29 Kasım 2006

Akıl, Duygu, Terbiye



Akılla karar vermiyorsak, neyle karar veriyoruz? Seçmiyorsak. Sorulduğunda söylemiyorsak.

Kendimizi birşeyin içinde bulmak, bir yolda bulmak başka, o yolda neden kaldığımızı bilmek başka.

Bir hayatta doğuyoruz. Bazı insanların içinde, dil, diller içinde, ufuklar içinde.

Seçmediğimiz, bize güzel geldiği için girdiğimiz kapıların güzelliği neden? Nedeni bilinmediğinde de bir nedeninin olması neden? Her nedenin gerçek neden değil sadece gerekçe olması neden? Her gerekçemizin itirazla, yeni bir soruyla biraz daha temellendirilmesi neden?

Bize iyi gelen? Bize ahlaklı gelen? Bize daha uygun gelen? Geleneğe uygun gelen? Atalarımızın yoluna uygun gelen? İçinde rahat ettiğimiz? İçinde çiçek açtığımız? içinde kendimizi, dünyayı ve ötesini bulduğumuz, hissettiğimiz hatta anladığımız?

Güzel de, iyi de, içinde çiçek açtığımız ya da hakikate açıldığımız da akıl dışı, fikir dışı, üzerine düşünülemezlerin ufukları dünyaları değil, içinde düşünülemezlerin dünyası değil.

Güzel de, iyi de, hoş da anlaşılamaz ve üzerine konuşulamaz değil. Üzerine konuşabildiğimiz zaten, üzerine akıl yürütülmüş, ve yürütülendir. Kelimesi varsa, kavramı varsa, bir konuşulmuştur, üzerine konuşulandır.

Karşısında iyi duygular içinde olduğumuz herşey, terbiyemize, geleneğimize, yetişmemize, bakışımıza uygundur. Yanıldığımız da olur. Fikir değiştirdiğimiz de. Hemen gerekçelendirme, açıklama durumuna girmemiz gerekez. itici geliyodur. Ürkütücü geliyordur.

Terbiye, gelenek, içinde yetiştiğimiz, hissettiğimiz dünya, içinde akıl yürütülebilmesinin de dünyasıdır. Akıl da, dille, kurumlarla, hayat tarzıyla, geleneklerle inşa edilir. Akılın bireysel olanı, kendi yolunu çizme, kendi başakasına devredilemez sorumluluğunu taşımadandır. O anda, ve o bedende şekillenmez. Diskur içindedir, dil içindedir, kamusaldır, terbiye işidir.

Duygular da, terbiye işidir, gelenek işidir, yetiştirilme işidir, bir vücuttan, bir bireyselliğin iç dünyasından fışkırsa, hatta ona ait görülse bile. Sosyalize olmuştur, sosyalize oluşun, kamusallaşmışlığın içinde bir farklılık, ayrıcalık, bir can oluştur.

Ana oluşun, taş kırmanın, beste yapmanın, semanın, taksimin bir duygusu, seyri, duygu seyri, tavır seyri vardır. Ama her yaptığımızın ille de doğru olmak zorunda olmayan bir açıklaması, izahati vardır. Taksimi de müzüsyen olmayana açıklayabiliriz. Daha sonra başka türlü de açıklanabilir. Bir şeyin hakikatine hakim olmak nasıl mümkün olabilir? Bildiğimiz kadarıyla, durduğumuz yerden, bize açıldığı, kendimizi açabileceğimiz kadar, zamanımız ve ufkumuz elverdiği kadar, emek verdiğimiz ya da nasip olduğu kadar anlıyor ya da konuşuyoruz. Anlamamız da bizim kadar sınırlı sonlu. ama hakikat yok demiyoruz!

Bir şeyi açıklamak ile anlamak arasında da fark var. Bu fark, bu ayrım akıl kavramının da hep yanlış anlaşılmasının alanını oluşturuyor. İlerde geliştirelim bu ayrımı. Ancak akletmek kavramı anlamak kavramına daha yakın, o kapsamın dünyasında düşünülmeli demekle yetineyim.

Ahlaki kararda duygu var mıdır? Eyleyen sorumlu insanın, ölçüp biçtiğinde önermelerinde duygu, bir duygu yok mudur ahlak felsefecilerinin bir zamanlar üzerine düşündükleri sorulardı.

Şimdilerde dilbilimin alanında, ister linguistik, ister sosyolinguistik olsun, duygu ifadeleriyle, dünyayı ifadeler, emirler, ahlaki yüklülükler bir kaynaşmışlık içinde ele alınıyorlar.

Müzisyenin "hissederek çal!" demesiyle, semazenin "hissederek eyle!" demesi arasında bir fark yok ve notaları, adımları, usulleri, bunların kuramlarını, anatomiyi, hareket geleneklerini, hareket geleneklerinin içindeki yön beklentilerini dışlamıyor.

Ahlaki bir duygumuz varsa ne güzel!

Hissettiğimiz aklımızı aşmışsa, önden gidiyorsa ne güzel.

Ama aklettiği, duygularıyla, hisleriyle bir gidenler de olur. bir gitmezse de bir gider gibi olanlar da. Onlar alimlerdir. Onlar okulsuz bile olsalar, öğrenmeye her daim açık olanlardır. Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu? Bilen, bildiği için makam dilemez. Sorumluluğu, sorumluluğun cefasına asılır. Safasına? Nadiren. Birşeyi anlatabildiğinde. Anlayabildiğinde. Bir sorunu biraz çözebildiğinde. Bir yükü hafifletebildiğinde. Bir anlaşmayı mümkün kılabildiğinde.

Duygu gelişimimiz de, akıl gelişimimiz de aynı terbiye, toplumsallaşma sürecinde, süreçlerinde cereyan etmekte.

Duyguyla yakaladığımız, akıl mirasıyla yakalanabilen, akılla yakaladığımız, duygu mirasıyla yakalanan. Aynı şeyler, hakikat açısından. İnsan gibi bakıyoruz, insanların, zamanların, bir yerlerde olmanın ufuklarından. Olduğu gibi görmüyoruz, insan gibi, insanın sınırlılığından, sonluluğundan görüyoruz. Sonsuza sonlu açılıyoruz. Yapabildiğimiz bu. Yapabileceğimiz de bu: Kendimizi hakikatin üzerine çıkarmamak. Yanılabilir görmek.

Bir gün bize "bunu neden yaptın!" diye sorulduğunda, vereceğimiz cevap, akılla verilebilen bir cevap olacak, çünkü bir "çünkü"yü, açıklamayı, gerekçelendirmeyi, ya da hata kabulünü içerecek. Hata kabulleri de, anlama üzerine kurulu. O bana daha güzel geldi, içim onda rahat etti demek de bir terbiyeden, bir akıldan konuşmak ama.

Tavşanlar gibi hissetmiyoruz. Üzerine çalışılmış, terbiyelerden geçmiş, terbiyelere açık bir hissiyatımız var.

Terbiyeli ve terbiyeye açık insanın duygusu, ön hisleri insaniyetin gelmiş geçmiş tecrübesini, tavır birikimini de kullanıyor. Bilge insan, bilebileceği kadarını bilen, öğrenmeye açık insan duyguya kapanarak ilim kurmuyor.

Terbiyeyle duyan hisseden insan, olumsuz anlamda hesap kitapla düşünen insanın aklndan, daha akleder, daha akli, daha açık bir akıl. Hakikate, itiraza, yanlışlanmaya, düzeltilmeye açıklıktandır bu. Benim hakikatim bu demez. Kendini hakikatin üzerinde görmez. Hakikatlidir.

Pozitivizme giden aklı, teknik, araççı, çıkarcı aklı eleştirken, hakikate sadakat, hakikate açıklık, kendini her şeyin üzerine yerleştirmeme anlamındaki aklı da döküp saçmamak gerekiyor.

Akıl da duygu da sınırlıdır. İnsanidir. İnsan fanidir. Fani insan, fani olmayanı da kendi dünyasına indirgemediğinde ufuklar açar. Ufkunu açar. Sonsuzla buluşur. Sonsuz olana hakimiyet iddiasında bulunmadan, sonsuzu konuşur.

Ve sonsuz tevazuda konuşur. Tevazuda konuşulur. Bildiğim bu kadardır. İtiraza açıktır. Efendim.