3 Ağustos 2011

Kuyruğumuz Dik Ölemeyeceğiz Artık!










”Cıbıldaklar kampında tek giyiniktim
Batı felsefesinde üryan gezdim
Çocuklar sevindirdim
İtlerimi atıma bindirdim”

diye başlayan şiirim vardı.

”Kuyruğum dimdik ölecek”tim, ”farketseler de edemeseler” de.

An geldi, ne kuyruğumuz kaldı geride, ne de dik duruşumuz.

Omuzlar düştü, tüyler döküldü, süklüm püklümüz.

Değer verdiğimiz, savunduğumuz her şey ayaklar altında. Yetiştirdiklerimiz bize düşman. Emek verdiklerimiz ürettiğimiz her seyden nefret ediyor.

Zemin ayağımızın altından kayalı çok oldu ve ”biz” halâ nerede hata yaptığımızı arıyoruz.

Birbirini sansürleyen, birbirinin kurdu, birbirinin yaptığını bozan, yağmalayan, yamultan, çarpırtan, karartan bir ya da bir çok ”biz”.

Doğru zamanda, doğru insanlarla, doğru yerde olmuşluğumuz bir hikaye. Halkta ne varsa onunla bir yerlere gelebildik. Deniz tükendi. Arkamızda ne fütüvvet var artık, ne irfan, ne de incelik! Kesyapıştırcılığın entellektüalizminin, kurtulmuşluğunun hakikati olduğunda hakikatliliği yok.

”Tatlı Hayat”ın buyrukları, buyurdukları üzerine kurulacak bir praksis gülünç olduğu kadar iğrenç de.

Yalnız kalışın apaçıklığı, ömrün törpülenmişliği, yeterince zaman kaybetmişlik duygusu dersimizi toparlamanın zamanında, yani sabrın zamanında olduğumuza işaret.

En haklı iddiam, keşfim, hapishanem en iyi öğrencimizin yine kendimiz oluşu idi: Öğrettiğimizi sanarken dersimizi almada, öğrenmekteyiz!