Avucuma tutuşturulan közü denizde kaydırıyorum.
Avucumdaki yakutu denizde sektiriyorum.
Avucumdaki inciyi dalgalarda zıplatıyorum.
Avcuma konan ateş derdimden yakıcı.
Avcumdaki değer, terlediğimden daha kırmızı.
Duyarsızlık değil dalgınlık. Kapalılık değil kapanmışlık.
Uyanamıyorum.
Deniz kaynıyor.
Kaynayan deniz.
Farketmiyorum.
18 Kasım 2013
Kızıl İnci
Etiketler:
Deneme,
Kuyudan Hikmet Çıkarmak,
Zevrâk-ı Derûnumuzdan
14 Ekim 2013
Biriken Söylenemeyenlerdir Söylenmeyen!
Söylenen, zamanında söylenmeyendir.
Zamanında söylenen gecikmiş akıldır, gecikmiş söylenecektir.
Biriken tecrübedir konuşan. Tecrübe geleceğe de geçmişine de acemidir.
Konuştuğumda, artık konuşamayanların adına konuştum. Susturulduğumda adına konuştuklarımın susturuluşuydu dayanılmaz olan. Şimdi ne o ne bu. Biz bir bizdik gidenlerle. Kalanlarla bir ortaklığımız yok ve bunu geç öğrenmiş olmak, tecrübeyle öğrenileceği tecrübeyle öğrenmiş olmak ne fenaydı.
Hazırcevap olmak, taşı gediğine koymak, her şartta ne söyleneceğini bilmek an'a hazır olmayı değil, an'da bir biçimde mevcut olmayı gerektiriyor o kadar. Mevcut olabilmek, kendisi olarak yerleşik olabilmek de.
Şimdi söylediklerim, burada durmadan söylediklerim geçmişte aramızda konuştuklarımızdan farksız. Biz sol'un, memleketin, aydının insan yüzüydük. Bizim adımıza kim konuşuyorsa, atıyor.
Ne çocuklarımız, ne arkadaşlarımız, ne adımıza konuşan sansür sahifeleri geçmişi, yaşananı, düşünüleni, kaygıyı, acıyı, sevinci anlatabiliyor.
Bizi biz konuşmayacağız. İnsan olan hep bizi konuştu zaten: Paris yanıp yıkılmadan, yıldızların altında, kahküller içinde...
Zamanında söylenen gecikmiş akıldır, gecikmiş söylenecektir.
Biriken tecrübedir konuşan. Tecrübe geleceğe de geçmişine de acemidir.
Konuştuğumda, artık konuşamayanların adına konuştum. Susturulduğumda adına konuştuklarımın susturuluşuydu dayanılmaz olan. Şimdi ne o ne bu. Biz bir bizdik gidenlerle. Kalanlarla bir ortaklığımız yok ve bunu geç öğrenmiş olmak, tecrübeyle öğrenileceği tecrübeyle öğrenmiş olmak ne fenaydı.
Hazırcevap olmak, taşı gediğine koymak, her şartta ne söyleneceğini bilmek an'a hazır olmayı değil, an'da bir biçimde mevcut olmayı gerektiriyor o kadar. Mevcut olabilmek, kendisi olarak yerleşik olabilmek de.
Şimdi söylediklerim, burada durmadan söylediklerim geçmişte aramızda konuştuklarımızdan farksız. Biz sol'un, memleketin, aydının insan yüzüydük. Bizim adımıza kim konuşuyorsa, atıyor.
Ne çocuklarımız, ne arkadaşlarımız, ne adımıza konuşan sansür sahifeleri geçmişi, yaşananı, düşünüleni, kaygıyı, acıyı, sevinci anlatabiliyor.
Bizi biz konuşmayacağız. İnsan olan hep bizi konuştu zaten: Paris yanıp yıkılmadan, yıldızların altında, kahküller içinde...
Etiketler:
Adamlık,
Anılar,
Arkadaşlarım,
Hayat Dünyamız,
İtiraz,
Münevver,
Tarihe Şerh Koymak,
Üzerimizde Emeği Olanlar,
Zevrâk-ı Derûnumuzdan
10 Eylül 2013
Ben Ölmedim Ey Sevgili
Işığım sönük
Perdem solgun
Dallar örümcekli
Ben geldim yine de toz kokusu
Muzaffer
Ayaksesime kulak verirdi uykun
Kızılırmak uğuldar
Yollar akar
Ey yâr
30 Ağıstos 2013
(Hatırlamak, ilerde işlemek için yazıldı. Vıcık vıcık aşk şiiri falan değil yani:) Hindistanda yedi yıl esaretten dönen akraba, komşu, tanıdık, tanımadık insanlar içindi. 30 ağustoslarda meydanda sinsin oynayanlar, Gemici Kahvesinin yanındaki bakkalda ilkindi ezanını beklerken Ruhi Su'ya dalıp giden yaşlılar. Son hemşehrilerim.)
23 Temmuz 2013
Hacı Oruç Evine Yiyecek Götüremediği İçin Kendisini Astı!
Sabrı öğrenmem gerektiğini söylediler.
Sabrın öğrencisi oldum.
Heyecanla, şevkle, aşkla.
Sabırda o kadar ileri gittim ki en son Hacı Oruç'un evine ekmek götüremediği için kendini astığı bir ülke bıraktım arkamda.
Alnımdaki lekeyi temizleyebilecek bir leke çıkarıcısı maalesef yok.
Etiketler:
Günlük,
Taziye,
Yetti Artık,
Zevrâk-ı Derûnumuzdan
24 Haziran 2013
Prefix'de Çok Satanlar / Şiir Listesine Girdik:)
Bir tanıtma yazısı bile yokken;
Kimse haberdâr edilmemişken;
Kitapçılarda bulundurulmazken (bir kaç istisna hariç);
Tavsiye edilmezken;
Daha okunmadan kitap sitelerindeki okuyucu değerlendirmelerinde birileri tarafından düşük puan verilirken;
Daha önceki kitaplar dağıtıma bile sokulmamış, gümrüklere takılmışken;
Kitap dostu dostlarımız kitabın adını ağızlarına almamaya ve kitapla ilgli konuşmamaya gayret ederlerken;
Pazarlama gibi bir faaliyet yokken, hatta elime bir kopyesi geçmemiişken
Eski Sokağın Rüzgârıyla ile PREFİX'de şiir türünde en çok satanlar arasına girdik:)
Kitap dostlarından, büyük okurlardan, kitap gurmelerinden özür diliyorum. Bir daha olmaz:)
22 Haziran 2013
Gezi Dersleri: Normalleşiyoruz, "Vaad edileduran" Hukukumuza Geri Dönüyoruz!
Hiç bir kuşak ”normal” toplumsallaşma süreçlerinden muâf
değildir. İnsân olmak, olgunlaşmak zaman ve insanî/toplumsal interaksiyon
ister. İnsân insâna açılmadan kendisini oluşturamaz.
Bir kuşağın hayât şartlarını bilmek ayrı, ne yaptıklarını yeni
bir canlı türünü keşfeder gibi abartarak sunmak ayrı.
Gezi Parkının esprisi, ilginçliği tek bir kuşağın
kestirilemezliği, değişikliği üzerinden değil kuşakların buluşması ve
interaksiyonu üzerinden ifâde edilebilir. Buluşma’nın kendisi doğurgandır.
Gençlerin hareketlerini, birlikte hareket edenlerin neye ve
neden tepkili olduklarını, bir doymuşluk noktasına gelindiğini fark etmemek;
sürdürülen gerilim politikalarının interaktif etkilerini okuyamamak özel bir
gayret gerektiriyor.
Burada olmasa başka bir yerde olacak olanın sorumluluğunu veya
otantik sınırlandırıcılığını bir kuşağa yükleyemeyiz. Harcanan, katledilen,
lime lime edilen iki kuşaktan sonra bir üçüncüsünü fedâ etmeyeceksek olgunlaşan
itirâz ve biriken tepki görülmeli, tespit edilmeli; genel hoşnutsuzluk
gençlerin kuşak olarak tepkisine indirgenmemelidir.
Gitgide büyüyen, içi dolu bir huzursuzluk; aşağılanmışlık,
bastırılmışlık, çamurla sıvanmışlık, müdâhale altında kalmışlık düşüncesi;
iletişim kanallarının kendilerine karşı çarpıtıldığını düşünen ve belki de
toplumun yarısını aşmaya başlayacak bir kaynama söz konusu idi. Hâlin
inkârcıları ve ”pek memnun” kesimler "objektif şartlar"ı oluşmuş bir
hareketliliği hoyratlıklarıyla; siyâsîler sürekli hakâret ve tahammülsüzlükleri
ile kabartıyorlar.
Telefon dinlemeleri, kasetler, her şantajın yapanın yanında kâr
kalması; bazı devlet kurumlarının muhaliflere karşı sahte kanıt veya belge
ürettikleri iddiâlarının soruşturulmaması; sabah beşte otel, çadır, ev (ve
belediye) basmalar; dinlemeler, izlemeler insanların ruh sağlığına baskı
yapıyor. İnsânlar hükûmet yanlılarının ve devlet memurlarının yanında
başka, daha sonra başka konuşur haldeler ve bu toplumun kendini algılayışı
zedeliyor, bireylerde (gerçek ya da yanılsama olarak) paranoid, şizoid v.b.
davranış bozukluğu komplekslerine yol açıyor.
İnsânın kendisinden nefretini regüle edecek dengeleyici davranış
arayışları sosyal alandaki dayanışmaya yöneliyor. Hakîkatten kaçma yerine
içinde yaşanır bir toplumun bireyleri olmaya yönelik teveccüh insanlara sokağı,
itirâzı, isyânı gösteriyor.
İnsânlar tabii ki demokrasiyi, yamultulmamış iletişimi,
gözetlemesiz ve ispiyonsuz özel hayatı, fişlemesiz itirazı isteyecek; içinde
şeref ve haysiyetle yaşanır bir toplumun aynaya bakmaya korkmayan bireyleri
olmaya, toplumsallaşmanın tıkalı kanallarına ulaşmaya çalışacaklar. Bunun
imkânsızlığını düşünmeleri korkunç olurdu.
İnsânların kişisellik ve bireysellik süreçlerinin kanallarını
tamir etmeleri toplumun ve toplumsallaşma ağının normalizasyonunu
sağlamalarından, baskıdan kurtarmalarından ibârettir. İletişimin, retoriğin,
üslûbun tartışma ve tepki konusu olması toplumsal anomilerin giderilmesi
istencinin ifadesidir.
Bu kuşaklar şâibeli sınavlardan geçen, başlarına nelerin
geldiğini merak eden kuşaklar. Asosyal değildiler, ancak, toplumsallaşma
süreçleri baskı altında tutulan, kuşatılmış, engellenmiş kuşaklardı. Durup
dururken bir çılgınlık yapmadılar. İtirâzlarını gerekçelendiren meşrûiyet
iddiaları kibirli bir provokasyona toplumsal muhalefetin tereddütsüz tepkisi
ile detaylandı.
Gezi Parkına saldırı görüntülerinin (örneğin Kırmızı Elbiseli
Hanım'ın biber gazıyla taciz edilmesinin) insanları sokaklara kolayca
döküvermesi toplumun temel haklar konusunda bastırılmışlığını ayakları altına
alarak ”vaad edileduran” hukukuna geri kavuşma özlemini, ”kardeşinin hakkını
savunmamışlıktan kurtulma” istencini apaçık sergiliyor.
Tepki ansızın ve apansız sosyal medya aracılığı ile ortaya
çıkmadı. İlk görüntüler doğrulanıp insanlar ”yetti artık!” dedikten, kendi
ezikliklerini ”tespit edip” sorun haline getirdikten sonra sergilenen ”katıksız
devlet şiddeti”yle sosyal medya etkin bir araç haline geldi.
İnsânlar kendilerini hür ve kişilikli bireyler olarak deklare
etmek (ve dolayısı ile gençleri savunmak) için sokağa döküldüler.
İlk yırtılan 12 eylül ile topluma ve insana giydirilen
inisiyatifsizliğin ve pısmışlığın, toplumsuzluğun deli gömleğidir: Kim ne derse
desin, normalleşiyoruz. ”Vatandaş”, ”yurtdaş”, "komşu" yeniden gün
ışığına çıkıyor!
8 Haziran 2013
14 Haziran 2013
GEZİ METİNLERİ
GEZİ METİNLERİ
Metinlerdir mektup eden sözü
metinlere kıymayın efendiler
teyze, amca bir imza ver
metinler öldürülmesin
itiraz da edebilsinler
6 Haziran 2013
Gezi Dersleri : Paniğin Ahlâkı Olmaz!
Toplumsal hareketler başladıkları noktada kalmaz, dallanıp budaklanırlar. Gelişimin ucu açıktır. Yeni şart ve birikimler aralıksız devreye
girer, dinamikler devinir durur.
”Benim hareketimdi bu, şimdi nereye gidiyor?” demek doğaldır,
ancak yerinde değildir. Destek, katılım herkesin kendi başvuru dünyâsından
olur, zamanla bunlar kaynaşarak/çatışarak bütünleşir veya ortak diskur (söylem)
oluşturur. Her büyüme değişik anlamlarıyla ”kontrolden çıkar”: Yani, kendi
yolunu, ifâdesinin (dinamik ortak payda olarak) tezâhürünü arar.
İlgiler harekete geçen başka ilgiler ile birleşerek dengelenir,
bu sıradanlaşma olarak da okunabilir, perspektif çeşitlenmesi ya da sağduyu
takviyesi olarak da tezâhür edebilir.
Siyâsîleşmek, siyâsî tecrübeyi de getirir, siyâsî ezberi ve
hantallığı da. Kaçınılmaz olandan kaçılamaz. Fark etmeden geçiş mümkündür.
Praksis, yeni bir şey söylemeye açıklığın duruşundan ifâ edilir. Her gün yeni
şey söylemek hâfıza kaybının ifâdesi değil, hakikat derdiyle yaşayış ve
eyleyiştendir.
Sokakta insanlar dayanışmayı öğrenir. Büyüyen bir hareketin
kontrol dışına çıkması doğaldır. Fazla müdâhil olmadan evlâdını gözden
kaybetmemeye çalışmak kendilerini ”hareketin gerçek sahibi” olarak görenler
için daha yerinde bir tavır olabilir. ”Eser” asla başlangıçtaki bileşimden
ibâret olamayacaktır. Siyâsî hareketlerin temsil edilmesi, bir retorik
kazanması, bazan partileşmeleri gibi olaylar bu yüzden zamana bırakılır. Her
şey süreç işidir. Manipülasyon, çamurla sıvama toplumun dinamiklerine çomak
sokmadan öteye gitmez! Toplumun kendisi olma ve kendisini yenileme kanallarını
sürekli tahrip eder ve çarpıtır.
Protestoların yasak olması, boğulması, vesâyet altında tutulması
muhaliflerin de örgütlülük düzeyini zayıflatır, sorumluluk ve insiyatiflerini
daraltır, gündelik siyâseti provokasyona açık tutar. Bunun çaresi yasakçılık
değil, her tür davranışın tecrübesini ve eleştirisini edinmesine fırsat
vermektir. Bu demokratik olgunlukla olur. Yasakçılık risk artıtır, tecrübe
açığı yaratır. Tüm taraflar için.
Yanlışlardan öğrenme öğrenme sürecinin devamlılık gerektirdiği
fark edildiğinde kurumlaşabilir. Öğrenme kullanma kılavuzu edinme işi değildir.
Çarelerin, çözümlerin çoğulluğunu hayatın zorlayıcı, dayatıcı şartlarında ve
çeşitlenmeleri altında yaşayabilmişlikten gelir.
”Sosyal medya”da yalan, ithâm, propaganda sanıldığının tersine
kolayca sınanır, itirâza açılır. Çoğu ileti ”bunun hakkında ne
düşünüyorsunuz?”dan ibarettir. Yanlış bir görüntüyü, iddiâyı aklı başında
insanların iletmemesi, onu derhal tasnif eder, paranteze alır ya da dışlar.
Yanlışlama söylenmeden vurgulanabilir, doğrulama onaya, kanıtlamaya açma
biçiminde olabilir. ”Dolaşan dedikodu” değil, ”iddiânın kimlerde dolaşımda
olduğu” önemlidir, anlamlandırmaların çözümlenmesi çok dolaylıdır ve dolaşım
sınanmış ve zorlanamaz (gündelik iletişimsel düzeyde aralıksız sınanan) insanî
güvenilirlik üzerine kurulur.
Protesto’nun Dünyâ’da kapışan güçler üzerinden açıklanması
gündemdeki dinamiklerin görünürlüğünü, çok bilmiş aktörlerin ufuk sığlığını,
gündemi kaçırmaya başladıklarını ifşâ ediyor. İki taraftan birisine manda
olarak alan genişletme ve büyüme hülyâları; halkına ve hakikate sırt dönerek
ezberi öne çıkaran sürekli savunma ve eldekini koruma hâli; gündelik düzeydeki
anlayışsızlık ve inisiyatifsizlik kaygı veriyor. Tarihsel boyutu olmayan (bir
zamân ve mekâna yerleştirilmeyen), dinamik olmayan, toplumbilimsel düzeyde naiv
ve câhil komplo teorileriyle yönetiliyor gösterilmemiz ve bunu tashîh etmememiz
bize yakışmıyor!
Dinamikleri, toplumsal gerçekliği, reel siyâseti, toplumsal
entropiyi, asabiyeti analiz etmeyi gereksiz ilân edenler toplumlarına, insâna
ve hakikate körleşmişliğin idâre tarzını önermektedirler. Sloganla,
propagandayla, ezberle, sâbit fikirle topluma müdâhale felâketlere yol
açacaktır!
Sembolik’te çoğulluk, çelişen arka planlar, bir gurubun öbürünü
istemeyebileceği zorakî koalisyonlar spontan hareketlerde her dâim söz konusu
olur. Bu hareketlerin yenileyici yanı içinde insanların kendilerini,
birbirlerini ve duruşlarını test etme imkânlarının doğuşundadır. Biri diğerini
ezmeye kalkmadıkça, bir diğerinin tavrından acil işlevsel sonuçlar talep
etmedikçe toplumsal dayanışmanın kendisini sınamaları siyâsî spektruma olumlu
etkilerde bulunur, toplumsal dayanışmayı tazeler!
Bu tür
hareketler ”mükemmel” bir yüzleşmeyle sistemi restore ya da altüst etmezler;
toplumsal örgütlenme, ilgi ve dayanışmayı yenileyici, dayanışmanın kendisini
keşfetmesini sağlayıcı etkilerde bulunurlar.
Paniğin sosyolojisi, etiği, itidâl’i yoktur. Panikleyenin
unutkanlığı, dolayısıyla sorumluluk kaybı söz konusudur. Paniklemiş insiyatif,
aklı başındalık diye birşey yoktur!
Siyâset, sokakta, tepkide şekillenip çiçeklenir. Bunu
unutup sağı solu boğmaya çalışan siyâsetler de bir gün tepki aşamasında idiler,
bir dinamikleri vardı bazan.
Dayanışma (toplumsal dayanışma) toplumsallaşmanın, kişisellik ve
bireysellik kazanma süreçlerinin diğer adıdır.
Korku, insanı insan yapan süreçlerin işlemediğinin ifâdesi
olduğunda temellidir, hakikidir, propaganda değildir, geleceği boğmaya
yönelmez.
Her insân kendi dersini tadacaktır!
Hüseyin Salim Saraçer
2 Haziran 2013
(Bir sonraki Gezi Dersleri’nde ”Provokasyon Nedir?
Provokatörler Kimlerdir?” mevzûuna toplum kuramından yaklaşmaya; sosyalpsikolojik
ve sosyolojik geçerliliği olan perspektiflerin önemini tartışmaya
çalışacağız.)
Etiketler:
Barış Kardeşlik Dayanışma,
Bir İhtimal daha Var,
Çorum Haber,
Gazete Yazıları,
Gezi Dersleri,
Hayat Dünyamız,
İtiraz
26 Mayıs 2013
24 Mart 2013
Biraz Daha Ustalaştık Kendimiz Olmada
Artık beni şaşırtan bir şey olmuyor. Siyaset takvimi kestirilebilir durumda. Araya bir yığın parantez açıldı. Ben sustum.
İşleri tasfiye ettik. Dinlendim, gevşedim, hareket ettim, ata bindim, kayak yaptım (buralarda hâlâ kar yağıyor), büyüklerimi ziyaret ettim, kedilerle dolaştım.
Yazmaya, düşünmeye dönmeyi umuyordum. Tasfiyeyi takip ederken sağda solda çalışmaya da çalıştım. Yorgunluktan pek etkin olamadım ama kendimi bir hayli toparladım. Vücut kendini tamire başladı, izin verdim, yani ayak altında dolaşmadım, elimden gelen desteği verdim makineme, canıma.
Bu ayın ortasından itibaren bir süre işsiz kalacağım. Eh biraz kaygı duymakla beraber kitaplarla biraz uğraşmaya, bazı ziyaretleri yapmaya fırsat bulacağım.
Vücut kendisini tamir ederken beyne elektrik su kesintisi uyguluyor. Beyin de tadilata başladı. Herşeyi unutuyorum. Cüzdanları. Pasaportları, kimlikleri, anahtarları. Arabayı nereye park ettiğimi. Randevuları.
Kendimi zorlamıyorum. Geceleri daha rahat uyuyorum. Sindirim sistemim daha iyi çalışıyor. Kalbim daha hızlı atıyor. Daha çok yemek yiyorum. Biraz daha fazla hareket ediyorum. Aralık ayında beş kilo verdim. Bir kaç kilo yeniden aldım şöyle bir akrabaları dolaşma fırsatı bulunca, ancak bir kaç günde yeniden normalleştik ve toplam yedi kilo verdim. Perhiz yapmadan. Neye vücudun ihtiyacı varsa kısmadan, bol bol yiyerek.
Buz pateni de yapacaktım zaman olmadı. Arkadaşlarımı bedavadan süvariliğe alıştıramadım. Ne korkuyor insanlar Türkiyede ata binmekten, anlaşılır gibi değil.
Eski Sokağın Rüzgârıyla'nın son okumasını yapamadım. Son eleştirel okumayı yapacak dostlarım da kaytardılar. Çıkması an meselesi yine de. "Cahit Sıtkı Gibi" eklenecek, bazı şiirler dosyadan çıkacak.
Çorum Haber'e geçen sene yazdığım çetrefilli yazılar yüzünden dirseğim şişmişti ("kıymet" bilip de okuyan oldu mu acaba?). Davul gibi şişen bir dirsek sağlığımı düzene sokmama vesile oldu. Saraçoğlunun soğan kürü ile başladım. Kiraz sapı kürü yaptım. Bir ara propolis kullandım, ölçüyle. Sonra bağırsak, mide ve deriyi düzene sokmaya, daha doğrusu vücudu bu işe yönlendirmeye çalıştım. İskelet ve kasları yerli yerine oturtmak için epey yol denedim. Biraz acı da çektim, ancak ne yüklerden kurtulduğumu görünce şaşırdım. Ne acılara alışmışmışım.
Bacağın dizden aşağı kısmında kas ve eklemlerin zayıfladığı da ortaya çıktı. Yavaş yavaş toparlamaya başladım.
Muhtemelen okuma yazma alışkanlıklarımla; arabada ipad, iphone ve macbookair familyasını bilek bükerek veya parmak ucuyla tutmamla kronikleşen sağ kürek kemiği civarındaki zorlanmışlıkla da yüzleştim, son düzeltmeler için vücuda biraz daha esneklik kazandırmaya çalışıyorum.
Bu arada epey bir safradan kurtuldum. Gözlerimin altı şişmeye başlamıştı, düzeliyor yavaş yavaş. Gözlerim kanlıydı. Cin gibi olduk şimdilik.
İnsan ölümlü, kırılgan, uçucu, bir gün sağlık yine elimizden kayar gider elbette.
Ayaklarım iki numara küçüldü. Gömleklerin en üst düğmelerini ilikleyebiliyorum. Göğüs tarafları dar geliyor. Boyum üç santim kadar uzadı, yani eski boyuma döndüm.
Epey bir masraf oldu, prasa gibi sakin yaşadım. Son kârları toparlayamadım, eldeki avuçtakileri sağlığıma harcadım, yeni üstbaş aldım, gardrop işe yaramaz oldu. Kayak takımları falan aldım, spor malzemelerini yeniledim.
Derhal ve hararetle çalışmasam batarım gibi geliyor, ancak, kötü bir işyerine "hayır!" da dedim. Sürekli hır gür içinde çalışacağıma bir süre işsiz kalacağım. Elde avuçta fazla kalmadı, ancak forma girmeye, daha yoğun çalışmaya da başladım. Bankada para istifleyip tıknefes yaşamaktan daha iyi biraz kaygılı ama sağlık için gayretli oluş.
Bundan sonraki on sene için tam hazır olmasam da epeyce hazırım. Bir kaç ay daha çalışıp sonra kitaplara dönmem gerekirdi. Ancak durum bu ve bunu bir fırsata çevirmem lâzım. Gündelik hayatımı yeniden rayına oturtmayı, sağlıklı bir rutin tutturmayı ihmal etmeden.
Dağ bisikletini emanetten çıkaracağız. Belki özel arabayı da satacağız. Wakeboard, Kiteboard, Yelkenli ne bulursak değerlendireceğiz. Memlekette yaylalarda at koşturacağız. Emektar funboard ya da winsurf'ümüzü elden geçireceğiz. Tehlikesiz bir baraj gölünde köylü çocuklarına öğretiriz bir ara. Cirit oynamayı biliyorlarsa ne alâ ki ne alâ.
Sonra da dolap beygiri gibi çalışacağız. Alın teriyle geçinmekten vazgeçmek yok!
Eskisi kadar yazmamı beklemeyin Arkadaşlar! Fırsat buldukça, toparlandıkça olur. Yavaş yavaş.
Garp cephesinde aslında yeni bir şey yok. Şark cephesinde de. Olanlar yirmi senedir konuştuğumuz şeyler. Sizler tartışa durun, bizler yetişiriz. Yerli yerinde.
İşleri tasfiye ettik. Dinlendim, gevşedim, hareket ettim, ata bindim, kayak yaptım (buralarda hâlâ kar yağıyor), büyüklerimi ziyaret ettim, kedilerle dolaştım.
Yazmaya, düşünmeye dönmeyi umuyordum. Tasfiyeyi takip ederken sağda solda çalışmaya da çalıştım. Yorgunluktan pek etkin olamadım ama kendimi bir hayli toparladım. Vücut kendini tamire başladı, izin verdim, yani ayak altında dolaşmadım, elimden gelen desteği verdim makineme, canıma.
Bu ayın ortasından itibaren bir süre işsiz kalacağım. Eh biraz kaygı duymakla beraber kitaplarla biraz uğraşmaya, bazı ziyaretleri yapmaya fırsat bulacağım.
Vücut kendisini tamir ederken beyne elektrik su kesintisi uyguluyor. Beyin de tadilata başladı. Herşeyi unutuyorum. Cüzdanları. Pasaportları, kimlikleri, anahtarları. Arabayı nereye park ettiğimi. Randevuları.
Kendimi zorlamıyorum. Geceleri daha rahat uyuyorum. Sindirim sistemim daha iyi çalışıyor. Kalbim daha hızlı atıyor. Daha çok yemek yiyorum. Biraz daha fazla hareket ediyorum. Aralık ayında beş kilo verdim. Bir kaç kilo yeniden aldım şöyle bir akrabaları dolaşma fırsatı bulunca, ancak bir kaç günde yeniden normalleştik ve toplam yedi kilo verdim. Perhiz yapmadan. Neye vücudun ihtiyacı varsa kısmadan, bol bol yiyerek.
Buz pateni de yapacaktım zaman olmadı. Arkadaşlarımı bedavadan süvariliğe alıştıramadım. Ne korkuyor insanlar Türkiyede ata binmekten, anlaşılır gibi değil.
Eski Sokağın Rüzgârıyla'nın son okumasını yapamadım. Son eleştirel okumayı yapacak dostlarım da kaytardılar. Çıkması an meselesi yine de. "Cahit Sıtkı Gibi" eklenecek, bazı şiirler dosyadan çıkacak.
Çorum Haber'e geçen sene yazdığım çetrefilli yazılar yüzünden dirseğim şişmişti ("kıymet" bilip de okuyan oldu mu acaba?). Davul gibi şişen bir dirsek sağlığımı düzene sokmama vesile oldu. Saraçoğlunun soğan kürü ile başladım. Kiraz sapı kürü yaptım. Bir ara propolis kullandım, ölçüyle. Sonra bağırsak, mide ve deriyi düzene sokmaya, daha doğrusu vücudu bu işe yönlendirmeye çalıştım. İskelet ve kasları yerli yerine oturtmak için epey yol denedim. Biraz acı da çektim, ancak ne yüklerden kurtulduğumu görünce şaşırdım. Ne acılara alışmışmışım.
Bacağın dizden aşağı kısmında kas ve eklemlerin zayıfladığı da ortaya çıktı. Yavaş yavaş toparlamaya başladım.
Muhtemelen okuma yazma alışkanlıklarımla; arabada ipad, iphone ve macbookair familyasını bilek bükerek veya parmak ucuyla tutmamla kronikleşen sağ kürek kemiği civarındaki zorlanmışlıkla da yüzleştim, son düzeltmeler için vücuda biraz daha esneklik kazandırmaya çalışıyorum.
Bu arada epey bir safradan kurtuldum. Gözlerimin altı şişmeye başlamıştı, düzeliyor yavaş yavaş. Gözlerim kanlıydı. Cin gibi olduk şimdilik.
İnsan ölümlü, kırılgan, uçucu, bir gün sağlık yine elimizden kayar gider elbette.
Ayaklarım iki numara küçüldü. Gömleklerin en üst düğmelerini ilikleyebiliyorum. Göğüs tarafları dar geliyor. Boyum üç santim kadar uzadı, yani eski boyuma döndüm.
Epey bir masraf oldu, prasa gibi sakin yaşadım. Son kârları toparlayamadım, eldeki avuçtakileri sağlığıma harcadım, yeni üstbaş aldım, gardrop işe yaramaz oldu. Kayak takımları falan aldım, spor malzemelerini yeniledim.
Derhal ve hararetle çalışmasam batarım gibi geliyor, ancak, kötü bir işyerine "hayır!" da dedim. Sürekli hır gür içinde çalışacağıma bir süre işsiz kalacağım. Elde avuçta fazla kalmadı, ancak forma girmeye, daha yoğun çalışmaya da başladım. Bankada para istifleyip tıknefes yaşamaktan daha iyi biraz kaygılı ama sağlık için gayretli oluş.
Bundan sonraki on sene için tam hazır olmasam da epeyce hazırım. Bir kaç ay daha çalışıp sonra kitaplara dönmem gerekirdi. Ancak durum bu ve bunu bir fırsata çevirmem lâzım. Gündelik hayatımı yeniden rayına oturtmayı, sağlıklı bir rutin tutturmayı ihmal etmeden.
Dağ bisikletini emanetten çıkaracağız. Belki özel arabayı da satacağız. Wakeboard, Kiteboard, Yelkenli ne bulursak değerlendireceğiz. Memlekette yaylalarda at koşturacağız. Emektar funboard ya da winsurf'ümüzü elden geçireceğiz. Tehlikesiz bir baraj gölünde köylü çocuklarına öğretiriz bir ara. Cirit oynamayı biliyorlarsa ne alâ ki ne alâ.
Sonra da dolap beygiri gibi çalışacağız. Alın teriyle geçinmekten vazgeçmek yok!
Eskisi kadar yazmamı beklemeyin Arkadaşlar! Fırsat buldukça, toparlandıkça olur. Yavaş yavaş.
Garp cephesinde aslında yeni bir şey yok. Şark cephesinde de. Olanlar yirmi senedir konuştuğumuz şeyler. Sizler tartışa durun, bizler yetişiriz. Yerli yerinde.
13 Mart 2013
CAHİT SITKI GİBİ
Ne gölgem hâmûşana düşer
Ne cançekişir düşen yaprak
Ağlarda kalır son martı
Ufkun şarabı tenha gelir
27 Şubat 2013
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)