18 Kasım 2013

Kızıl İnci

Avucuma tutuşturulan közü denizde kaydırıyorum.
Avucumdaki yakutu denizde sektiriyorum.
Avucumdaki inciyi dalgalarda zıplatıyorum.
Avcuma konan ateş derdimden yakıcı.
Avcumdaki değer, terlediğimden daha kırmızı.
Duyarsızlık değil dalgınlık. Kapalılık değil kapanmışlık.
Uyanamıyorum.
Deniz kaynıyor.
Kaynayan deniz.
Farketmiyorum.

14 Ekim 2013

Biriken Söylenemeyenlerdir Söylenmeyen!

Söylenen, zamanında söylenmeyendir.
Zamanında söylenen gecikmiş akıldır, gecikmiş söylenecektir.
Biriken tecrübedir konuşan. Tecrübe geleceğe de geçmişine de acemidir.

Konuştuğumda, artık konuşamayanların adına konuştum. Susturulduğumda adına konuştuklarımın susturuluşuydu dayanılmaz olan. Şimdi ne o ne bu. Biz bir bizdik gidenlerle. Kalanlarla bir ortaklığımız yok ve bunu geç öğrenmiş olmak, tecrübeyle öğrenileceği tecrübeyle öğrenmiş olmak ne fenaydı.

Hazırcevap olmak, taşı gediğine koymak, her şartta ne söyleneceğini bilmek an'a hazır olmayı değil, an'da bir biçimde mevcut olmayı gerektiriyor o kadar. Mevcut olabilmek, kendisi olarak yerleşik olabilmek de.

Şimdi söylediklerim, burada durmadan söylediklerim geçmişte aramızda konuştuklarımızdan farksız. Biz sol'un, memleketin, aydının insan yüzüydük. Bizim adımıza kim konuşuyorsa, atıyor.

Ne çocuklarımız, ne arkadaşlarımız, ne adımıza konuşan sansür sahifeleri geçmişi, yaşananı, düşünüleni, kaygıyı, acıyı, sevinci anlatabiliyor.

Bizi biz konuşmayacağız. İnsan olan hep bizi konuştu zaten: Paris yanıp yıkılmadan, yıldızların altında, kahküller içinde...

10 Eylül 2013

Ben Ölmedim Ey Sevgili


Işığım sönük
Perdem solgun
Dallar örümcekli

Ben geldim yine de toz kokusu
Muzaffer

Ayaksesime kulak verirdi uykun
Kızılırmak uğuldar
Yollar akar
Ey yâr


30 Ağıstos 2013
(Hatırlamak, ilerde işlemek için yazıldı. Vıcık vıcık aşk şiiri falan değil yani:) Hindistanda yedi yıl esaretten dönen akraba, komşu, tanıdık, tanımadık insanlar içindi. 30 ağustoslarda meydanda sinsin oynayanlar, Gemici Kahvesinin yanındaki bakkalda ilkindi ezanını beklerken Ruhi Su'ya dalıp giden yaşlılar. Son hemşehrilerim.)

23 Temmuz 2013

Hacı Oruç Evine Yiyecek Götüremediği İçin Kendisini Astı!

Sabrı öğrenmem gerektiğini söylediler. 
Sabrın öğrencisi oldum. 
Heyecanla, şevkle, aşkla. 
Sabırda o kadar ileri gittim ki en son Hacı Oruç'un evine ekmek götüremediği için kendini astığı bir ülke bıraktım arkamda. 
Alnımdaki lekeyi temizleyebilecek bir leke çıkarıcısı maalesef yok.

24 Haziran 2013

Prefix'de Çok Satanlar / Şiir Listesine Girdik:)




































Bir tanıtma yazısı bile yokken;
Kimse haberdâr edilmemişken;
Kitapçılarda bulundurulmazken (bir kaç istisna hariç);
Tavsiye edilmezken;
Daha okunmadan kitap sitelerindeki okuyucu değerlendirmelerinde birileri tarafından düşük puan verilirken;
Daha önceki kitaplar dağıtıma bile sokulmamış, gümrüklere takılmışken;
Kitap dostu dostlarımız kitabın adını ağızlarına almamaya ve kitapla ilgli konuşmamaya gayret ederlerken;
Pazarlama gibi bir faaliyet yokken, hatta elime bir kopyesi geçmemiişken
Eski Sokağın Rüzgârıyla ile PREFİX'de şiir türünde en çok satanlar arasına girdik:)

Kitap dostlarından, büyük okurlardan, kitap gurmelerinden özür diliyorum. Bir daha olmaz:)



22 Haziran 2013

Gezi Dersleri: Normalleşiyoruz, "Vaad edileduran" Hukukumuza Geri Dönüyoruz!


Hiç bir kuşak ”normal” toplumsallaşma süreçlerinden muâf değildir. İnsân olmak, olgunlaşmak zaman ve insanî/toplumsal interaksiyon ister. İnsân insâna açılmadan kendisini oluşturamaz.
Bir kuşağın hayât şartlarını bilmek ayrı, ne yaptıklarını yeni bir canlı türünü keşfeder gibi abartarak sunmak ayrı.
Gezi Parkının esprisi, ilginçliği tek bir kuşağın kestirilemezliği, değişikliği üzerinden değil kuşakların buluşması ve interaksiyonu üzerinden ifâde edilebilir. Buluşma’nın kendisi doğurgandır.
Gençlerin hareketlerini, birlikte hareket edenlerin neye ve neden tepkili olduklarını, bir doymuşluk noktasına gelindiğini fark etmemek; sürdürülen gerilim politikalarının interaktif etkilerini okuyamamak özel bir gayret gerektiriyor.
Burada olmasa başka bir yerde olacak olanın sorumluluğunu veya otantik sınırlandırıcılığını bir kuşağa yükleyemeyiz. Harcanan, katledilen, lime lime edilen iki kuşaktan sonra bir üçüncüsünü fedâ etmeyeceksek olgunlaşan itirâz ve biriken tepki görülmeli, tespit edilmeli; genel hoşnutsuzluk gençlerin kuşak olarak tepkisine indirgenmemelidir.
Gitgide büyüyen, içi dolu bir huzursuzluk; aşağılanmışlık, bastırılmışlık, çamurla sıvanmışlık, müdâhale altında kalmışlık düşüncesi; iletişim kanallarının kendilerine karşı çarpıtıldığını düşünen ve belki de toplumun yarısını aşmaya başlayacak bir kaynama söz konusu idi. Hâlin inkârcıları ve ”pek memnun” kesimler "objektif şartlar"ı oluşmuş bir hareketliliği hoyratlıklarıyla; siyâsîler sürekli hakâret ve tahammülsüzlükleri ile kabartıyorlar.
Telefon dinlemeleri, kasetler, her şantajın yapanın yanında kâr kalması; bazı devlet kurumlarının muhaliflere karşı sahte kanıt veya belge ürettikleri iddiâlarının soruşturulmaması; sabah beşte otel, çadır, ev (ve belediye) basmalar; dinlemeler, izlemeler insanların ruh sağlığına baskı yapıyor. İnsânlar  hükûmet yanlılarının ve devlet memurlarının yanında başka, daha sonra başka konuşur haldeler ve bu toplumun kendini algılayışı zedeliyor, bireylerde (gerçek ya da yanılsama olarak) paranoid, şizoid v.b. davranış bozukluğu komplekslerine yol açıyor.
İnsânın kendisinden nefretini regüle edecek dengeleyici davranış arayışları sosyal alandaki dayanışmaya yöneliyor. Hakîkatten kaçma yerine içinde yaşanır bir toplumun bireyleri olmaya yönelik teveccüh insanlara sokağı, itirâzı, isyânı gösteriyor.
İnsânlar tabii ki demokrasiyi, yamultulmamış iletişimi, gözetlemesiz ve ispiyonsuz özel hayatı, fişlemesiz itirazı isteyecek; içinde şeref ve haysiyetle yaşanır bir toplumun aynaya bakmaya korkmayan bireyleri olmaya, toplumsallaşmanın tıkalı kanallarına ulaşmaya çalışacaklar. Bunun imkânsızlığını düşünmeleri korkunç olurdu.
İnsânların kişisellik ve bireysellik süreçlerinin kanallarını tamir etmeleri toplumun ve toplumsallaşma ağının normalizasyonunu sağlamalarından, baskıdan kurtarmalarından ibârettir. İletişimin, retoriğin, üslûbun tartışma ve tepki konusu olması toplumsal anomilerin giderilmesi istencinin ifadesidir.
Bu kuşaklar şâibeli sınavlardan geçen, başlarına nelerin geldiğini merak eden kuşaklar. Asosyal değildiler, ancak, toplumsallaşma süreçleri baskı altında tutulan, kuşatılmış, engellenmiş kuşaklardı. Durup dururken bir çılgınlık yapmadılar. İtirâzlarını gerekçelendiren meşrûiyet iddiaları kibirli bir provokasyona toplumsal muhalefetin tereddütsüz tepkisi ile detaylandı.
Gezi Parkına saldırı görüntülerinin (örneğin Kırmızı Elbiseli Hanım'ın biber gazıyla taciz edilmesinin) insanları sokaklara kolayca döküvermesi toplumun temel haklar konusunda bastırılmışlığını ayakları altına alarak ”vaad edileduran” hukukuna geri kavuşma özlemini, ”kardeşinin hakkını savunmamışlıktan kurtulma” istencini apaçık sergiliyor.
Tepki ansızın ve apansız sosyal medya aracılığı ile ortaya çıkmadı. İlk görüntüler doğrulanıp insanlar ”yetti artık!” dedikten, kendi ezikliklerini ”tespit edip” sorun haline getirdikten sonra sergilenen ”katıksız devlet şiddeti”yle sosyal medya etkin bir araç haline geldi.
İnsânlar kendilerini hür ve kişilikli bireyler olarak deklare etmek (ve dolayısı ile gençleri savunmak) için sokağa döküldüler.
İlk yırtılan 12 eylül ile topluma ve insana giydirilen inisiyatifsizliğin ve pısmışlığın, toplumsuzluğun deli gömleğidir: Kim ne derse desin, normalleşiyoruz. ”Vatandaş”, ”yurtdaş”, "komşu" yeniden gün ışığına çıkıyor!    
8 Haziran 2013

14 Haziran 2013

GEZİ METİNLERİ

GEZİ METİNLERİ

Metinlerdir mektup eden sözü
metinlere kıymayın efendiler
teyze, amca bir imza ver
metinler öldürülmesin
itiraz da edebilsinler


Şefkât


Şefkât komşu kızın kedisinin adı
makarna tenceresine faresini atan bir velet
protein takviyesi olsun diye herhalde
evdeki otoburlara

6 Haziran 2013

Gezi Dersleri : Paniğin Ahlâkı Olmaz!


Toplumsal hareketler başladıkları noktada kalmaz, dallanıp budaklanırlar. Gelişimin ucu açıktır. Yeni şart ve birikimler aralıksız devreye girer, dinamikler devinir durur.

”Benim hareketimdi bu, şimdi nereye gidiyor?” demek doğaldır, ancak yerinde değildir. Destek, katılım herkesin kendi başvuru dünyâsından olur, zamanla bunlar kaynaşarak/çatışarak bütünleşir veya ortak diskur (söylem) oluşturur. Her büyüme değişik anlamlarıyla ”kontrolden çıkar”: Yani, kendi yolunu, ifâdesinin (dinamik ortak payda olarak) tezâhürünü arar.

İlgiler harekete geçen başka ilgiler ile birleşerek dengelenir, bu sıradanlaşma olarak da okunabilir, perspektif çeşitlenmesi ya da sağduyu takviyesi olarak da tezâhür edebilir.

Siyâsîleşmek, siyâsî tecrübeyi de getirir, siyâsî ezberi ve hantallığı da. Kaçınılmaz olandan kaçılamaz. Fark etmeden geçiş mümkündür. Praksis, yeni bir şey söylemeye açıklığın duruşundan ifâ edilir. Her gün yeni şey söylemek hâfıza kaybının ifâdesi değil, hakikat derdiyle yaşayış ve eyleyiştendir.

Sokakta insanlar dayanışmayı öğrenir. Büyüyen bir hareketin kontrol dışına çıkması doğaldır. Fazla müdâhil olmadan evlâdını gözden kaybetmemeye çalışmak kendilerini ”hareketin gerçek sahibi” olarak görenler için daha yerinde bir tavır olabilir. ”Eser” asla başlangıçtaki bileşimden ibâret olamayacaktır. Siyâsî hareketlerin temsil edilmesi, bir retorik kazanması, bazan partileşmeleri gibi olaylar bu yüzden zamana bırakılır. Her şey süreç işidir. Manipülasyon, çamurla sıvama toplumun dinamiklerine çomak sokmadan öteye gitmez! Toplumun kendisi olma ve kendisini yenileme kanallarını sürekli tahrip eder ve çarpıtır.

Protestoların yasak olması, boğulması, vesâyet altında tutulması muhaliflerin de örgütlülük düzeyini zayıflatır, sorumluluk ve insiyatiflerini daraltır, gündelik siyâseti provokasyona açık tutar. Bunun çaresi yasakçılık değil, her tür davranışın tecrübesini ve eleştirisini edinmesine fırsat vermektir. Bu demokratik olgunlukla olur. Yasakçılık risk artıtır, tecrübe açığı yaratır. Tüm taraflar için.

Yanlışlardan öğrenme öğrenme sürecinin devamlılık gerektirdiği fark edildiğinde kurumlaşabilir. Öğrenme kullanma kılavuzu edinme işi değildir. Çarelerin, çözümlerin çoğulluğunu hayatın zorlayıcı, dayatıcı şartlarında ve çeşitlenmeleri altında yaşayabilmişlikten gelir.

”Sosyal medya”da yalan, ithâm, propaganda sanıldığının tersine kolayca sınanır, itirâza açılır. Çoğu ileti ”bunun hakkında ne düşünüyorsunuz?”dan ibarettir. Yanlış bir görüntüyü, iddiâyı aklı başında insanların iletmemesi, onu derhal tasnif eder, paranteze alır ya da dışlar. Yanlışlama söylenmeden vurgulanabilir, doğrulama onaya, kanıtlamaya açma biçiminde olabilir. ”Dolaşan dedikodu” değil, ”iddiânın kimlerde dolaşımda olduğu” önemlidir, anlamlandırmaların çözümlenmesi çok dolaylıdır ve dolaşım sınanmış ve zorlanamaz (gündelik iletişimsel düzeyde aralıksız sınanan) insanî güvenilirlik üzerine kurulur.

Protesto’nun Dünyâ’da kapışan güçler üzerinden açıklanması gündemdeki dinamiklerin görünürlüğünü, çok bilmiş aktörlerin ufuk sığlığını, gündemi kaçırmaya başladıklarını ifşâ ediyor. İki taraftan birisine manda olarak alan genişletme ve büyüme hülyâları; halkına ve hakikate sırt dönerek ezberi öne çıkaran sürekli savunma ve eldekini koruma hâli; gündelik düzeydeki anlayışsızlık ve inisiyatifsizlik kaygı veriyor. Tarihsel boyutu olmayan (bir zamân ve mekâna yerleştirilmeyen), dinamik olmayan, toplumbilimsel düzeyde naiv ve câhil komplo teorileriyle yönetiliyor gösterilmemiz ve bunu tashîh etmememiz bize yakışmıyor!

Dinamikleri, toplumsal gerçekliği, reel siyâseti, toplumsal entropiyi, asabiyeti analiz etmeyi gereksiz ilân edenler toplumlarına, insâna ve hakikate körleşmişliğin idâre tarzını önermektedirler. Sloganla, propagandayla, ezberle, sâbit fikirle topluma müdâhale felâketlere yol açacaktır!

Sembolik’te çoğulluk, çelişen arka planlar, bir gurubun öbürünü istemeyebileceği zorakî koalisyonlar spontan hareketlerde her dâim söz konusu olur. Bu hareketlerin yenileyici yanı içinde insanların kendilerini, birbirlerini ve duruşlarını test etme imkânlarının doğuşundadır. Biri diğerini ezmeye kalkmadıkça, bir diğerinin tavrından acil işlevsel sonuçlar talep etmedikçe toplumsal dayanışmanın kendisini sınamaları siyâsî spektruma olumlu etkilerde bulunur, toplumsal dayanışmayı tazeler!

Bu tür hareketler ”mükemmel” bir yüzleşmeyle sistemi restore ya da altüst etmezler; toplumsal örgütlenme, ilgi ve dayanışmayı yenileyici, dayanışmanın kendisini keşfetmesini sağlayıcı etkilerde bulunurlar.

Paniğin sosyolojisi, etiği, itidâl’i yoktur. Panikleyenin unutkanlığı, dolayısıyla sorumluluk kaybı söz konusudur. Paniklemiş insiyatif, aklı başındalık diye birşey yoktur!

Siyâset, sokakta, tepkide  şekillenip çiçeklenir. Bunu unutup sağı solu boğmaya çalışan siyâsetler de bir gün tepki aşamasında idiler, bir dinamikleri vardı bazan.

Dayanışma (toplumsal dayanışma) toplumsallaşmanın, kişisellik ve bireysellik kazanma süreçlerinin diğer adıdır.

Korku, insanı insan yapan süreçlerin işlemediğinin ifâdesi olduğunda temellidir, hakikidir, propaganda değildir, geleceği boğmaya yönelmez.

Her insân kendi dersini tadacaktır!

Hüseyin Salim Saraçer
2 Haziran 2013

(Bir sonraki Gezi Dersleri’nde ”Provokasyon Nedir? Provokatörler Kimlerdir?” mevzûuna toplum kuramından yaklaşmaya; sosyalpsikolojik ve sosyolojik geçerliliği olan perspektiflerin önemini tartışmaya çalışacağız.) 

24 Mart 2013

"Akşam Erken İner"

Kübada sokakta sarılmış bir sigarı atmaya kıyamayınca...

Biraz Daha Ustalaştık Kendimiz Olmada

Artık beni şaşırtan bir şey olmuyor. Siyaset takvimi kestirilebilir durumda. Araya bir yığın parantez açıldı. Ben sustum.

İşleri tasfiye ettik. Dinlendim, gevşedim, hareket ettim, ata bindim, kayak yaptım (buralarda hâlâ kar yağıyor), büyüklerimi ziyaret ettim, kedilerle dolaştım.

Yazmaya, düşünmeye dönmeyi umuyordum. Tasfiyeyi takip ederken sağda solda çalışmaya da çalıştım. Yorgunluktan pek etkin olamadım ama kendimi bir hayli toparladım. Vücut kendini tamire başladı, izin verdim, yani ayak altında dolaşmadım, elimden gelen desteği verdim makineme, canıma.

Bu ayın ortasından itibaren bir süre işsiz kalacağım. Eh biraz kaygı duymakla beraber kitaplarla biraz uğraşmaya, bazı ziyaretleri yapmaya fırsat bulacağım.

Vücut kendisini tamir ederken beyne elektrik su kesintisi uyguluyor. Beyin de tadilata başladı. Herşeyi unutuyorum. Cüzdanları. Pasaportları, kimlikleri, anahtarları. Arabayı nereye park ettiğimi. Randevuları.

Kendimi zorlamıyorum. Geceleri daha rahat uyuyorum. Sindirim sistemim daha iyi çalışıyor. Kalbim daha hızlı atıyor. Daha çok yemek yiyorum. Biraz daha fazla hareket ediyorum. Aralık ayında beş kilo verdim. Bir kaç kilo yeniden aldım şöyle bir akrabaları dolaşma fırsatı bulunca, ancak bir kaç günde yeniden normalleştik ve toplam yedi kilo verdim. Perhiz yapmadan. Neye vücudun ihtiyacı varsa kısmadan, bol bol yiyerek.

Buz pateni de yapacaktım zaman olmadı. Arkadaşlarımı bedavadan süvariliğe alıştıramadım. Ne korkuyor insanlar Türkiyede ata binmekten, anlaşılır gibi değil.

Eski Sokağın Rüzgârıyla'nın son okumasını yapamadım. Son eleştirel okumayı yapacak dostlarım da kaytardılar. Çıkması an meselesi yine de. "Cahit Sıtkı Gibi" eklenecek, bazı şiirler dosyadan çıkacak.

Çorum Haber'e geçen sene yazdığım çetrefilli yazılar yüzünden dirseğim şişmişti ("kıymet" bilip de okuyan oldu mu acaba?). Davul gibi şişen bir dirsek sağlığımı düzene sokmama vesile oldu. Saraçoğlunun soğan kürü ile başladım. Kiraz sapı kürü yaptım. Bir ara propolis kullandım, ölçüyle. Sonra bağırsak, mide ve deriyi düzene sokmaya, daha doğrusu vücudu bu işe yönlendirmeye çalıştım. İskelet ve kasları yerli yerine oturtmak için epey yol denedim. Biraz acı da çektim, ancak ne yüklerden kurtulduğumu görünce şaşırdım. Ne acılara alışmışmışım.

Bacağın dizden aşağı kısmında kas ve eklemlerin zayıfladığı da ortaya çıktı. Yavaş yavaş toparlamaya başladım.

Muhtemelen okuma yazma alışkanlıklarımla; arabada ipad, iphone ve macbookair familyasını bilek bükerek veya parmak ucuyla tutmamla kronikleşen sağ kürek kemiği civarındaki zorlanmışlıkla da yüzleştim, son düzeltmeler için vücuda biraz daha esneklik kazandırmaya çalışıyorum.

Bu arada epey bir safradan kurtuldum. Gözlerimin altı şişmeye başlamıştı, düzeliyor yavaş yavaş. Gözlerim kanlıydı. Cin gibi olduk şimdilik.

İnsan ölümlü, kırılgan, uçucu, bir gün sağlık yine elimizden kayar gider elbette.

Ayaklarım iki numara küçüldü. Gömleklerin en üst düğmelerini ilikleyebiliyorum. Göğüs tarafları dar geliyor. Boyum üç santim kadar uzadı, yani eski boyuma döndüm.

Epey bir masraf oldu, prasa gibi sakin yaşadım. Son kârları toparlayamadım, eldeki avuçtakileri sağlığıma harcadım, yeni üstbaş aldım, gardrop işe yaramaz oldu. Kayak takımları falan aldım, spor malzemelerini yeniledim.

Derhal ve hararetle çalışmasam batarım gibi geliyor, ancak, kötü bir işyerine "hayır!" da dedim. Sürekli hır gür içinde çalışacağıma bir süre işsiz kalacağım. Elde avuçta fazla kalmadı, ancak forma girmeye, daha yoğun çalışmaya da başladım. Bankada para istifleyip tıknefes yaşamaktan daha iyi biraz kaygılı ama sağlık için gayretli oluş.

Bundan sonraki on sene için tam hazır olmasam da epeyce hazırım. Bir kaç ay daha çalışıp sonra kitaplara dönmem gerekirdi. Ancak durum bu ve bunu bir fırsata çevirmem lâzım. Gündelik hayatımı yeniden rayına oturtmayı, sağlıklı bir rutin tutturmayı ihmal etmeden.

Dağ bisikletini emanetten çıkaracağız. Belki özel arabayı da satacağız. Wakeboard, Kiteboard, Yelkenli ne bulursak değerlendireceğiz. Memlekette yaylalarda at koşturacağız. Emektar funboard ya da winsurf'ümüzü elden geçireceğiz. Tehlikesiz bir baraj gölünde köylü çocuklarına öğretiriz bir ara. Cirit oynamayı biliyorlarsa ne alâ ki ne alâ.

Sonra da dolap beygiri gibi çalışacağız. Alın teriyle geçinmekten vazgeçmek yok!

Eskisi kadar yazmamı beklemeyin Arkadaşlar! Fırsat buldukça, toparlandıkça olur. Yavaş yavaş.

Garp cephesinde aslında yeni bir şey yok. Şark cephesinde de. Olanlar yirmi senedir konuştuğumuz şeyler. Sizler tartışa durun, bizler yetişiriz. Yerli yerinde.

13 Mart 2013

CAHİT SITKI GİBİ



















Ne gölgem hâmûşana düşer
Ne cançekişir düşen yaprak
Ağlarda kalır son martı
Ufkun şarabı tenha gelir

27 Şubat 2013