2 Aralık 2011

Anıtsal (Monumental) İdam

İhtilaller istilalara da benzer.
İlk anıtları kellelerden, cesetlerden kulelerdir.
Yeni iktidar, düşmanının ölümü göze alması için, ya da göze alamaması için değil, iktidar olduğunu kanıtlamak, ispat etmek için kan döker.
Korunmak için sığınılan artık ölümcüldür, öldürücüdür. Nasıl olacağı bilinmez bir boyun eğişin dışında kaçıp gitmek dışında bir yol yoktur.
Kaçıp giden de, yakan yıkanın sözcüsü, habercisidir. Geleceği söyler. Hazırlığa yol açsa da, ürküntüye de yol açar. Fazla hazırlık da bıkkıntı verici, dağıtıcıdır. İşgal istemeyen işgal edeceğin toprağına yönelmesi gerekir, ancak yönelmez: İşgal bekleyiş, yerinden olamazlığın işaretidir. Yerinden yurdundan oynayamayış göçebe olmamak değildir. Medeniyetini tecrübe üzerine kurmamaktandır.

Yeni iktidarların zındanları yıkışı bir özgürlük ilanı değildir çoğu kez. Bir korkunun, dehşetin silüetini, simgesini, girilemezini, çıkılamazını yıkıştır.
Bastil baskını da bir anıtsal idamdır, idamların, dökülen kanların jeneriğindedir, jeneriğidir.
Yedikuleye ısrarla gözünü diken muhalif geleceğini oradan ilan etmeyi umuyordur.
Mamak Cezaevi yıkılmadan bir zulmün, bir devrin yıkılmayacağını düşünüş ihtilalci düşüncenin gereğiydi. 
Namlı, kanlı zındanların yıkılmasına, otele, gazinoya, kütüphaneye, sinemaya dönüştürülmesine karşı çıkışlar zından merakından değildir. Zındanını yıkamadan özgürleşilmeyeceği sezgisindendir. Bireyler üzerinde psikanalitik, topluluklar üzerinde sosyalpsikolojik temelleri kof değildir.

Yıkar, bastiline koşar, sonra kalanı restore edip kültür merkezi, otel yaparsa yapar. Hapishane değildir merakı. Özgürleşmesini tamamlamaktır. 

Hapishanelerin korunması için girişimler de çoğu kez bu minval üzerindedir. Silinip gitmesine müze olmasını tercih eder.

Hapishane, zından, işkencehane yıkılışın, çöküşün de anıtıdır. Hapishanesini koruyan, dönüştürmeyen yıkılışını da seyreder!

Çöküşün hapishanelerini muhalif en güzel gerekçesi olduğundan ayakta tutmak ister. TYıkarken de çöküşün hapishanesini değil, hapishanenin zulüm geçmişini yıkar, en güçlü döneminin gölgesini kaldırır, sarsar.

Anıtsal idamlar kanlı olmak zorunda da değildir. Sadece monumental, kolossal olmak durumundadır.

Cesetler üzerinden monument kurmak uçsuz bucaksız bir zulümdür bu yüzden. Başlayan, çoğu kez zulmünü bitiremez.

Ceset üzerinden monument yıkacağı semboliğinin olmamasındandır, devasa sembolün olmamasından çok. Köksüzlük ifadesinden çok, işgalcinin köksüzlüğüdür kan akıtmadan başka yıkım aratmayan.

İhtilal ne kadar kanlıysa o kadar ihtilal idi çoğu ihtilalcinin gözünde. Bununla kastedilen iki ayrı şeydi. Amansız bir zulüm altında kalmışlık, fedakarlık, can kaybı; karşı tarafa karşı ve karşı taraftan gelen ölçüsüz şiddet...

İhtilalleri ortadan kaldıran bir ihtilal iddiası vardı ve bu hepsinden daha şiddetli olmakla söz konusu edilebilir düye düşünülmüştür çoğunca, muhakkak ki. Oysa, şiddeti, yıkımı, cesetler üzerinde yükselen kuleleri yapan ruhu, vahşeti yıkmaktı söz konusu edilmesi gereken.

Vahşeti yıkan, medeniyeti kandan, kinden kurtaran bir devrim devrimi de, ihtilalciliği de devirecek bir ufuk isterdi. İhtilal mantığına teslim olmak, ihtilalin mantığını devirecek ufkun yoksa alır götürür. Çoğu demokratik devrim, özgürlük hareketi toprağının derinliklerindeki kaynayan kana, lava, ateşe teslim olmuştur.

Yıkım semboliktir. İdamlar geleceğin nereden belirleneceğinin ilanıdır.
İdamların showbusiness'a dönüşmesi, dramatiğindendir. İnsanlaştırma, garipleştirme, fanileştirme, uçurma, ulaşılamazlaştırma, dehşete düşürme, kan üzerinden eğlendirme kanlı bir festival ortamında yeniyi şekillendirmedir.

Vakvak ağaçları dallarında sallanan insan parçaları gücün, güç mistiğinin gelecek ilanıyla, geleceğin yönü ilanıyla sergilenmesidir.

Babilin, Kartacanın yıkılışı, İskenderiyyedeki yangınlar Moğol İstilalarından çok çok evveldi. Moğollar kendi icatlarıyla gelmediler. Ele geçirmenin, dönüştürmenin gelenekselleşmiş imkanları, araçları, güdüleri, yeraltında hep korunmuş kurumları ile geldiler. Kurum, hücresinden serbest bırakıldı. Zinciri çözüldü.

İşgalin, ihtilalin yeniden kuruculuğu, çoğu medeniyet kurma iddiasının ilkel bir akışın serbest bırakırlığı üzerinden gider. Kötü cinler şişeden bırakıldılar mı, bırakanı da dinlemezler, şişeye de sığabilecekleri artık düşünülmez olur. Büyür, yuvarlanır, çığ olur. Dehşet, dehşet ırmağına dönüştüğünde yönünü kaybeder. Büyüyen şiddet bir balon gibi patlar. 

Her tufandan sonraki güneş yine doğar.

Festival, oyun üzerine düşünceleri idam ve kan festivallerinin sosyal psikolojisinden de sınamak lazımdır. En eski toplum mühendisliğinin savaş siyasetleri, iç savaş manevraları üzerinden gerçekleştirdiklerinin kurmay sınıfı ülke ülke, güç güç, iktidar iktidar dolaşsalar da, bir bilgi kardeşliği, dayanışması içindelerdir, tarih boyunca. En devamlı bilgi ve eğitim kurumlarından birisi devrim, karşı devrim, ihtilal, ihtilal bastırma dönemlerinin mühendislik birikimidir.

Marksizm de bu zinciri kırabilecekken, mühendisliğin ruhban sınıfına teslim oldu. Eleştirel ruhunu kaybedişi, zamanla iktidarla olmadı. En arkaik kurumu, en karanlık gölgeyi şişeden bırakarak yaptı. Marksizm için geç değil yine de: İhtilal teorisi olma yerine zulme, sömürüye, ırkçılığa, kavmiyetçiliğe bir karşı duruş, eleştiri olarak.

İhtilalciliği meşru kılan kendi mantığı değil de, dünya hali, halleri olmuştur. Artık yeter diyen insan, kaynayan toplumlar öfkelerini serbest bıraktıklarında, yitirecek birşeyleri kalmadığında değil, yitirmeye değecek bir şeyleri kalmadığında ihtilaller sokağa ait olur. Sokaktaki meşruiyet iddialarında bulunmaz. Sokaktadır. 

İşgallerdeki direnişler de öyledir. Savaş iyidir kötüdür gerekçeleri falan konuşulmaz. Konuşmadan, gerekçelemeden karşı koyulduğunda direnişler kanallarını bulur, yataklarına akar.

İhtilaci kanlı, şiddetli bir yola taptığından değil, kendisini onun içinde bulduğundan en öndedir. Çoğu kez akışı zaptetmek, delicesine akışı dizgine almak için.

İşgalleri, istilaları tetikleyen şey ile, direnişi tetikleyen birikimler farklı olabilir. Fizikokimyadaki entropi kavramının bu birikmelerde kavram olarak kullanılması, analoji de olsa, ilginç bir analoji. Oğuz Atayın hasta yatağında kaleme aldığı hatıralarında lümpen proleterya üzerine düşünmesi, düşüncelere işaret etmesi, oyun kavramını kurcalamaya devam etmesi, ahistorik ve dinamik olmayan bir sosyolojinin peşine düşmesinden değildi. Toplumsal interaksiyonun izine düşmüşlüğünün ifadesiydi.


Moskova Mahkemelerinde Bukharinin (yanlış hatırlmıyorsam) tavrı, çoğunluğun devrimi evlat gibi görüp feda etmeye yanaşmayıp "suçlarını itiraf etmeleri" ilginç bir teatraliteye örnektir, eskiler de  benzerleri üzerine düşündürücüdür. Suçlu olmadıklarını bilen bir topluluğa, suçlu olmadıklarını bilen ama geleceğin güvenliği açısından onları suçlu gören bir planlayıcı hukuk ile girdikleri interaksiyon, alışveriş ilginçitr. Devamlılığın, iktidarın, ufkun yönüne işaret eden bir hukuk oyunu. Hakiki insanlarla, canla, kanla. Tarihin şaşmaz akışı için olmasa da, gelecek güzel günler ihtimali için, tariihin kendisini düzeltebilirliği düşüncesiyle belki aradan çekilme.

(burada sadece düşünmeye çalışıyorum, "düşünce tarihi yapmak" gibi bir derdim de yok. İdam üzerine düşünmek için ezberimin dışındaki kavramlara dinamiklere çağrıda bulunuyorum: Gelin zihnime de sınayalım onca iddiayı... Düzeltilmedi. Online yazıldı. İhtilali övüyo, ihtilae sövüyo diyen beni okumasın, işine baksın. Ben henüz ne söyleyeceğimi, lafı nereye getireceğimi bilmiyorum. Taksim geçiyorum, berceste mısraı arıyorum... İşte öyle bir şey...)


Devam için: Yeni dönem eskinin hapishanesini kullandığında aynı zulmün takipçisi, devamcısı görülür. Aynı kadrolarla. İranda SAVAK'ın işkencehanelerinin kullanılması zulmün iktidarının devamı için gösterge olarak kullanıldı. Sonra bırakıldı. Din üzerinden eleştiri veya sloganlar tercih edildi. Şah dönemini kurtardı ve akladı bu retorik. Belki yalnız retorik değil, ihtilalci halin bu kadar uzun sürüşünün diyaspora ve toplum üzerinde etkileri. Şah unutuldu sonunda.

Bizde yeni hapishane kampüs-kompleksleri üzerinde de düşünmek lazım. Bir geçici mimari, genişleyebilir "organik yapılar" (topkapı sarayı, köyevleri gibi) üzerinde durmak lazım. "Bir düşünenimiz" varsa neyi düşünmüş olabilir, bu yeni infaz-hukuk kampüs-komplekslerinde. İnzibat-infaz-hukuk komplekslerinden kaçınmak hangi tecrübenin eseri, devrede bir tecrübe varsa?

Olağanstü hal semboliğinden, ihtilalci retorikten kaçınıyor mu ihtilal karşıtlarımız? Düşünmeye çalışacağız. İdam konusu ile ilintili düşündüğümüzden, konuyu sınırlı olarak ele alacağız. Ancak idama bakış "pragmatiklerinden" de konuyla bir ölçüde bağ kurulabilecektir, sanıyorum)