10 Haziran 2007

Bir Savaşın Vitrini

Savaşa karşı olan partiler vitrinlerine Irak'a müdahaleyi şart gören, ya da müttefiklerimize hoş gelen isimler yerleştiriyorlar.

MHP'de Deniz Bölükbaşı savaşın sözcülüğünü yapan isimlerden.

MHP Irak sınırlarından içeri operasyonlara sıcak baksa da, doğrudan müttefiklerin yanında savaşa katılmamıza sıcak bakmadı. Hattâ tezkerenin geçmemesinden şikayetçi olmadı. Bu konuda CHP'ye sıcak da baktı. Savaş yanlısı bir retoriği öne çıkarmadı.

Seçim kampanyasında seçim öncesi belki de düşünülen CHP- MHP koalisyonunu gündemden çıkartıp, vitrine Bölükbaşı'nı koyarak "Irak'a Türkiyenin çekilmesine MHP ne diyecek ?" sorusunu cevapladılar.

Ulustaki patlama, mayınlı saldırılar Irak'a müdahaleye tabanın ikna edilmesini de kolaylaştırmış olabilir.

CHPye katılan DSP'ye gelince "Biz Iraka girmezsek, Irak bize girer!" diyen bir partiydi. Varolan partilerin içinde en net "Ordu Irak'a!" diyen parti. CHP'nin bu yeni kanadı, sınırlı operasyondan öte sınır değişikliklerini, savaşta daha kapsamlı bir rolü onaylayan bir kanat.

Aday listelerinden önce Ahmet Tan'ın silindiği haberiyle karşılaştık. Ahmet Tan silinmişti ama Tayyibe Gülek "merkezce" istenenler arasındaydı. daha sonraları Ahmet Tan'ın da listelerde seçilebilir bir yer aldığını gazeteler yazdı.

MHP prensipte Kerkük Musul meselesini önemsese de, savaş konusunda DSP'den daha temkinli idi. DSP savaş vurgusunu yeniden yapmak durumunda değildi. Müttefiklere mesajının Tayyibe Gülek olduğunu düşünüyorum. Yasemin Çongar'ı aday gösterseler ancak bu kadar mesaj verebilirdi. Ecevitin hastahane rezaletinin unutulduğu mesajı mı verilmektedir, bilemiyorum. Gülek'in Dervişlerle hareket etmediğini de düşünebiliriz.

Gelelim Tayyibe Gülek'in siyasi tavrına. Geldiği çevreden daha ulusalcı olması da, parti disiplinine uygun davranmış olması da mümkün. Kendisini bu defa daha iyi tanıtma şansına sahip olacaktır. Vitrindedir. Ancak adı Aylinle geçmektedir. Kasım Gülek'in kızıdır. Baykal'ın gözü üzerinde olacaktır. Yakınında tutacaktır, hemen uzaklaştıramadıklarına ve diplomatik dokunulmazlığı olanlara böyle yapmaktadır, ilk elde. Gülek Rahşan Hanım diplomasisinin flamasıdır.

CHP de Irak'a müdahale konusunda yumuşamıştır. Orduya ters düşmemektedir. Özkök zamanında bundan kaçınılmamıştı. CHP de vitrin sorunu daha savaşcı DSP ile ittifakla çözülmüştür. Gerisini Baykal beyanatlarıyla ve vurgularıyla tamamlamaktadır.

Demirelin adayları CHP'ye tereddütlü, ama DP'ye barajı aşamayacağı için oy veremeyecek kesimlere açılan bir kapının ötesindedir. Olası bir Irak dayatmasında bir milli koalisyon, eski ödünç oy koalisyonu protokolü devreye sokulmuştur.

Demirelin ODTÜlüler nerede demesi bir tesadüf değildi. Gençlik hareketini bulamamış ya da susturmuş, kitleleri meydanlardan ve siyasetten soğumuş bir ortamda siyaset yapılamadığını, manipule aktörlerin rlünün daraltılamadığının, siyasetin toplumsal temellerine oturamayışını da farketmeye işaretti. Demirel Demireldir. Gençlik de kuşkusunda ve öfkesinde haklıydı.

Türkiyede siyaset sıkışmıştır, manipulasyona açıktır. Köklü, dengeleyici aktörlere, demokrasiyi garanti edebilecek, benimseyebilecek dinamiklere halk, gençlik, çevre, kadın ve işçi hareketine ihtiyaç vardır. Halk hareketleri mumla aranmaktadır. Ama halk, çağrının geldiği yerlere tepki duyabilmektedir.

Hurşit Güneş, Mustafa Sarıgül ve çevreleri partiden uzak tutulmuştur. Vitrinde neyin olmadığı vurgulanmıştır. Livaneli, Günay, Moğultay ve benzerlerinin uzak tutulmasına aynı vurgu yapılmamaktadır.

MHP ve daha ılımlı da olsa CHPnin TUSİAD'a tavırları vitrinin ışığıdır. Patronun kim olduğunu, kim olmadığını, kimlerle, hangi renklerle uzlaşma durumunda olup olmayacaklarını okumamıza fırsat vermişlerdir.

TUSİAD'ın girişimleriyle turuncunun bu sene moda renk olmayacağını çıkarabiliriz. TUSİAD turuncu mu giyinmekteydi, bilemeyiz. Öyle giyinmeseler de araya girmelerini onaylamadıklarını düşünebiliyoruz.

Türkiyenin devamında tereddütü olmayan bir odakla bazı pazarlıkların yapılabileceği, yapılmakta olduğu, yapıldığı, yapılacağını var sayabiliriz.

Ancak MHP'nin vurgusu "kimseden izin almadan, kimsenin ayağına gitmeden"dir. CHP'de aynı dilden konuşmaktadır. Derviş öncesi ve sonrası DSP'de de benzer bir tavır vardı. Benzer ama, Kemal Dervişle bir o kadar gönüldaşın da partisi idi.

CHP, DSP ve MHP açısından devletle yapılan pazarlıklar yeterlidir tavrını okuyoruz. Pazarlıklara katılmış bürokratlara listelerinde yer vererek bu pazarlıkların tecrübesini paylaşıyorlar ve devamlılığının da mümkün olduğuna vurgu yapıyorlar.

CHP, MHP ve DSP kendi tekil partilerinin bir pazarlıklar koalisyonu olmasına izin vermeyeceklerine vurgu yapıyorlar. Liderliğin ötesinde bir dış politik diplomatik libertarianite olmayacaktır. Bu partiler, örneğin güvenilir ve ciddi bir kurumla "müttefikler"in yaptığı pazarlıkların arasına pek girmemeyi tercih edeceklerdir. Pazarlığı, hesaplaşmayı, tartışmayı devletin içinde ve resmi kanallarda tutacaklardır. Daha ketum ama daha kolay anlaşılabilir, çözümlebilir bir dış politik hat gözlemleyebileceğimizin sinyalleri verilmektedir.

Gözlemimiz, bu partilerin henüz iktidarı oluşturabilmenin objektif ve subjektif şartlarını oluşturamamış olmalarıdır. İktidar alternatifidirler. Güç kazanmaktadırlar. İktidar olma olasılıkları mevcuttur. Ancak uluslarası konjunktur ve diğer aktörlerin hareketleri kendilerini etkileyebilecek durumlardadır.

Etkileyebilecek aktörleri ilerde bir başka yazıda ele almaya çalışalım.

AKP? Bildiğimiz AKP. Daha modernist bir vurgu. Daha sakin bir parlemento kadrosu. Sol ve sağ lliberallerin desteğinin öne çıkması. Cemaat kadrolarının arka plana kaydırılması.

AKP ANAP'a nazaran daha da özelleşmiş bir parti. Dünyanın en özelleştirilmiş partisi belki de. O kadar çok uluslararası kanal, ilgi odağı, kurumlar koalisyonu bir arada görmedik. Bunlara belli bir çekidüzen verilebilir mi? Bu açık toplum duygusundan ötede bir şeyi bir insiyatif kaosuna işaret olarak mı algılanmaktadır, yeterince değerlendirebilme imkânına sahip değiliz. Nedeni genel imajın, AKPnin olmuş bitmiş bir pazarlığın, stratejinin, koalisyonu oluşudur. Oysa, bu doğru olmakla birlikte, dinamik paralel kanallar, ilgiler, çevrelerin diyalektiği ya da networku olan bu partinin kurumsallığı ciddi bir analize tabi tutulmamıştır.

AKP Neoconlara yaklaşabilecek midir? Neocon-Global Sermaye çekişmesini merkezde Neoconlar kaybettiğinde bize yansıması ne olacaktır?

AKP, müttefiklerce gözden çıkarıldığında kolay çözülecek bir parti midir? Ne kadar direnebilir? İzlemeden göremeyeceğiz. Direnecekleri, direnemeyecekleri durumlarla yüzyüze bırakılabileceklerdir. Koalisyonvari yapıları, dinamiklerden kolay etkilenebilen bir yumuşakkarın da oluşturmaktadır.

AKP'de ulusalcı guruplaşmalar tasfiye edilecektir. Bu onlara örgütsel daralmaya yol açtığı kadar parlemento içi manevra kolaylıkları sağlayabilir. Şener'in son yıllarda çizebildiği devlet adamı imajını beraberine alarak partiden uzaklaşması partinin çözülme noktalarında zaafiyete yol açacaktır.

Şenersiz bir vitrin, daha liberal, daha özelleştirmeci, daha homojenimsi görünen bir koalisyonvari yapı oluşturacaktır. AKP'de uzlaşmış yapılar çok katlıdır, çoğuldur. Ancak ilgi ve alakaları benzeşmektedir. Tarzları da. Her birinin uluslararası kanalları, ekonomik ve siyasî "knowhowları" içiçe değilse de paralel ve yanyana bir aktivite gösterecektir.

Ordu dışpolitik bazı pazarlıkları ilgi ve alâka alanına almıştır. Uluslararası siyasetin askerileşmesinin de bir sonucudur bu. AKP dışındaki partiler dış politikanın devlet kurumları aracılığıyla yürütülmesinden yana olacaklarının işaretini vermektedirler. Ana hatlara daha müdahil olacaklardır. Özel danışman ve işadamı diplomat tipi devre dışı kalacaktır.

Ordudan da muhtıraya rağmen, siyasi alanın dışına çıkma sinyalleri gelmektedir. Muhtıra AKP ve Ordu'nun dışpolitikada uzlaşamaz duruşlarındandır. Bir geçici uzlaşma söz konusu olsa dahi, hatlar, çizgiler, renkler ayrışmıştır.

Ben AKP Cumhurbaşkanlığında uzlaşsa (ki bu türban meselesinden çok nasıl bir dış politika konusu imiş gibi gözüküyor) muhtıranın engellenebileceğini düşünüyorum. Ancak, devlet aygıtı gene de zorlanacaktı. "Müttefiklerimiz"in kendi yapısal sorunları ve çekişmeleri savaşın sınırında bizi her daim zorlayacaktı. Devlet içi sürtüşmelerin sona ermesi söz konusu omayacaktı.

Muhtıra verilmeden olmaz mıydı? Evet. Eğer ordu on iki eylüllerde ve on iki martlarda aydın ve gençliği, politik partileri adeta tüm kurumsallıklarıyla tasfiye etmese bunlar olmayacaktı. Yirmi yedi Mayıs dış politikamızı iddiasının aksine daha da bağımlı yapmıştı.

Bu gerilimin, bu budanmış siyasî, sosyal yapıda muhtırayla bitmemesi şaşırtıcı olurdu. Bu konuları yeniden ele alacağım.

Ordu bir yandan müttefiklerle Irak konusunda bir tartışma konusunu açık tutarken diğer yanıyla renkli devrim ihraçlarına, ngo'ların faaliyetlerine müdahil oluyor. Artık sorun bir ulusal güvenlik ve ulusal uzlaşma konusu haline gelmiştir, ve vurgulanan budur.

Bir başka vurgu uzun vadede Nato'dan çıkma zorunluluğudur. Bir tabu kırılmıştır. Eskiden bu demokrasinin ön koşulu gibi düşünülürdü, bugünkü Hava Kuvvetleri Komutanının ağabeyi bile soğuk savaşta sokakta vurulabilirken (Bedrettin Cömert). Bu şartı koşmak, bu hayali konuşmak bir zamanlar evinin önünde vurulmak demekti. Bugün dile emekli generaller tarafından getiriliyor.

Bugün Nato'da kalmak solda ve sağda taraftar bulabilir. Global bir rol edinmeden demokrasinin olmayacağına inanmış kesimler var ve demokrasi yerel lokal bir sorun olarak (da) görülmeyebiliyor bu kesimlerde. Daha bağımsız bir ordunun daha baskıcı olacağı korkusu hakim. Oysa neden tersi söz konusu olmasın?

Ben şu zavallı durumumuzda Nato'dan çıkmamız ya da Natoda kalmamız sorununa öncelik vermiyorum. Bunun telaffuz edilebilmesi, vurgulanması, demokratik bir açılım olarak da düşünülebilir bazı kesimlerce. Bu da önemlidir.

Avrupa güvenlik projesinden çekilmemiz bir başka işarettir. Bir hukukun vurgulanmasıdır. Önemsenmesi gerekir. Basit bir diplomatik manevra ya da baskı meselesi değildir. Başkalarının karar verdiği savaşlara, yeni korelere kurbanlık asker göndermeyebileceğimizin de bir işareti olabilir, ezbere bir kenara atmazsak.

Ordunun açılımları AKP ile uzlaşır bir mahiyette değildir. İki proje birbirinden farklıdır.

AKP ile muhalefet arasında, sol ile sol arasında, sağ ile sağ arasında, dindarlarla dindarlar arasında yerellik mi, globallik mi; ulusal devletleri tasfiye etmek mi etmemek mi arasında ciddi bir farklılaşma mevcuttur.

Ulusal devletleri eleştirmek, global bir paryalığı öngörmeyebileceği, kendiliğinden demokratik oluvermediği gibi; ulusal devleti savunmak bağımsız olmanın ya da demokratik olmamanın sebebi ya da sonucu değil.

İnsanların kardeşliği, sınırların ortadan kalkması işgal ve sömürgecilikle, savaş ve kanla olmayacaktır. Hakla hukukla, insanlığı hakim kılmakla ve truva atı değil insanlık ihraç etmekle mümkün olacaktır.

Söylenecek ne çok şey var!