Herşeyin bir sonu var.
Vazgeçemeyeceğimiz ne var? Vazgeçilemeyecek ne var? Kendimiz olmak mı? Onun da bir sonu var. Geriye kalan? Bizden kalan bir hikaye. O da arada bir yeniden toplanır toparlanır.
Evet, halâ aramızda yaşayan ölülerimiz var. Yol gösteriyor, soframıza karışıyor, şiirimize yol açıyorlar.
Evet, halâ aramızda yaşayan ama nerede olduğunu bilemediğimiz, her işimize geldiğinde itip kaktığımız uzaklaştırdıklarımız var.
Kalıcı olmak için kalıcı olmuyoruz, hakikî olduğumuz, hakikatli olduğumuz için.
Ebu Cehilden kalan ebucehilliğimiz. Ne olduğumuz.
İnsandan kalan, insanlığımız değil, imkânlarımız. Açılabileceğimiz derya. Bizi bekleyen sular.
Yaşarken bir imkâna fener olmak, bir çobana yıldız olmak gerek. Farkedilmesek de bir kenarda bulunabilmek gerek, bir arayana,bir sorana.
Kendi evinden, kendi hanenden, kendi topraklarından kovulmamak için zalim, duyarsız ve yutucu olmak gerek.
Yatak odasını aydınlatan bir sokak lambası çalışacakları uykusuz bırakır, çukuru aydınlatır, çamuru ortaya çıkarırken.
İnsanlara uzak durmak, avam eleştirisi bir elitizm değil, bir kaçış da.
Hayranı olduğumuz bilgelerin kaçına hayat hakkı tanırdık, yanımızda, yanıbaşımızda olsalardı? Önlerine bir bardak su koyar mıydık erinmeden, sırtlarını örter miydik? Başuçlarında bekler miydik? Onlar yemeden yer miydik? Yazdıklarını okur muyduk? Söylediklerini dinler miydik? Dinlediklerinde söyler miydik? İçlerine saman doldurup bir kenara koyar mıydık?
Ne olduklarını, kim oldukları bilmeyenlerin yanında daha rahat edebiliyor bir söyleyeceği olan insan. Sıradan bir insanı dinleyen sıradan bir insan.
Öğrencilerin, takipçilerin, izleyenlerin arasında nasıl yaşayabilir bir hakîm, pek anlayabilmiş değilim. Belki o kalabalığın arasında, içinde kaybolarak.
İnsansız olmaz. İnsanla da kolay olmaz.
Kalemi eline aldığında hadi kömürü getirme sırası sen de derler. Demezseler de, gönül der, vicdan der.
Yazacağımız en büyük şey, insanlıkla, insanlıktan. Boş zamanımızda, bize bırakılan zamanda, kimsenin esiri olmadığımız zamanlarda yazacağız. En yorgun halimizde, insanlığın bitap düştüğü anlarda. İşte o zaman yazdıklarımız yazıysa, söylediğimiz bir söyleyeceği olanın sözüyse, bir söz vermişlik, söz veriyorluksa bir olgunluktan, bir olgunluğu konuşuyoruz.
Kucağına tırmanmaya çalışan kediyi itme. Söze, hikmeti de olsa yazdığına ara ver. Kedinin de bir diyeceği var, tırmanışında bir hikmet var.
Okşa, halini hatırını sor, bir kaç cümle bırak unutulsun, kaybolsun.
Ama yeni bir işe başlarken, ucundan yakalamak üzereyken avamdan uzak dur. Arif ipin ucunu sana yakalayandır. Yakalatandır. Susmasını, uzak durmasını bilendir.
Bir söz söyleneceğinde ağzını açan, dinlendiğinde sırt dönen insanlara söz hakkı vermenin bir sonu olmalı. Sözünü imtihan edememekte, sınayamamaktasın. Bari kendi içinde sına.
İnsanlara öncelik vermelerin de bir sonu var bazan. Yaptığın iş, yapılacak iş de yarım bırakılmamalı. Artık her ne ise. Keyif için değilse ve hele bir keyif aşkına demir hep tavında tutuluyor ama şekillendirilemiyorsa.
İşini bitir. Çekici örse vur. Ocağı bekletme. Beklemeyeni bekletme, bekleyeni söndürerek.
Evet, halâ aramızda yaşayan ölülerimiz var. Yol gösteriyor, soframıza karışıyor, şiirimize yol açıyorlar.
Evet, halâ aramızda yaşayan ama nerede olduğunu bilemediğimiz, her işimize geldiğinde itip kaktığımız uzaklaştırdıklarımız var.
Kalıcı olmak için kalıcı olmuyoruz, hakikî olduğumuz, hakikatli olduğumuz için.
Ebu Cehilden kalan ebucehilliğimiz. Ne olduğumuz.
İnsandan kalan, insanlığımız değil, imkânlarımız. Açılabileceğimiz derya. Bizi bekleyen sular.
Yaşarken bir imkâna fener olmak, bir çobana yıldız olmak gerek. Farkedilmesek de bir kenarda bulunabilmek gerek, bir arayana,bir sorana.
Kendi evinden, kendi hanenden, kendi topraklarından kovulmamak için zalim, duyarsız ve yutucu olmak gerek.
Yatak odasını aydınlatan bir sokak lambası çalışacakları uykusuz bırakır, çukuru aydınlatır, çamuru ortaya çıkarırken.
İnsanlara uzak durmak, avam eleştirisi bir elitizm değil, bir kaçış da.
Hayranı olduğumuz bilgelerin kaçına hayat hakkı tanırdık, yanımızda, yanıbaşımızda olsalardı? Önlerine bir bardak su koyar mıydık erinmeden, sırtlarını örter miydik? Başuçlarında bekler miydik? Onlar yemeden yer miydik? Yazdıklarını okur muyduk? Söylediklerini dinler miydik? Dinlediklerinde söyler miydik? İçlerine saman doldurup bir kenara koyar mıydık?
Ne olduklarını, kim oldukları bilmeyenlerin yanında daha rahat edebiliyor bir söyleyeceği olan insan. Sıradan bir insanı dinleyen sıradan bir insan.
Öğrencilerin, takipçilerin, izleyenlerin arasında nasıl yaşayabilir bir hakîm, pek anlayabilmiş değilim. Belki o kalabalığın arasında, içinde kaybolarak.
İnsansız olmaz. İnsanla da kolay olmaz.
Kalemi eline aldığında hadi kömürü getirme sırası sen de derler. Demezseler de, gönül der, vicdan der.
Yazacağımız en büyük şey, insanlıkla, insanlıktan. Boş zamanımızda, bize bırakılan zamanda, kimsenin esiri olmadığımız zamanlarda yazacağız. En yorgun halimizde, insanlığın bitap düştüğü anlarda. İşte o zaman yazdıklarımız yazıysa, söylediğimiz bir söyleyeceği olanın sözüyse, bir söz vermişlik, söz veriyorluksa bir olgunluktan, bir olgunluğu konuşuyoruz.
Kucağına tırmanmaya çalışan kediyi itme. Söze, hikmeti de olsa yazdığına ara ver. Kedinin de bir diyeceği var, tırmanışında bir hikmet var.
Okşa, halini hatırını sor, bir kaç cümle bırak unutulsun, kaybolsun.
Ama yeni bir işe başlarken, ucundan yakalamak üzereyken avamdan uzak dur. Arif ipin ucunu sana yakalayandır. Yakalatandır. Susmasını, uzak durmasını bilendir.
Bir söz söyleneceğinde ağzını açan, dinlendiğinde sırt dönen insanlara söz hakkı vermenin bir sonu olmalı. Sözünü imtihan edememekte, sınayamamaktasın. Bari kendi içinde sına.
İnsanlara öncelik vermelerin de bir sonu var bazan. Yaptığın iş, yapılacak iş de yarım bırakılmamalı. Artık her ne ise. Keyif için değilse ve hele bir keyif aşkına demir hep tavında tutuluyor ama şekillendirilemiyorsa.
İşini bitir. Çekici örse vur. Ocağı bekletme. Beklemeyeni bekletme, bekleyeni söndürerek.