İsveçte iki sosyal demokrat lider yakın zamanlarda katledildi. İlki Olof Palme, parti başkanıydı. İkincisi Anna Lindh, dışişleri bakanı ve parti başkanlığının en güçlü adayı. İki cinayetin de kamuoyuna yeterli bir açıklaması yapılmadı.
Lindh'in ölümünden sonra aday çıkmadığından bir kredikartı skandalıyla bu görevi yıllar önce devralma şansını kaçırmış, siyaseten zayıf bir konumda olan Mona Sahlin'e parti başkanlığı devredildi. Bu geçici bir görevlendirme olabilir, çünkü Mona Sahlin'in nasıl bir iç ve dış politika izleyeceği belirsiz ve bir çizgi sahibi olacak kadar köklü bir konumu yok. Lindh ise Palme kadar angaje bir politikacıydı. Köklerden, gençlik hareketinden geliyordu. Yere sağlam basıyordu.
Geçenlerde bir sosyal demokrat milletvekilinin CHP'nin sosyalist enternasyonalden atılması için önerge vereceğini türkiyedeki şimdilerde pek globalist ve enternasyonalist cemaat gazetelerinden okuduk. Gerekçeleri ağır. Haklı yanları da olabilir. Haksız yanları da.
Ancak yıllardır SAP'da da demokratik bir görev değişikliği göremedik. Skandallarla uzaklaştırılanlar inatla görev başına getirildi. Bakanlıklara, büyükelçiliklere, eyalet valiliklerine. Skandallar sendikaları, kamu sendikalarını, siyasetin kurumlarını defalarca altüst etti.
Halk iradesi SAP'da da yeterince tecelli edememektedir. Bir uzlaşma kültürü vardır ancak, uzlaşma kültürü her defasında demokratik olamamaktadır. "Kimin uzlaşması" sorusu da önemlidir.
Yetmişli ve seksenli yıllar sosyal demokratların sendikalar, işveren kuruluşları ve burjuva partileriyle (isveçte öyle denir) birlikte soğuksavaşın savaş kurumlarına katıldığını, bu kurumun insan hak ve özgürlüklerini çiğneyen fişleme, izleme faaliyetlerde ve müdahalelerde bulunduğunu tartışmakla geçti. Bu kuruluşlara katkıdan ötürü hiç bir barış güvercini lekesiz çıkamazdı, çıkamadı. Palme dahil.
İkinci dünya savaşı sırasındaki bazı karanlık ilişkiler de kolay açıklanamamaktadır. Pasaportlara vurulan damgalar hangi ülkelerin isteği üzerineydi? Kim nerelere ne satmıştı? Savaş zenginliği nedir, ne değildir? Uzatmayalım.
Irk Biyolojisi'nin kurumlaşmasında da sosyal demokrat fikir ve devlet adamlarının çabaları inkâr edilemez. Irk hijyeni kavramı vesaire, sağlık politikalarının bir parçasıydı uzun yıllar.
Bugün bu kurumlar yoktur. Ama ne üzerlerine tartışılmıştır, ne de korporativist siyasi kültür değiştirilmiştir.
İsveç dünyanın şanslı bir köşesinde, çölgeçen hanı olmayan bir bölgede, sert bir merkeziyetçilik ve devletçilikle homojenize edilmiş bir demografisi, zengin doğal kaynakları ve tartışma konusu edilmeyen ama hiç de azımsanamayacak siyasi skandal ve sorunlarıyla geleceğini aramaktadır.
Aradığı gelecek kendi geçmişiyle hesaplaşmadan kaçınarak, başkalarını eleştirerek sağlanmaya çalışılmaktadır görünüşe göre. Bir başka yoruma göre bunlar reel politikadır. Bir şeyler alınır, verilir. Ama kim kimin adına hareket eder anlaması hayli güçtür.
Sosyalist enternasyonalin ilkeli bir kurum, ilkelerin kurumu olması hali sadece sevindiricidir. Bugüne kadar bu ilkeleri uyguladığını pek görmesek de. İlkeler ne olmalıdır? Milliyetçi olmamak, kavim partisi olmamak mı? Peki CHP'nin ihracını ağzından duyabileceğimiz Sayın Başkan Papandreu'nun partisinin adı nedir? Pan Helenik Sosyalist Parti. Bu hususda kendisinden bir itiraz bekleyebilir miyiz?
Irkçılık karşıtlığı, azınlık düşmanlığı? Irk Biyolojisinin hesabı sorulmuş mudur? Bu konuda bir içtihat oluşturulmuş mudur? Bu konuda ne bekleyebiliriz? Başvuruyu yapanların uluslararası hukuk diye bir bilgi alanları var mıdır? Yoksa geçmişe yaptırım yoktur ilkesine mi sarılacak bir hukukî naivizmden yola çıkmaktadırlar?
Olası darbelere hayırhah davranmamak, onaylamamak? Ülkemizdeki 12 Eylül darbesine destek sağlayan sosyal demokrat partiler olmuş mudur, CHP yöneticileri Zincirbozandayken? Hem evet, hem de hayır. Destekleyenler ne gibi imkânlar sunmuşlardır Cuntaya? Bunlara karşı hangi enternasyonal tavır alınmıştır? Her hangi bir parti özeleştiride bulunmuş mudur?
Avrupalı sosyal demokratların ilkeli davrandığı olmaktadır. Ama ilkelerin unutulduğu, kuralların işletilmediği, reel politikanın hakim olduğu, saray darbelerinin peşpeşe geldiği zamanlar da çoktur.
İncitici olan, barbarlığı başkalarının genetiği, kültürü biçiminde gerekçelendirmeleri, dile getirmeleridir.
Elbette, yakın bir zamana (Ivar Lo Johansson'a göre1950'lere) kadar yaşlılarını öldüren bir toplumun, insancıl, koruyucu, kollayıcı, dayanışmacı politikalar izlemesi güzel bir gelişmedir, gurur vericidir.
Barbarlık, zulüm, gaddarlık, sadece başkalarını eleştirerek değil, kendi hesabını da toplumuna vererek, eski siyaset mekanizmalarını artık devam ettirmeyerek olur.
Zordakiyle dayanışmayan, Serebrenicada sivilleri katlettirip sonra da katliama bekçilik yapanlara madalya takan kafa yapılarını; El Gurayblara denetleyiciden önce savaşa asker gönderen kafa yapılarını mı insan hak ve hukukunun savunucusu olarak göreceğiz? İsveç bu sorunları aşmış bir ülkedir, hakkını verelim.
Sosyalist Enternasyonal CHP'den, CHP yönetimi de onlardan bıkmış olabilir. Ancak liberalerin, global sermayeci dindarlarımızın, CHP'de ve hiç bir yerde tabanı olmayan kıymetli "sol" sosyal demokrat muhaliflerimizin kışkırtmasıyla, kendi ülkesindeki antidemokratik geçmişle ve onun kalıntı ve kırıntılarıyla boğuşmayı asla düşünmemiş, biri müstakbel iki başbakan katline hiç bir açıklama getirememiş politikacıların başvurusuyla ancak reel politik bir karar alınır. Bir al gülüm ver gülüm işidir.
İlkeli, demokrat, her ülkeye, her halka kendi halkına baktığı gözle bakan; her katliama, idama, darbeye, hukuksuzluğa peşinen karşı çıkabilen insanlar bu başvuruyu yapmadıkça, "gene neler dönüyor!" demekten kendimizi alıkoyamayacağız.
CHP olması gerektiği gibi değildir. Demokrasisi kusurludur. Ufku sınırlıdır. Ancak, onu yargıç önüne koyacaklar, önce kendi dokunulmazlıklarını kaldırmalı, kendi geçmişlerini tartışmaya gönüllü olmalıdırlar.
Sosyalist Enternasyonal bugüne kadar büyük ilkelerin savunulduğu bir yer olmadı. Olması iyi olurdu. Ancak bu kadar çok reel politika, yerel ilgi ve çıkar bundan fazlasının ve bundan basitinin diplomasisini kuramaz.
CHP içinde Sosyalist Enternasyonalde kalıp kalmayı bir ilke sorunu olarak görenlerin karar vermesi daha sağlıklı olacaktır. Eğer kalma yanlısı olanlar varsa, onları zorlama, onlara dayatma yapma, onları kışkırtmadan öteye gitmeyecektir çeşitli "dış müdahaleler".
Cemaatcilik, reel politika, rantiyeliğin ufkundan ilkeli karar verme imkânı yoktur. Aklı başında bir avrupa politikacısı da bu parodide rol almayacaktır, almamalıdır kanaatindeyiz.