Bilen bilmediğini bilen, bilmediğinin olduğunu bilendir.
Cahil, bir şey bilmeyen değil, çok şey dahi bilse bildiğine sarılandır.
Bilen az şey bilir, eksik konuşur, ama tamamlar, tamamlanır.
Bilen yanlış söyler, ama eleştiriye açık durur.
Cahil doğru konuşur, istisna, alaka, bağlam, bağ bilmez hakikati düşüncesiyle zorlar.
Bilen eksiğini olacağını baştan kabullenir, hakikatle tartar bildiğini, yani bildiğin hakikate çarpar.
Cahil, hakikati bildiğiyle sınar, bilen kendisini. Bilen, tüm sınanmalardan geçilemeyeceğini bilir tevazudan her dalgaya kendisini vermez. Cahil ya korkak ya da deli doludur, ya hiç rezil olur ya da hep.
Bizi güçlü kılan, bilmediğimizle dost oluşumuz. Bilmediğimize meydan okumayışımız. Bu bize öğretir, öğrenmeye açık kılar.
Cahil, ne çok şey bilir, ne güzel söyler, ne güzel allar pullar ama söylediğine bineni duvara çarpar.
Cahil kendini kurtarmayı hep bilir. İşine geldiğinde, işine geldiğince öğrenir. Felâketi ürkekliği değil, cesaretindedir.
Cahilin cehaletiyle açtığı kapıyı, bilmeye açık olan göremeyebilir bile.
Bilgi üstündür, ama bilen bildiğini bir cahilden fazla bilmeyebilir de. Bir üstünlüğü varsa bildiğinden çok, bilebileceğindedir.
Cahilin malumatlısı malumatsızı olduğu gibi bilenin de malumatı kıt olanı olur. Malumatı kıttır ama, kendine sunulanı zerafetiyle yakalar.
Şimdiye kadar ne bildiğin ne bildiğin değil, değişen dünyada değişerek kendine sadık kalışta dünyayı okuman ne bildiğin. Yeni bir şey söylemeyen, söylemiyordur. Söylenmişi söylemek yeni bir şey söylemek değildir, söylenmekte olan söylenmişteki söylenmiş söylenen yeni bir şeydir. Bilgiyi yaşatmadır, geleceğe de bir mektuptur. Ezberde bile bir söylenen vardır. Cahil tekrarlar, Arif okur, değişir.