17 Aralık 2006

Bir İsveç Klasiği: Banu Avarın Programı


İsveç açısından paniklik bir durum var mıydı? Yoktu aslında. Irk Biyolojisi Enstitüsünün yaptıkları seksenli yıllarda epeyce tartışıldı. Şaşkınlık kadar olgunluk, hakikatle yaşama isteği ağır basar gibiydi, o yıllarda. Irk Hijyeni kavramı sağda solda kutsal heykel bırakmamıştı bir ara. Unutulmaya, küllenmeye bırakıldı sonradan. Her hafıza-yı beşer nisyan ile malûl olsa gerek.

Yaratılan moral panik, basın özgürlüğü fikrinin bizim aklıevveller kadar isveç aklıevvellerine de yabancı olduğunu gösteriyor.

Zorla kısırlaştırmaların yakın zamanlara kadar devam ettiği, ne gizlenen, ne de gizlenebilir bir şey. Gizlenmesi gerekmiyor isveç modernitesinin kurumlarının. Tersine, tarihsiz yaşandığını düşünen yeni nesil isveçliye iyi bir hatırlatma olabileceğini düşünüyorum.

Bir kaç nesildir isveçliler, kanımca, isveçli oldukları için iyi olduklarını düşünecek durumdalar. İsveçli oldukları için karnı tok sırtı pek, isveçli oldukları için barışcı, isveçli oldukları için uygar.

Tarih bilinci yok. Öğrenilen tarih, okul, popüler kültürün tarihi sığ ve ideolojik. Olumsuz anlamıyla pragmatik. Açlık, sefalet, çileler, savaşlar, göçler dolu bir geçmiş bir masalsı tonda okunuyor, geçiliyor. Gerekçelendirmelerde, ifadelendirmelerde çok sorunlu bir isveçli olma gibi gerekçelendirme tarzı kullanılabiliyor. Başkalarıyla ortaklıklar, başkalarından iyi olmama hali, geleceğin uygar olmasının garantisinin olmaması gibi farkındalıklar çok zayıf.

İvar Lo-Johansson emeklilerin dergisinde yaşlıların bir zamanlar tokmakla ya da zehirle öldürüldüğünü yazmıştı. Bu yaşlı imhasının, dışlanmasının, ya da ne deniyorsa buna onun, yirminci yüzyılın ilk yarısında bile azalarak devam ettiği iddia ediliyordu. Birisi bundan da bahsetse mutlaka kavga kıyamet koparacak kraldan çok kralcılar çıkabilir. Çıkabilir de, uygarlık çok genç, dünyanın bazı yerlerinde, fazla deşilirse ol hikaye daha neler dökülüp saçılabilir ortaya.

Önemli olan şu aslında: İsveçliler nasıl yaşamak istiyor? Uygarca. Uygarlığı seçtikleri için kızamayız. Tarihsiz yaşamak, bizi tarihli yaşatmaya karar vermişlerin ayrıcalığıysa, uygarlık kavramına gölge düşer. Hukuksuz olduğu kadar irrasyoneldir, ideolojik, romantik bir millet tanımına gider. Das Folk romantiği o kadar uzakta olmayabilir, eğer tarih bilincinin üzerine kurulmazsa bir milletin hikayesi, bir milletin, halkın kendini anlamasının hikayesi.

Türkler için her ay uyduruk, saldırgan, cahilane, temelsiz iddialarda bulunuluyor, okumadan yazan cahillerce, kızmıyoruz, kanıksadık, bu bir kendini tanımlamadır, tanımlayana üzülüyoruz. Tanımlatana üzülüyoruz. Temelli olsun, hakiki olsun, ciddi olsun, gerekirse sarsılalım ama yalanla yaşamayalım. Hasretimiz budur. Propaganda, kendini tanımlama çabasıdır, teslim alma üzerine kurulmamışsa. Kendine yöneliktir. Kapıştırmaya yöneliktir. Yazmaz, yazdırır, birisi olmazsa öbürüsünü yayınlar. İsimler, iddia sahipleri önemli değildir o kadar. Biri gelir öbürü gelir. Her gelen de gideni aratır.

Eski propagandist, marksist ya da liberal evrensel bir açıdan konuşur, herkese aynı imkanları yazardı. Şimdilerde uygarlık biyolojikleşiyor. Tarihsiz, ufuksuz, sorumsuz, narsizm ve teslimiyet bildirgeleri olarak. Ufuksuz konuşsa da bir ufuktan eleştirilirdi. Eleştiri konuşmanın, iddianın doğal bir parçası kabul edilirdi.

Toplum mühendisliğinin var olduğu hiç bir toplumda, basın özgürlüğü ya da fikir özgürlüğünden o kadar kolay bahsedemeyiz. Basın özgürlüğü, fikirde özgürlük, fiili bir dolaşımdan çok, hukuki bir hak olmaya sıkıştırılmaktadır. İktidar, konuşur. Muhalefet de iktidarı konuşursa eleştirel bir diskur var diyemeyiz. Korporativizmleri anlamak her daim zordur.

Hukukî planda geçerli olan bir özgürlük kavramı anlamsız mıdır? Hayır. Anlamsız değildir. Formel olarak geçerlidir, ama diyaloğun hayat dünyası da değildir üzerinde konuşulan.

'Bana ne yediğinizi söyleyin kim olduğunuzu söyleyeyim' de diyebilirdi, kan çorbasını, palt ekmeğini ekrana getirebilirdi Banu avar. Hemşirelerin, hizmetkarların, marabaların geçmiş hayatlarını kurcalayabilirdi. İkinci dünya savaşı dönemindeki ticaretin derinlikleriyle, pasaportlara vurdurulan damgalarla ilgilenebilirdi.

İsveç de de üçüncü dünya ülkesi tepkisine çekildi adeta. Uygarlık çok genç. Uygarlık üçüncü dünyalı aidiyetler peşinde olmalı.

Çok acılar çektirmiş olmaları etraflarına neden tartışılmasın? Neden bizimle aynı hikaye edilenler liginde oynamaları mümkün olmasın? Kimin tarih karşısında ayrıcalığı var ki?


Evet İsveçin, Norveçin Laponlara, Danimarkalıların Eskimolara yaptıklarını akıl hafsala almıyor. İsveçteki ırk biyolojisi kimleri hedef almadı ki? Ancak, özellikle isveçin attığı büyük adımları da görmemezlikten gelmemek lazım. Bir şartla. Unutmakla kurtulmak mümkün değil geçmişten. Reddetmekle, inkarla, değiştirmekle de olmuyor. Eleştiriye açıklık, hakikatle barışıklık, kimsenin barbarlığa vahşete karşı bağışıklığının olmadığını bilmek gerekiyor.

Eleştiri propaganda savaşlarının bir safhası, sayfası, yanı değildir. Kendini anlamanın ve anlamaya açıklığın bir parçasıdır.

Ne çekilmiş çileler, ne dönülen dönemeçler uygarlığı garanti altında tutmuyor. Tevazuyla, emekle, askla, hukukla, ahlâkla yola devam etmek, yolu açık tutmak gerekiyor. Bir tanımla, bir dayatmayla çözülebilecek hiç bir sorun yok.

Ve durgun akardı Tarih, yüzeyde!