23 Aralık 2006

Mesnevî Edebiyatın En Üstün Form'udur!


Birey'in ortaya çıkış hikayelerini ezberledik: Sanayileşme, differensiasyon, farklılaşma, sınıfların gelişmesi. Birey yoktan var olur. Edebiyat en üstün formu için kapitalizmi bekler durur. Ve nihayet romanla edebiyat taçlanır.

Ben en üstün, en gelişkin form'u tayin edemem, etmeye de kalkışmam. İfade, formunu bulur, form , ifadesine kavuştuğu kadar.

"Mesnevî romandan üstündür" deseler, "evet, romanların yakalayamaz olduğunu yakalamıştır mesnevi de" derim. Ama okumanın hep bir yerden, bir duruştan da olduğunu bilirim. Okumanın da, yazmanın da bitmediğini, bitmeyeceğini, ve tarihin sahibi gibi, tarih olmuş bitmiş gibi konuşamayacağımı da.

Ölmeden önce bir mesnevî kaleme almış olabilmeyi isterdim. Bundan öncesini gülümseyen, bundan sonrasına göz kırpan. Yazacaksam, iyi bir mesnevî yazabilmeyi isterdim.

Yazsam da yazmasam da, hayatı, hayatları ve elbette kitapları da okumak bir zevk. Bir çile. bir sorumluluk. Bir genişleme. Göğüs kafesini çatırdatma.

Yazılmamışı okumak, dilde, halkın ruhunda, dönemin gölgesinde. İki araf arasındaki vahada su akla gelmez.

Aşkın ateşi , anlamanın ateşinden daha mı yakıcıdır? Hangisiyle kanmaya varılır?

Bireysellik ve kişisellik aynı toplumsallaşma, ben olma sürecinin parçalarıdır. Bireycilik başka iş. Bireyselliğin dinamiği insan olma çabasında, terbiyede, isyanda, karşı koymada, uysallıkta, sabırda, emeğini keşfetmekte, saygıyı ve saygınlığı keşfetmekte.

Kendini eriten Mecnunun mu bireyselliği yok, yani başkalarından ayrıştığı, kendini farklı kılan yanları, yanı, kendi yüzü?

Dil konuşan, ad taşıyan, aidiyetleri, terbiyesi, kendinden beklenenleri adı gibi bilişi olan Mecnun'un kişiselliği mi yok?

Okul kişi yanımızı, ortak yanlarımızı sosyalize eder, vatandaş fabrikasıdır; aile birey yanımızın, farklılıklarımızın önünü açar. Ama, okulsuz da olsak, öksüz de olsak, yolumuzu da buluruz, yol, çare, içinde şekillenme alanları bitmez tükenmez.

Okulda da bireysellik gelişir, elbette söylediğimin tersine. Yine tersine, aile mensupluğu da bir benden geçiştir aynı zamanda, sosyolojik anlamda, ve elbette nüktesi de olan bir sosyolojide. Biz sadece "ayırd edici olan"ı konuşuyoruz. Okulda ödevimizi yaparız, evde yetişiriz. Aslında ikisinde de, hattâ varsa bildiğim bilmediğim başka kurumların içinde de , yani varsa üçünde de, dördünde de, kapışırız, çatışırız, rolümüzü oynarız, rolümüze itiraz ederiz, içeriz yeriz, büyürüz, taklit ederiz, taklit etmeyi reddederiz, asosyalleşiriz, bu yüzden yeniden sosyalleşiriz ,vesaire.

Kapitalizmin bireycilikle bağlantısını bireyselliğin alanına doğru yaymak, sadece bir ideolojiyi konuşturma. Bir ezber.

Doğru ya da yanlış olabilecek bir iddia, aksiyomatik bir çerçevede ele alınınca, bir lâhza tebessümle sormamız gerekiyor: Hayat matematik mi?

Matematiğin, matematikçilerin pek yapmadıkları hatayı toplumbilimciler, edebiyat kuramcıları yaparlar. Pozitivizm dahi, matematikçi işi değildir.

Pozitivizm eleştirilerinin de naif pozitivistlerce yapıldığı bir ülkede/dünyada kim kuyruğunu kovalamadan kurtulabilir ki? Kovaladığımız kuyruk, hayatın izlerini süpürüp götürüyor. Toz yutmak o kadar önemli değil.

Arzederim, halimizden.