4 Ekim 2007
İntihar'ın Etiği Üzerine Ön Notlar
İntiharı seçen, bir seçim halinde. İntiharı hayat tarzı yapan? Neyi seçmekte?
Her seçim hali gibi bir hal mi intihar, geriye dönüşsüzlüğü, düzeltilemezliği, bir sorumluluğu ortadan kaldırmasıyla?
Hoşgörülen, kahramanca karşılanan, kendimizi tanımlamalarımızda payı olan intiharlar olduğuna göre, bazı kereler intihar bir ahlakî seçim, tercih, tek yanlı hukuk olarak da görülmekte.
Kahramanca direnen bir ordunun komutanı, direniş hatları kırılınca herkesle vedalaşıp sakağına kurşunu sıktığında yenilgi mi reddediliyor? Teslimiyet mi reddediliyor? Hayatıyla, kendisindeki en kutsal emaneti taşımayı reddedişiyle bir özür mi diliyor? Bir aşağılanma mı reddediliyor? Bir teslim olmayış mı vurgulanıyor, sadece teslim olunabileceğe teslim olarak? Böyle bir intiharın analizi, bir karar vermiş, tarih yazma iddiasındaki özneye her hangi bir kalıbı, yaftayı uygulamakla mı olur? Anlamaya, durumu, dünyayı, dünyasını, dünyaları anlamakla başlasak, intiharın başlattığı olay zincirlerini bilerek de konuşsak, genel bir kavram olarak “intihar”ı onaylatmış, hoşgörmüş, ya da olumluk, olumsuzluk yüklemiş mi oluruz?
“İntihar kötüdür!” demekte ne sakınca var ki? Bir insan tekini anlamakta ne engellemesi var ki? Tersine kavrayışımla çatışan bir durumda, hoşgörüde, hak veriş ya da hak vermemede, hatta sadece başka bir yolunun kalmadığını düşünen insanın mantık dünyasını okuyabilmekte ne sakınca var ki?
İnsanı, tekil insanı, her dünya halini anlamak, anlamaya çalışmak, yapılanların yapılabilecek yegane şeyler olduğunu düşünmekten mi ibaret?
Tersine, bir tercih olarak intihar ahlakî bir eylem olma iddiasını da taşıyor. Her tercih durumu, bir ahlaki seçim mi demek oluyor? Hayır. Karar veya seçim kuramının ilgi alanıyla ahlakın ilgi alanları öyle kolay örtüşmüyor. Ahlakî seçimin gizli ya da açık vurguları , temel gerekçeleri, ayırdedilebilir bazı özellikleri var. Ahlaki seçim bir hesap işi değil, muhakeme işi. Ahlakî eylemin en ayırdedici yanı eyleyenin kendi eyleminin sorumlusu olması. Tek tek insanlara, canlılara, doğaya, hattâ kendisine karşı.
İntiharın kahramanı bir mesaj veriyor, bir mektup gönderiyor, çeşitli biçimlerde okunuyor bu. Bazan, gözyaşlarıyla, kınamadan, sinemayı terketmedik, kitabı ters çevirmedik mi? Evet, bazı insanların acıları, yanlış doğu tercihleri, çaresizlikleri ile bir yerlere doğru yol alıyoruz.
Bir intiharın kahramanı, bir direnişin de kahramanıysa da anlıyoruz, bir teslimiyetin kahramanıysa da. Anladığımız ne o halde?
Anladığımız, o şartlarda aynısını yapabilecek olduğumuz ya da yapmasını onaylayabilecek olduğumuz. Bir iddiasızlık, bir çaresizlik, bir haddini bilme hali.
Peki, yenilgiler, iftiralar, dümdüz edilmeler, işgaller, tecavüzler, talanlar, yalanlar, terkedilmişlikler, yalnızlıklar intiharla mı karşılanmalı? Tabii ki hayır!
Kaderci denilen geleneğimiz, böylesi bir kaderciliğe karşı kaderini üstlenerek, sorumluluğunu üstlenerek, umut kesmeyerek, insanın zamanın çocuğu olduğunu bilerek, insanın çaresizliklerini, sınırlarını, sınırlılıklarını, zaaf ve kahramanlıklarını bilerek eylememizi istiyor.
Kültürümüz gerektiğinde sükunetle, sabırla cefaya katlanmayı da, işgale, yalana, talana, dolana karşı koymak kadar meşru kılıyor.
Onca genel kavram, kural, hüküm prensip tekil durumların neden niçin öyle olmuşluğuna mani mi oluyor? Universalia bırakıldığında, evrensellerimiz olmadığında, tek tek durumlarda ve durumlara daha mı anlayışlı olacağız? Sanmıyorum.
“İntihar bir cinayettir!” diyen hukukçudur. Hukuk düşüncesinden baktığımda bunu dememize imkân verenin hukukun her yöne işleyen özelliği değil, hukukçunun toplumsal sorumluluğu olduğunu görüyorum. Demeyen de bu kez hukuka karşı sorumlu davranmaya çalışıyor, hukukçu deontolojisiyle.
Aslına bakarsanız katliamdan beter, cinayetten beter, tiksindirici, yapışkan, mide bulandırıcı intiharlar da var. İhmalin, körlüğün, zulmün, hoyratlığın başıboluğunun ölçüsüzlüğünün, aldırmazlığımızın canımızı yakmasına neden olan intiharlar da. Gül gibi bir insan, söyleyebilmek, vurgulayabilmek, haykırabilmek uğruna kayıp gidiyor bu yemiş dolu dünyadan, bu güzel manzaralı uçurumdan, bu başdöndürücü, tiksindirici, kanlı girdaptan, bu bazan gül kokulu bahçeden, saçlarımızı amberle tarayan rüzgardan, vs. vs.
İntiharın toplumbilimi, nedenini nasılını inceler. Dünyasını bulur. İşleyişini, alışverişini. Psikolojisi, tekilin halini, hallerini, saplantısını, dürtüsünü,itisini, yok sayılan içgüdüsünü saptar. Antopolojisi kültürünü deşeler. Kimi arkeolojisini kurcalar, kimi hukunu, ahlakını. Düşünür de, insan da anlamaya çalışır hem hayatı, hem insanı, hem her geçiciliği, hem de her geçicideki kalıcılığı.
İnsan her ufukta, her dünyada gezinebilir, insanlığın türlü türlü hallerini görebilir anlayabilir. Neden olmasın? Ancak her anlama biraz da geç anlama. Her şey olup bittikten sonra. Herşey kendini sunduktan sonra. Ok yaydan çıktıktan sonra.
Evet, her bilgelik geç kalmış bir bilgelik. Her hikmet, bir olup bitmişin hikmeti.
İnsan, geleceği okuyamıyor, bu anlaşılır, toplum mühendisliği tersini iddia etse de. Geleceği bir matemetiksellikten, matrixten, kanundan, keyiften falan çıkarmaya kalkışan insan çocuğunu göremiyor. Çocuğunun bugününü, komşusunun bugününü, insanlığının ve inasnlığın bugününü okuyamıyor.
Evet, anlayışlıyız, biliyoruz da neyi anlıyoruz, neyi biliyoruz? Ezbercinin ezberi kırk yılda bir tutarken hangi bilge öngörüyle karşılamada dünyayı?
Bilgelik tersine, dünyanın her haline açık olabilmeden, çaresizliğini bilebilmekten, sınırlılığını bilebilmekten, ne yapacağını bilemeyeceğini bilebilmekten geçmeliydi.
Böyle insanlar var mı? Var oldular hep, evet, tek tük. Komşuları mahallelerinden sürene kadar. Kırk katırı, satırı çekene kadar. Sürdük, yokettik, öldürdük, susturduk. Susturanların, katledenlerin, öldürenlerin çocukları ise mezarlarına çaput bağlıyor, dizelerini libretto yapıyor, kitaplarıyla örtünüyor, bazan da ahlaklarıyla giyiniyor.
İnsanın çaresizliğini bilgece karşılayanlar, kendi çaresizliklerini nasıl karşıladılar? Herkes her imtihandan geçer mi? Her sınamayı aşabilecek insan var mıdır? Varsa da, insanları o kadar sınadığımızda insandan ne kalır?
Hayata yalanla bakmayanlar da kendi hayatları için gerekeni yapabildiler mi? Başka yapacakları şeyler olabilir miydi? Bunlar sanıldığı gibi yanlış sorular değil. Değil, çünkü, insan gibi eyleme düşe kalka, bir birine öğrete öğrete, birbirinden öğrene öğrene, kendinden öğrene öğrene, tecrübe ede ede, deneye sınaya, denene sınana, nesilden nesillere kayfılar, düşünceler, düşüncelilikler aktarıla aktarıla oluyor.
“Başka ne yapılabilirdi?” sorusu “ben olsaydım ...” düşüncesi, düşünceyi deniyor, fikri deniyor, zikri deniyor, başka tecrübelerden, yan tecrübeden gelecek cevabı bekliyor.
İnsan yalnız zamanıyla konuşmaz. Metinlerle, fikirlerle, hayatlarla yüzgöz, hemhal oluşu başka ufuklarla bazan çatışırcasına, hatta çatışarak, atışarak buluşmaktadır.
Buluşan, karşılaşan, başkalarıyla kaynaşan, zamanlarla hemhal olan en fazlasıyla biraz genişleme, dinleme, anlama anlaşma halindedir.
Bilgelik dahi hayatın her haline yetmezken sıradan insanın kendisindeki bilgece olanı savunacak, yaşatacak nesi var? İnsanlığın, kardeşlerinin kendisine aktardığı kurumlar, gelenekler var. Kitap da zamanlararası bir dayanışma. Şiir de. Bir çığlık da. Davranış kalıpları, kurallar, yasaklar, emirler, buyruklar da.
İnsanını kurumları insanın mükemmeliyetinin, güçlülüğünün, kalıcılığının mı ifadesi? Hayır! Sanırım yanlış anladınız!
İnsanlar dayanışmayla, sosyalizasyonla, iletişimle, koklaşımla, meleşmeyle tek başlarına yapamayacaklarını yapıyorlar. Kendisi bir dağı aşamayan, o dağın bir yamacının haritasını, yeni bir buz çekicini bırakıp gidiyor.
İlk deneyinde başaran, himmet görmüştür, masallarımızda, ikincide yolu bulamaz. Çok ararsa, belki gene kapı aralanır. Ancak, insanlık bir bütünlük olarak teklerine anlam sunuyor. Kendi anlamlarını olmasa da, anlam dünyalarının, hayat dünyalarının çoğulluğu içinde bir didinmeyi kucaklıyorlar.
İnhiharın etiği inntihar edenin ahlaklı olması ya da ahlakî nedenlerle intihar etmesiyle mi alakalı? Hayır. Burada hem ahlak ) üzerine dekavramının, ve bir disiplin olarak ahlakın yani etik’in (etiğin biraz daha düşünme fırsatı bulacağım.
Kurcalamak istediğim, toplumsallığı, tarihselliği, kültürelliği içerisindeki bir insanın hayatında ve toplumsal hayatta intihar olgusu üzerine düşünmek.
Bir intihar fenomenolojisi mi? Neden olmasın? Mümkün. Doğrudan hayata, konuya bakarak. Bakarken de kavramları, dili, diskuru, diskurları olduğunu bilerek.
Doğru bildiği şeyler heybesinde, dayatmadan, sömürgeleştirmeden, saldırmadan üzerine düşünmek, yorumlamak ve bu iş btmiştir demeden noktalamak, “evet biraz anlar gibi oldum, buyrun devam edin!” demek.
.....
(DÜZELTEMEDİM. DEVAM EDECEK. ASIL ÇÖZÜMLEMEYE BAŞLAYAMADIM.)
13 09 2007 saat 07.19
Etiketler:
Ahlak,
Deneme,
Düşünce,
Felsefe,
Hayat Dünyamız,
Toplum Kuramı,
Yorumbilgisi