18 Mayıs 2008
Bülbüle Terlemez Gül
Saki de, akşamda baki de, ol bahçe de güne cevap vermede, yeşermede. Bülbül yorgun, dal yorgun. Gül, kokusunu terlemede.
Ey Aşık, sen çırpındıkça dağılmakta gülün.
Gel bezmimize ki, unutulanlardan ol, sözü kalmayanlardan, kendinden başka uçacağı yer kalmayanlardan.
Bize yar selam vermez, biz artık gönüllere giremeyecek kadar küçüldük, ufaldık, unufak olduk.
Bizi rüzgâr neşe meclisine sürükleyemez, biz rüzgârın dahi sürükleyemediklerindeniz. Yok gibiyiz.
Yar bizim bir parçamız kadar olmak ister, yine de bizi bedel olarak almaz. Biz paha biçilemeyecek kadar değersiz olanlardanız.
Yare senin için canım feda deseydim, sen de can mı kaldı derdi. Yare dahi sözümüz yoktur.
Artık kendimizi başkalarının yerine koyamayız. Başkaları bizim kabımıza sığmaz.
Yine de dokuz kıtadan kovulduk, kanımız her yerde aktı Ey Farabî. Kanımız tükenmiştir, bizde renk kalmamıştır. Söyleyeceğimiz bir kırıntıdır. Yükümüz ne hafiftir. Ama kıymetsizliğimizi tartacak bir terazi bulamadık. Bize kapısımı açacak kadar küçük bir okul, bir yazımızın sığabileceği kadar küçük bir kağıt, içinde yuğrulabileceğimiz kadar dar bir tekne, içine sığabileceğimiz kadar küçük bir yurt, bizi itip kakmayan bir ülke bulamadık halâ.
Dünyamızı beklememize neden gücenir insanlar? Yok'u beklemek her yere, hiç bir yere aitlikse bize ne?
Bülbül çırpınır, yine de çizmelerin altına bırakır yapraklarını gül.
Çizme gül kokusundan mest ya da değil. Ezen, ezer geçer. Küçücük bir oluş ezilişten gül kokusu duyar da gülümser.
Ol vefasızlığa, ol ezilişe, çaresizliğe çare olmayışa ağlamıyor da gülümsüyorsa neden taşlansın bülbül?
Ezilir şarap olur her harap bağçe, kadehini arar neşe, can-ı cemle dolar çınlar bu kurumuş gövde, ülkeniz benim, ülkeniz benim ey kovulduklarım, Ey Yoksayan Sevgili, dokunamayan rüzgâr, görseniz de, göremeseniz de.