N'oluyoz, nasıl tavır al'caz?
Ya verilmiş bir karara güvenecek ve peşinden gideceksiniz ya da temkinli davranacaksınız.
Hangisi daha demokratik bir tavır?
Açılımcı acelecilik bile demokratik. Yani temkinlilik de. İster delege edin insiyatifi, ister insiyatifliliği hedefleyin, düğüm kendisini ele vermiş değil.
İskender gerekmiyor yani?
Hayır. Kaç porsiyon iskenderiniz olursa olsun, kılıç atılacak yada dişlenecek bir düğüm orataya çıkmış değil. Söz konusu olan düğümün şekillendirilmesi. Bunun da "doğal bir süreç" olmadığını düşünebilmemiz lazım. Varolan sorunların hangi eksende bir araya getirileceği, sorun soyutlama, paketleme ve harmonzisasyonu varolan ufuklardan olacaktır.
Hazır mı bu ufuklar, el altında mı, yani karşısında konuşup tartışabildiğimiz bir bakış ile alâkalandırılabilir mi?
Bu bütünlüklü haliyle, hayır. Bir dönem kendisini ele verecek. Kendisi de bir pragmatikte, uygulama paraksisinde şekilleniyor, "son" verili halini alıyor. Bu denenebilir, sınanabilir hali, açıkta tutuş rakipsizlikle alakalı. Hem rakipsiz hem de aynı bütünlüklü bakışa cesaret edebilecek bir etkin duruş yok. Bu avantaj mı dezavantaj mı kendileri açısından bilemem. Basit diyebileceğim entellektüel kökler üzerinde yükselen bir neobarok inşaat mıdır nedir, kararı siz verin.
Temkinlileri "beklemede" tutan, yani "temkinli" tutan ne?
Erozyona rağmen beklemede tutan. Sebeplerinden birisi İran'a/İran'da ne olacağını görmeden pozisyonlarını kilitlememek istemeleri. Yeni gelişmelerin, yani düğümün ortaya çıkmasında başrolde kayma olacak mı, hikâye anlam değiştirecek mi görmeleri lazım. İkincisi, dibe vuruş anını görmeleri, ne gibi güç guruplaşmaları olacak okumaları lâzım. Türkiyede (ve çevremizde) aktörler ve oyun tarzları değişiyor. Hamasiyat değil yani, sessizliğin ve serin duruşun nedeni. Faylar yerine otururken çürük zemin ve çürük çatı altında zincire vurmak istememekteler kendilerini. Bu özgüvensizlikten değildir. İyi okunmalıdır. Toplumun olgunluğuna güvenleri artmış siyasetlerin duruşlarıdır. Paniksiz davranabildikleri sürece toplumsal dayanışmanın yeniden şekillenmesinin gerekebirliğini göze alabileceklerdir.
Nedeni?
Basit. Toplumsal Dayanışma biraradalığımızın içinde şekillendiği, meşruiyet ve tanımını bulduğu "yer"dir. Havuç bol olsa bile yetmeyecek, ulufeyle, ideoloji ya da tepkiyle varılacak yerler sınırlı. İnsanlık kendiliğindenimsi gibi görünen süreçlerde kendisini yeniden üretip yenileyemez halde.
Neler olabilir?
Korkulacak bir şey yok. Bir kendimiz üzerinde çalışma dönemi yaşayabiliriz. Daha bağımsız, daha sakin, daha dayanışmacı bir insan modeli öne çıkacak "weberian" dindarlık modeli ile öngörülenin karşısına. Ancak bunun eğitim sistemine vb yansıyacağını düşünürseniz resmi insan tipinin üzerinde yokselen bir iç boşaltıcılığa alternatif getirmesi gerektiğinden bir insani devrim olarak da görülebilir. Dünyanın ve bizim insani geleneğimizin verileri sosyalpsikolojisine, toplum kuramına da kavuşacaktır.
Bunlar olacak?
Hayır. Bu içboşaltıcı inat ve açgözlü tavır devam ederse evet.
Açılımlar olumsuzluk taşıyorlar mı?
Hayır, kesinlikle, kendi başlarına ezbere bir tepkiyi haketmiyorlar. Ama bir paket olarak bakıldığında, bunları sevk ve idare edecek insiyatifler üzerine düşünüldüğünde, karşı ve özellikle de paralel insiyatiflerle birlikte düşünüldüklerinde "temkin"liliğin frenlemesi söz konusu oluyor.
Açılımlar medeni cesaret işi değil mi?
O kadar ezbere cesur ve yiğit var ki ortalıkta. Bir zamanlar işkenceleri desteklemiş, çetelerden yana yeralmış, şimdiki açmazları tahkim edenlerin yanında yer almış sözcüler var ortada. Eğer hükümet dünkü tavrını takınsa idi baştan ve muhalefeti angaje edici, eleştiriyi özelndirici bir tavrı takınsa bu sözcülere bağımlı imiş gibi görünmezdi. Cesaret bir yerden cesaret alıp başka bir yeri zorlamak değil. Cesaret dayanaksız kalmayı göze alabilmekte. Bu hükümetlerin işi değil, görevi de değil. Ama hükümet yandaş denilen aydın kesimlerine ve platformlara karşıtlarıyla "eşit" şartlar altında diskur yürütme şansı vermeye çalışabilirdi. Yapamadılar. Konuşanların çoğu güzel şeyler söylüyor ama tereddüt duvarına çarpıyorlar.
Hükümetlerin de "cesur" olabilmesi de söz konusu değil mi?
Kurtuluş Savaşında "Ankara Hükümeti" pekalâ cesurdu ve öyle olmaları gerekiyordu. O döneme bir (yeniden)kuruluş dönemi olarak bakılabilir. Kaybedecekleri ne vardı? İmkanlar daha fazla olsa daha az temkinli davranamazlardı ayrıca. Ancak bir düzeyin üzerinde risk aldılar. En kötü ihtimalleri eleyerek karar geliştirdiler. Cesaretleri, cesaretle uygulamaya geçmelerinde. Şimdi kuruluş değil yeniden şekillenme söz konusu. Cesareti olumlu vurgusundan alıp gözükaralıktan geçirip olumsuz yanlarına doğru götürdüğümüzde ortaya çıkan ölçüt meşruiyettir. Kaybetseydik bile Büyük Taarruz meşru idi, bu direnç ve cesareti alkışlayacaktık.
Bu Hükümetin ise tek tek konulardaki çözüm istenci meşrudur diyebilirim. Ancak tekil konular paket7kompleks haline geldiğinde, uluslararası hamlelerle birleştiğinde ve peşinden gelecek olası dış politik belirleyici ve ağır müdahalelerle bir arada düşünüldüğünde meşruiyet mevzuu açıkta kalıyor. Bence bu sorun insiyatif sorunu ile alakalıdır. "Kimin insiyatifi? sorusu bu yüzden sıradan bir soru değildir. Cevaplandırılıp cevaplandırılmaması veriilecek sıfatların anlamlarını da belirler. Katılımcılıkta, demokrasiyi dolaşıma sokmada gönülsüz davrandılar.
"Yandaş Aydın" olumsuz bir deyim sizce de?
Retorikte demokrasi "yandaş" aydına yetebilir, onlar susurluk demokrasisiyle de yetinebilirler, ama, ilk tereddüte sokulanlar nedense demokratlar oldu. "Coplar öldürmüyor ki!" diyor bir liberal aydın açık oturumda taraf tutmaya zorlarken karşısındakini. O coplar12 eylülde insanların rahimlerine sokuldu, sayın yandaş liberal! Tecavüzcüler yükseltildiler, konuşturuldular. Halâ da konuşuyorlar. Nasıl bir sembolikle oynuyor liberal aydınlar farketmeden, akıllara ziyan. Cesaret güzel de kör ve cahil olmamalı! Saygılı ve saygın olmalı! Taraf olmak ayrı, karşı tarafı tavra zorlamak ve tarışmayı sadece buna araç görmek ayrı. Taraf ol ama tavrını tartışmaya aç. Karşı tarafın acılarını paylaş. Veba mı, kolera mı gibi ikilemleri insanlar ellerinin tersiyle iter. İki vicdan karşı karşıya gelmeli. İnsanlık köprüsünde, diskurunda. Kardeşçe kapışma diyelim buna.
Umut yok yani "konuşturulan" aydında?
Bunu susturulana karşıt olarak kullanıyorsunuz ama, asıl susturulanlar şimdilerde susturulan aydınlar değil. Yeni yeni susturulanlar da, konuşturulanlar da gerçekten susturulanları çiğneyerek konuşanlar. Susturan ve konuşturulan demek için birisine söz hakkını savunmamış, başkalarının söz hakkı için risk almamış olması lazım. Bu kriterlere uyanlar zaten aydın maydın da değillerdir, aydın kavramına bir hakikatlilik yüklediğimizde.
Yeni Aydın için ne söyleyeceksiniz?
Sözünün arkasında duran insan çok az. Ulufeye, rüzgara ve icazete göre yön alıyorlar çoğu. Hangi taraftan olursalar olsunlar sosyalizasyonları yarım, tartışmaya kapalı ve sansürcüler ağırlıkta. Şu ana kadar bir söz verip de tutan bir aydın, bir sözünün ardında duran bir aydın ile ben tanışmadım, maalesef. Çok büyük konuşuyorlar, temsili seviyorlar. Cemaat ruhunun dışında yaşayamayacak kadar bağdaşıklıkları zayıf. Bağımsız ruh sahibi insanlar? Önder karakterli olanları Çorum ve Maraş katliamlarının önünü açabilmek için ortadan kaldırıldılar, sürüldüler, işsiz aşsız bırakıldılar. Yeni aydın, yeni akademisyen hiç bir klasik kritere uymuyor gözümde, yurtdışında bulunmuş olmak kriterini gitgide şeddelendirerek nereye varabilirsiniz. 20 dil kriteri koysanız ne olacak? Sosyal bilimler memleketi araştırmakla derinleşir. Arşivlere hakim olmakla. Gittiğiniz yabancı ülkelerde de oradaki hayatı kurcalayabildiğinde. Gittiğim her seminer ezber deklarasyonundan ibaret ve bunun en iyisini bizimkiler yapıyor. Batıda ezber bile zayıfladı. Doğu kendini lağvetmek ve ihraç etmekle, oyundışı bırakmakla meşgul. Batı üniversitelerinin belkemiğini tartışan marksistler oluşturdular ve onlara itirazı , diyaloğu olanlar. Bu manevibilimlerde böyle. Doğa bilimlerinde de temller çok zayıf. Ama yine de bilim yapılabiliyor, bunda sorun çözüm mekanizmaları ve bazı gelenekler önemli, ama bilimlerde de bir daralma var.
Yeni aydın? Öyle bir şey yok. Varsa da ben görmedim. Yeni cehaletler geliyor ve eskiyorlar sürekli. Klasik olamayacak olan sadece parantezdir, kabaca özetlersek. Yandaşlık ya da karşıtlık değil bağımsız duruş ahlak ve vicdan sahibi hakikatin peşinde koşan çocuklardan adınlar büyür. Cemaatler gerekiyorsa tartışma ve tartışmayı müdafaa için gerekiyordur. Gerisi hakikati karartır. Kapalı toplumculuğun cemaatinin ruhu mezarlık kadar canlıdır. Mezarlık kadar bile değildir hattâ. Üzerinde koşuşturan tavşanı, karıncası, ağlamaklı insanı yoktur.
Cemaate dinsel bir vurgunuz yok.
Yok. Topluluk. Bazan mikrocemiyet/mikrotoplum. Sağ, sol, marksist, muhafazakar, dindar, liberal vb cemaatler var. Sol "eleştirilemez aydın tipi" ortak havuzdan çıkıyor. İnsanlar savunma korunma için bir araya gelip dışarıya kapanabilirler. İçinde yaşadıkları toplumda hakim siyasetlerin kurbanı olabilirler. Kurbanken, toplum oluşu kurban edebilirler de. Çıkar topluluklarına dönüştüklerinde; haketmeyenle dayanışmayı öncelediklerinde; yol kesmeye, önkesmeciliğe soyunduklarında. Açık bir cemaati kapatmaya kalkarsak, gelene kapalı olursak, yeni geleni az, eskiden geleni çok kardeş bilirsek, dışarı çıktığımızda insanlarla dayanışmayı yani insanlığı ikincil plana alırsak özgürlük için bir araya gelmiş, eleştiriye açıklıkta bir araya gelmiş olma vasıflarını yitiririz. Kapalı topluluklar varolma yokolma ikilemi ile karşılaştıklarında, yani zulümle karşı karşıya olduklarında veya açık bir ortamda özgürce tartışmayı garanti altına alamadıklarında meşruiyet kazanırlar. Kapalılık denetime; iç ve dış eleştiriye kapalılık anlamındadır. Zaruriyet iddialarındaki hakikat, dikatatörlüklerle, baskı ve takip ile karşı karşıya oluşla, sansüre karşı duruşla alâkalanabilir. Hem toplumların hem de toplulukların açıklığı ve saydamlığı hedeflemeleri esastır.
Gündeme dönersek?
İranın başına ne gelip gelmeyeceği netleşmeden bölgedeki siyasetler kesinleştirilmezler. Bu öncelikli çünkü en dehşetli sonuçlar buradaki gelişmelerden çıkar. Irakta ve Afganistanda durum. latin Amerikadadarbeler olacak mı olmayacak mı? Demokrasimizin geleceği: Projelerimizi takip edip etme hukukumuzun olmayışı; kültürümüzün ve milli eğitimimizin "sosyal patolojilere" açık tutuluşu, üniversitelerin ve bilim anlayışının tıkanmışlığı gündeme getirilemeyen, bu yüzden daha radikal sonuçlara yol açabilecek kaygı kaynaklarıdır.
Kesinleştirilmiş siyasetler de pragmatiğinden koparılıp dondurulacak ve yeniden şekillendirilemeyecekse, bu hürriyet söz konusu olana kadar statükoculuk olmayan ama ona benzeyen, süreçleri uzatan "sonucu açık tutuş"lara neden olacaktır.
"Bekle gör" dönemi bitti. "Bekle, gör ve nelerin yapılabileceğini çıkarmaya çalış!" evresindeyiz yeni dönem siyasetin. Hakikatle koklaşıyoruz.
Bir dayanışma/halk olabildik mi sorusuna da cevabım: Kısmen hayır. Ama bu kaygı var ve hayıra alâmet.
(online yazıldı, düzeltilmedi, yanlışlar ve kopukluklar var düzeltilecek)