20 Mayıs 2008

Zehra Hanım


Hükümet dairelerine kolay giren çıkan bir çocuktum. Bir haksızlıkta dilekçe yazabilir, kesilen suyu açtırabilir, halktan birisinin arsasını belediyenin sorgusuz sualsiz kullandırmasına itiraz edebilir, vermediği bir kredi için banka müdürünü ziyaret edip nedenini sorabilirdim. Yolda kalandan para alan hancıya teessüf edebilirdim. Paranın geri verilmesine hayret eden hancının oğulları babalarından futbol için izin almamı rica ederlerdi, nice aksi adamla çocukları arasında elçiydim, "Selami Amca oğlunuzun evlenme yaşı geldi artık, çıraklık için artık çok büyük, dükkanı teslim edemeyecekseniz bıraksanız bir işe girse?" En kızgın köpekleri azarlar, iki ayak üzerinde durmadan sıcacık ekmeğin kulaklarını havada kaptırmazdım. Şaşırılması ne kadar şaşırtıcıydı. Bir vatandaştım kimsenin henüz kendisini vatandaş hissedemediği yıllarda, cumhuriyetin tadını çıkaran, zincirlerini kırmış bir maraba gibi davranıyordum. Bana haklarımı cumhuriyet verse de her dönem kapıyı çalıp içeri girmiş bir çevreden geldiğimi ayırdedemiyordum. İçimden geleni yapıyordum. Ben bu halk için yanıp tutuşuyordum. Ayırtettiğimde, hiç bir kapıyı çalamaz hale geldim. Ayrıcalıklarımı terkettim ve köleleştim. Ve kölelikten, küllerimden yeniden yükselmeye çalıştım hep. Olmadı.

Zehra Hanımın kapısında ezilen büzülen içeri giremeyenlere aldırmadan kapıyı tıkladım, gel demeden içeri daldım, gel demek zorunda kaldı, tıklamanın tonu, açmanın kararlılığı, hayır denemeyecek birisi olduğuma işaretti. Ürkek sekreter bile kararlı adımlarım, topuk seslerim karşısında görmemezlikten gelmeyi tercih etti. Zehra Hanım gözlüğünü çıkardı masadaki kağıt yığınının üzerine attı. Kamil! Kâmile ne kadar benziyorsun. İmparatorluk, beylik bitti, ne bu hava, bu kurum evladım. Ne kadar da efendi çocuksun. Bakıyım ayakkabılara, Altınçizme Kemal mi yaptı, süvari işi adeta. Ata mı biniyorsun? Dur bileyim! Cirit oynuyorsun. Sinsin de oynuyosun. Güreşemezsin, kolların bacakların uzun. Ama atlarla beraber büyüdün, seni arkadaşları sanıyorlar. Evet, Zehra Hanım Teyze. Teyze değilim çocuğum, Hocam. Zehra Teyze Hocam. Teyze nerden oluyom lan? Kâmile gönül verdik bir zamanlar diye mi bütün bunlar? Gönüllü gitti beni bırakıp bozkırın ortasında. Bozkır değil, Efendim. Sus, sen mi bileceksin. Ot bile bitmiyordu o yıllarda. Bir kuzu kesilse yağı olmazdı, eciş bücüş, aç kuzular. Tavukları kaynat kaynat yenmez. Kıtlık açlık. Ve Kâmil Bey gönüllü savaşçı. Mimar oldu, Viyanalara gitti geldi. Sonra savaşa, ilk denk gelen savaşa. Mekkeyi müdafaa ediyormuş. Kime karşı? Sonunda hançerlediler savundukları trende onu. Hançerlemediler Efendim. Sen de arapların dostusun yani. Hıh demiş burnnudan düşmüş. Şeyh Sadunla fotoğrafı vardı burada. Çekmeceleri karıştırdı. Yok. Birşeyin yerini bulamıyorum artık. Kızım, sekreter içeri şıpıdık koşturdu, kapı aralığından kelebek gözlüğü ve tiffanyde kahvaltı yapan saçının topuzuyla gösterebildi kendisini. Çekmecelerimi kimse düzeltmesin. Fotoğraflarım nerde? Torununuz kolaj yaptı efendim, dün bugün müsameresi için. Zehra Hanım morardı. Sekreter çekildi.

Bu fotoğraf trende ölmedi diyor. Düşünmedim. O kadar kızdım ki. Fotoğrafını parçalayacak haldeydim. Bir merhum harp tarihçisi dostumuz, Zehra Evladım şu askeri çıkarabildiniz mi, Osmancık Taburundan demez mi. Yanındaki? Şeyh Sadun. Meclisteydi Babamla beraber, onu çıkarması zor değildi. Tanımıyorum dedim, yanındaki kılıksız askeri. Gösterebilir miyim başkalarına? Öyle kaldı. Er kılığında bir zabit. Kıtlıktandır sandım.

Ne? Bakma öyle. Tamam. Yakışıklıydı yine, canı yanmıştı, kulakları kavrulmuştu, yüzü yaralarından berelerinden, kırıklarından, çıkıklarından gergindi. Ama yine de ferah duruyordu, Kamil dedim bunu bana nasıl yaparsın Kamil, eşşek Kamil, beni nasıl bırakır gidersin, beni nasıl bırakır gidersin? Alıp da gitsene, kaçırıp da gitsene.

O zaman profesör olamazdınız Hocam. Beklerseniz olamazdınız. Divane olurdunuz. Önce nasıl hitap ettiysen öyle et çocuk. Olmazdım. İlk defa aşık olur gibi oldum, bey adayıydı, beni ondan kaçırmazlardı, verirlerdi. Bir uzlaşma evliliği. İşleri kolaylaştırma evliliği. Neyse ne evliliği. Ömrüm boyunca kimseyi sevmedim. Kamili de sevmedim. Sadece kızdım durdum. Viyanalardan gel, çaldığım valse rast semai de.

Konaklarında seyisleri uzunhavalarına ne yaptığına aldırmayanların rahatlığıyla Puccini fragmentleri ekler, ressam halaları korkunç fırça darbeleriyle yastıklara yağlı boya gül yapar, ipek halı dokuyamadığına hayıflanır, Büyük Beyi bahçede koyunlara kaval çalarken yakalarsınız, sihirli flüt tanrım, adamların hepsi kaçıktı.

Aldıkları her kitabı kendileri ciltlerler, ağırlıklar koyarlar, cilt iplerini kendileri yaparlar, bıçakları kendileri yaparlar, bana ebrularla zarflanmış defterler hediye ederler. Su damgalı kağıtlara hatırladıkları beyitleri yazıp hediye ederler.

Kocakafalı Kamilin ben ata binmesine vuruldum. Sentor. Yaysız, mızraklı, ciritli sentor. Büyük Beyin bunayıp damda zurna çaldığı günler. Eline kimi ney kimi klarinet tutuşturur, ama o koca yörük, dama çıkar zurna çalar, kartallar evin üzerinde uçuşur.

O bozkırda, o tozlu yerde, o bazan, tamam, sulak yerde, harpsikord çalan bir genç kıza, kızım neden tuşların hepsine birden vuruyorsun demez mi Koca Yörük. Kızma, evladım, tamam, adama basit geldi. İki ayrı ezgiyi bir biriyle atıştır evladım dedi. Kopar birleştir, durakları, güçlüleri kaydır. Ama bu adam, bu adamlar medeniyeti ciddiye bile almayan bir medeniyettiler, fosildiler. Bir rüya gibiydiler. Büyük Bey doksanında bile yakışıklıydı. Kemal Paşa ziyaretine geliyordu, çardağın altına sofra kurulmuş kuzu dolmaları çevriliyordu. Yolu çeteler kesmiş. Büyük Bey gergindi, beline silah takmıştı. Akşama kadar nargile içti. Kimse çıt çıkaramadı. Beni gördü, kızım tuşların hepsine birden bas dedi. Gece yarısına kadar marş çaldım.

Gözlerini kurulamak için mendil aradı. Dudaklarının kenarındaki boyayı ipek beyaz mendilin ucuyla düzeltti. Çok güzeldi. Halâ. Kâmil Amca yüzünden mi kimseleri sevemedi? Evlendim, çocuk yaptım. İhtiyar kocaya biraz baktım. Sonra eziyetten kurtulduk. Kız Operadan emekli. Oğlan mimar. Aşksız bir mimar. Kâmil bir ev yapacağım sana derdi. Şehrazadın evi diyecekler. Sadece konuşur, kuma kağıda çizerdi. Konakta oturmaktan bile utanırdı. Kaşmir giyinemezdi. Mavi donluydu, memlekete geldiğinde, herkes gibi.

Muallim mektebine aldılar. Evde ders almıştım. Sınıf atlaya atlaya gittik. Kâmil köprüler yapacaktı. kamil kaleler yapacaktı. Kâmil bahçeler yapacaktı. Kâmil Bemerkand, Buharadaki eski bahçeleri anlatırdı. Oraları kurtarmaya gitti. Sen de doğudan doğuyor güneş diyeceksin. Güneş batıdan doğuyor, batıda güneş evlâdım.

Muzip bir kadındı, ama, Kâmil Amca sağ desem, onu bulur parçalardı. Sustum. Kamilin çenesi. Burnu, ağzı. Şiirden anlıyor musun Çocuğum? Ahmet Gazali okuyoruz, Efendim. Yahya Kemalin yeni şiirlerini de takip ediyoruz Osmancıkta. Dante yok, ama Mesnevî okutuyorlardır? Okuyoruz Efendim. Danteyi sizden öğrenmemi istediler sanırım. Latin dillerini ne yapacaksın? Efendim, sizi tanımamı istemiş olabilirler. Ya da benim seni tanımamı istemiş olabilirler Çocuk. Diyorlar ki bana, yıkılmadık, ayaktayız Cadı Avrat! Estağfirullah Efendim. Evet. Radyodan dante konuşmama içerliyorlardır. Ahmet Gazaliyi okuyan, okutan yokken. Onlar okutuyorlar Efendim. Gülmsedi. Onlar farkında bile değiller yenik düştüklerinin değil mi Çocuk? Onlar yenilmezler ki Efendim. Kahkaha attı. Hiç kahve içtin mi ömründe çocuk? Hayır Efendim. Sana bir sade kahve, kakuleli olacak, Kâmil hayırsızına yapardım. Kızım!

Sekreter sade kahvelerle geldi. Sigara? Filtressiz bahar sigarası uzattı. Kullanmıyorum Efendim! Azarladı. Yak! Yaktım. Öksürerek, duman perdesi arkasına saklanışını izledim Zehra Hanımın.

Kızlar önünü kesecekler, beni almazsan canıma kıyarım diyecekler Çocuk. Demezler artık Efendim, taşra öldü. Ölmez çocuk, ölmez. Sen geçerken, ağaçlara çarpacak kızlar, çukurlara düşecekler. Ben bilim adamı olacağım Efendim. Korkunç bir kahkaha çınladı. Bir patlamadan önce boşalan hava gibiydi kahkaha öncesinin esintisi. Koridorlardaki hayatı, şaşkınlığı, sıkıntıyı, beklemeyi, zaman geçirmeyi okutan her işaret kesildi.

Ne istiyorsun çocuk? Sizden latin dilleri ile cermen dillerini kıyaslamanızı istiyorum. Ve dilimizle olan olmayan alakalarını. Anlatmam ve sizden öğrenileceği öğrendiğimi göstermem lazım. Asıl onlar seni bana gösteriyorlar, bak yetiştirdik bir tane daha diye. Efendim? Bir şey yok evladım. Bu adamlar asla teslim olmazlar. Efendim sonra kızınıza gidip senfoni ile mevlevi ayini arasındaki farkı soracağım. O ne bilir? Ayin mi dinlemiş? Efendim senfoniyi bilir. Ayini ben biliyorum. Çocuk sen adamı hasta edersin. O sosyete senle türkçe konuştuğuna bile utanır. Anlat bakiim bana.

Aah, alaturka evladım, ah.

Elimden sımsıkı tuttu. Meşrutiyet Caddesine kadar koştururcasına yürüdük. Maraş dondurması aldık yine koşturarak yürüdük. Akşam bende kalacaksın, itiraz yok. Hiç konyak içtin mi? Hayır Efendim. Ben içirsem kızmazlar değil mi? Hayır Efendim, bir hikmeti vardır derler. Baban? Evden kovar. Kendisi içer değil mi? Evet. Güldü. Evde güzel bir Martell var dedi. Ben içmesem Efendim? Seni bana gönderirler ha, görürler dedi. Yoldan çıkmaktan korkmuyorsun çocuk? Nasipse Efendim herkes çıkar dedim. Şimdilik istesem de çıkamayacağımı biliyorum, velayet altındayım. Burada velin kim? Siz efendim. Düşüp,bayılıyordu. Konyak kalsın, dedi. Ama içeceksen bir gün, ilk kadehi benle kaldıracaksın.

Yorulduk. Bir apartmanın duvarına oturduk. Nahivci mi olacaksın Evlâdım büyüyünce? Hayır efendim, fizik okumayı düşünüyorum, maddeyi merak ediyorum, nedir ne değildir. Ruhtan vaz mı geçtin? Ümidini kestin yani? Hayır efendim, ben ruh madde ayrımı yapmıyorum, maddi manevi ayrımı yapıyorum.

Ben aşksızlar yetiştiriyorum Evladım. Ben aşksızlar yetiştiriyorum. Kucakladı. saçlarımı kokladı. Memleket kokuyosun, toz, toprak. Çayır, çimen dedim. Kuzu koyun dedi. Meleşe meleşe dedim. Konuşa koklaşa büyürdük dedi. Kamil yaşıyormuymuş tren faciasından sonra? Ses çıkaramadım. Peki çocuk dedi.

Benden öğreneceğin herşeyi öğrendin mi? Evet dedim. Gelmeyecek misin? İmzanızı taklit edebilir miyim dedim. Fesüp dedi. Et lan göbel dedi. Çocuğa göbel diyen başka bir yer biliyo musun dedi. Erkek çocuk dedim. Seni görmeye dayanamayacağım çocuk. Kâmilin kabahati değildi onca harp. Değildi efendim, o savaşı sevmiyordu, sizleri seviyordu, korumak istedi o kadar. İyi ki savaş yok, sen de giderdin. Evet efendim, giderdim. Bunca emeği, bu ince eğitimi çöllere salıvermek, sizlere mahsus. İç çekti.

"Dünyaya karşı hiç bir aşağılık duyguları yok ihtiyarların değil mi?" dedi. Gülümsedim. Kâmili çöle saldılar. Seni de salarlar. Bana bunu gösteriyorlar. Bizi küçümseme diyorlar. Anlamadım Efendim. Senin gibi bir öğrencim olmadı, olmayacak. Ama, sen belki marangozlukla geçineceksin, belki bir çölde kalıntılarını sırtlanlar paylaşacak. Ama, isterdim ki, yanında olayım çocuk. Ama bizleri ayırdılar. İki yakamız birbirinden ayrıldı, Kamil çöldeyken oldu herşey. Kâmilim çöldeyken.

Ellerimle göz yaşını sildim. İki dünyayı sizler birleştiriyorsunuz Evlâdım. Kucakladı, ayrıldık. Cebimde para yoktu. Nereye gideceğimi bilemedim.

Kâmiiiil diye seslendi gözlerine inanamayarak, Zehra hanımın apartmanının kapıcısının hanımı Hanife Abla. Teyzemlerin ortakçısının kızı. Tarhana çorbası hafızamı sardı, sarmaladı.