19 Ekim 2009

Tek Kişilik Cemaata İki Saat Konuşan Papaza İtiraz Eden Seyise Hikmete Açıklıktan İtiraz Beyanındadır


"Ben de basit bir taksi şöförüyüm ama", ben olsam, bir kereliğine de olsa, o güne ayrılmış bütün yemi tek atın önüne koyardım. Yem bolluğu arkadaşların yokluğuna evlâ mı gelecek diye, belki. Belki de bir at, bir kedi, bir karınca ezberi helâk ediverir bazan, ondan, sanırım. Çatlayacağını bilsem bunu yapmazdım. Zulüm olur. Ama çatlama sınırını da yaşamasını isterdim, eğer bir hafızası varsa, olduğuna inanıyorsam. İnanmıyorsam, yine zulümdeyim.

Diğer atlar yok diye acelesiz kaşağılamamı, tüm zamanı ona vermemi çifteyle, huysuzlukla, dile gelebilen, gelemeyen bir alayla karşılayacaksa, canıma minnet "kalan zamanı kendime ayırırım" demem gerekirdi. Ama zaman, atların zamanı. Ve hiçbririsinin, hiçbirzaman yeterince kaşağılanmamış olduğunu bilmek durumunda bir seyis.



Bir keresinde konuşacak insan yoktu, derdimi bir kediye, Matildaya anlattım, uzun uzun. Heyecanla ve hevesle dinledi. Ciddiye alınmak, üstelik kendisine dert anlatılması tüylerini ürpertti. Lâf bitince kucağıma atladı, bir şeyler anlattı, yüzümü uzanıp şefkatle yaladı, yaladı, yapış yapış oldum, ama ses çıkaramadım. "Ne anladığını anlayamadım, ama hayatımda hiç bu kadar iyi anlaşılmadım Matilda Kardeş!" dedim.

Söyleyeceği bir şeyi olan insanı uyuklayarak dahi olsa dinlememek, söylediklerini en azından kendisinin dinlemesine de engel oluş. Karşımda konuşan, yeter ki hikmeti olan bir şeyler söylesin, bir yükünü hafifletsin, bir acısını, neşesini paylaşsın da bana fazla ya da az gelsin.

Alabileceğimi kadarını alıp alamamak, çatlamak, patlamak ya da entellektüel yavrusuna "seni anlıyorum" diyen bir annenin şefkatiyle bakmak insanın kendi bileceği iş.

İncir çekirdeğini doldurmayacak neleri dinliyoruz, nelerle ilgileniyoruz. Biz hep boş salonlara, boş yüzlere, dibi delik kalplere konuşuyoruz. Eğer boş sıralar dile gelir de, havaya konuşulan, rüzgara bırakılan hikmetten şikayetçi olurlarsa, karşılarında kafa patlatan insana ders vermeye kalkışırlarsa, onlardan bu dünyada da şikayetçiyim öteki dünyada da.

Tafrasızca, tevazusundan konuşursa bir insan, uyuklama, dışarı çıkma, kibarca tüyme hakkına sahibiz. Söylenecek sözü olduğu için pişman etme hakkına değil.

Her şeyin bir hikmeti var. Yeraltındaki meyvenin, dalda aranması gibi bir şey, seyisin sözü çatlattığını görmemek. Aradığını yerin dibinde bulunca da, nebatatı kökünden etmemeli. Dalında görülecek dalında.

Papaz doğru yapmş, yanlış yapmış ayrı bir mevzu. Ariflere göre, konuşa konuşa insan olunuyor, koklaşa koklaşa. Bazan, kapışa kapışa. Söz seyiste bitince, hikmet de kapı dışarı edilmiş oluyor.

Her dediğinde bir hikmet olanların susmaları, herşeye cevapları olduğundan. Ve herşeye cevabın eğretiliğini bilmelerinden. Eleştirilemeyecekse dediğin, susarsın, konuşman şart değilse. Ezber bozulana kadar felakete yol açacaksa.

Papaz, şimdi seyise ister itiraz eder, isterse gülümser, söz onun. Ama tevazu da onun.

Hikmet, meseleyi, mevzuyu kapatan söz değil. Sözün, diskurun, akışın, alışverişin devamında olan, sohbette ve insanlararasılıkda yatan bir şey.

Yine "insan" dedik durduk, Matilda. Yaşasaydın, mırmır ederdin, sinirle kuyruk çırpar, haksızlık ettiğimizi hissettirirdin, muteriz ama munis, etraftaki canlıların annesi, yoldaşı, kardeşi.

Sözü kendisinde başlamayan. Manâsı kendisinde bitmeyen.