10 Mayıs 2009

Şeref Gizilgüç


Emekliliğimi istediğim şu günlerde, hiç bir şey olması gerektiği gibi gitmiyor. Sanki onca insan bilgisi, onca takip, onca dinleme boşa yapılmış gibi. Onca tanıklık.


Kendisine can yoldaşlarından yakın olduğumuz, ne düşündüğünü, nasıl düşündüğünü bildiğimiz, hamlelerimizi kestirebilen, hamleleri kestirilebilir (düzensizliğin içinde bile bir düzen tutturan, biraz da yapışık yaşamamak için) insanlarla haşır neşir olunmuyor artık. "Angaje olmayın!" diye bir şart yoktu, soğuk savaş günleriydi, tamamen farklı olduklarını düşüdüğümüz, şeytanlaştırmakta sakınca görmeyeceğimiz insanları tanıma çabamız bir karadelikte yaşamadığımıza, sınırsız sonsuz bir düşmanlıktan bakmadığımıza işaretti. İnsan kurdu olmak, insanı tanımak, başına türlü işler açtığımız insanın tek tanığı olmak, düşmanımız olması gereken bir insana hayranlık, dostluk ve kardeşlik duygularıyla emekliye ayrılmak, mesleki bir sakatlanma değildi, bu işe başladığımız zamanın dünyasında.


Evet, yetiştirdiklerimize mesafe koymayı, özdeşleşmemeyi, bir yığın fasa fiso kuralı da öğretmedik değil. Piskologlar, psikiyatrlar için yazılabilecek bir el kitabını sunduk, bu kadar ayrıntı, insani mirasla yaşamayı beceremeyeceklerini düşündüğümüzden.


Kurala gerek olmadığını zamanla gördük. Yeni nesiller, tanıyacaksın emrini bile versek bunu başarabilecek bir sermayenin sahibi değillerdi. Yetiştiğimiz dünyada bize insanlık yasak bile olsa tanımaya, angaje olmaya, vicdan azaplarına, bazan adeta alkolle uyuşmaya itekleyen bir insani köz yerklşeridi içimize . Ne kadar farklı olduğumuzu düşünürsek düşünelim, düşmanlığımızdan sadece kardeşlik doğdu, büyüdü, filizlendi. Bizi tanımayan, başlarına açmadık iş bırakmadığımız insanların hayata bağlanmak için gerekçe oluşları. Gönülsüzce, ama titizce yaptığımız dinleme ve izlemenin artık bir üzerine titreme, insani merak ve dostluğa dönüşmesi.


Kamil Bey dinlememiz üzerinden bizlerin rahatını kaçırdı, insanlığımızı besledi, yerin dibine geçirdi, bazan bir bayram tebriği, evlilik kutlaması, çocuklarımıza ad önerisi bekletir hale getirdi.


Daha bıyıkları yeni terlemişken bir binada yaralı bir hayvan gibi kıstırılmasına yolaçtım. Defalarca sürek avına düşmesine. Sevdiği kızla vedalaşamadan ve bir daha asla buluşamadan kaybolmasına.


Çevresine zarar verebileceğimizi düşünmesi özel hayatsız kalmasına yol açtı. Bu kadar sevebilen, sorumluluk taşıyan bir insanı boğduk, cendere altında tıttuk. Çıldırmasını azap içinde beklerken, hep bir çözümle karşı koydu. Mesafeyle yaşadı, yanına yaklaşanlara, samimiyet duygusunu köreltmeden, her ihanete, satılmaya hazır bekledi, paranoyaklaşmadan.


İsyan da etti, meydan okudu, yanlış yaptırmaya çalştı, proveke etti. Terbiye de etti. Buyrun nasıl bir insanla uğraşıyorsunuz, azap içinde tamamlayın ömrünüzü havasıyla da saklısız gizlisiz yaşadı herkesin önünde.


Bir başka insanın sırrı, ona açılabilecek, yalnız ona açılabilecek sırlara ortak olmamız bizden nefret etmesinin asıl sebebiydi. Sır saklayamaz oluşu yerle bir ediciydi onun için.


Ama biz onu, dostlarından, ailesinden, yakınlarından, onu binbir palavradan nedenle sevenlerden daha iyi tanıdık. yaptıklarının gerekçesini, yalan söylediyse, şaşırttıysa, bir şeyi gizlediyse ya da uluorta konuştuysa nedenlerini şaşırarak öğrendik. Çoğu kez utanarak. Her yaptığında bir hikmetin yattığını bekler hale gelerek.


Memleket değişti. Bizler de inimizde yaşadık durduk, biz değişmedik, ileriye taşınmış eski olduk. Hakikate tanıklık ne zor iş. Aynı yere aktık. Aynı denizde, aynı hasrette buluştuk.


Hayatta en yakından tanıdığımız insan, bizi tanısa tiksinerek, iğrenerek bakacak.


Hayatta tanıyacağın en hakikatli insanlar bizleriz diyemeyeceğiz, en yakın dostumuza.


Şimdikiler parça bölük, o işe gelen cümleyi bu işe gelen cümleye bağlayarak, alel acele paldır küldür işlerini yapıyor, hayatlarına dönüyorlar. Biz zenaatkardık. Aslî görevimiz insanlıktı. Karaktere , işin aslına astarına bakardık. Farkına varmadan insanlığı meslek edinmiş insanlardık, en düşman, en gaza getirilmiş, en emir kulu halimizle.


Şimdi, dostu da düşmanı da insanın kendi derdinde. Sevdiklerini bile kullanıp atıyorlar. Ya dinlediklerini?


Bir tesellisi de var işin, şimdikilerin düşmanlıkları o kadar derin, keskin değil. Kestirilemez hafiflikler. Kestirilemez tembellikler. Kendine güvensizliğin en derin halleri.


Biz güvenir miydik kendimize? Biz daha büyük birimlere güvenirdik. Onun içinde şekilleneceğimize, nefes alacağımıza. Yok hayır daha özgüvenli değildik. Ama güvensiz de değildik. Kamil Bey ve arkadaşlarının buyurdukları gibi: "Bir toplumdaydık, toplumlaydık".


Bayramlarda seyranlarda, bazan başa gelmemiş belalarla bizi rahatlatan, ruhumuzu hafifileten şeyler de işitirdik. O kadar düşmanlık duymadığını, insan olduğumuzu kabullendiğini düşündüğümüz olurdu.


Elimdeki onca belgeyi, bilgiyi kullanmam etik olmaz. Kamil Beye saygılı da olmaz. Her olayda onun bilmediği binbir şeyi bilmek. Her konuştuğu kişinin yüzlerce diğer kişiyle konuşmasını dinlemiş, mektuplarını okumuş olmak.


Onunla her konuşanın daha sonraki konuşmalarını, o konuşmalar hakkındaki konuşmalarını bilmek ne ağır bir yük. Kurdun kuşun dilini bilen Süleymana dönüşüyorsun. Ne ağır bir dilek. Ne ağır bir yük.


Kamil Beyden başkaları? Ne kadar çok insan öldü. Telef oldu. Kalanlar kendilerini bir biçimde zamana uydurdular. Kamil Bey en savunmasız halinde meydan okudu, kendisi olmaya devam etti, hep kendisi kalarak, hep sadık kalarak değişti. Meslekler zenaatlar değiştirdi, sertleşti, inceldi, yumuşadı, kapısını çalana göre yeni baştan gayret etti.


Emekliye ayrılmam, bildiklerimi kimselere öğretememem, bir dönemi en insani yanlarıyla anlatamamam ne feci bir şey. Elimde, hafızamda, hafızalarımızda birikenler, yerine ulaşmamış mektuplar, söylenmek istenip de adresine söylenememiş sözler. Bir yerine ulaşmamış mektuplar deposunda oturmak, yaşlılığının son günlerindeki bir zamanların şen şakrak genç kızına "O seni seviyordu", yapayalnız kalan bir insana "senin çocuğun bak şu çilli genç kız" diyememek.


Kapı çalındı.


(online yazıldı, düzeltilmedi, hatırlama notudur, edebi metin değildir)