Hiç bir kuşak ”normal” toplumsallaşma süreçlerinden muâf
değildir. İnsân olmak, olgunlaşmak zaman ve insanî/toplumsal interaksiyon
ister. İnsân insâna açılmadan kendisini oluşturamaz.
Bir kuşağın hayât şartlarını bilmek ayrı, ne yaptıklarını yeni
bir canlı türünü keşfeder gibi abartarak sunmak ayrı.
Gezi Parkının esprisi, ilginçliği tek bir kuşağın
kestirilemezliği, değişikliği üzerinden değil kuşakların buluşması ve
interaksiyonu üzerinden ifâde edilebilir. Buluşma’nın kendisi doğurgandır.
Gençlerin hareketlerini, birlikte hareket edenlerin neye ve
neden tepkili olduklarını, bir doymuşluk noktasına gelindiğini fark etmemek;
sürdürülen gerilim politikalarının interaktif etkilerini okuyamamak özel bir
gayret gerektiriyor.
Burada olmasa başka bir yerde olacak olanın sorumluluğunu veya
otantik sınırlandırıcılığını bir kuşağa yükleyemeyiz. Harcanan, katledilen,
lime lime edilen iki kuşaktan sonra bir üçüncüsünü fedâ etmeyeceksek olgunlaşan
itirâz ve biriken tepki görülmeli, tespit edilmeli; genel hoşnutsuzluk
gençlerin kuşak olarak tepkisine indirgenmemelidir.
Gitgide büyüyen, içi dolu bir huzursuzluk; aşağılanmışlık,
bastırılmışlık, çamurla sıvanmışlık, müdâhale altında kalmışlık düşüncesi;
iletişim kanallarının kendilerine karşı çarpıtıldığını düşünen ve belki de
toplumun yarısını aşmaya başlayacak bir kaynama söz konusu idi. Hâlin
inkârcıları ve ”pek memnun” kesimler "objektif şartlar"ı oluşmuş bir
hareketliliği hoyratlıklarıyla; siyâsîler sürekli hakâret ve tahammülsüzlükleri
ile kabartıyorlar.
Telefon dinlemeleri, kasetler, her şantajın yapanın yanında kâr
kalması; bazı devlet kurumlarının muhaliflere karşı sahte kanıt veya belge
ürettikleri iddiâlarının soruşturulmaması; sabah beşte otel, çadır, ev (ve
belediye) basmalar; dinlemeler, izlemeler insanların ruh sağlığına baskı
yapıyor. İnsânlar hükûmet yanlılarının ve devlet memurlarının yanında
başka, daha sonra başka konuşur haldeler ve bu toplumun kendini algılayışı
zedeliyor, bireylerde (gerçek ya da yanılsama olarak) paranoid, şizoid v.b.
davranış bozukluğu komplekslerine yol açıyor.
İnsânın kendisinden nefretini regüle edecek dengeleyici davranış
arayışları sosyal alandaki dayanışmaya yöneliyor. Hakîkatten kaçma yerine
içinde yaşanır bir toplumun bireyleri olmaya yönelik teveccüh insanlara sokağı,
itirâzı, isyânı gösteriyor.
İnsânlar tabii ki demokrasiyi, yamultulmamış iletişimi,
gözetlemesiz ve ispiyonsuz özel hayatı, fişlemesiz itirazı isteyecek; içinde
şeref ve haysiyetle yaşanır bir toplumun aynaya bakmaya korkmayan bireyleri
olmaya, toplumsallaşmanın tıkalı kanallarına ulaşmaya çalışacaklar. Bunun
imkânsızlığını düşünmeleri korkunç olurdu.
İnsânların kişisellik ve bireysellik süreçlerinin kanallarını
tamir etmeleri toplumun ve toplumsallaşma ağının normalizasyonunu
sağlamalarından, baskıdan kurtarmalarından ibârettir. İletişimin, retoriğin,
üslûbun tartışma ve tepki konusu olması toplumsal anomilerin giderilmesi
istencinin ifadesidir.
Bu kuşaklar şâibeli sınavlardan geçen, başlarına nelerin
geldiğini merak eden kuşaklar. Asosyal değildiler, ancak, toplumsallaşma
süreçleri baskı altında tutulan, kuşatılmış, engellenmiş kuşaklardı. Durup
dururken bir çılgınlık yapmadılar. İtirâzlarını gerekçelendiren meşrûiyet
iddiaları kibirli bir provokasyona toplumsal muhalefetin tereddütsüz tepkisi
ile detaylandı.
Gezi Parkına saldırı görüntülerinin (örneğin Kırmızı Elbiseli
Hanım'ın biber gazıyla taciz edilmesinin) insanları sokaklara kolayca
döküvermesi toplumun temel haklar konusunda bastırılmışlığını ayakları altına
alarak ”vaad edileduran” hukukuna geri kavuşma özlemini, ”kardeşinin hakkını
savunmamışlıktan kurtulma” istencini apaçık sergiliyor.
Tepki ansızın ve apansız sosyal medya aracılığı ile ortaya
çıkmadı. İlk görüntüler doğrulanıp insanlar ”yetti artık!” dedikten, kendi
ezikliklerini ”tespit edip” sorun haline getirdikten sonra sergilenen ”katıksız
devlet şiddeti”yle sosyal medya etkin bir araç haline geldi.
İnsânlar kendilerini hür ve kişilikli bireyler olarak deklare
etmek (ve dolayısı ile gençleri savunmak) için sokağa döküldüler.
İlk yırtılan 12 eylül ile topluma ve insana giydirilen
inisiyatifsizliğin ve pısmışlığın, toplumsuzluğun deli gömleğidir: Kim ne derse
desin, normalleşiyoruz. ”Vatandaş”, ”yurtdaş”, "komşu" yeniden gün
ışığına çıkıyor!
8 Haziran 2013