"Kaybettik mi sence?" diye gülümsedi Süleyman Bey.
Hayır, Efendim, bu daha başlangıç.
"Başlangıcın son perdesi mi Kâmil?"
Adımı bilmesine şaşırdım.
"Dedelerin hiç kaybetmezlerdi Kâmil. Kaybettiklerinde bile kazanırlardı."
Sanmam Efendim. Kazanmayı önemsemediler. Adam olma gibi bir saplantıları vardı. Bu yüzden bazan hepimiz sokaklarda büyüdük, dağıttık, yollara düştük, kaybedilecek savaşlara yazıldık.
Onun için mi geldin buraya? Kaybedilecek savaş mı aradın?
Hayır Efendim. Bu savaş, duruşumuzu, ruhumuzu geri kazanma savaşı. Yanlış bir emirle telef olmayı seçmek, emre karşı durmak, yanlışı doğruya çevirmek onların işiydi. Ama, sokakta, cephede, dağda, çölde herşey öylesine karışık ve yavaş bir hız içinde ki. İlerlemiyor sandığın zaman bir de bakmışız ki geçip gitmiş. Cazgır kenarı gösteriyor. Sen yeni ısınmışsın, ya da kemiklerin sızlıyor, farketmez, rakibin gitmiş göbek taşına uzanmış keseleniyor, seyirci dağılmış. Dünyanın en büyük pehlivanısın, ama kenardasın.
Bizim üzerimizde akbabalar uçuşuyor,Kamil, dedi Sleyman Bey. Burada yaptığımız, teslim olmayacağımızı gösterdi, bize bile. Temenni, umut, hakikatini gösterdi. Yeniden doğacağız. Yenilmeyeceğiz. Biz bu şartlarda dahi, prensipleri belirleyen, imkan ve şerait bahanesine sığınmayanlar olmak durumundayız. Umudunu kesmiş askerler gibi davranamayız. Arkamızda gelenler olmayacakmış gibi kendimizi korumaya yatamayız. Hakikatimizi efsaneye çevireceğiz gerekirse, geri adım atmayacağız. Atarsak, kafa olarak bir daha toparmanamayız.
Sesimi çıkaramadım. Çok sıkışık bir durumdaydık, ama bir efsane, kimsenin bilmediği ve anlatamayacağı bir efsanenin de kahramanlarıydık, bir doğrudan ya da yanlıştan yola çıkmanın öneminin olmadığı, buulunduğumuz yer değil, bulunuş tarzımızın önem kazandığı bir noktadaydık.
"Dedelerin neden Cem'i sevip, Bayazıt'ı tahta çıkarttı Kâmil?"
"Dedelerim?"
"Anlarsın bir gün Kamil " dedi Süleyman Bey. Üzerini örttüm. Çam bardaktan sararmış bir yudum su içirdim, dudaklarını ıslattım. Tahta, çelik, bakır, tunç keçeli keçesiz matara ve tulumları topladım.
Cem kazansa ben senin emrinde olacaktım. Bayazıt kazandı, sen benim emrimdesin. Aslında, Asker, sen sadece hakikatinin emrindesin.
İktidar olmayı bu kadar az seven dedelerin, neden herkesin önünü açık tutup kendileri son düzeltici gibi bir kenara çekildiler, buraları yaşamadan anlaması güç.
Amcan, Niyazi beyin yanındaydı bir ara, haberin oldu mu?
Hayır Efendim, Dedemle arası bozuktu, hiç haber alamazdık.
Hiç sesi çıkmazdı. ne zaman uyur, ne zaman uyanık anlaşılmaz. Silaha elini atmaz. Yaklaşır. Bekler. El atarsa, kıyamet kopmak üzeredir. Ve kesilmesi gereken en kısa zamanda ateş keser, düşman askerlerin kurşunlarını çıkarır. Tütün bırakır. İkmal hatlarını onunla dolaştım. Çok çatışmaya girdik. Dostu, komutaları rakip gibi davranır, kaldıramaz onu, düşmanları yaklaştığına sevinir, ayak altında dolaşmazlar, çoluk çocuklarını saklamazlar. Kayboldu sonra. Babası ölünce, memleket dağlarnda dolaşmıştır, sahip çıkmak için sizlere.
Nasıl sahip çıkacak ki? Yakın olmak istemiştir.
Yok hayır sizi beklemiştir. İçi rahat etmezdi. Sizi beklemiştir, size yapılacak yanlışı değil, sizin yapacağınız yanlışı da engellemek için.
Büyüklerimiz kimseye hayat ve hareket alanı bırakmazdı ki Efendim. Yanlış da doğru da yapılamaz bizde.
Asıl doğru da yanlış da, oradan sonra yapılır. Ya ezileceksin, ya daha geniş bir ovada gezineceksin, daha yüksek bir dağdan bakacaksın.
İşimiz şiir dinlemek, gazel okumak, nazire yazmak, hatır bilmek ve ne yaparsak yapalım beğenilmemekti.
Ama etrafınız gıptayla bakardı size.
?
Çok misafir oldum, şaşırma.
Bu yaşı benden fazla büyük olmayan zabit, görmüş geçirimiş, ihtiyarlığın olgunluğuna kavuşmuşluktan konuşuyordu. Hakkımda birşeyler bildiğini bilsem, hemşerilerimin kimlik değiştirdiğimi söyleyeceklerini bilsem yakın durmaz, başka birliklere katılırdım. Yolunu, yerleşimini kaybetmiş.
Menekşe gözlü kız için çektin gittin değil mi dedi. Seni görünce, Amcanı görmüş gibi oldum. Ve o frenk müziği çalan kız. ondan başkası seni çöle düşüremez. Vatan? O hem koruduğun, hem kendisinden kaçtığın, buruk bir aşkla sevdiğin vatan.
O olmasa da burada olman için bir bahane olurdu. Hepimize kızsan da, vatan senin canını yaksa da burada olurdun.
Amcan da savaş sevmezdi. Ama silahı çaprazlar yatardı. Sizleri anlamaya uğraşmıyorum artık.
Gülümsedi.
Çift çubuk, huzursuz aile büyüklerine katlanmak, halkının yanında olmak, sevdiği kız yüzünden uykusuz kalmak, haysiyetten başkasına varmasına yol açmak, hep buruk, hep heybetli ve hep neşeli yaşamak. Çalışarak yaşamak. Ailenin aylaklarına, kibirlerine dayanamamak. Gece serinliğinde eski şiiri sokağa salmak.
Ben de babayım dedi. Bir şey soramadım. Bir şey yapmanıza gerek yok, yapmanız gereken ne ise onu yapın bir gün bana birşey olursa.
Süleyman Beyle nadiren bir araya gelirdim. Ben daha çok yollarda, ikmal hatlarında, cephede hatların birbirine girdiği yerlerde, işgal altındaki şehirlerdeydim. Kimsenin emrinde değildim artık. yapabileceğimi yapıyordum, Mecnun gibiydim. yapılacağı yapıyor olmalıydım ki, karışanım edenim yoktu. Zaten insanın insanlığa, yiğitliğin deliliklerine, hasrete, aşka en toleranslı olduğu yer cephe idi. Biz delik deşik olmuş bir cephede idik. Cephe idik.
(Online yazıldı, tamamlanmadı)