22 Haziran 2013

Gezi Dersleri: Normalleşiyoruz, "Vaad edileduran" Hukukumuza Geri Dönüyoruz!


Hiç bir kuşak ”normal” toplumsallaşma süreçlerinden muâf değildir. İnsân olmak, olgunlaşmak zaman ve insanî/toplumsal interaksiyon ister. İnsân insâna açılmadan kendisini oluşturamaz.
Bir kuşağın hayât şartlarını bilmek ayrı, ne yaptıklarını yeni bir canlı türünü keşfeder gibi abartarak sunmak ayrı.
Gezi Parkının esprisi, ilginçliği tek bir kuşağın kestirilemezliği, değişikliği üzerinden değil kuşakların buluşması ve interaksiyonu üzerinden ifâde edilebilir. Buluşma’nın kendisi doğurgandır.
Gençlerin hareketlerini, birlikte hareket edenlerin neye ve neden tepkili olduklarını, bir doymuşluk noktasına gelindiğini fark etmemek; sürdürülen gerilim politikalarının interaktif etkilerini okuyamamak özel bir gayret gerektiriyor.
Burada olmasa başka bir yerde olacak olanın sorumluluğunu veya otantik sınırlandırıcılığını bir kuşağa yükleyemeyiz. Harcanan, katledilen, lime lime edilen iki kuşaktan sonra bir üçüncüsünü fedâ etmeyeceksek olgunlaşan itirâz ve biriken tepki görülmeli, tespit edilmeli; genel hoşnutsuzluk gençlerin kuşak olarak tepkisine indirgenmemelidir.
Gitgide büyüyen, içi dolu bir huzursuzluk; aşağılanmışlık, bastırılmışlık, çamurla sıvanmışlık, müdâhale altında kalmışlık düşüncesi; iletişim kanallarının kendilerine karşı çarpıtıldığını düşünen ve belki de toplumun yarısını aşmaya başlayacak bir kaynama söz konusu idi. Hâlin inkârcıları ve ”pek memnun” kesimler "objektif şartlar"ı oluşmuş bir hareketliliği hoyratlıklarıyla; siyâsîler sürekli hakâret ve tahammülsüzlükleri ile kabartıyorlar.
Telefon dinlemeleri, kasetler, her şantajın yapanın yanında kâr kalması; bazı devlet kurumlarının muhaliflere karşı sahte kanıt veya belge ürettikleri iddiâlarının soruşturulmaması; sabah beşte otel, çadır, ev (ve belediye) basmalar; dinlemeler, izlemeler insanların ruh sağlığına baskı yapıyor. İnsânlar  hükûmet yanlılarının ve devlet memurlarının yanında başka, daha sonra başka konuşur haldeler ve bu toplumun kendini algılayışı zedeliyor, bireylerde (gerçek ya da yanılsama olarak) paranoid, şizoid v.b. davranış bozukluğu komplekslerine yol açıyor.
İnsânın kendisinden nefretini regüle edecek dengeleyici davranış arayışları sosyal alandaki dayanışmaya yöneliyor. Hakîkatten kaçma yerine içinde yaşanır bir toplumun bireyleri olmaya yönelik teveccüh insanlara sokağı, itirâzı, isyânı gösteriyor.
İnsânlar tabii ki demokrasiyi, yamultulmamış iletişimi, gözetlemesiz ve ispiyonsuz özel hayatı, fişlemesiz itirazı isteyecek; içinde şeref ve haysiyetle yaşanır bir toplumun aynaya bakmaya korkmayan bireyleri olmaya, toplumsallaşmanın tıkalı kanallarına ulaşmaya çalışacaklar. Bunun imkânsızlığını düşünmeleri korkunç olurdu.
İnsânların kişisellik ve bireysellik süreçlerinin kanallarını tamir etmeleri toplumun ve toplumsallaşma ağının normalizasyonunu sağlamalarından, baskıdan kurtarmalarından ibârettir. İletişimin, retoriğin, üslûbun tartışma ve tepki konusu olması toplumsal anomilerin giderilmesi istencinin ifadesidir.
Bu kuşaklar şâibeli sınavlardan geçen, başlarına nelerin geldiğini merak eden kuşaklar. Asosyal değildiler, ancak, toplumsallaşma süreçleri baskı altında tutulan, kuşatılmış, engellenmiş kuşaklardı. Durup dururken bir çılgınlık yapmadılar. İtirâzlarını gerekçelendiren meşrûiyet iddiaları kibirli bir provokasyona toplumsal muhalefetin tereddütsüz tepkisi ile detaylandı.
Gezi Parkına saldırı görüntülerinin (örneğin Kırmızı Elbiseli Hanım'ın biber gazıyla taciz edilmesinin) insanları sokaklara kolayca döküvermesi toplumun temel haklar konusunda bastırılmışlığını ayakları altına alarak ”vaad edileduran” hukukuna geri kavuşma özlemini, ”kardeşinin hakkını savunmamışlıktan kurtulma” istencini apaçık sergiliyor.
Tepki ansızın ve apansız sosyal medya aracılığı ile ortaya çıkmadı. İlk görüntüler doğrulanıp insanlar ”yetti artık!” dedikten, kendi ezikliklerini ”tespit edip” sorun haline getirdikten sonra sergilenen ”katıksız devlet şiddeti”yle sosyal medya etkin bir araç haline geldi.
İnsânlar kendilerini hür ve kişilikli bireyler olarak deklare etmek (ve dolayısı ile gençleri savunmak) için sokağa döküldüler.
İlk yırtılan 12 eylül ile topluma ve insana giydirilen inisiyatifsizliğin ve pısmışlığın, toplumsuzluğun deli gömleğidir: Kim ne derse desin, normalleşiyoruz. ”Vatandaş”, ”yurtdaş”, "komşu" yeniden gün ışığına çıkıyor!    
8 Haziran 2013