1 Kasım 2007
Leyla, Mecnun, Çöl ve Ben Divanı 1
1)
Kız Oğlana dedi ki:
Bahçelerde sabahlamadık, günün doğuşunu seyredemedik, goncanın açışını yaşayamadık, işte ondan.
Oğlan Kıza Dedi ki:
İlk gülümsemeni bekledim başucunda, hastayken, kaybettim, kayboldun sanırken. Kainat gonca olup açıldı, sen uyanıp da bana gülümserken. Gün seninle doğdu, ay teninde parladı. Bahçeler hayat kokunla bahçemize aktı. Sabahımız akşamımız kalmadı.
Kız Oğlana dedi ki:
Seni daha fazla bekleyemezdim. Hasretine dayanamadım. Nerelerde olduğunu düşünmeye dayanamadım. Yandım. Çöl içime aktı. Daha kolay olmalı, daha serin, daha ferah olmalı aşk.
Oğlan Boynunu Eğdi:
Seni hayat boyu bekledim. Daha fazla beklemeliymişim, O sen idiysen. Az beklemişim. Daha derin, daha yakıcı olmalı aşk. Yine de sana bir gölge sunamadım, seni koruyup kollayamadım, divane oldum, eve ekmek derdinde bir divane oldum, sana koşturacağıma, avlandım, sana yemiş topladım, geciktim. Heybem kapında. Evim artık dışarda.
Kız Oğlana dedi ki:
Senden başka kimsem yok. İmdadıma gel. İmdadını duyurma artık. Git. Ama benim için varol. Benim yerim başkalarının yanında olacaktır artık.
Oğlan Kıza dedi ki:
Bu bir rüya, bir kabus. Kolayına kaçmadım demektesin. Kaçmadım demektesin. İmdadına geldim. Heybemi evine sokmamaktasın. Onlar kaybettiğimin yerine, kaybettiğime topladığım yemişler. Kaybetmek değil, kaybettiğini bilmek, solacak olan değil, soluşu görüş beklediğim. Çığlıklarına geleceğim, ama bir daha beni göremeyeceksin. Bunu kabul ettiğini kabul ettiğimde hayalinde bile kalmayacağım.
Kız Oğlana dediki:
Kırık aynayı yapıştırma Ey Yere Göğe Koyamadığım! Ayna yere düştü. Alâkasız konuşmakta. Söylediklerimde sakın bir bütünlük arama. Artık senin değilim!
Oğlan Kıza dedi ki:
Ne desen, ne hissetsen de bilsem bile, aramıza aynadan da olsa bir paramparça eden, ışığı bin bir yöne kıran, bütünü ufalayan bir şey girdi. Ama yüzünün aynası, gözlerinin aynası olduğu yerden bakar.
Kız Oğlana dedi ki:
Git artık. Heybendeki çürük yemişleri de bir başka kıza götür. Bana sen gerektin. Şimdi sensizlik gerek.
Oğlan Kıza dedi ki:
Yolum açık olsun. Ne sen, ne de sensizlik beni yollara düşürürdü. Sendeki bensizlik. Ben sende kaldım gibi, ama bu kapı önündeki bendi seni seven ben. Benden kalan herşey senindir. Hakkım senindir. Geçen günüm senindir. Ufkum senindir. Aradığında benim yüzüme bakabilecek olacağını biliyorum!
Kız Oğlana buz gibi:
Öyleyse aramayacağım!
Oğlan acıyla:
Yüzüme bakamayacak bile olduğunda ara…
Kız Oğlana gülümsedi. İçi kaynadı, vücudunda hayat dolaştı, sesi berraklaştı. Güzelleşti.
Görmemezlikten gelen Oğlan, seçebileceği en kısa yolu mu, bitirilemeyecek, uzunluğu tahayyül edilemez bir yolu mu seçti bilemiyorum.
"Aşıkların sonu hayırlı olsun ve bize onlara kol kanat germek nasip olsun diyelim!" dedi ve soğumuş kahvesini eline aldı, alnı kırıştı, çevirdi, çevirdi, sümbül işlemelerini köklerine kadar takip etti....
2)
Askeri darbeden iki yıl sonra, kaldığım ormanla, selamlaştığım ayı ve tilkilerle, kucağımda büyüttüğüm ceylan ve kirpilerle vedalaşarak yola çıktım. Tahsilime devam etmem, dillerimi unutmamam bir gün bize kapılarını açacak üniversiteyi çaresiz bırakmamam gerekiyordu. Hayal bu ya. Türkiyeye yazabileceğim, O’nunla mektuplaşabileceğim, hatta telefonla görüşebileceğim bir yerlere ulaşabilmeyi bile ümit ediyordum, içten içe. Ne hayatını kurtarabileceğim insan kalmıştı, ne yolu yoluma uğrayan birisi. Yapayalnızdım. Dünyadan haberim, çöplüklere inerek topladığım gazete, kağıt, defter, mektup parçalarıylaydı.
Üstüm başım paramparçaydı, şehirlere kaçak bile inemiyordum. Çamaşır çalmak? O kadar az şeyleri vardı ki insanların. Bir de benim üzerimde görürlerse. Kendime yediremedim. Yeterince eşyam vardı. Zaten taşıyabildiğimden fazlasını uzak yerlerde saklıyordum.
Okuldan arkadaşım Ammar”ın yanına gitmeye karar vermem zaman aldı. Ailesinin Şatira Mülteci kampında kaldığını biliyordum, belki ondan arkadaşlarımdan, okuldan, dostlarımdan ve geride bıraktıklarımdan haber alabilirdim. Belki bir caddede yeniden yürüyebilirdim, ona benzeyen kızlar görebilirdim. Kenardan geçebilirdim.
Ormanda tanıştığım, bana dilendiği ekmekleri, bayramlarda kendisine verilen sinirli etleri getiren, bazan üstümü başımı kendisiyle değiştiğim, civar köylerin delisi Ömer beni kataraktlı bir balıkçıyla tanıştırmıştı. Karısının mezarının başında bir kulübede yaşayan bu adamın ne bir radyosu, ne zaman duygusu, ne de konuşmak istediği bir mevzuu vardı. Balığa çıkıyor. Ne tuttuğunu biliyor ama. Temizleyip çalı çırpıda pişiriyor, gerisini kedilere bırakıyordu. Yazın dışarda kenarları örülmüş üstü açık bir ocakta, kışın içeride.
Keşfe çıktığım vakitler kulübesine de uğrar, eğer elimde varsa ocağın üzerindeki göze kibrit, yoksa ocağın yanına çalı çırpı bırakır giderdim. Bazan közde pişmekte olan bir balık olurdu, bana, gelene gidene bırakıldığını anlar karnımı doyurur, ortalığı toplar giderdim.
O akşam, alacakaranlıkta Kataraktlı Balıkçının klübesine geldik. Teknesine brandadan yapılmış, yıllardır kullanılmadığı belli olan bir yelken yüklüyordu. Pişmiş balıkları bir sepete koydu, tıkıya benzer bir fıçıyla ve naylon bidonlarla su yerleştirdi kıç tarafındaki kapağa.
Ömerle kucaklaştık ve küreklerle yola çıktık. Hava kararana kadar kürek çektik. Yanımda ne bir kimliğim ne de bir fotoğraf vardı. Onun pasosundan söktüğüm şipşak fotoğraf hariç.
Yakalanırsak tekneyi kaçırdığımı söyleyecektik, daha doğrusu ben söyleyecektim, Sefer Dayı konuşmazdı. Tek kelime etmezdi. Karısı ölene kadar onunla tek kelime konuşmamış. Onu bulduğu koya gömmüş. Ve kulübesini de oraya kondurmuş. Ne bir mirascısı, ne arayanı, ne de soranı vardı. Başını belaya sokmadan, durdurulma tehlikesini yaşamadan teknesiyle yola çıkabilinecek tek adamdı. Yolu bulabilecek miydi? Kimbilir?
Önemli olan yola çıkmak, kaderimi çizmekti, teslim olmamaktı gözümde. "O"nun başını belaya sokmamak için fotoğrafını ezberledim, ruhuma aktardım, unufak ederek suya saldım. Kağıt, yine de gönlümle beraber eridi gitti.
Rüzgar vardı, mazotu dönüşe bıraktık. Çıt çıkarmadan.
"O gün bugün çöllerdeyim. " dedi ve sırtını dönüp uyudu. Ayılara ad vermiş miydi? Ceylanına ne olmuştur? Kirpiler ne kadar yaşar diye soramadım. Böcek istilasına uğramış kaput bezlerine sarınarak ve muşmula mı yeni dünya mı olduğunu anlayamadığım şeyin çekirdeklerinden yapılmış çayın şekerli kokusuyla tütsülenerek uyumak için kıvranmaya başladık.
Neden bir ayrıntı yok? Neden konuşmaz bu adamlar sevdikleriyle, ama mezarını bile beklerler? Hangi orman? Toroslarda olmalı.
Böceklerin vücudumu kemirişlerini hissederek sabahı beklemek ve en uyunmayacak saatlerde derin bir uykuya dalacak olmamın cansıkıntısına kendimi bıraktım. Çölün uğultusuyla iç çekiyordu yere kıvrılan hareketsiz adam. Bunlar nasıl uyuyordu? Uykuları susma haklarını mı kullanmaktan ibaretti?
3)
ay çöreğiydi yarim
herkese gülümser
ama bana ters döner
yine de gülümserse
bir başka gülümser
iki yıldız bir ay çöreğiydi yüzü
bir gülümsemeye konmuş
çıtır çıtır iki nokta
evet evet evet yanlış yerleştirilmiş
bir ay çöreği gülümsememesi bana
insan alnı kırışarak insan oluyor
rüyasıyla kuyuya düşerek
beni uykusuz bıraktığında
kapımı yıktığında
sevdim
en huysuz halinde
başucunda oturup
terini sildim
gözyaşı ezberledim
dirsek yedim
yorganımı çekti aldı hep
ben üstü açık uyudum
dişlerini teker teker fırçaladım, parlattım
burnunda çıkan sivilceyle savaştım
kardeşlik paktını kabul edemeyince o güzel kusuruyla
eski bulaşıklarını yıkadım homurdanarak
yemek yakmamayı öğrettim utanarak
kahvaltıda ne yediğini sordum uzaklardan
her sabah
topuklarını nemlendirip nemlendirmediğini
o beni dinler miydi?
hatırlamıyorum evet, evet evet!
ama o
şirin bir ay çöreğiydi!
yazılarını
mırıltılarını
pırpır eden kalbini okudum
sessizliğini dinledim haftalarca
bir kelimesini kaçırmadım dili çözüldüğünde
ah bir hatırlasa hülyasını ama nerdeeee
ay çöreği benim yarim
tabii ki sıfır hafıza
çaylar karıştırdım
kafamı karıştırdım
hayat karıştırdım işime gücüme
yazılar yazdım bıraktım okumadı
evet evet evet en iyilerini
ya başka hatunlar da beğense n'aparmış
söylenmemiş saydı hep sözümü
bağırdım çağırdım, hoplattım katlandı da
kucağına yaslanıp ağlamamı
kabul edemedi
bir yiğit adam
ay çöreğinin peşinde tin tin tin
sanki ben tini mini, o hanım
uzak yoldan geldiğinde
ayağını öper
boynunu koklar
yanaklarını okşar
yemeğini yedirir
yıkayıp kurular
saçlarını örer ay çöreğinin
alnı kırışan adam
ne zaman kapıya yaklaşsam
ne zaman düşünsem
ne zaman birisini arasam
ne zaman kıvransam
ay çöreği yerlere düşer
unufak olur, dağılır
ayyy çöreğinden bir kadın gülümsemesi yapmaya çalışmam
bir delilik evet, evet evet
ama başarıyorum, başarıyorum eveeeeeeeet de
ay çöreğim her sabah fırından çıkar
ve yine el yakar
ay çöreği büyür
büyüyen ay çöreği gülümsemesiyle
sahillerde dolaşırım
hızıma kızar
selamlaştıklarıma,
akşam yemeğine bekleyenleri hatırlatışıma
ters döner
akdenizin en mavi noktasında öperim
ol mercandan, kalp dudaktan, heyecandan
deniz ve mehtap, dalgalar, ve aşkın en derin aksi
ama burnuna su kaçar
ters döner çöreğim
bir şiir bırakırım avuçlarına
sevinir ama gerilir
kızlar seni ararrr
hayranların peşine düşerrr
ters döner ay çöreği
korkma ay çöreği
beni kimse yayınlamaz
beni kimse sevmez
beni kimse
okumaz okutmaz
anlamaz anlatmaz
kelimelerimi değiştirmeden
kırmızı kalemlerle
kanatmadan
uçurmazlar alemlerine
bana uykun
gülümsemen
açık yolun
pürüzsüz sesin
ışıltınla
gelmedin
yüzünü güldürdüm, yüzüm güldü
gülümsememden verdim, yüzünde yüzüm
adımı verdim
düşüncemi
bakışımı
gözlerimi
ve ruhumdan bir nevresimi
sana siper oldum
emek verdim
didindim
çırpındım
ama sen
cıvıl cıvıl
yaramaz mı yaramaz bir ay çöreği oldun
yollarda zıpladın
merdivenlerden yuvarlandın da
kulağından tutup
tabağına koydum, afedersin
bıraksan seni seçerdim bin kere yüzbin kere
korktuğunda cebime girdin saklandın
korktuğumda cebimde miydin? nerelerdeydin?
hiç sırtımı örtmüş müydün?
çoraplarımı yıkayıp asmış mıydın?
evet evet evet
bana yemekler yaptın bekledin
sonra yıllarca küstün
yorucu, zalim, beklentisi yüksek bir adam
ben sana hizmet edemem
kaşı çatık, alnı kırışık, rüyalarında inliyor
inliyor muyum? o halde ambulans çağır
rüyalarında ay çöreklerine el uzatıyorsa
düşünen adam
ya seni severlerse
pehlivan
hapisaneleri
meyhaneleri
kerhaneleri
kutupları
çölleri
kör kuyuları bilen ciddi adam
ay çöreğin kızar, kızarır, dağılır
unufak olur
ay çöreklerinin derdini alıyorum ayçöreği
kırık ay çöreklerinden gülümseyen çörekler yapıyorum
ve evlerine gönderiyorum
alnım kırışarak
yemeğimi unutarak
işime geç kalarak
kitap sayfalarına ay çöreği sararak
kızma bana
ben buyum
bu kadarım
insanlık ağır, çetin bir meslek
bir kuyudan seyreylemek rüyayı ne güzel
yusuuuuuuuuuf
ne güzel şey insan olmak ay çöreği
sen iç çekerken sana gülümserdim
sen gülümserken iç çekiyorum
insanlık zor zenaat, insanlık bir delilik
alnı kırışık bir adamın avuçlarında
daha rahat gülümsese de bir ay çöreği
gördüm
baktım
duydum
yetiştim
sağa sola
evet memleketi senden fazla özlerdim bazan, özür dilerim
ülkemle arama girme n'olur derdim, çok özür dilerim
sen benim ülkemdin de, sana yurdummmm derdim
avucumda çıtır çıtır yeni doğmuş bir ay çöreği
gururla yolumda giderdim
şimdi bir ay çöreğim yok
kalmadı
yuvarlanııııııp gitti
bu hikaye de anlatılamadan bitti
gökten üç elma düştü
ve bir şairin omuzları
omuzlar yolda kalsın
elmaların ilki ay çöreğinin başına, incitmeden
diğeri mutluluk arayanların
üçüncüsü bu satırları okuyanların
ve
dev gibi yollara azık bile olamaz
minnacık bir ay çöreği
ona nasıl kıyılır ki?
ona nasıl kıyılır
4)
Suskun Balıkçı dile geldi:
Ayrılıkta kavuşma ummaktasın genç adam. Ayrılıkta kavuşma beklemektesin. Oysa kavuşmalar bile ayrılıktır çoğu kez. Çoğu kavuşma ayrılıktan ibarettir.
Aşıksan boyun eğeceksin. Aşıksan yere göğe sığdıramayacaksın. Aşıksan herşeyin üstünde göreceksin onu. Göremiyorsan aşık değilsin.
Ben güzeller güzeli karıma aşkla bakamadım. Gururlu bir insandım. Gidişini dönüşünü gurur meselesi yaptım. Onunla bir daha hiç konuşmadım.
Bugün mezarının başında yaşıyorum. Ölüsünün dahi ayakucunda. Bugün yokluğuna dahi aşığım. Yokluğunda aşığım.
Aşık, gözünde perde varsa aşıktır. Gördüğü her yerde aşkı görüyorsa aşıktır. Eğer hakikati görüyorsan, eğer bir yanılsaman yoksa, eğer gördüğüne duyduğuna baktığına ettiğine kapanmıyorsan aşık değilsin.
O suya yırtıp attığın fotoğraf için bütün bu suları içip bitireceksin bir gün. Bu seni daha da susatacak. İçtikçe susuzluğun daha da artacak.
Yırtıp attığın bir suret. Aşksa sende genç adam. Aşk sende
Ben karım yaşarken hiç konuşmadım. Şimdiyse insanlıkla konuşmuyorum. artık içimden ne geçiyorsa, ne söylüyorsam kendi kendime, onunla sohbetten ibaret. Suskunluğum sohbetten ibaret. Artık ondaki güzeli buldum. Sonunda onu güzel buldum, onu olduğu gibi kabul ettim ve kendimi affettim.
Seni neden buralara getirdim? Belki çilemin bitmesine vesile olabilir diye, göremediğini de gör diye. Ben artık o kadar yoruldum ki, buralara yolda ölmek için geldim, bir aşığı yoluna bırakırken ölmeye geldim. Ama bu bendede o talih ne gezer! Ne gezer?
Sen başkalarını dinleyerek de öğrenebilen bir çocuksun, söylenmeyeni bile işitebiliyorsun ama senin kaderin yaşamak görmek dersini almak.
Yolun açık olsun. bir kere yola çıktın bir daha geri dönemeyeceksin. Dönmeye kalkarsan, hatta dönersen daha da uzaklaşmış olacaksın.
Bunları göze alabilecek kadar gözü kara, ama yarin dizi dibinde oturmayı dileyebilecek kadar da yufka yüreklisin, işin ne zor aşık, aşk ne zor iş, yolun açık olsun!
Yolun açık olsun!
Sur'un ışıkları, şafağın yakınlaşmasıyla taçlanıyor, suya vuruyor, ateş böcekleri telaşeyle geçişiyorlardı. Kıyıda ne işiniz var, neden dikkat çekiyorsunuz ateşböcekleri.
Ne güzel bir gecenin sabahı, boğucu bir sıcağın önü sıra gelen bir telaşe doğada. Tuz gözlerimi yaktı, burnumu ağzımı hissedemiyorum. Bir taşa oturup balık tutar gibi yapabileceğim bir yer kestirmeye çalışıyorum. Kumu yağmalanmış taşlı bir yere ayak bastığımda dizlerim titriyor, topuklarım kanıyordu. Aç ve susuzdum. Kalan sudan içmek istemedim. Suskun balıkçının daha bir de dönüşü var.
Bıcağıyla elindeki bir kesik ya da yaranın nasırlanmış izini kazımaya başladı. Bakamadım. Acı duymuyor gibiydi. Sayıklar gibi konuştuğuna göre anlattıklarından artık etkilenmiyordu. Bir itiraf, kendini gizlememe, yarasını açıp gösterme, bozgunlarını saklamama halindeydi sanki.
Yaşlı bedevi mırrasını doldurdu. Şükürler ederek, şükranlarını mırıldanarak yuttu. Yüzünü buruşturdu. Gözlerini kıstı. Balıkçının suskunluğunu bir nefeste verdi.
5)
Aşığın dünyası yok. Maşuğun bir sığınağı yok. Aşk neyleye?
Aşk için yola çıkacağına, kadehi atsaydın ya elinden. Dünyayı aşık etseydin. Dünyayı aşkla tanıştırsaydın.
Sırtını döndüğünde dalgalar alacak kumdan kaleyi, Ey Çocuk! Sadece kale kurmayı ve kaybetmeyi öğrenmektesin.
Senin gayretin, sevgilinin gayreti neye yeter? Dalgalar ve rüzgar, sahilde safaya çıkan çıplak ayaklar üzerinize titremedikten sonra.
Bekleyen bekler de, nerde beklemenin dünyası? Ki seni yola çıkarana mı dönmektesin? Dönüşün sebebine!
Sevgiliyi üzseydin, aşkın üzerine titreyen sen olsaydın, Ey Mecnun!
Duvara çarpsaydın tennurene dökülen şarabı. Dünyayı harap etseydin.
Tabip sendin, aşık sen oldun. Aşk derdiyle yanana kim sunar su?
Medet et ey tabip, yara sar, göz kulak ol, şişeyi gülün dibine dök, azar işit sevgiliden!
Nedir yoksa, bunu çaresi?
Eller arif değilken.
6)
Yaşlı bedevi ellerini dizlerine kenetlemiş oturan boynu öne eğik, bukleleri yüzünü kapatan şahısa daha alçakta oturmaya özen göstererek ve gözlerini yere sabitleyerek sordu: Şeytan bile aşık olsa, aşk ehlinden olur, şeytanlığından eser kalmaz deniyorken, neden insanlar aşık olduklarında insanlıktan, yoldan, çığırdan çıkıyorlar? Neden şeytanın yapabileceğini insandan bekleyemez hale geliyoruz?
Cevap vermek için doğruldu, alnı kırıştı, elleri parladı. Yüzüne baktım, suretindeki toztoprağı sildim attım aklımdan, kala kala ayışığı kaldı. Mercan dudaklı, sedef yanaklı, sürmeli, zeytin gözlü, kalem kaşlı, sırma saçlı, hissettiği derisinde dolaşan, şeffaf tenli, şeffaf ruhlu, mahcup gülücüklü bir kız. Bu güzelliğin o kadar insan tarafından farkedilmemesine şaşırdım.
Yaşlı Bedevî cevabı beklemeden kulak kabarttığı bir sese doğru sessizce kaydı gitti.
"Sevgili buraya gelirken benim bir yanımı da getirdi. Ondan ayrılış bir yanımı da götürdü. Bir yanım burada, kaldı bir yanım orada. Buradaki yanım yarin izinden gider. Öteki yanım yari ezer de geçer".
"Beni güzel buldunuz!" kıpırdayıp sönen bir ses tonuyla, ve bakışıyla yeri delerek. Rüzgarın getirdiği yasemin kokusu. Yıldız yağmuru. Yine uçuşan ateşböcekleri. Uzaktaki bir düğünden uğultular.
"Ama kimse farketmiyor sizi".
"Herkes sadece kendi sevgilisini görür". " Sizin sevdiğiniz yok mu?"
"Hayır" dedim "var". Ne diyebilirdim? "Onunla hiç konuşmadım" mı?
Yine gülümsedi. "Sevgililer aynıdır. Bende onu gördünüz."
"Sizdeki sevgiliyi gördüm, ama onu göremedim".
"Bende gördünüz. Aşık yarinden başkasını görmez"
Gece karanlık, adını bilmediğim böceklerin uğultusu, buğulu, rutubetli, boğucu bir hava. Bu rutubet nereden geliyor, bu yapış yapışlık vücudumuzun ermesinden mi oluşan bir hal, bilemiyorum.
Bir taşın üzerine oturan yabancı, çöle bizlerden de yabancı, şakaklarındaki saçları avuçlamış düşünüyor. Sokuldum. Daha alçak oturdum. Eteklerimi topladım.
"Kaçırıldığımda karımı terketmek üzereydim. Ve Sevgilimin karıştırdığı herşeye bulaşabilirdim . Ne bu memleket, ne de dünya, hiç bir şey umurumda değildi. Sadece o kadının, daha ben kaçırılır kaçırılmaz bir başka adamla kaybolan o kadının her günahına girmek, her girip çıktığı belayı paylaşmak için yanıp tutuşuyordum. O kadın için yanıp tutuşuyordum."
"Buradaki kadar hiç bir yerde itilip kapılmadım. Yemeklerimin içinde çırpınarak boğulan böcekler, sıcak, hücremde buharlaşan, genzime kaçan sidik. Serbest bırakıldığımda, kaçırılmamın nedenini nasılını, neden esaretten kovulduğumu hiç önemsemedim. Karım benden çoktan ayrılmıştı. Nasıl becerdi, üzerinde durmadım, itiraz da etmedim. Çocuklarım benim kabullenemeyeceğim insanlar olmaya yetiştirilmekteydi. İnsanlar ne çabuk değiştiriliyor oysa ben kendimi, evdeki kediyi, karımın en kurtulmak istediği halini bile bundan kat be kat uzun bir sürede değiştiremedim. Zerre kadar."
"Gidecek yerim yoktu, sokakta kalmıştım . Ne tazminat derdindeydim. Ne alabileceğim birikmiş paralar umurumdaydı. Hesap sormyı düşünebileceğim kimse de yoktu. Eşyalarımı geri almam, aramam için verdikleri gidiş dönüş bileti cebimdeydi".
"Çöl beni çekti çölün uğultusu. Çöldeki yalnızlık. Giderken küçük çocuklarca taşlandım. Su veren olmadı. İtildim kakıldım. Düştüğüm yerde taşlandığım oldu. Döndüğümde daha beteriyle , bir kayıtsızlıkla karşılaştım. Beni adeta görmüyorlardı. Yüzüm, duruşum farklılaşmıştı galiba. artık bir görünmez adamlık kazanmıştım, bir dokunmazlık. Kimse yüzüme gülümsemiyordu . Kimse nefretle bakmıyordu. Bu bana başta daha acı geldi. Şimdi bazan bunun tadını çıkarıyorum. Bu mecnunlar vadisine, bu unutulmuş yere uğrayacakların bulabilecekleri tek şey delilik, çılgınlık, aşk derdi, kaybolmuşluk, yolunu kaybetmişlik. Bela aramayan kim gelir?"
"Çölde ne buldum? Ne kendimi küçük buldum, ne de çölü büyük. Ne aşkımı buldum, ne de aşka kendimde bir düşmanlık. Sadece bu dünyanın çocuğu olduğumu buldum . Ve bu insanlara, bu kızdığım, dünyayı başlarına yıkmak istediğim insanlara tuhaf bir biçimde aidiyet duyduğumu ."
"Bütün dünyanın delileri buraya geliyorlar ve dünyanın en ulaşılmaz bilgeleri oluyorlar. Bunu yapan şey ne? "
"Ben burada yalnızlığıma kavuştum, ya da yalnızlığımı yendim. ne yaptığımı bilmiyorum, ama buradayım. Ne savaş beni ilgilendiriyor ne de barış".
Yaşlı bedevi dünyaları onararak bakan kıza bir kaç damla mırra sundu, uykusuz bırakmamak ve düşüncesinden alıkoymamak için. Geriye kalanı kendisi içti. Tekrar. Tekrar. Tekrar doldurdu. Doğrulurken ikrama teşekkür etti.
"Bizim yerimize içti, bizim kahvemizi içti" dedi Abdülcorç. "Adım Abdülcorç,
neden böyle oldum, neden Abdülcorc oldum bilemiyorum, insanlar bana Abdülcorç demekte.
Bu çölün yabancısıyım. Yabancının yerlisiyim. Bu çölün yabancı çocuğuyum."
Develeri kaşağılarken Marcelin son şarkısının melodisinden hiç bilmediğim bir makama geçki yapan, develeri rüyadan rüyaya sokan sultan heybetindeki seyisin, gönüllü hizmetkârın yanında yere çömeldim, benden daha yüksekte olmasından başka bir çare bırakmadım. "Adınızı bağışlar mısınız?"
"Cüneyd idi" dedi. Bağdat Bağdatken.
Etiketler:
Çöl,
Leyla Mecnun Çöl ve Ben Divanı (Taslak)