12 Ağustos 2011

Soğuk Savaşta Tecavüz Devlet Politikası İdi!

12 Eylülde işkencehanelerde tecavüze uğrayanlar genellikle kimselerden destek göremediler. Çevreleri zaten darmadağınıktı. Ummadıkları insanlarca terkedilebildiler ve yine ummadıkları insanları yanlarında gördüler.

Tecavüze uğrayanın çevresinin de uğradığı bir travma var,çevredeki insanların aklıbaşında davranamayışları, içe kapanışları; kendilerini, etraflarını ya da dünyayı suçlamaları; bazı davranış bozuklukları gösterebilmeleri kimselere şaşırtıcı gelmemeli.

Bizler işkenceye uğrayanlara ve onların yakınlarına yönelik yapılması gerekenlere hazırlıklı değildik. Evet, dayanışma içinde bir toplum, sarıp sarmalayan bir arkadaşlık kültürü vardı. Ancak işkence sonrası ve daha da önemlisi tecavüz sonrası travmalara karşı bir bilinç, terapi geleneği, anlayış da yoktu.

Sosyalistlere, devrimcilere tecavüz edilmesini onaylayan soğuk savaşçılar içerisinde bugün kendilerini modern hayat tarzının militanı gibi gösterenler de var; muhafazakar, maneviyatçı, liberal takılan insanlar da. Bu çevreler birbirleriyle bazan demokrasi, insanlık, hayat tarzı üzerinden kapışıyorlar da.

Tecavüzün yaygın bir sindirme, ele geçirme, yıldırma, aşağılama aracı olarak kullanılmışlığına karşı çıkmış hiç bir devlet ya da kamu kurumumuz yok. Kimse mağdurlardan bir özür dilemiş değil. Kimse bunun bir devlet politikası olmasının hesabını vermiş değil!

Tecavüze uğrayıp herkes tarafından terkedilmiş bir genç kızın, bugünün orta yaşlı, torun sahibi insanının, eğer halâ yalnız değilse, halâ bir kenarda geçmişinin yükünden kurtulmanın çırpınışı içinde değilse, nasıl ortaya çıkmasını ve geçmişi yeniden yaşamasını, şikayetçi olmasını isteyeceğiz, bekleyeceğiz kendisinden?

Halâ geçmişinin çilesini çekiyorsa, hangi yüzle yeniden yüzleştireceğiz onu yalnız bırakılma, satılma, terkedilme tarihiyle?

Tecavüzün bir devlet politikası olmaktan çıkarılması için, öncelikle devletin, darbeyi yapan güçlerin, güvenlik kuvvetlerinin, milli güvenlik politikasının sözcülerinin özür dilemesi lazım. Geç de olsa travma merkezleri, terapi kültürleri, bilimsel platformlar oluşturma çabalarının gösterilmesi lazım.

Tecavüz mağdurları için uzun vadeli politikalar, ciddi maddi ve toplumsal kaynaklar, sosyal dayanışmanın zayıflamasının gerektireceği destek ağları bir an önce hayata geçirilmeli. Amatör ruhla yapılanlar, insan hayatınındaki kırılmış, ezilmiş, yanlış yönlenebilmiş mekanizmaları sadece ve sadece altüst edecektir. Terapi kararlılık, süreklilik ve farkındalık gerektirmektedir.

Tecavüzü bir kurum olarak ortadan kaldırmaktan bir mağduru rehabilite etmek daha uzun zaman alabilmektedir. Mağdurlara bir borcumuz vardır. Onların yaralarını sarmadan bir halk olmamız, ortada insan diye dolaşmamız anlamsızdır.

İşkencenin yasaklanması yeterli bir adım olamaz, işkencenin mağdurlarının da yaralarının sarılması gerekir. Önce resmi bir özür şarttır. Soğuk savaş politikalarının yerle yeksan edilmesi, ondan nemalanmış modernizmin ya da muhafazakarlığın kendilerini eleştiriye açmaları şarttır.

Tecavüz mağdurlarının yaralarının sarılması, yol açılabilecek davranış bozukluklarının çözülmesi amatör terapi ya da geçici müdahalelerle, dost eliyle hayata geçirilemeyecek kadar ciddi ve organize süreçler gerektirmektedir.

Bugün halledilmiş görünen sorunlar dahi, konu tartışmaya açılınca, tek tek konular üzerinde konuşulmaya başlanınca kapanmamış yaraları da açabilecektir. Korkum budur.  Suskunluğum buradandır.

Konuyu bilen, kararlı ve uzun vadeli, iletişim ortaklarını zorlayabilecek terapi politikalarının bireysel ya da özel planda yürümesi de imkansız hale gelmiştir. Libertaryan, hiç zorlanamayan hayat tarzları içinde terapeftik iletişim dayanak ve destek bulamayacaktır. Liberal çok bilmişlik zorlayıcı ve çileli yolu bloke edecektir. Yeni hayat tarzlarının bir konuda avantaj sağladığı ise aşikar: Mağdur cinsel istismar, taciz ve tecavüzden kendisini daha az suçluyor. Tecavüz kadının kendi başına göğüsleyeceği bir acı olmaktan çıkıyor. Ancak insan ilişkilerinin uzun emeklerle oturtulması fikrinin kalkması, gereğinden uzun gelebilecek terapi süreçlerini de devre dışı bırakıyor.

Özel hayat içerisindeki "terapeftik" faaliyete ben terapi özüyle bakmıyorum. Anlaşılabilmesi için analojik gelebilecek bir temel sunmaya çalıştım. Çoğu sorunun aşılması hayat süreçleri içinde de mümkün. Teknik destek, hayat tarzlarının ve kalıplarının oturmuşluğu içindeki esneklikte daha kolay. Uzman bakışı her ortamda bir gereklilik. Hayat tarzlarının olmadığı, belirsizleştiği konjunktürlerde ise terapi ve rehabilitasyon faaliyetinin imkanları bilgi alanından daha dar.

Kırılmış, ezilmiş, bükülmüş bir anlama anlaşma sürecini yeniden kurmak, aşk, sevgi, inat, kapışmayı göze alabilirlik dahil çok şey istiyor. Profesyonellerin yapamayacaklarını göze almak, konuyu insanlar bir ucundan yakalamış olsalar bile zor. Öncelikle terapeftik süreçler dayatmalar olarak algılanacaktır etraftan, başarı imkansızdır neredeyse. Karşı çıkış, karşı koyuş ve karşı duruşun zaten kendisi yıpratıcıdır. Vazgeçilemez bir otorite oluşturma, bir başka bağımlılık yaratma durumuna düşmeyi özendirirsiniz.

Kimyasalların bu kadar ağırlıklı kullanımı rehabilitasyonun sosyal ve doğal cevresindeki kayıplar ile de ilgilidir. Oturmuş bir paradigmadan hareket edilememesi kadar.

Bugüne kadar hiç bir ülkede ciddi bir tecavüz mağduru rehabilitazsyonu yapılabilmiş değil. Mağdurluğun korunma gereksinimini karşılamak iyi ama yeterli değil. Ortaya çıkabilecek davranış bozukluklarının tutarlı ve kararlı bir biçimde aşılabilmesi için hem mağdurun isteği, hem mağdurun çevresinin dayanışması, hem de sürece mağdurun zor ve uzun süreçlere müdahalelerine mağdurdan yana çıkma adına  bir zahmetsizlik kültürünün çok bilmişlikleriyle kesintiye uğratılmaması şart olduğu için. Böylesi bir dayanışma ve oraganizasyon kendiliğinden olmaz. Mağdurların sonsuz sabrı da söz konusu olamaz. İnsanın çoğu sürecinin zorlayıcılığının, bıktırabileceğinin bilincini yerleştirebilmenin bir yolu var mıdır, bilemiyorum.

Tecavüzü hem mahkum etmek, hem de mağdurları şikayet edebilir, rahabilitasyonu göze alabilir hale getirmemiz lazım. Mağdur yakınlarının hem değer yargılarını hiç olmazsa paranteze almalarını sağlamamız, hem de onların da davranış bozuklukları gösterebileceklerine, bir biçimde etkilenmiş olduklarına dikkat etmemiz, onları da incitmeden angaje edebilmemiz lazım. Sadece mağdur için değil, kendi hayatlarının anlamı için de.

Zaman yaraları sarar, ama zaman her yarayı her zaman için sarmaz. Gelgitler olur. Herkes için. Yarasız insan varsa beri gelsin. Daha basit bir mevzunun daha kolay atlatılacağı diye bir şey yok. Bazı sorunların bir arada oluşu daha değişik şekillenmelere yol açar. İnsan insana benzer. Ancak, hal hale, tepki tepkiye, çözüm yolu çözüm yoluna benzemez.

İnsanlara karşı sorumluluk aldıkça her daim yanlışlar yapacağız. Hata yıkmaz. Hoyratlık yıkar.

Otoritesinden bir biçimde yararlanmayacak bir rehabilitasyon gücü, anlayışı ütopik de gelse şekillendirilmek, sunulmak, hayata geçirilmek zorunda.

İnsanın zulmü dostun, terapinin, rehabilitasyonun, dayanışma lafzının, otoritenin, sığınılan yerin zulmüne dönüşmemeli, yani öyle algılanmamalı.

Mağduru sorunlu mu gösterdim bilemiyorum. İşte bu yüzden de konuşmak istemiyorum! Sorun büyük. Hiç bir şey sanıldığı gibi değil. Otuz yıldır vicdanımı kemiren bir şey yapamamışlık azabı işkenceci ve mütecavizleri mahkum ettirmenin dışında bir çaresizliği besledi ve büyüttü. Mağdurların, mağdurların dünyalarının sessiz çığlığını, küskünlük ve kırgınlıklarını, bazılarının halâ boğuştukları varoluş çırpınmalarını işitebilerek yaşamak kolay bir iş değil.