21 Nisan 2012

Uluslararası Durum Hakkındaki Notlarıma Gelen İki Eleştiri

İlk eleştiri, 28 Şubat tutuklamalarını İranla ilişkilerimizle alâkalandırmadığıma dair.

28 Şubatçıları İran ve Rusyayı tehdit olmaktan çıkaran anlayış, karar çerçeveleri ve çevrelerle yani resmî avrasyacılık olayı ile alâkandırmıyorum, çünkü, avrasyacılık modernizmi muasır medeniyet seviyesini  yakalama olarak gören, varolan ittifak dengelerini bozmayı göze alabilen bağımsızlıkçı bir tavırdı. 28 Şubatçılık "ittifalarımıza, anlaşmalarımıza ve hattâ meşru olmayan gizli anlaşmalarımıza sadığız!" intibaını verdi. 28 Şubat avrasyacılardan ne çlçüde destek aldı, iki kesimin iddiaları ne kadar kemikleşmiş, kesinleşmiş tavırlardı bugün ölçebilme şansına sahip değiliz. Araya epeyce propaganda, söylendiler, karartma girdi. Yargı, en mükemmel şekliyle dahi ideoloji, duruş kategorizasyonuna imkan sağlamayacaktır. Bu süreç sona erdiğinde hukukî ve meslekî anlamdaki yanlış uygulamaların, meşru olmadığı addedilen fiillerin üzerinde hüküm verebilme, değerlendirme imkânımız belki olacak.

Bağımsızlıkçı addedilenlerin bir kısmının "şu ülke buna izin vermez, bu ülke bunu cezalandırır" türü lafzlarına az şahit olmadık. Durum/hâl belirten/betimleyen söz edimlerinden (aktlarından) ibaret değildi bu ifade türü, bir daveti de içeriyordu. Her bağımsızlıkçı lafzını bağımsız, her ittifak çağıran ifadeyi de "müttefik" görmememiz lâzım. Olumsuz anlamıyla pragmatizmden çok makyavelizmlerden söz ediyoruz burada.

28 Şubatın yargılaması hukukî meşruiyet alanından çıkarılır ve gerçekten komşularla savaşa engel görünebilen çevrelere yönelirse zaten hukukî platformda tartışma konusu edilir. Bu uluslararası bir toplum mühendisliği biçiminde şekillenirse zaten yargılamadan bahsedilemez. Müttefiklerimizin imkânlarını ve tarzlarını geçmişlerinden biliyoruz. Bugün ne yaptıklarından değil. Burada iddia edilen İran üzerine baskı kurmak için yapılmış bir hareket olduğunda mevzunun tartışılacak kadar açık bir ihtimal olmadığını düşünmek durumundayız. Biz ne olup bittiğini bilerek değil, eldeki verilerle nasıl değerlendirileceğinden yola çıkıyor ve özellikle kendimiz için eleştirilip, aşılacak, düzeltilecek varsayımsal yargılarda bulunuyoruz.

Türkiyede İran'ın baskı görmelerinde geri adım atacak kadar müttefik gördüğü çevreler hemen hemen yoktur.

Ya İrana karşı bir savaşa gözü kapalı onay verebilecek çevreler enterne/tasfiye edilirlerse? Bu ihtimali de unutmamamız lâzımdır. Bu tip ihtimallerin geçerlilikleri sınırlı olacaktır. Avrasyacıların kendileri bazan içerde fikirleri iktidardadır, bazan fikirleri de bastırılmaktadır. Müttefik bağımlıları da bir ölçüde tasfiye  tasfiye olmuş intibaı bırakmaktadırlar. Bunun neoconların görünürdeki tasfiyesi vb. ile de alakası verdır.

Manevralar konuların somutlaşma hikayeleri içerisindedir, sebep sonuç ilişkilerinde değil.

Ben İranla savaşın ne ABD ne de Türkiye tarafından istenmediğini düşünüyorum. Savaşın içine çekilebilirler. Bu çekilişte İran da insiyatif sahibi olabilecektir, özellikle Türkiyenin rolü açısından. İran'ın saldırıya uğraması halinde Türkiyeyi savaşa çekip çekmeyeceğini henüz okuyamamaktayız. Bir ölçüde savaş dışı kalmak ancak bize "bahşedilebilir". Savaşa girmemiz de insiyatifimiz dışında olacaktır. Dış politik başarılardan çok potansiyelimiz, gelecekteki rolümüz, bize karşı tavrın yüzyıllar sürecek etkisi bir ölçüde hesaba girecektir. İran bir muz cumhuriyeti değildir. Beklenen tepkileri vermemesine şaşırmamamız gereklidir.

İkinci eleştiri Suriye ile İranın tehdit edildiği, İranın taviz vererek Suriyeyi kurtarmasının istendiği, benim Suriye meselesine İranın bulaştırılması meselesi üzerinden tartışmamın anlamının olmayabileceğinden yola çıkıyor.

Suriye ile İranın tehdit edildiği doğrudur. Suriye konusunda İran lokal güçler aracılığı ile (Irak, Suriye, Lübnan) taraftır. Suriyedeki ayrışma İranın etkisinin de ayrışmasıdır. Iraktaki kazanımlar üzerinden nötralize de ediliyor olabilir. Meseleyi denge bozmadan çok yeni dengeler kurma meselesi olarak görebiliriz.

Suriyeye her türlü müdahale Lübnanın, Filistinin de şekillenmeleri içerisindendir. Mısır seçimleri dahi bu kapsamdadır. İttifak yapıları değişmekte, pragmatize edilmektedir. Tasarruflu olmayacak, kendi dinamikleriyle işleri yürütemeyecek hiç bir ittifak düşünülmemektir kanaatindeyiz, verileri okuyarak ve elbette şimdilik.

İran Irakta aslan payını almıştır. Suriyedeki ayrışma bölgedeki ayrışmaya hizmet ediyor düşünülse bile müdahil güçlere yeterli gelebilir. Asıl mesele arap baharı ile yeniden biçimlenen ülke yönetimlerinin bir dünya sistemine entegre edilmesidir. İhvan akp'lileştirilecektir. Hamasın konum değiştirmesi beklenecektir vs.

İrandan beklenen nükleer güç olmaktan vazgeçmesi, savaşın ertelenmesidir. Ertelemelerden kârlı çıkacak olan hem sistem hem de türkiyedir.

Suriye Kürdistanının Suriyeden kopması türkiyede dış siyaseti yürüten kadroyu ürkütmemektedir. Bunun bölgedeki insiyatifin ve etkinliğin gelişeceği hesabı üzerinden olduğunu düşünüyorum. Yeni Osmanlılık hesabını sorgulamayı getirebilecek bir ayrışma ve şekillenme içinde Türkiye pazar, kaynak ve etkinlik alanlarını genişletecek adımları atmakla meşguldür.

İçeride tutuklu sayısının azaltılması, tutuklu milletvekillerinin durumu, yeni açılım paketleri beklememiz yerindedir.

İrana doğrudan saldırı ile Suriye anlaşmazlığında taraf olması, hatta olsaı bir savaşta taraf olması arasında fark vardır.

Suriyedeki değişiklikler bölgedeki gelişmelerin, etkinlik alanlarının değişmesinin İrana da sağladığı yararlar üzerinden melrulaştırılabiliyor. İran konuyu nasıl okur bilemem, ancak, Lübnanda lokal müttefiklerini korur, Suriyedeki gelişmeleri kabullenmeye zorlanır, Irak üzerinden.

İrana ne olursa olsun mutlaka saldırmayı düşünen çevreleri heseba kattığımızda hem bölgenin şekillendirilmesi sorunları karmaşıklaşıyor hem de çatışma sonrası dünyanın şekillenmesinin yönü. uzun vadede "masraflı", "dayatma" her çözüm çökecek, bölge dinamiklerine bırakılarak sisteme entegre edilecek. Evdeki hesap çarşıya uğrar mı bilemem. Ancak son ekonomik kriz başka dilden anlamıyor.

Üçüncü eleştiri ise sonuçlar üzerinden gelebilir: Türkiye'nin ağır bir savaşa bulaşması, deprem gibi felaketlerle karşılaşması kombinasyonunun hesabını yapıp yapmadığımız.

Kısa vadede Türkiyenin elini kolunu bağlayabilecek çok şey var. Ancak ekonomik kriz büyük imkan sahiplerinin imkanlarını da yutuyor. Dinamik bir Türkiye sorunlarını çözer ama kendisiyle meşgul olmak durumnda kalarak kısa-orta vadede insiyatif kaybedebilir. Karşılaşabileceğimiz en zor durumlar dahi aşılması mümkün zorluklar çıkaracak karşımıza. Orta-uzun vadede revanşçı bir duruma düşmazsek yeniden insiyatif kazanabilecek gibi görünüyoruz elde olan gelişmelerden, dinamiklerden yola çıkarsak.

Türkiyenin zayıf karnı kendi iç dayanışmasını zayıflatmış olmasıdır. Çoğu bölge ülkesinden daha stabil olmak büyük iddialar için yeterli değildir.