Zalimden büyük öğretmen yok. Ne yapmayacağımızı, nasıl yapmayacağımızı ondan oğreniyoruz. Zulme uğramanın, itilip kakılmanın ne olduğunu da ondan.
Yorgunluğun, bitkinliğin, sefilliğin, itilmişliğin, insafsızlığa uğramanın, takip altında yaşamanın şahidi olmadan nasıl insan olunur bilmiyorum.
Başkalarının acılarından da ögreniyoruz. O acıların, didinmenin çırpınmanın içinde alınmış kararları da az çok biliyoruz. Ama karar almayı bilmiyoruz. Baskı altında karar almayı öğrenmeden, karar almayı öğrenmek zor.
İsyan etmesi gerekeni sabra iten, sabredeceği yerde ayağa kalkan insanı ayağa kaldıran baskıyı, kıpırdanışı, çaresizliği yaşamadan hiç bir karar da karar olmuyor.
Karar vermek karar kuramını kullanmak(tan ibaret) değil, en meşru yerinde bile.
Karar almak kararın arkasında durmak, kararının önüne geçebilmek, kararının seline çığına set örebilmek, yolunu açabilmek, kaybedeceğini ve kazanacağını unutmuş olabilmekden geçiyor.
İsyan etmem gereken yerde, bir eski borç geliyor aklıma; sabredeceğim yerde geciktirilmiş bir isyanın buyruğu, geride kalmamış insanların çığlığı peşimde.
İsyan etmem gerekiyor ama borcum var, sözüm var. İnsan içindelik var.
Zıvanadan çıkarılış var. Zıvanadan çıkmayı bilen bir aşk var. Değerlendiren, eleştiren, anlamaya çalışan, anlaşır hale getirmeye çalışan bir muhakeme gücü var.
Sabretmem gerekiyor ama sesimi, itirazımı belkiyor içimdeki hayatlılık. Beni sabırda tutan, yolda tutan, sabırlı isyanda tutan, tutan hayatlılık.
Aklım "kalk ayağa!' diyor, 'otur oturduğun yerde!' diyor. İsyana isyan et, isyansızlığa isyan et! İsyan et, isyan etme!
Duruşlarımız, tavırlarımız bin bir bileşkeni olan hallerimiz.
"Borcum var!", "verilmiş sözüm var!" diyemeyen neyin kararını veriyor?
Hangi hayatın, hangi hayatlılığın?
Ekmek tekneme o kadar saldıran var ki, derviş olasım işi gücü terkedesim geliyor.
İşsiz güçsüzlük mü dervişlik? Ne münasabet! İnsanlığı iş edinmek!
İnsanlık her yaptığını düzgün yapanın; iş ahlâkı, iletişim ahlâkı sahiplerinin işi. Hattatlar boşuna dervişan'dan değiller. Mücellitler, nakkaşlar, büyük dokumacılar, bestekarlar, keçe dövenler, pekmez kaynatanlar.
İnsanlık alınteri işi. didinme işi, çırpınma işi.
İnsanlığı hazmetmek, insanlığın ekmeğini pişirmek yalnız ya da çoğul yalnızlıklar gerektirse de, yalnızlık nihaî olarak insanlığı da çözücü bir şey.
Başkalarıyla oluşuyoruz, şekil alıyoruz, dönüşüyor, biçimleniyoruz; hareket halindeliğimizi, hem özdeş hem farklı, hem değişen hem stabil hallerimizi dengesizce olmasa da onca dengesizliğin çorbasında dengede tutuyoruz.
Bu hayattan çıktığımda hayatı anlatmak ve sonra susmak için çıkmam lazım. Hayatsızlık ezberin dili, çokbilmişliğin dili.
Telaşemizden, çırpınmamızdan, telaşelerinden, çırpınmalarından anlayanlar olsaydı kime halden anlatacaktık ki? Anlayış gevezelik işi değil. Diskur dışına taşabilen bir diskursivite gibi susma hali.
Yine zulme uğradık. Yine yalana, dolana, talana maruz kaldık. Yine ekmek teknemizle oynattık birilerini.
"Eyvallah!" diyebilecekken gelene, borç harç, iş güç aklımıza geldi, itiraz ettik, kendimizi savunduk. Ve kimselere bir hayrı dokunmaz görünen halimize devam etmeliliğimizin musikisi aldı götürdü, uykulu seyrine.
Onu yazıyorum. Ha taksim, ha yazı.
Kendini savunmanın dili artık kendini abartmanın dili oldu. Hukuki tekniğin, savunma ile iddianın teknilk ayrıştırılmışlığı insanın kendisini savunmasının ve başkalarının saldırılarının biçimi oldu. Hukuk ilerlemiyor, insanlık kan kaybetmekte. Gidişat bu. İlerlemenin dili ne söyler, henüz avukatı yok.
Bir kapatırsam bu kitabı, bu ocağı bir söndürürsem, bu cekici örse bırakırsam kim susturabilir beni ölümümden başka?
Çaresizim ve yiğidim ey insan. Korkak ve ürkeksem bazan, insan içindeyim, işim var bir işe yaramasa da beni pişiren, aklımı bana geri emanet eden.
Yorgunluk, bitkinlik içinde hiç bir hançerin ısıtılmadğı bir ateşin çarkını çevirişimizden. Bir köşeye kıvrılıyor uyuyoruz. Ve her gün bir nöbetçi daha düşüyor alemden alemine.
Sabrımızı ve isyanımızı dövebiliyoruz sadece, belki, galiba...
Gerçek karar, hayatla alınır, hayatta alınır. Kararın kendisi olarak hayat: Fazla söze o zaman da gerek yoktur.
Biz söylediklerimizi biliyoruz, sonuçlarını biliyoruz, anlayanlar ne anladıklarını, anlamadıklarını biliyorlar mı, bilemiyoruz.
İnsan olmak için eli arkadan bağlanmışlardan olmak da gerek.
İnsanlık ipini kopardığında neler olur, bana sorma ey Sakî:
Zaman, saçlarını çözdüğü akşam neler olmaz
Gündüz olan gecede artık seher olmaz
İmdadınızda sığınırım Efendim.