3 Kasım 2009

Kahramanları Sırttan Vururlar


Haşek, antikahramanı mı yazdı, sıradan, gündelik kahramanın següzeştini mi şimdinin dünyasından bakılırsa, ahkâm kesmek güç.


Bir dönemin dünyasından, ihtiyacından br kavramın içini doldurmak ya da boşaltmak boşuna bir çaba. Dinamiği olmayan, tarihi olmayan bir sosyolojiden konuşmak gerekiyor. Geçmişi bugünde eritecekiniz, geleceğin ihtiyaç ve şekillenmelerini ihmal edebileceksiniz, yani bugününüz insanlığın bir daimi bugünü, merkezi, kavramsal şekillendiricisi olacak.


Kahramanlık sanıldığı gibi militarist, baskıcı bir kavram değil. Üzerinden dünya yıkamaz ya da kuramazsınız zaten, olacaklar bir biçimde olur size, keyfinize ve tercihlerinize rağmen .


Bazan dünyayı karşınıza alırsınız, bazan tüm dünyayı arkanıza. Yapmamanız halinde sizi kimsenin eleştiremeyeceği şeyleri gerçekleştirirsiniz. Çernobildeki itfaiyeci. Yalnız emirden mi? İnsan oluşun kendisinden, hakikatinden gelen bir şey bu.


Kahraman bir cengaver, bileği bükülmez insandan çok, herkes sorumluluktan kaçarken ve bunun ayıplanamayacağı, eleştirilemeyeceği durumlarda sorumluluk alabilen bir insan. Riski üzerine alabilen, başkalarının sırtında yükselmeyen bir insan.


Belki bir borçluluk duygusundan, belki bir yetti artık duygusundan, belki artık eylemenin, ölmenin ve kalmanın meşruiyetinin tartışılamaz olmasından. Bir zorda kalış, darda kalış, çaresizlik anı gerekiyor kahramanlığın tomurcuğunun patlaması için.


İnsan borcunu ödüyor, insan kendisini ispatlıyor, insan ayak sürüyerek yola çıkıyor, ama gerisini getiriyor.


Esir askeri, karşı emre rağmen ameliyat eden cerrah da, kucağında komşunun hasta çocuğu dağı taşı, çığı aşarak koşturan mahallenin delisi de kahraman.


Kahramanlık bir sınır aşma işi. Zorda kalma işi. İnsan olmayan zorda kalmaz, darda kalmaz. Kırılgan bir hayatta, ayağımızın altından her an çekilebilen bir zeminde sabitlerimizi, değişmez, geriye dönüşsüz sandıklarımızı yükseltiyoruz.


Kahramanı sevmek bir özveri, kendini aşma patlamasını da sevmek. İnsana ve insanlığa güvenilebileceğini hatırlamak, bilmek, sezmek.


Nasreddin Hoca, ol rivayette, Timurlenkten bir fil daha isterken korkak mı? Hikmet kapılarını açık tutan bir kahraman mı? Bir fırtına gibi esen, kükreyen bir hükümdar. Bir aleladelikteymiş, halden habersizlikteymiş gibi dünya yazan bir hakim, nükteyle, söze ve insaniyete hakimiyetle. Sözünde durmayışları, korkuyu, savuşmayı insani bilen; kendi korkularından korkup kaçmayan, insanlığın buluşmalarından emin bir bilgelik.


Kahramanlık en çaresiz, en güçsüz, en sıkışık anda filizlenir. Kahraman genellikle şaşırtır. Şaşırken de doğal karşılatır, sanki biliyoruzdur böyle olacağını, ama hayret ve hayranlık içindeyizdir de.


Kahramanın, kahramanlığın sonunu aydınların ilân etmesinde bir içerik, anlam yok, dünyanın dümdüz edilmesi, teknokratlaştırılması, egoize edilmesinden başka. Delice bir özveri, çılgınca bir kendini veriş, yürekten karşı koyma tartışarak, kapışarak, koklaşarak, çöllerde deli divane dolaşarak gezmeyecek olanın kültüründe bir anlam taşımaz. Hayata açık olmayan, hayatla sınanmayan bir kurguyu, dayatmayı, serabı hakikat edinir. Başkaları ile bölüşülemeyecek olanın alanında.


Kahramanlığın sürekli olması, artık ne yapılırsa kahramanca olması, kahramanlığın bir terbiye olarak giyinilmesi hem dilin, insanlığın, hayat dünyasının, kültürün hem de o zamanın sofrasının işi.


Kahraman sağ kaldıysa, ya içi doldurulup vitirnde sergilenir, ya da yok sayılır, itilip kakılır. Trajedi ancak ölü kahramanlarla yazılır. Ya geride bıraktıkları?


Hindistandaki esir kamplarından dönen gönüllülerimizi memlekette nelerin beklediğini bilen kaç kişi kaldı?


Denizler taburelerine tekme attılar. Hallaç derisiyle dersini verdi.


Düşünce, hayat, gök ekini biçilerek akmak zorunda olmasa da , başka bir yol, tarz seçmiş olsak da bizim için can verenleri bize can verenler olarak görmemizde ne sakınca var?


Sivasta Madımak Oteli yakılmadan kapısına dikilecek bir yiğit erkeğe, kadına, çocuğa ihtiyaç yok mu idi sanıyorsunuz?


Modern dünyada savaşlar bir düğmeye basılarak yapılıyor, evet. İnsanların yanması da bir düğmeye basılarak engellenebilseydi, hukuk işletilseydi, kurumlar işletilse, devlet işletilseydi bile, o düğmeye basacak bir kahraman gerekiyordu. Sadece işini yapan bir insan. Sıradan bir insanlık vazifesini.


Aç sırtlanların elinden çocuğu kurtaran kendi halindeki insanlar. Cüzzamlılarla aynı sofraya oturabilen bir hekim. Sözünü tutmayı, başkalarının söz hakkına sahip çıkmayı bilen aydın.


Çocuklarına ekmek götürebilmek için çırpınırken üzerlerine kusulan, kaçırılan, gaspedilen taksi şöförleri. İşkencehanede geceleri parmaklarının ucunda dolaşarak arkadaşlarımın ağızlarına yiyecek tıkıştıran, su damlatan ürkek gölge. Kimdi? Kim olduğundan size ne?Affedilmek için değil, başka bir şey yapamayacağı için.. Nasıl anlatabilirim ki insanın isyan hallerini, isyanı savunurken dahi isyan etmemişlere?


İnsan, son kertede hep insandır. Hatta daha fazla insandır.


Gemisi batmayacak olan, evi yıkılmayacak olan, oteli yakılmayacak olan, okyanusta salınan kibrit çöpünden ne anlar? Şiirini bulmuş bir kibrit çöpünden.