4 Aralık 2011

Artık Hayatla İlgili Bir Karar Vermenin Zamanı

Bu kadar uzun yaşayacağımı bilmiyordum.
Siyah beyaz türk filmelerinin dünyası benim için hakikatti. Hâlâ da bana nefes aldıran hayat oralarda.
Adam gibi yaşama yolundayken, adam gibi ölmeye dikkatini vermiş bir kuşaktık.
Bin bir bahaneyle idam sehpalarına çıkartılanlarımız yiğitçe ölmeyi bildiler.
Hayatı ciddiye alan yiğitçe ölür.

Zamanı hovardaca mı harcadım?
Hayır.
Elime geçen her günü bir şey öğrenmek, başkalarından birşeyler öğrenmek, bir şeylere karşı çıkmak, bir şeyleri savunmak için değerlendirdim.
Uykuya gereken zaman dışında boş zamanım olmadı.
Boş kaldığımda, yıldızlı bir gökyüzüne bakarken uyku tutmadığımda, zındanda, kuyuda, çayırda, kumsalda ya da bir taraçada olsun şiir sınadım, başkalarının yazdıklarını, söylediklerini içimden geçirdim, dünyayı dinledim, kainat karşıma nasıl çıkıyorsa, öylesini okudum, bir kenarda biriktirdim.

Zamansız, stressiz yaşamayı öğrenmek sanki her daim insiyatif kullanmak için yaratılmışlığın dışına çıkmamla, ne yaparsam yapayım bir kenarda kalmamla başladı. Bunu kendim arzu ederken, bu hal beni arzu etti sanki.

Çırpındıkça boğulacak gibi oldum, hareketsiz beklediğimde de.

Çalışmak, ekmek parası kazanmak, vergi ödemek, sözlerimi tutmaya çalışmak, tutamamak dünyasında yeni bir dil, yeni bir bilim öğrenme, gördüğüm her haksizlığı anında düzeltme arzum kaybolmasa da dünyayı
düzeltmek, dünyaya itiraz yolunda ataklığım kayboldu, dizginlendi. Seyirci olmaktan da çıktım, seyircilik de bir kıvranma yaratır.

İzleyen, okuyan, düşünen, bekleyen, acele etmeyen oldum.

Yaş kemale eriyor. Böyle yapılması gerekse de ömür töürpülene törpülene yarılanıyor.

Haksızlığa direnen elit olmaktan haksızlığa uğrayana dönüşmem, başkalarının söz hakkı içinçırpınırken sözümü ifade edemez olmam, korkunç bir sansürle muhatap olmam elbette meydanı boş bırakmamın da eseriydi. Bu kadar önemli olduğumu, önemli olduğumuzu bilmiyordum. İnsanlığımı değil, haklılığımı sorgularken insanlığı haksız hukuksuz bırakmışım gibi de geldi bir dönem. Yaptıklarımızı yapacak, yapan, yapmış pek fazla insan olmadığını görmek acı vericiydi.

Zamanla bize, bana söyletilmeyenlerin tarihte defalarca yakalanmış olduğuna tanık oldum. Aynı kıvranma ve caresizlikten aynı sonuçları çıkartanları gördüm. Anlamanın bilim işi olmadığını, hayata tanık olma ve dürüstlük işi olduğunu farkettim.

Ah, bir dönüp baksam kaybettiklerime, ne imkanları, ne fırsatları, ne ulaşılmaz görülen ikramları görmeden geçmişim, geçmişiz. Artık geçmişiz de diyemiyorum. Biz diyebileceğim herkesle neredeyse yolum ayrıştı, eskiyi savunduklarında bile bir kapışma ve talan içinde eski biz. Biz artık bir biz değiliz.

İnsanlığa ve dayanışmaya hasret yine de dört bir yandan gelse de, insanlığın can yakıcı çoğu tecrübesini edinmiş ve hâlâ insanlık yolunda devam eden çok az insan kaldı.

Dün yerimize birilerini yetiştirme derdindeydim. Çok hata yaptım. Nasıl söyleneceğini öğretebiliyorsun, ne söyleneceğini kendi hakikatleriyle buluşturmaları gerektiğini bilemezdim. Başarılı insanlar yetiştirdim. Yangından mal kaçırdılar. Bir yerlere geldiler. Ama ilk terkettikleri hakikat, hakikat derdi oldu.

Entellektüel tasarım ne bir kin ne intikam ne şan şöhret arayışı. Demiri sürekli tavda tutma, emek, didinme ve eleştiriye açık durma işi.

Kuramsal Felsefe dışında her alanı küçümsemedim değil. Metinleri metinlere bağlarken, kimsenin bilmediği kaynaklar zihnimde tasniflenmişken, aşıklardan, kimsesizlerden, dertli insanlardan, sufilerden, kenarda köşedeki insanlardan ezber olduğunu düşünmediğim bilgilerimin içeriğinin ufkunu öğrendim.

Geçinmek için dabuka çalarken insan hayatının ritm işi olduğunu anlatırken, zaman yaşantısı üzerine konuşurken faydalanacağımı bilemezdim.

Kimselere iş için yalvarmamak, yalaklanmamak için yaptım çoğu işi. Kimsesizlerin, yalnızların, bir çevre oluşturamayacakların işlerinde çalışmam başlangıçta insanlığa borç ödemek içindi. Bir gazetede, dergide yazları çalışabilecekken can çekişen yaşlıların altını değiştirmeyi tercih ederek mesela, elit bir çevreden imkansızlıkların dünyasının insanlarının birbirine rakip, dayanışma kurması zor ve çetrefilli ufkuna açıldım.

Hayatta yapmam dediğim her işte çalıştım. Temizlikçilikten utandığımı gördüm, utanmayana, başka bir gözle dünyaya bakana kadar temizlikçilik de yaptım.

Ne iş yaptıysam, hakkıyla yaptım. Feylesof olmanın hakkını verebildim mi? Sanmam. Çünkü o kadar değişken, zor, acımasız şartlarda yaşadım ki.

bir patron olmanın hayatıma getireceği değişiklikleri merak ettiğimden işveren de oldum. Bir şey değişmiyormuş, sevindim. Fazla bir şey öğrendim mi? Öğrenmek için girmemiştim ki zaten. Bir çok hesaba katılan şeyin içinde hep o şimdi ne yapacağım merakı da vardı.

Mayamızın aslında ne kadar sağlam olduğunu da gördüm, ben olmam, ben yapmam, bana olmaz dememeyi de.

İtilen kakılanlara dost ve koruyucu olmak kolaydı. İtilip kakılan olmak çok çok daha zordu.

Uzatmayalım. Burada anılarımızı yazmıyoruz. Yazsak mı? Yok canım!

Bir gün bir arkadaş anılarını yazacakmış, hava atıyordu biraz. Ben de yazacağım dedim, yazacağım, herşeyin ne kadar başka türlü olduğunu, yetmişli yıları, seksenli yılları bir de ben anlatayım dedim. Aman sen yazma dedi, anılarını yazacak arkadaşım.

İnsanlar hakikate, insanlığın hakikatine, tarihinin hakikatine ne açıklar, ne hazırlar, ne de ihtiyaçları var gibi görünüyor. Bizler ise hakikat peşinde koşan finolardık/kafkalardık.

Sevgi, aşk, değişim, demokrasi, nefret, dayanışma her bir kavram gökyüzünde uçuşup duruyor. Ne aşkın, ne insan gibi öfkenin, ne de komşuluğun dünyası var.

İnsanlığın geleceği insan tekinin kariyerine bağlanmış görünüyor. Kariyer için satılmayacak bir şey, değer, ilke kalmamış gibi görünüyor.

Sesimi her çıkarışımda muhafazakarlıktan konuşuyor muamelesi gördüm. Sansürlendik, susturulduk. İteklendik.

Oysa, tanıklığımızdan da ürkenler vardı. Savunulanların hakikatinden.

Öğrendiğim tek şey, kendimizin öğrencileriyiz. Söylemek, anlatmak, öğretmek istediklerimiz hakikat kaygısı güdülerek söylenmişse gök kubbede kaybolmuyor. Bir dil, söylenecek bir şeyin, söylenmesi gerekenin dile geldiği yer de. Yeter ki insanlıktan vazgeçmemeyi, vazgeçmeme direncine insanları tanık edebilelim.

Öğrenilecek herşeyi öğrendiğimden değil, hatta gözümde çözülmeyecek, eleştirilmeyecek büyük düşüncelerin, sistemlerin kalmamasından da değil, her zamana yetecek tecrübe ve bilginin olmadığını yeterince öğrendiğimden kendime yeni bir yol çizmem lazım.

Gelecek için bizi hazır kılan hiç bir bilgi yok. Bilgiyi kullanma tecrübesi belki tecrübeye açıklık anlamında tecrübeden de öte bir özgüven, uygulama cesareti.

İnsiyatif teslim olmama işi. Akıntıya kürek çekmeme, geleni de hesaba katma, buyur etme rıza işi.

İşleri uzatmak ya da uzatmamak sadece ömür, zaman ve yalnızlık hesabından gidince anlamanın, hanyayı konyayı anlamanın mantığından kaçış da oluyor. Kaçmıyoruz artık. Bu kadar yeter deme hakkımız, kaçış hakkımızi şikayet hakkımız değil, tersine mükemmel olma derdinde olmayışımız, tevazudan gelen bir hesaba, yani hep bağdattan dönebilecek, dönse bozulmayacağımız bir hesaba dönüşüyor.

Bazan aşkla, şevkle, bazan başkalarına olan borçlarımız ve verilmiş sözlerimiz yüzünden ayakta kaldık, bu kendimize düşen tarafı.

İnsan, kaderinin ne olduğunu baştan bilse bu kadar çırpınır mıydı kaderine karşı desem bugün, bambaşka şeyler söylemiş olurum. Tanpınarın  bir hikayesi, masalı olan adam dediği benim dilimde bir kaderi olan insana/adama dönüşüyor.

Zamanla emeğimi kaybettiğim zamanların hesabına değil, yaptığımı düzgün yapmaya yöneltebildim. Yine de bir şeyler öğreniyor, kaderi insanın insiyatifi karşısında direnebildiğinde. İyi ki.

Yazmak, düşünmek, tartışmak için işleri tasfiye etmem gerekiyor. Yine de kâr zarar hesabı yapmam, işleri bir ya da iki sene uzatmam da gerekse, ömrüm yetmyecek bile olsa, yeni bir döneme insan hayat akışını, gücünü, aşkını, şevkini, dişini, tırnağını hazırlıyor.

İş yapamıyorum. Yatıp uyuyorum. Vücut hazırlanıyor bir şeylere. Rahat bırakıyorum. Bazan benim istediğim işlere doğru yönelmiyor iradem. Ancak, iradenin, aklımda olandan çok daha fazla birşeyler olduğunu, tüm vucudun, aklın, kalp atışının, zembereklerimin için için hazırlandıklarını da biliyorum. Yeni bir bütünlük olarak, kurarak. Hep değişen ve aynı kalan şey'in aslında Mesnevide bir tema olduğunu bilenlerden olabilmek için de olsa, öğrendiklerimin ezberden, okullarından çıkması, hakikatleriyle buluşması güzel bir şey.

Tek başına kalmayı göze alışım ne ukalalıktandı, ne akılsızlıktan. Talebim anlamaydı. Anlamanın ahlakında karar kıldık. Kimileri artık yaşamasalarda, sözleri aramızda kalmış dostlar edindik.

Niyetimiz bu uzun ve anlamsız görülen dehlizler, zındanlardan geçmek değildi, kütüphaneleri, ders vermeleri tercih ederdik, ama ne güzel ki hayatla sınanabildik, hayatlandık, kimselerin göremeyeceklerini gördük, piştik. Çaresizliği de öğrendik. sessizliği de.

Herşeyin bir zamanının oluşu, haklılığın bile bir zamanının oluşu, çoğu iddianın meşruiyeinin bile bir zamanda oluşu öğrendiğimiz.

Haydi artık bir şey yap diyenler bizden uzak. Bir kediden bile ders alınacağını bilemeyenler bizden uzak. Elit olduğumuz, yakışıklı olduğumuz, geleceğimiz parlak olduğu, doğru çeverelerden geldiğimiz için bize yakın duranlar bizden uzak. Çok pahalı mı ödedik? Yok canım!

Kaybetmeden arınılmaz.

Yine de sağlık ve bizim dışımızdaki bin bir alem sözümüzün üzerine söz söyleyecek olan.