptığında direneni asmaksa bir inadı yenememişliktir.

Ya onca günahsız İsa? Onca günahsız çarmıha gerilen? Başkalarının günahı için, başkalarının adaleti için çarmıhlarının gölgesinde akbabalar uçuşmakta!

Zulm sırası kendine geldiği için sokaklara dökülüp şarkı söyleyenlere yazıklar olsun!

Kan iktidarını yenmemeye yeminli olanlara yazıklar olsun!

15 Ocak 2007

Sığınak


sığınak arayanın sığınak bulamadığı da, sığınağı bulamadığı da olur.


sığınak da sığınaksızlık da hakikat.


her sığınağın kapısını açacak bir kapıcı da lazım, kapısız sığınak da.


kapılının kapısındaki sığınmacının sesinin duyulmadığı da olur. kapısız sığınağın sığınak sayılmadığı da.


sığınak bir ihtiyaç, dünyana ve insana güven kapısı. sığınaksızlık da bir gerçek, çaresizliğini bulma, çaresizliğinde güven kazanma.


sığınağın sığınaklığını unuttuğu da olur, sığınacak yer yurt arayanın sığınmayı unuttuğu da.


sığınmayı unutan çaresizin sığınağı dünyadır, en dünyasız anında dahi.


en zoru en kolayı. ama, kapıları çalmak, bekleyeni sevindirmek adettendir. beklemeyeni üzmek, kapı çalışın anlamında kazılı değil.


nereye uğradıysa orada itilip kakılan insan! seni içine sığdırabilen bir mekân bulunmamaktadır, yeryüzünde.


sen bir yerlere sığabilecek, bir yerlere kıvrılabilecek kadar tevazu sahibisin ki, sığındığın yer senle dünyalara açılacak.

İki Solun Hikâyesi


Solun bir yakası topraklarına, insanlarına, yaşadığı yere bağlılıktır. Haksızlığa karşı çıkış, hegemonyaya isyandır. İşgale, talana, angaryaya, sömürgeciliğe, zulme karşı çıkıştır.

Solun diğer yakası da tüm insaniyeti kardeş biliştir. Kendi yanlışını kendisinin olduğu için savunmayı bırakıp, başkasının doğrusuyla da buluşarak kendisini düzeltebiliştir. İnsanlığın birliğini savunuş ve bunun işgalle, entrikayla olmayacağını, bir gönüllülük olduğunu kabulleniş, bir gönüllülüğü esir kampına çevirmeyiş, rızasıyla gelenin rızasıyla gitmesini hazmediştir.

Solun birinci şehrinin kendi insanına sömürgeci bakışla gölgelendiği oldu. İkinci şehrinin ya farklılığı reddediş ya da bir gönüllülüğü esarete çeviriş eğilimiyle zedelendiği oldu.

Ancak solun iki yakası bir araya gelebilirdi de zaman zaman.

Şimdi yerli ya da dışa açık iki cepheye ayrıştı.

Eskiden yerlilik bir kendini anlama, telif düşünme, ezberi uygulamaya kalkışmama çabasıydı. Dışa açıklıksa, tek referanslı olmamaktı, insanlığın ortak kurumlarını özleyişti.

Şu ya da bu biçimleriyle, özgün ya da ezbere tavrıyla, şunu ya da bunu öne çıkarışlarıyla, şu ya da bu tarihî koşullarda oluşmuşluk itibarıyla, şu ya da bu ilginin, öncelliğin vurgulanmasıyla ne kadar farklı formasyonları, şekillenmeleri olsa da sol hep sol idi.

Bugün iki yaka bir araya gelemez oldu. Başka mazlumları anlayamazlık sorunu pek olmadı, mazlum olduğumuzda satılmalarımızın da bir etkisi olmadı. Sol, sol olmayı bıraktı. Daha pragmatik, daha demokratik, daha az ideolojik kurumsallaşmaların önünü açabilmek için de belki. Soğuk savaşın toplum mühendisliğiyle de. Nedenler ve sonuçlar çoğul.

Ama solun iki yakası ayrıştı, adeta birbirinden koptu. Devam eden sol, ne yapsa etse bu kopuş, uzaklaşma devam etmekte. Adeta dinamik dağıldı.

Solun yerliliği bir şovenizm olmazdı, dışa açıklığı da bir kapı kulluğuna dönüşmezdi, iki yaka bir araya geldikçe. Gelmedikçe neler olabildiğini çok gördük.

Sanayileşmiş ülkelerdeki sömürgecilik heveslisi sendikal hareketler ya da az gelişmişlik ideolojisinin takipçisi ilhakçı, sahibinin sesi zihniyetler bir seçmeci tercihin, solun sol olmasından geçişin kutupsallığı, ifadesiydi.

Solunun dinamiklerinden koptuğu soğuk ve savaştaki rolüyle devam etmeyi reddettiği, sağının soğuk savaşa, ya da soğuk savaş sonrasının talan toplumuna göre şekillendirildiği bir demokraside, varolan şekilsiz şekillenmelere öfkelenerek, ama ideolojiyi de savunarak gününü gün ediyor komprador aydın. Komprador sözcüğü 60lı yılların hakikati, seksenli yıllardaysa adeta bir naifliğin ifadesiydi. Komprador aydın, tüccar gazeteci, oligark köşe yazarı artık şaka değil, yeniden, ve ne yazık ki hakikatine kavuştu.

Sağdaki ve soldaki demokrasi beklentisi, soğuk savaş ufkunu reddeden açılımlar, toplumda beliren çok yönlü dayanışma belirtileri nelere yol açacak bilimez. Ancak, yağmacılığa, talana, dayatmalara, sefalete, uluslararası talana itiraz eden, demokratik, tecrübeden ve tecrübeye açıklıktan konuşabilen bir solun; ve soğuk savaşı, talanın partisi/partileri olmayı, tepki ve kriz yönlendirmelerinin kurumu olmayı red eden, demokratik ve tecrübeden konuşan bir sağın, değişik ilgi ve beklentilerin kökleşmiş ifadesi olan partilerinin kendilerini temellendirme, yenileme, ifade etme dönemlerinin yaklaştığını düşünmemek imkansız. Yoksunluk, ihtiyacın ifadesidir. İhtiyaç duyulmayan hiç bir kurumlaşma kendi dinamiğini bulamaz.

Sağ, daha örgütlüdür. Bulundukları zemin stabil olmaktan uzak olsa da, sorunlarını daha kolay çözebilecek durumdadırlar.

Sol, sol olmaktan çıkma eğilimdedir. Bu, devam etmeye çalışan, sol denilebilecek kurumlara rağmen böyledir, yalnız bırakıcı ama bir açıdan da cezalandırıcıdır. Solun birikimi, entellektüel kapasitesi de, sorun çözümüne yöneldiğinde şaşırtıcı olabilecektir.

Demokrasimizin tarihi, solun iki yakasının bir araya gelmesiyle kesintiye uğramışlıktan kurtulabilecektir.

Modern toplumda yaşadıkça, sol da sağ da, daha az abartılmış ve demokratik ifadeleriyle toplumun olmazsa olmayan kurumlarından olacaklardır.

Ya Avrupa ya da Barbarlık?


Barbarlık, Avrupaya girmezsek bizi istilâ edecek olan şey mi, yoksa avrupanın tek alternatifi mi, ya da aslında olduğumuz şey mi?


Slogancılık da bir barbarlık olmalı. Slogancı barbarlık?
Bu tavır medenî değil, yabancı kendi toplumuna. Tesadüfî bir yabancılık da değil, yaban bir yabancılık. Bir medeniyeti ezberen red. Bir başka medeniyete de ideolojik kılıf biçiş, onu da dondurma durdurma, sınırlama, kültürünü ideoloji haline getirme.


Avrupalı olmayı bu biçimde vurgulayanların bir kısmı zaten nesillerdir avrupa okullarında eğitim gördü, daha da öncesinden avrupayı avrupa yapan değerlerle yetişti. Şimdiye kadar barbar(lar) mıydılar? Değil idiyseler, kendilerine yol arkadaşlığı etmeyenler mi barbar?


Ya yol arkadaşları? Bu toplumun içinde olduklarını göremeyecek kadar bu toplumu reddeden, eleştirinin imkanlarını bir başka bahara bırakanlar?


Bana kalırsa ne şimdi, ne epey eskilerde barbardık, ne de kapımızı çalan barbarlık. Kapımızda ağaç ettiğimiz kendimiz oluşun kaçınılmazlığı.


Avrupalılığımız, bizden çok, ya da bundan böyle avrupalıların vereceği bir karar. Sonrası belki bize ait bir karar. Arka cephede, hizmetliler ve çilekârlar kapısında bekliyoruz. Sırat'ı bilen bir kültürüz. Girme nedenlerimizde de, olası vazgeçmemizde de medenî, gayrı medenî ve medeniyet ya da medeniyetsizlikle alakası olmayan gerekçe ve nedenler var, var olacak. Ama gene de biz aynı biz olacağız.


Bosna'nın yok edilişi bir başka avrupa projesi, iddiasıydı. Avrupaya , avrupalılığa müdahaleydi. Endülüsün silinmesi, Paris Okulu gibi kurumların kültür tarihinden tasfiyesi de. İbn Rüşt'ü, Farabî'yi eleştirdiğimizde dahi bizden olmadıklarını iddia edemiyoruz. Aquino'lu Toma konuşmadıkça Avrupa ne söyleyebilir?


Avrupanın barbarlığa karşı bir aşısı mı var? Ya da bizi istila edecek, silip süpürecek bir barbarlığa karşı çıkması olasılığı mı var? Bir şeyler söylendi, deklare edildi ya da tarihin sonunu bilerek konuşan birileri mi var da bizler yok edilmiş, susturulmuş, neslinin en iyilerine mezarlıklar mekân edilmiş aydınlar duymuyoruz?


Barbarlığa karşı immunitesi, bağdaşıklığı olan hiç bir halk, ulus, kültür yok. Bağdaşıklık iddiasının kendisi barbar: Eleştiriden, geleceğin sorumluluklarından ve dolayısıyla medeniyetten kaçış!


Başkalarında aşağıladığımız yanlar kendi başımıza gelmeden yaşayabiliyorsak, daha çok genciz. Barbarlık, barbarları aşağılama, ya da kendini tanımlamayla, uygarlık ideolojisiyle, narsist projeksiyonlarla ya da kendini beğendirme çabalarıyla aşılmaz, aşılamaz.


Bir kereliğine barbarlığı tüm zamanlar için sorun olmaktan çıkaracak bir adım asla atılamaz. Medeniyet bir dinamiktir. Medeniyet kendisi olmayı seçiştedir. Sorumluluğunu üstlenme, sorumluluk üstlenme, hukukun üstünlüğünü hakim kılma, başkalarından öğrenme ve hayata açıklıktır. Hatalardan, hayattan ve başkalarının tecrübesinden öğrenme bir devamlılığı öngörür.


Bizim ortadan kalkmamız, kendimizi lağv etmemizle değil, bizim gibi olmayanları da dinleyebilmemiz, kapsayabilmemiz, konuşturabilmemiz, kendileriyle konuşabilmemiz, açık durabilmemizle medeniyet, medeniyetimiz, medeniyetler ayakta tutulabilecektir.


Batı kendisinden başka bir şey bırakmadığında mı Batı olacaktır? Ya da biz Batıdan ileri gidip bunu Batıya önerdiğimizde?


Doğu da Batı da kurgudur. Gerçeklikleri kavramsallıklarındadır. Yok değillerdir, ama varlıkları da hakikatin iki yüzü olmaları anlamında değildir!


Medeniyet başkalarının ufkuyla buluşabilen insanlarla ayakta tutulur. Kendisini red, başkalarını redden de ağır bir kapalılıktır, tutuculuktur.


Avrupayı da, bizi de barbarlıktan uzak tutacak olan eleştirel bir diskuru canlı tutmayı, ortak sorunlar üzerine konuşabilmeyi, birbirinin dünyalarını tahrif etmemeyi, akrabalıkları örtbas etmemeyi, ayrılıkları sorun görmemeyi seçiştir.


Aramızda dostluk ya da çatışma olabilecektir. Medeniyet iddiası çatışmada dahi düzey tutturabilme kapasitesinde, isteğinde, daha doğrusu bunun kurumlaşmış faaliyetlerindedir.


Biz batıya karşı diplomatik, sosyal, kültürel, gündelik ilişkilerimizde daha saydam olduk, özellikle muasır medeniyete açıklığın altını çizmiş bir Cumhuriyetle. Batının da bize karşı medenî davranma yükümlülüğü vardır sanırım. Hep Lawrence'lar Gece Yarısı Expressleriyle oryantal safaya çıkacak değiller ya?


İlişkilerde bir karşılıksızlık, hukukî asimetri, hegemonya ilanı, kapitülatif tavır, karikatürleştirme hali, ideolojisellik varsa, medeniyet ve medenî ilişkiler beklentisi bir başka bahara kalmıştır. Önce karşılıklı saygı, karşılıklı hakkanî eleştiri, kendisini putlaştırmama ya da fetişleştirmeme hali gözlemlenebilmelidir, onca ortak "dava" dan sonra.
Soğuk savaşa kurban edilmiş bir aydın nesil mezarlıkta suskun; canlı suskunlar, ses çıkarmamışlar, medeniyetten yana tavır almamışlar ve soğuk savaşın gönüllüleri ortalıkta. Hiç de medenî bir hayata, hayatlılığa işaret değil bu görüntü ya da "görüngü", maalesef.


Evet, ya medeniyet ya da barbarlık seçilecek. İnsanlığın uzun ince yollarda yürüyüşleriyle. Kendisini hatadan kurtaracak garantili hiç bir yolun olmadığını kavrayışla. Tüm zamanlar için bir kerede ya da bir defada medenî, yanlışsız, barbarlıktan kurtulmuş, kısacası kurtulmuş, "emancipe olmuş" olmanın mümkün olmadığının bilindiği bir dünyada. Kendini beğenmişliğin sadece kendini beğenmişlik olduğu, "bir tanım buldum dünyam değişti !" demeyenlerin, eleştiren ve eleştiriye açık duran insanların dayanışmacı dünyasında!

14 Ocak 2007

Batının Doğusundakilerin Geleneksizlik Hülyası


Geleneğin dışında kalıp geleneğe dokunamamak sadece bir kurgu. Geleneğin dışından konuştuğunu sanıp geleneği eleştirmekten mahrum olanlaraysa veyl.

Gelenek içerden ya da dışardan değil, bir farkındalıktan eleştirilir.

Gelenekten konuşma temelsiz bir muhafazakârlık da olabilirken, gelenekten konuşmama hülyası her daim sorunlu ve köksüz bir muhafazakârlıktır: Birincisi akıntının farkındayken onu kutsar, ikincisi onu reddederken, hayatı onu konuşur. Akıntıya kapılmalarında kapılmaları, kapsanmaları, içinden konuşmaları reddetmektedir. Birincisi eylediklerinin sorumluluğunu üstlenmek durumundadır, ikincisi bir açıklama modeli kurar. Anlama da reddedilebilir, hayat budur.

Çarpıtılmış, yamultulmuş, tahrif edilmiş hakikat, sadece bir hakikat müsveddesidir. Hakiki hakikat kimsenin cebine, aklına girmese de, bir kenarından yakalanmış, geçici, bir yerden bakılarak bir tarafı açığa çıkarılmış bir hakikattir: Sınırlı sonlu insanın emek vererek, açık durarak, açıkta durarak, derisiz kalarak, düşünerek, çırpınarak, tanım veya kuramla belirlemeye çalışmadan ulaşmaya çalıştığı hakikat ya da hakikat kırıntısı.

Gelenekten bağımsızlaşmış, özgür ve saf akıl belki aşkın akıldır. Hiç bir birey onu taşıdığı iddiasıyla başkalarını gülümsetme hakkına sahip değildir. Düşünce yanlışlıklar komedisi değildir, ciddidir, emek ve sorumluluk işidir. Varolanı, içinde hapsolduğumuz şartları red ediş, hapisaneden kaçış hayalidir, hayalle dünyayı değiş tokuştur, bir projeyle değil.

Stalin, red ettiği geleneğin esiriydi. Marx'ın yanlış bilinç dediği, tanımla kuramı karıştırma, gerçeklikle soyutlamaları örtüştürme fikridir, hayatla aklı sınamamayı seçiştir, bir yanıyla.

Tamamen dışında olduğunu iddia edenlerce tahrif edilmiş, ya da tanımlanarak dondurulmuş dışlanmış geleneğin eleşirisi, aydınlanmanın veya studium humanitatatis'in açıklık ve yanlışlanabilirlik iddialarından nasipleniyor olamaz.

Cevap beklemeyen, itiraza ve daha iyi gerekçeye kapalı, hep son noktayı koyup meseleyi kapatmanın ufku anlamanın, anlaşmanın, tartışmanın ve en kötüsü hakikatin ufku değildir. Hakikate açık ufuk değildir. Her anlama bir anlamda ya da bir yanıyla yanlış anlama olsa da, her hakikate sahip olma, dondurup hapsetme iddiası bir anlamıyla dahi doğru açıklama değildir. Değildir çünkü, tartışmaya kapalılığın ufku, "ben söyledim nokta!"ların, "biz böyle düşünüyoruz, itiraz eden Marko Paşaya gitsin!"lerin dünyasının ufkudur. Bilimsel söylem, bilimin ya da düşüncenin, bilginin geçerlilik dünyasını rededemez. En basit ve anlamsız görünen bir önermedeki, hatta tek kelimelik ,ifadelerdeki ayrıştırılabilir vurgular, bu uzun cümlelerde, hakikatinden koparılmış, hakikat içeriği boşaltılmış iddialardan daha ciddi iddialardır, dilbilimsel bir mizaha kaçarsak.

Modern zamanlardaki düşüncemizin hali, vakti ve ruhu bu içi boşaltılmış, tek kale, seyircisiz oyunun boş tribünlere aksinde yatmaktadır.

Gürül gürül bir eleştiri, ne içindedir, ne de dışındadır zamanın. O cılız akmayan bir nehrin hem içindedir, hem iki kıyısındadır, ufkunda ve bütün adacıklarındadır.

Düşünür, o nehirde yıkanan yukardan da bakabilen bir kuştur. İçinde yüzen, bazan oltaya takılan, avlayan, avlanan balıktır. Dipte törpülenen taştır. Derinde kaynayan kumdur. Bir sevgiliye selam götüren şişede kağıttır. Bir bent'e yuva kuran samurdur. Bir köprüdür. Köprüdeki insandır. Adacıklardan birisidir, birisindedir. Su içen, yalanan kedidir. Ufkun kanamasını seyreden yaşlı adamdır. Saçı ağarmamış doğan çocuktur. Söyleyeceği söz olan birisidir. Dinleyen, tartışan, konuşan, yaşayan, yaşatan birisi.

Felsefe hükmetmek değildir. Hikmetle eylemektir. Hikmetli eylemektir.

Donduran ufkun doğusu da batısı da, batıyı da indirgeyen, sömürgeleştiren bir batılılıktır ve batıldır.

Batıyla doğu, çileyle hakimiyetin, hikmetle bilimin buluşmasından da derinlerde olan sıradan, kolay ele geçen bir yüzeydedir. Bunca zorlamanın ve zorlanmanın hikmeti nedir?

Doğu doğu olmayı reddetmelidir, bir yerin doğusu olma babında. Her batı başka bir yerin doğusu olsa da, bir doğular doğusu kaynak, kaynakların kaynağı olsa da, her kaynak bir başka kaynağa çıkabilmelidir.

Dünyayı, dünyaları birleştiren bir ufuk nice ufuk kaynaşmalarından geçecektir.

Tartışma, köprülerini kurmalıdır, kuracaktır. Bu davet bizim!

İyiler ve Kötüler


Kötüler sadece kötülüğü tasarlayabilecek, düşünmeden eylediklerinde hatırşinas, ölçülü ve hakkanî olabilecek kadar iyi olabilirlerken, iyiler sadece iyiliği tasarlayarak, planlayarak yapabilecek kadar kötüler çoğu kez, düşünmeden eyledikleri hep başkalarını, başkalık hakkını çiğnemeye dönüşürken.

1 Ocak 2007

İnsanî Tecrübe


İnsani tecrübe her alanda birden edinilir. Her alan öğretir. Her alanda öğrenilir.
Alanlar, kavramlar tek başına hayat sahibi değillerdir. Hayatın içindedirler, içiçedirler. Sadece düşünürken, üzerine konuşuken alanlara katlara, alt kavramlara ayırırız.

Kavramı bildin mi hakikat bilinir diye bir şey yok. Dili bilmek, hakikati bilmenin sadece bir anlamda anahtarıdır. Kapıyı açmak, binayı keşfetmek de değildir.

Herşeyi tecrübe etmek sınamak başka, tecrübeye açık olmak başkadır. Öğrenmek, bir hayat sahibi olmakla olur. Gerisi ezberdir.

Bize hiç bir kavramın arkasındaki hakikati, bir kavramın kendisine açıldığı hakikati, kavramın kendisini analiz vermez. Bir hayat sahibi olmadıkça bir fikir sahibi olunmaz.

Bilgelikle bilgililik arasında bir fark yoktur. Bilgelik olmadan bilgili olunmaz.
Kavramların hiyerarşisine gömüleceğine insan, anlamayı hayat tarzı yapmalıdır.

Hayatı kavrama sığdırmak mümkün değildir. Kavram hayatla anlaşılır, hayatta anlaşılır, hayatlı anlaşılır.

Bir hayatı olmayanın, kendi hayatı olmayanın anlaması, kavraması söz konusu değildir. Ezber, olanı, olacağı konuşmaz.