22 Kasım 2006

Ahlak ve Din


1. İlk defa inanacak bir insan düşündüğümüzde, bu gelenekle, korkuyla, aktarmayla değil de, bir değerlendirmeyle, aklı selimle, muhasebeyle olacaksa ahlak sahibi olmak gereklidir. Ahlak dine inanabilmek için ön koşuldur.

2. İnanmayan, henüz inanmayan, reddeden, reddetiğini sanan insanlara da vicdan yazılmıştır. Boğulana el uzatan, imdat edene kapı açan, merhameti esirgemeyen dinin dışında ya da karşısında yer almış ahlak sahibi, entegrite sahibi insanların hikayeleri doğu edebiyatında az nakledilmemiştir.

3. Ahlak duygusunu inciten bir toplumsal hayat dine yöneldiğinde, inceldiği, düzene girdiği kadar, din duygusunu, fikrini de incitme temayülü de gösterebilir. İnsanlararası, mesleki, insandan canlılara ve eşyaya yönelen ihtimamlı bakış ve düşünceli eyleyişin hüküm sürdüğü bir toplumun dine yönelişiyle cehaletin ve hoyratlığın hüküm sürdüğü toplumların dine yönelmesi farklı çiçeklenecektir.

4. Sonsuzu, sonlu ve belirli bir tarihte ve mekanda yerleşiklikten yorumluyoruz, anlıyoruz. Yorum o yüzden zamanına da zincirlidir. Zamanın zincirini kırmak, tüm zamanlar için, zamanın dışından konuşmak, bir kereliğine tüm yorumların yorumunu yapıp sözü kesmek mümkün olmadığı gibi, insanı, alimi putlaştırır. Hakikatin sonsuzluğuna ancak sonlu ve sınırlı çabamızla açılabiliyoruz. Bize ait herşey, bir mütevazı çabadır, gayrettir, kendimizi ilahlaştırmadıkça, ilahi olana da insanın yapabileceği kadarıyla açılıyoruz. Ahlakımız, hiç bir zaman olması gerekene eşit değildir. İnsanidir. Bir gayrettir. Her daim bir bakıma insanın hayat dünyasına da bağlıdır. sürekli üzerinde düşünmek ve uyanık olmak, inceleşmek, ahlakta da fikri ve eylemeyi ilerletmek gereklidir.

5. Dilde "evet" ya da "hayır"ın kullanabilmesi normatif bir filogenetiği ve ontogenetiği zorunlu kılmaktadır. Bir anlamıyla ahlak dilde yerleşmiştir. Kullanıp kullanmamaya karar vermek kolay değildir. Ama ahlakın kurumlaşması bundan ibaret değildir. "Hayır" dediğimizde sunduğumuz gerekçe, konuştuğumuda söylediğimizi kasdetme, kasdettiğimizi söyleme yükümlülüğünü istemesek bile aktive etmemiz, ahlakın toplum olabilmek, akıl sahibi olabilmek, konuşabilmek, anlaşabilmek için dahi gerektiğini işaret etmektedir. Ahlak, insanlararası iletişimin ve toplumsallaşmanın, terbiye ve öğrenmenin temellerindedir. Dine yöneldiğimizde, dinsiz dahi olsak, dinin reddetmediği, hatta (ya da belki) şart koştuğu bir ahlaksallığımız vardır. Söylediğini kasdetme gibi. Doğru söyleme gibi. Bunlar olmadığında akıl da akletmez. Din hakikatin bize nasıl dokunduğuna, hakikat içerisinde nasıl şekillendiğimize bir itiraz olmak durumunda değildir.

6. Her ahlaksız dinsiz midir? Daha da karışık bir soru sorarsak, her ahlaki yanlış, dinsizlik işi midir? Buna verdiğimiz cevap insanın irade ve vicdan özgürlüğü meselesinde de bir görüş beyanıdır. Bir görüş diyorum, çünkü bu konuda da son sözü söylemek hakikati bilme hakikate ve sonsuza sahip olma iddiasıdır. Fikir beyanı sonlu, ölümlü, fani halimizledir. Ve elbette, ilimle, irfanladır. Dindar bir insan, hatta bir alim doğru mu yanlış mı olduğunu bilemediği sınır durumlarıyla çok karşılaşır. Nefis muhasebesi diye güzel bir kavramımız vardı eskiden. Nefis meseleleriyle her daim karşılaşırız. Bir de eylemlerimizin sonuçları bazan başkalarının eylemlerine de bağlıdır. yanlışımız, ya da doğrumuz zamanla kendini gösterir. Eylediklerimizin doğruluğuna veya yanlışlığına mutlak olarak hakim olabileceğimiz bir ahlak için tarihin sonunu bilen bir bakışa sahip olmamız, insan olduğumuzu reddetmemiz, kıyamete ulaşmış olmamız gerekmektedir. Oysa, biz bir dürüst, içten gayret içerisindeyiz, ölçüyoruz, biçiyoruz, tartıyoruz da eyliyoruz. Ama yanılıyoruz da. Yanlıştan öğreniyoruz. Yanlışların avukatlığını yapmıyoruz. Ahlakımız hiç bir zaman olabileceği kadar mükemmel değildir. Bunu bir savunma olarak kullanmıyoruz. Tersine, yanlış da yapabilen, yanlış da anlayabilen bir insanım, haddimi ve sınırlı, sonlu, fani olduğumu biliyorum diyoruz.

7. Dindar bir insan hiç bir yalanının, yanlışının, hilesinin, hurdasının, sahtekarlığının gizli kalmayacağını, gizlenemeyeceğine inanıyor. Ama sahtekarlık, yalan, dolan talandan defalarca çöktük, çözüldük. Bundan ne din, ne ahlak sorumlu. İnsan olmak biteviye bir gayret istiyor. Bir kerede tüm zamanlar, tüm ömür için ahlaklı olmak mümkün değil. 70 yıl terazin doğru. Bir kere yanlış yapıyorsun sahtekarlar sınıfına giriyorsun. 90 yıl yanlış yapıyorsun, giderayak doğru bir adım seni doğrular arasında sayılmana yetiyor. Bunlar için neler denebilir? Çok şey. Ancak konu bu değil. Biz bu ayrıntılarla da uğraşalım, ama, insanın ahlakı, sürekli bir uyanıklık (mecazi anlamda değil tabii) gerektiriyor. Bir ahlakı kabul etmek yetmiyor. Ölene kadar karar vermek, sorumlu davranmak istiyor.

8. Son olarak. İnsan kendi eylemlerinin sorumlusudur. Bu sorumluluk devredilemez. Devralınamaz. Doğru karar vermenin garantili bir metodu yordamı, yolu yoktur. Karar vermek iyi ahlak sahipleri için de çetrefilli bir iştir. Ama bir terbiye de işidir, tamamen yetmese de. Bilgi işidir. İlgi işidir. Seçme işidir. Tecrübe işidir, tecrübenin de hep tecrübeye açıklık olduğu bilindiğinde, herşeye herzaman yetmediği bilindiğinde, sonsuz olmadığı, tecrübelerin tecrübesine hiç ulaşılamayacağı bilindiğinde.

9. İstisnalar? Çok. Ama temel bilinmeden istisnalar konuşulmaz.