29 Haziran 2011

Gündem Üzerine: 12 Haziran Sonrası

MECLİSİ BOYKOT. Demokratik aralıkta. Hattâ, bazı keyfi ve ayrımcı uygulamaların üzerine gidilebilmesi için meclis çalışmalarını önceleyebilecek kadar meşru bir eylem tarzı. Bağımsızların eleştirilmesi gereken nokta yakıp yıkan tarzın hedefe varmak için verimli görülmesi ihtimali üzerinden olabilir. Ancak bir çığırından çıkmışlık içerisinde meşruiyetini iddia etmeye çalışabilecekleri bir tarz-ı siyaset, demokratik mücadelenin üslup, söylem ve dilini devre dışı bırakıcıdır.

"KİMYASAL SAVAŞ". Devlet olur olmaz yerde gaz kullanıyor. Sokaklar, işyerleri, hastahane bahçeleri duman altı ediliyor. Allerjen, kansorejen, zehirli gazlar bitkilere, perdelere, ev eşyalarına siniyor, hamilelerin kanlarına karışıyor. Ortalama bir sağlıklılık halinden yola çıkarak kimyasal madde ve yoğunluk seçmek her yaşta, her sağlık halinde insan ve hayvan açısından zararsızlık iddiasına imkan vermiyor. Ölenlerin arkasından "astımsa sokağa çıkmamalıydı!" demek zulüm avukatlığıdır, ancak diktatörlüklerde, otokrasilerde geçerlidir. Ayağa kalkmayan paşalardan daha sorunlu görülmeliydi bu tarz gerekçelemeler. Sokakta her daim kedi köpek de olacak; kuşlar, böcekler de; hamileler, yaşlılar, kalp hastaları da. Gaz kullanımının arkasındaki ideoloji kışkırtıyor, aşağılıyor, gerilimi daha da büyütüyor. Su sıkma, vücutlara gaz kapsüllerini çarptırma, yerlerde sürükleme protestoyu hınç çığına dönüştürüyor. Uzlaşmaz, itip kakıcı, iktidar dışındaki her türlü bakış açısını şeytanlaştırıcı bir ufuk bir toplumsal mühendislik işidir, arkasında demokratik bir iddia olamaz! Gaz kullanımına şiidet yoğunluğunu düşürme için değil bir şiddet uygulaması olarak başvuruluyor. Uluslarası sözleşmeler, temel insan ve hayvan hakları sürekli ihlal edilirse bir ülkede demokrasiden bahsedilemez!

DEMOKRASİMİZ'DEN TEREDDÜT EDİLDİĞİNDE sadece eleştirilerle karşı karşıya kalırız diye düşünmememiz gerekir. Bağımsızlığımızı dahi riske atarız. Dünya ne muktedirlerimizin ne de protestocularımızın kara kaşına, kara gözüne hayran! Dümdüz olabiliriz! Daha fazla zor kullanımını gitgide daha da meşru gösterebilecek bir tırmanma ve kendisine hukuk yazılabilen hallere yol açarak. Bir yüz yıl daha kaybetmek istemiyorsak üzerimizden dünya kurulup bozulmasına izin vermemeiz gerekir!

MİLLETVEKİLİ YEMİNİNİN EDİLMEMESİNİN demokratik mücadele, demokrasi için mücadele ile çelişen bir durumu yok. Yeminini edip dayatmaları yutan hiç bir parlementer, yeminini bekletenlerden daha demokrat değil. Tersine, demokrasinin sınırlarını, hukuk'un sınırlarını, işlevini, anlamını güncellemeye çalışan protestocunun eylediği ahlaki açıdan savunulabilir, demokrasi açısından tutarlı, hukuk açısından elzem bir duruşun ifadesidir.

HATİP DİCLE konusunda söylenenler hukukun uygulama ve yorum olduğunu, şablon uygulama olmadığını inkar eder boyuttadır. Dicle listelere girmiş, oy pusulalarında yer almış, hatta mazbatasını almışken mebusluktan düşürülmüştür. Bu hukuk dışıdır, hukuka darbedir. İlgili kanun hükümleri seçimden önce uygulanabilirdi. Bu uygulama, o haliyle de tartışılır olacaktı,  barajın yol açtığı hukusuzlukla birarada düşünüldüğünde. Her iki halde de zamanlama yedeksiz bağımsız adaylara yönelik her hukuki yaptırımı daha da tartışılır hale getirmektedir. Dicle'nin yerini Eronatın alması hukuken meşru değildir. Kanunen? Kitabına uydurulmuş bu tür hukuk hukuki meşruiyetini (hukuki temellendirme, gerekçelendirme süreçlerinden koparak) yitirmiştir. 12 Eylül devam ettirilmemeliydi!  Eğer, baraj konusunda toplumda bir uzlaşma olsaydı, bağımsızlar için ortaya konulan kural, uygulama sistemi demokratik olsaydı adil değil ama meşru diyebileceğimiz bir pozisyonda olurduk. Sayın Eronat iyi bir insan, iyi bir milletvekili olabilir, ancak partisinin kendisine iyi bir başlangıç sunmadığı kanaatindeyim. Sürekli tartışılacak, sorgulanacaktır. Oysa sorunlu olan meşruiyetini yitirmiş hukuki kalıplar ve kanun silsileleridir. Hatip Dicle'nin de kendisini tanıma, beğenme beğenmeme durumunda değiliz. Fabrikasyon suç kataloğu mağdurudur, kendisi gerçekte suçlu olsaydı dahi eşitlik ve eşit vatandaşlık ilkesini yoksayan kategorik uygulamalar ile karşı karşıya kalması aday gösterilmesi ve adaylığının meşruiyeti için yeterlidir. Şiddeti bırakıp siyasete geçmelerini önerdiğimiz bir muhalif duruşa karşı tutarlı davranılmamaktadır.

HUKUK FELSEFESİ bu tür hukuk anlayışını hukuk anlayışı olarak bile görmez! Hukuk sürekli adalet eylemi ve uygulama ile güncellenen bir alandır. Kanun şablon değildir. İçtihat dahi bir ezbere, kalıba dönüş değildir, bir uygulamaya dönüştür, uygulamanın kanunun boş yani uygulanmamış haline içerik kazandırabilirliği ile ilgilidir. Bizlere üniversitelere kapatanların nasıl bir cehaleti bilim alanlarına ve hukuka hakim kıldıklarını görmek acı verici! Hatip Dicle olayına dönersek, hukun işletilmesinde hata yapılmıştır ve artık Dicle seçilmiştir, bu bir. İkincisi, kanun adaylığının engellemesine yeni bir adaya imkan vererek yol açsaydı bir ölçüde hukuken meşru olabilirdi. 9 Haziranda başka bir aday için meşru olabilecek bir hukuki engelleme Dicle için şimdiki kadar olmasa da sorunlu olurdu: Bağımsız olarak seçimlere girmek zorunda kalmış ve ölçüsüz bir baraj ile karşı karşıya bir partinin üyesi sıfatıyla. Tercihi de bir dayatmanın sonucudur. Hakikî Hukuk ölçüyü kaçırmış bir barajı değiştiremese bile hükümde hesaba katarak hukuken aşar. Hukuk böyle bir barajı adaletin, insan hak ve hürriyetinin karar verme pratiğinin barajı olarak görmez! Adaletin her hareketi, adalet sisteminin ufkunu açar, genişletir. Şablon hukuku, kanun böyle diyor hukuku kanunu okuyamayan, yazamayanların hukukudur. Suç ne YSK'nın ne de mahkemelerindir. Bu tür işlemlere adalet yazan düşünce boşluğu, adalet ve ahlak düşüncesinin sözcülerinin olmayışı felaktten de beter bir haldir. Felsefe felsefe eğitimi almışlara bırakılmayacak kadar ciddi bir alandır, felsefesiz hukuk hikmetsiz ve praksissizdir. Boş kof bir demokrasi ideali, boş kof bir gelenekçilik, boş kof bir ilerleme iddiası hikmeti dağa kaçıracak cinstendir. Bir anlayış temeli, ekseni olmadan medniyet kuramazsınız! Yaşattığınız bir medeniyet yoktur.

HUKUKUN ALANINDA OLANLAR tüm alanlardaki boşluğun ifadesi.

TUTUKLU milletvekillerinin yemin edememeleri yeni icat bir hal. Burada yargının ideoloji oluşturduğunu görüyoruz. Yargı haklı pozisyonun sözcüsü değil, adaletin vuku bulma, vücutlanma yeridir. Tüm sistemi işlediğinde yargı yargı olur. Sanıklar bir ortaklığın üyeleri bile olsalar bireyler olarak yargılanmaktadırlar. Örgütsel aidiyet kanıt ister, örgütlü sanıkların yargılanışında dahi genel karar hukuk ifadesi değildir. Hukuk tek tek durumlara cevap vererek ifadesini bulur. Seçilmiş insanlara "niye aday yaptınız" demek hakkına sahip değiliz. İçlerinde desteklediğim tek bir adayın bile olmaması seçilmelerine itiraz hakkını bana vermez.  Yargılanmaları devam edeceğine göre milletveki olmalarında bir sorun olmaması lazım gelirdi. Kabul edilebilir bir tutukluluk süresi aşılmıştır. Ceza yemeleri durumunda milletvekillikleri düşecektir. Buna hiç bir itirazım olamaz. Ancak, verilecek kararın bir kamplaşma ve ayrışma içerisinde tecelli edemeyeceğini unutmadan. Özel mahkemeler kolaylıkla  taraf olabilmektedirler ve bu adaletten taraf olmakla alakalı bir sorun değildir. Devlet güvenlik mehkemelerinin mantığı hukuk mantığı değildir, hukuki perspektifte, hukuk anlayışında demokrasilerle bağışmayacak  bir suç, ceza, toplum, devlet kavramı rol dağıtımı değiştirilerek dönüştürülemez.

SİYASİLEŞMİŞ MUHAKEMELER bundan sonra aday olacak her muhalifi de zora sokacaktır. Bugünkü müdahalelere ses çıkarılmaması hukuksal uygulamayı siyasetin alanına müdahil hale getirebilecektir. Demokrasiyi ve hukukun üstünlüğünü savunmak,  birilerine karşı parlementer sistemi savunduğunu düşünen hukuk sistemine karşı parlementer sistemi savunmaktır da. Bunda bir çelişki yoktur. Seçilmişler "parlementer demokrasiye" muhalif tavırlarından dolayı yargılansalar dahi, onların parlementer seçilmesi halinde mahkemelerce engellenmesi parlementer demokrasiyi savunmanın gereği olarak eleştirilebilir. Burada dikkat edilecek olan, demokrasi karşıtı olarak yargılanmasının meşru olduğu halleri engellemek değildir, olmamalıdır. Demokrasiyi koruyan yargının da demokrasiyi korurken demokratik zemini altüst etmesine müsaade edilmeyeceğindeki gibi. Bu müsaade etmeyişler dayatmaların alanında değil hür ifadenin, siyasi eylemin, demokratik kurumların kendilerini ifade edişleri iledir.

DENGE İYİDİR. Demokrasinin kazaya uğramaması, kurumların, sosyal hareketlerin birbirlerini dengeleyebilmeleri iledir. Demokrasi içi mücadeleler sağlıklıdır, karmaşık ayarların tutturulmasına yol açarlar. Eğer serbest bir tartışma ortamı varsa, insanlar hak sahibi ise, sosyalizasyon süreçleri kesintiye uğramıyorsa vs. Dengeler, ölçü tutturmuşluk stabil bir halde oluşmamaktadır. Toplumlar sürekli hareket halindedir. Demokrasinin otoriter jargonu kaldırmaması, kuvvetler ayrılığına ihtiyaç duyması sosyal dinamiklerin toplumsal kurumlaşmaların demokratik şekillenmelerinde, konsensusun sürekli güncellenmesinde aranmalıdır. Çelişen kuvvet , çıkar ve ilgilerin şiddet veya kuvvet dengesiyle değil açık ve demokratik bir toplum oluşla çözümleri ilerletmeleri, meşruiyet dünyalarını itiraz ve temellendirmelere açık tutabilmeleri söz konusu olmaktadır.

ADALET DUYGUSU. Seçilmişlerin milletvekili olup olamayacaklarına ancak istisnaî durumlarda mahkemeler karar verebilirler.  İstisnai haller toplumsal anlaşmanın, kuvvetler ayrılığının; demokrasiyi oluşturan taraf ve sosyal hareketlerin meşruiyet iddialarındaki ortaklığın alanını referans alır. Kararı kabulleniş haksızlığı kabul ediş değil, ideal adaletin olamayacağını kabulden yola çıkar. Adalet bir biçimiyle söz konusudur veya söz konusu edilebilirliktedir. İster sosyal hareketler arasındaki dengelerden, kaymalardan kaynaklansın, ister bağımsız adaletten, adalet duygusu geçmiş kadar geleceğe de yöneliktir.

"DÜN DEMOKRASİMİZ TEHLİKEDE" YAZACAKTIM bugün demeokrasi için bir umut var diye yazarak bitirmek istiyorum. Demokrasi şekilcilik değildir. Aslında şekil dahi şekilcilik işi değildir. İtiraz, gelecekteki tuzaklara hazırlıklılık, demokrasinin tüm spektrumunu devreye sokabilmek, demokrasiyi savunurken bile güç dengesini bozarak demokrasiye zarar verilebileceğini farketmek az bir şey değildir.

Seçilmişleri hukukun hukuki uygulamayı ve hukukun hikmetini unutmuşluğuna karşı savunmak, seçilmişlerin de demokrat olmayabileceklerini inkar etmek değildir. Yargı kendisini demokrasiyi korumakta dahi parlementonun üzerinde görmemelidir. Yargının bu yönde bir hareketi yargının ille de kendi kendisine farkedeceği bir oly da değildir. Parlementodan itiraz yargıyı kendi düşünce dinamikleri ile de buluşturacaktır. Tersi de geçerlidir, demokrasiyi ve adaleti parlementonun hoyratlığına karşı savunmak, kendisini hukukun üstünde gören bir siyasi sınıfa adaleti hatırlatmak, hakkı ve hukuku savunmak bir bütün olarak hukukun işidir. Bütün dedim: düşüncesiyle, bürokrasisi ile, savunması ile, sanık, infaz, kolluk bürokrasi ile bir bütün olarak....

(Zamanım yok, sabah oldu, düzeltemedim, burada nokta.)