24 Aralık 2006
Hayvanların Gözlerinin İçine Bakabilmek
HAYVANLARIN DA HAKLARI VAR. Sokaklarda araçların arasında koşuşan, bacakları odunla kırılan, ehliyetsiz şahıslardan eziyet gören hayvanların da sözcüye, şahide, insafa, merhamete ihtiyacı var. Nasıl olur da hayvanların gözlerindeki dehşeti, şaşkınlığı, çığlığı, korkuyu okuyamayız? Çocukluğumuzda, karıncanın yolunda yürürsen azarlanırdın. Şimdi sakatatlar çöplüklerde. Kediler akciğerleri sürüklüyor. Asansörler, merdivenler, kaldırımlar kan içinde. Köpekler devirdikleri çöp tenekelerinin önünde harbediyor. Karınları aç. Payları verilmemiş. Verilmeli, ama kurbandan artakalanlar, sokaklarda sürünmemeli, sürüklenmemeli. Alınmış bir can var ortada, hakareti haketmeyen bir can!
GERÇEKÜSTÜ. Bir kurban bayramıydı, on sene önce, bir turist otobüsüyle hava alanından şehre iniyorum. Yağmur yağıyor. Çoluk çocuk ellerinde bıçak, nerede bir yeşil alan varsa, orada kesiyor biçiyor, didikliyor, et parçalıyor. Binlerce hayvan debeleniyor, yol kenarlarında, çocuk parklarında. Banklarda et yığınları. Yağmur suyu yolun kenarlarında kıpkızıl akıyor. Zeytinburnunda deniz sarımtrak bir renk almıþ. Hava kan kokuyor. Bin bir soruyla karşılaşacağım sanıyorum. Kimse bir şey sormuyor. O kadar gerçeküstü bir görünümdü ki, algılayamadılar. Beni üzen, görünüm değil oysa. Kendime izah edemediğim bir hoyratlık, saygısızlık var ortada. Halk sağlığına, hijyene de aldırılmıyor. Hayvanın hakkına riayet edilmiyor. Bize ne oldu? Neden "bu yanlıştır!" demiyoruz. Küvetlerde, balkonlarda kesilen kurbana neden "ayıptır, yazıktır, günahtır!" demiyoruz? "Mundar" kelimesini artık neden kullanmamaktayız? Kurban neden adabıyla kesilmesin? Eziyet gören hayvan, sokaklarda akıtılan kan uykularımızı kaçırmıyorsa, medeniyetimizi icraatımızla reddedebiliyorsak, hangi bahanelerin arkasına sığınabiliriz, hangi yüzle kaderimizi karşılayabiliriz? "Bunu neden yaptın, neden buna izin verdin"lere nasıl cevap verebiliriz?
VEJETARYANLAR. Hindistanda bir tarikat var. Yoları süpüre süpüre yürüyorlar. Can almamak için. Bizde et yense de, canlıya, hatta cansıza bir hürmet,saygı, muhabbet vardı. Bir taşı, kayayı, ağacı sebepsiz yere yerinden oynatamazdınız. Biz kurban kesiyoruz, et yiyoruz, ama, yemeyenlerde de bir incelik, hatta bazan bize öğretebilecekleri bir ihtimamlı tavır, bir saygınlık olabiliyor. Kandan, etten tiksinenenler aramıza giremez, bizden birisi olmak için et yemek zorundasın demememiz de gerekiyor. Kurbanı, insaniyete izah, insaniyetin merhametli tavırlarını da reddetmeden, karikatürize etmeden olmalı. Bunu vurgulamam kapıyı açık tutmak için değil: Bir hukuka riayet için. Dünyada et yemeyen insanlar var, kapılarının önünde kan akıtmamalıyız. Hayvanları strese sokmamalıyız. Sakatat sokaklara saçılmamalı. Park masalarýnda et parçalanmamalı. Balkonlardan kan damlamamalý. Kirlettiğimiz masaları, kapı tokmaklarını, asansörleri silmeliyiz. Kedileri, köpekleri eşindireceğimize, o günlüğüne de olsa doyurmalıyız. Haşere istilasına neden olmamalıyız. Kanlı ellerle toka yapmamalıyız, kanlı eli uzatmamalıyız. Bir de bizim gibi olmayanlara, ki onların duruşu da belki bir başka merhamet, şefkat ifadesidir, gülmemeliyiz, saygıyla karşılamalıyız, onların aramızda bulunması halinde, zorluk çıkartmamalıyız. Zorluk çıkartmayacak bir yorum toplumuna zorluk çıkartmamalıyız.
Arzederim, halimizden.