10 Haziran 2011

İDAM ADALETİN OLMAZSA OLMAZI MI?

KISASA KISAS bir hukuktur ancak hukukun ta kendisi değildir. Hukuk geleneğimizin kısasa kısastan koparak modernleştiği, insanîleştiği savı sadece bir önyargı. Kısasa kısasın hukuk ve adaletin hikmetle alakasını unutmuşluktan savunulması ise önyargıdan çok bir ezber ya da fikr-i sabit.  Önyargıları tartışmaya açarak ufkumuzu genişletiyoruz, başka yorumlarla, fikirlerle, duruşlarla, hakikatin karşımıza çıkardıklarıyla yüzleşmeyi göze alarak. Fikr-i sabitin ise ilacı yok.

KISASA KISAS bir hukuktur, hukuk olması için de eşitleyici dengenin bir otomatiğe bağlanması yerine mağdur tarafın rıza ve talebine bağlanması gerekmektedir. Yani asıp keseni otomatik olarak asıp kesememe söz konusudur. Burada kamunun intikamı devralamaması söz konusudur. Kamu ancak adalet dağıtabilir, adalet için taraf olabilir. Yatıştırıcılık, sorun çözme, intikam duygularının yerini adalet duygusunun alması hedeflenir. İftira, keyfilik ve gelişigüzelliğin önüne geçmeye çalışılır. Hakim hikmetsiz, hukuk çaresiz değildir ve geleceği kan revan edecek bir karar çıkartmamak için gayret etmekle yükümlüdürler. Bir linç topluluğunun liderleri gibi davrandıklarında zaten hukukun temsilcileri olma meşruiyetini yitirirler. Mağdur tarafın intikamı seçmesi değildir özendirilen, tazmin edilme, ikna olma, yargı süreçlerinin dışında adalet aratmama gerekliliğidir. Cana ve mala zararın ölçülebilirliğinin şablonlarının olmamasındandır. Suçu kolaylaştırmama kadar intikamı, hukuksuzluğa özendirmeme de önemlidir.

KISASA KISAS daha küçük topluluklarda, ahlakî toplumsal bağların neredeyse toplumun bütünü üzerini kapsayabildiği hallerde, hukukun sözcülerinin kitle yalakası değil, ufuk açıcı ve sorun çözücü oldukları zamanlarda, hakimin karar alışı veya karar veriliş süreçlerindeki gerekçelemeleri ve referanslarıyla topluluğa hukuku önerdiğine, yaşattığına, güncellettiğine tanık oluyoruz.  Hikmetiyle aydınlatan ve adalet düşüncesini genişleten çoğu çıkış noktası ve problem alanı o günlerden bize kalma. Hukukta ve hukuk düşüncesinde sanıldığından daha temelli bir süreklilik var.

KISASA KISAS hukukun yazılı olmadığı, devletin şekillenmediği, kabile hayatının ağır bastığı, içsavaşların hüküm sürdüğü, savaş hukuklarının ağır bastığı dönemlerde ağırlık kazanabildi, ancak hukukun temel duruşu olmadı. Temel duruş olmayış, hukukun temel duruşundan  köklenmemişlik demek de değil: Hukuk karşılıklılık prensibi üzerine kuruludur. Padişahı da sokaktaki dilenciyi de eşit görür. Karşılıklılıktan kısasa kısas da çıkarılabilmesi karşılıklılık prensibinin indirgenmesi olur. Ahlakta karşı taraf ne yaparsa yapsın tek taraflı olarak doğrusunu/daha iyisini yapma yükümlülüğümüz söz konusu iken, hukukta, herkes için geçerlilik bir kayrılmama, yanlış yapma hakkı olmama anlamında bir karşılıklılık söz konusu edilir.

İDAM, mağdurun müdahil olmasının söz konusu olduğu tek kategori değildir. Bugünkü tazminat davalarında bu prensip her hukuk anlayışında yer bulmaktadır. Sigorta hukukundaki şablon uygulamalar karşı örnek değildir, hızlandırıcı şablonlardır, davalaşmaya prensipte kapalı değillerdir.

İDAM hep kısasa kısas sorunu olarak ele alınır ama siyasileşmiş, suikastleştirilmiş bir ceza tarzıdır, emsal olması, ürkütücü olması, dehşet yaratması, iktidarı perçinlemesi düşüncesiyle gündeme getirilir. İdam edilenlerin çoğu ya bir toplu katliama uğramışlıkta, ya bir siyasi tasfiye sürecinde hayatlarını kaybetmişlerdir.

CANAVARLAR, İNSANLIK DÜŞMANLARI, SAPIKLAR değildir çoğu kez ipte sallananlar, kılıca kellelerini uzatanlar. Menderes bir cani değildi. Deniz Gezmiş bugün olsa asılmazdı, idam cezası olsaydı bile. İstiklal Mahkemeleri mağdurların düşüncesine göre yerine getirilip getirilmesi tartışılamayacak suç kategorileri icat etmediler mi? Galilei Galileo’nun mağduru mu vardı, eski bilimi mağdur sayabilir miyiz? Tersine, iktidar olarak eski bilim müdahildi. (”Eski bilim” diye bir şey olmaz bu arada, bilimliği bırakmış, temelinden, yolundan çıkmış, ”ucubeleşmiş” bir ideoloji söz konusudur, olsa olsa!)

SOKRATES için değerli siyasilerimiz kime soracaklardı, mağdur olarak, tazmin edilecek olarak?

ŞEHZADELERİMİZ, vezirlerimiz, kuyulara doldurulan insanlarımız hukuku kitabına uyduranlarca katledildiler. Pir Sultanlarımız asıldı. Hanifler emevî zındanlarında, Campanellalar engizisyon çukurlarında can çekişerek eserlerini verdiler.

NEFİ’nin katli de idam kategorisinde. 12 Eylülde idam edilenlerin de.

Bugün dünkü idamlara karşı çıkanların idamseverlik üzerinden politika yapmalarını anlamak kolay değil: Menderesin, Pehlivanın, Erenin idamlarını onaylamış olmuyorlar mı? Eleştirileri mahkemenin meşruluğu, suç ile cezanın orantısızlığı, kendileri gibi düşünenlerin dokunulmazlığı ve suç işlemezliği üzerinden mi olacaktır? Değilse nasıl temellendirecekler duruşlarını?

Bin sene önce ne hapishane vardı çoğu ülkede, ne ceza infaz kurumları. Ne şimdiki kadar çetrefilli suçlar, katalog suçları vardı, ne de bu kadar merkezileşmiş ve ha bire suç icad eden devletler.

EBU SUFYAN’ın eşi, Muaviyenin annesi Hint, Hamza’nın kanını tattığı halde idam edilmedi. Hangi mazlumun rızası bunu sağlayabilirdi, barış, kendini değiştirme hakkı gözetilmemiş olmasa. Hangi hakim o hakim kadar etrafın baskısına karşı durabilirdi?

ÖMER’in Muaviyeyi vali olarak ataması ile alınan risk, düşmanlık gütmeme, işi ehline bırakma kaygısı da hesaba katılmadan anlaşılabilir mi? Kerbelaya giden süreç, barış hukukunun da etkisiyle güç kazanmış olamaz mı? Olabilir. Zulm etmeden zulm görmüşsen mazlumsun. Zulmünden dünyanın çivilerini çıkardığın için değil başına gelenler. Kerbela, Mevlevilikte de merkezîdir. Mazlum oluşa ağlanmaz, insanın zulmüne ağlanır! Bin kere dünyaya gelsen, mazlum gideceksin! Zulmeden ile yer değiştirerek değil.

DÜŞMANINI EZMEYECEKSİN! Bunun için acı da çekebilirsin. Hakikate kılıç çekmiş olduğunu anlayan dostların da oldu, adaletin gelecek açıcılığından umut kesmenin anlamı yok. İnsafın yoksa Hamzaları da kazanamazsın, Ömerleri de. Seni en iyi tanıyanlar düşmanlığını, iktidarını, gücünü, öfkeni, intikamını tanıyanlar. Sende adalet bulan, sende insaf bulan herkes bunu kullanmaz. Kullanılsa da hakkın verilir, kullanılmasa da. Rakibine, seni eleştirene, kurduğunu bozana nasıl davrandığın seni ele veren.
CEZA BİN KERE VERİLMEZ. İnsafsızlığın olduysa tartış. İnsafınla yakınıp durup insafını görenleri bile pişman etme!

ADALETini kurumlaştırdığın, detaylandırdığın, saraylardan çok hapisaneler yaptırdığın halde hukukun tartışılır durumdaysa, idamların kimbilir neye benzerdi. Mahkum çocuklarının yetiştirme yurtlarında başlarına gelenleri engelleyemeyenler kendilerini Hintin oğlundan vali yetiştirip de zulmüne uğrayanlara benzetmesinler!

İDAM cezasına karşı çıkmayacaksanız Mendereslerin idamını nasıl engelleyecektiniz? Sizin döneminizde serbest başkalarının döneminde yasak kılarak mı? Bin yıl iktidarda kalmayı düşleyerek mi?

İDAM CEZASI OLMADIĞI halde kaç can yitirlidi ceza ve tevkif evlerinde, adaletin aksaklıklarından, siyasilerin acımasızlıklarından. Kendi hukukunu keyfi infazlardan uzak tutamayanlar nasıl idamla adalet dağıtacaklar?

KELEPÇE işkence aracı olarak kullanıldı geçen hafta. Gösterciler takibe uğrayıp linç edildiler devlet memuru oldukları iddia edilen birilerince. Avukatlar saçlarından sürüklenebiliyor. Kadınlara kafa atabilenler erkeklere neler yapmaz? Bu görüntüyle, bu ufukla mı idam cezasına döneceksiniz?

BİNNAZ TOPRAK DEĞİL YANILAN, onu çok bilmişçe aşağılayanlar! Onun yanlışında, eğer yanlışsa, söylenenler doğru ise, kasıt yok. Her can ölümü tadmayacak sadece. Her nefs tadacak. Her iktidar. Her güç. Her güzel iddia gün gelip tıkanacak. Her yiğit bir çocuğun elinden tutmadan tuvalete bile gidemeyecek. Her mağrur aslan post olacak bir gün.  Her güzel yüz bir gün birilerine yüz buruşturacak. İnsan insandır. Adaletinden kuşku duymalıdır:

İnsan adaleti kadar yaşar! İntikamı, gücü, yumruğu kadar değil!

(zaman yetmedi, aceleyle, iş arasında bitirildi. Kopukluklar ve yanlışlar olabilir. Yeniden okunmadı. Düzeltilmedi.)