Başkası. Düşünürlere bakarsak cennetimiz, cehennemimiz.
Başkası. Kendisinin yerine asla kendimizi koymayı beceremeyeceğimiz bir oradalık. Yakınlığın bir kaynaşma olmadığı buradalık.
Başkası. Ne cehennemimiz. Ne de cennetimiz. Bir aradalık'ı paylaştığımız, biraradalığı değil. Araf başkasıyla aramda. Arada olan onunla aramda. Bir aralık. Arafı yoklayabilmem bir başkasının varlığının meyvası.
Başkasının varlığı olmadan kendi varlığımın farkında bile olamam. Evet kendimi hissederim. Diken batar. Taş keser. Çığlığım kuşları havalandırır. Ama farkındalık bir başkasını ister.
İlk insan ne düşündü? Ne zaman düşündü? Yalnız mıydı? İnsan fikri bir insan teki fikri midir? Yoklamak ne güzel. Ama ben bir adaya bırakılmış bebekten ötesinin dünyasını hayal edebilecek bir dünyada değilim. Ufkum da varolan insanın bilebileceği bulabileceği. Adem'i kutsal kitaplar hikaye ediyor. Oradan da öğreniyoruz. Bilimlerden de. Beşeri ilimlerden de. Dil köprüsü nasıl kurulur. Ben nasıl ben olur. Sen nedir. Ötekiyle aramda ne vardır. Başkalık bir itekleme midir, kendini ayırdedebilmeye mi işarettir? Ses nedir, söz nedir. Çocukta dil nasıl ortaya çıkar, gelişir. Toplumlarda dil nasıl ortaya çıkar gelişir. Akıl nasıl gelişir? Ahlak? Hukuk? Kurumlar? Alanlar? Ayrımlar?
Aslında yerine geçemeyeceğim bir başkasından kendime yönelirken de, ne kadar hakim olabildiğim bir bene geçiyorum ki? Ben'e hakim olmaya çalışırken, ne yalnız sen varsın bir başkası olarak dünyada, ne de o. Onlar. Biz. Sizler. Ve değişik biz, siz onlar kombinasyonları. Diller. Zamirler. Sıfatlar. Yüklemler. Dünyalar. Kültürler. Varlıklar. Yaratıklar. Eşya.
Ben dediğimde, toplum var arkamda. Dilim olduğu için. Sana yöneldiğimde bir yönelişim var. Söylediğimde söylenebilecekler. Eylediğimde eyleyeceklerim, eylenebilecekler.
Ben ve sen asla ben ve senin tüm çıplaklığıyla buluşamıyoruz. Arada dünya var. Dünyada da biz varız. Ben ve sen, aslında yakalandıkça elden kaçan, ama kovaladıkça, sorumluluğunu taşıdıkça kendini olabildiğince ele veren çehremiz, simamız, silüetimiz.
Benimle senin arasında varlığına alıştığım araf, iki o'nun arasında daha kavramsal. Soyut mu soğuk?
Araf'a araflarda kalarak gidiyoruz. Arada kalarak. Arada bırakılarak. Arada düşünerek. Benle senin arasında katettiğimiz yol ederek. Ufuklar arasında. Metinlerimiz arasında. Dille çiğneyerek. Düşüncede yoğurarak. Kararlarımızda eylediklerimize tereddütün ürpertisini yaşayarak. Ve biraz da oluruna bırakarak. Uzun ince bir yolda. Gidiyoruz. Gündüz gece. Ve yerimizi yenilere bırkarak. Sonlu bir dünyada. Sonsuzla sonlu haşır neşir...
Başkası. Kendisinin yerine asla kendimizi koymayı beceremeyeceğimiz bir oradalık. Yakınlığın bir kaynaşma olmadığı buradalık.
Başkası. Ne cehennemimiz. Ne de cennetimiz. Bir aradalık'ı paylaştığımız, biraradalığı değil. Araf başkasıyla aramda. Arada olan onunla aramda. Bir aralık. Arafı yoklayabilmem bir başkasının varlığının meyvası.
Başkasının varlığı olmadan kendi varlığımın farkında bile olamam. Evet kendimi hissederim. Diken batar. Taş keser. Çığlığım kuşları havalandırır. Ama farkındalık bir başkasını ister.
İlk insan ne düşündü? Ne zaman düşündü? Yalnız mıydı? İnsan fikri bir insan teki fikri midir? Yoklamak ne güzel. Ama ben bir adaya bırakılmış bebekten ötesinin dünyasını hayal edebilecek bir dünyada değilim. Ufkum da varolan insanın bilebileceği bulabileceği. Adem'i kutsal kitaplar hikaye ediyor. Oradan da öğreniyoruz. Bilimlerden de. Beşeri ilimlerden de. Dil köprüsü nasıl kurulur. Ben nasıl ben olur. Sen nedir. Ötekiyle aramda ne vardır. Başkalık bir itekleme midir, kendini ayırdedebilmeye mi işarettir? Ses nedir, söz nedir. Çocukta dil nasıl ortaya çıkar, gelişir. Toplumlarda dil nasıl ortaya çıkar gelişir. Akıl nasıl gelişir? Ahlak? Hukuk? Kurumlar? Alanlar? Ayrımlar?
Aslında yerine geçemeyeceğim bir başkasından kendime yönelirken de, ne kadar hakim olabildiğim bir bene geçiyorum ki? Ben'e hakim olmaya çalışırken, ne yalnız sen varsın bir başkası olarak dünyada, ne de o. Onlar. Biz. Sizler. Ve değişik biz, siz onlar kombinasyonları. Diller. Zamirler. Sıfatlar. Yüklemler. Dünyalar. Kültürler. Varlıklar. Yaratıklar. Eşya.
Ben dediğimde, toplum var arkamda. Dilim olduğu için. Sana yöneldiğimde bir yönelişim var. Söylediğimde söylenebilecekler. Eylediğimde eyleyeceklerim, eylenebilecekler.
Ben ve sen asla ben ve senin tüm çıplaklığıyla buluşamıyoruz. Arada dünya var. Dünyada da biz varız. Ben ve sen, aslında yakalandıkça elden kaçan, ama kovaladıkça, sorumluluğunu taşıdıkça kendini olabildiğince ele veren çehremiz, simamız, silüetimiz.
Benimle senin arasında varlığına alıştığım araf, iki o'nun arasında daha kavramsal. Soyut mu soğuk?
Araf'a araflarda kalarak gidiyoruz. Arada kalarak. Arada bırakılarak. Arada düşünerek. Benle senin arasında katettiğimiz yol ederek. Ufuklar arasında. Metinlerimiz arasında. Dille çiğneyerek. Düşüncede yoğurarak. Kararlarımızda eylediklerimize tereddütün ürpertisini yaşayarak. Ve biraz da oluruna bırakarak. Uzun ince bir yolda. Gidiyoruz. Gündüz gece. Ve yerimizi yenilere bırkarak. Sonlu bir dünyada. Sonsuzla sonlu haşır neşir...