Türk, Kürt, Amerikalı, Ermeni, Rum, Yahudi olmak, Keldani, Müslüman, Hristiyan, Ateist, Agnostik, Laik, Antilaik, Sağcı, solcu, topçu olmak ya da olmamak bize barbarlık yapmama garantisi vermiyor.
Kötülük çıkarılacak bir hırka, atılacak bir gen gibi görülüyor. Aradıkları, savundukları kesin bir yer, keskin bir yer, tevazusu olmayan bir yer!
Yanılmazlık, zulmetmezlik, hata yapmazlık kendini tanrılaştırmaktır! Bu iddia dindar'a da, aklı başında dinsize de laiklere de, mutaassıplara da ters düşmektedir!
Aklı başında yaşam, iyi bir yaşam, düzgün bir yaşam biraz da sürekli didinmenin, sürekli çırpınmanın, "ben yapmam!", benim kanım daha iyi, benim fikrim daha medeni, daha meşru, daha temelli dememekten geçiyor.
Bütün fikirlerin, dinlerin, dinsizliklerin insanları, değişik soylardan insanlar, kimse hiç bir insan zalimlikten, kötülük yapmaktan muaf değil. Bunun ne aşısı, antikoru, geni, aidiyeti var ne de garantisi.
Tüm insanlığı, canlıları, dağı taşı, kainatı kardeş bilmedikçe, başka bir deyişle derin bir dayanışmayı temellendirmedikçe, cemaatçiliğe, sekterliğe, particiliğe, yalanla yaşamaya köle oldukça, fenalığı yalnız başka millet sınıf ve dinlere yazdıkça varabileceğimiz bir yer yok!
Büyük bir kültürden geliyoruz. Yakma yıkmadan başka birşey yapmadık diyenler halt etmiş!
Ancak, insanlık medeniyeti bizden öğrenecek diyenler de halt ediyorlar! Önce dön, komşunun haline bak, çocuklarının, kardeşlerinin onlara neler yapabildiğine bir bak!
Medeni oluş, sürdürülecek bir duruş! Bir kereliğine tüm zamanlar için medeni olamıyorsun!
Depremde talan için gelenler, yardım için gelenler kadar çok oldukça fazla konuşmamak lazım. Hala kendimizle övünmek haysiyetli bir iş olmaz! Didineceksin, çırpınacaksın insan olmak insan kalmak için!
Sürekli toplumunu aşağılayan aydın bir kültür terminatörü gibi davranıyor. Onun gibi mi yapacağız dediğimiz de, söylediğinin eğriliği ama yaptığının doğruluğu ile karşılaştıklarımız da az değil.
Düzgün davranan, yani hayatında tevazuyu yaşayan, etrafına insanlık saçanlar da eğri büğrü, haldır huldur tartışabilir, konuşabilir şaşmamak lazım. Her şey lafz işi değil. Ama lafz da önemsiz bir iş değil, hakikat işi.
Önce, terbiyenin, kültürün, insanları yetiştirmenin, toplumsal dayanışmanın, toplumsallaşmanın önemini anlatabilmemiz lazım. Bunu yaparken de yapabildiğimizce düşünceli, olgun, ince ve cesur yaşamamız lazım.
Ben, "nefret ettiğim şeyleri yapan insanlardan üstünüm, öyle yapmam hiç bir zaman!" demiyorum. Yapmamış olmam tesadüf, denk gelmemiş, sınanmamışlık eseri, hayatıma bir armağan. Yapmamak istemem de yeterli değil. İnsanlığın, insanlaşmanın, olgunlaşmanın peşini asla bırakmamam lazım.
Asla kendisine hakim olmayacağımız kültürü, geleneği dümdüz etme yerine, bize çiçeklendiği kadarıyla anlamaya çalışmamız, tevazuyla eleştirmemiz (anlamaya çalışmak zaten eleştirinin hasıdır!) gerek.
Ne zalim olmaktan ne de zulme uğramaktan kurtarılmışlardanız. Olunacağı olma çabamız, sürekli karşı koyuş, ter döküş, kendimizi çocuklarımızı yetiştirerek, mesleki ve gündelik ahlakı canlı tutarak, bazan geriletilerek, bazan insanlıkta ilerleyerek son insan hayatı da sönene kadar devam edecek.