8 Mart 2012

Gündem: Mart 2012

SİVAS KATLİAMI. Dün gece tartışmacılardan birisi Sivas Katliamını Kemalizm'e bağladı. Kemalizm ya da çeşitli Kemalizm'ler eleştirilebilir, eleştirilmeli elbette, ancak böylesi iddialar iftira'nın, Propaganda'nın ötesine geçemez. 12 Eylül öncesinde Kemalizmi temsil eden en önemli kuruluş Halkevleri idi ve Maraş, Çorum, Malatya, Sivas Olaylarında ve sonrasında halkın yanında yer alan, mazlumu savunan demokrat, sivil, sol bir çizgiye sahipti. Bol keseden atan, işi Osmanlıya kadar götüren, oradan İttihatçılığa sıçrayan bakış ne zaman bir yangını bedeniyle engellemiştir ki? Kahramansız ve sinik bir toplum iyidir diye bir şey de yok: Bazan haksızlığın, zulmün karşısında dikilmek gerekiyor. İnsanlar, politikalar, ideolojiler eleştirilir, insanlık için emek hep bakî kalır. Dedelerimiz Kuyucu Murat Paşaya direnirken de Osmanlı idiler. Çorum, Maraş katliamlarına karşı dikilirken yanımızda Kemalistler de vardı. Eğer militarizmin, kenanevrenizmin yeni adı atatürkçülük ya da kemalizm ise farklı düşünenler ad ve sıfat kavgası vermeseler de yargıda ahlâklı olmak lazım.  En kötü örnekle eleştiri dahi uydurmaktan, yakıştırmaktan, iftira ya da bühtandan daha hakikatlidir. Sivasta uluslararası derin devleti, vesayetçi tepeden inmeciliği, halkdüşmanlığını, soğuksavaşçı dindarlığı ve onun avukatlığını, örgütsüz insanlığı gördük, görüyorum! İttihat ve Terakkiyi çok eleştirdim ancak soğuk savaşçılığı, yeşilkuşakçılığı unutup İttihat ve Terakki'yi tartışmak saçmalık olur. Soğuksavaşçılıkla buluşmuş bir İttihatçılık? Suç genetiğindeki yeri hakikatini unutmuş soğuk savaş militanı ve propagandacısı dindarlıktan daha belirgin değildir, iki eğilimi birbirinden ayırır ve rakip görürsek. Katliam gönüllüleri ve onların savunucusu çevrelerin reel gücü söylenenleri ciddiye almamı engelliyor. Hakikat, herzamankinden daha fazla perdelense de, kurcalanmaya açıktır. Açıklama önerileri ile, mevzuyu ele almayı birbirine karıştırmadığımız, bilinmezliklerden korkup da kolaya kaçmadığımız ölçüde.

"TÜRKİYEYİ YURTDIŞINA ŞİKAYET ETMEK". Bundan şikayetçi çevrelerin İHM'nde geçen yıllara kadar davaları devam ediyordu. İktidar koalisyonunun parçası bir çevre yurtdışında CHP'yi SE'den attırmak için gayret ediyor, bir günlük gazete yabancı bir misyon şefinin ağzından CHP'yi yerden yere vurarak yeni dış vesayet alanlarına kapı açıyordu. CHP'nin zayıf kaldığı, rekabet edemediği koşullarda. İktidar bloğunun ne girişimlerde bulunduğu, ülkeye müdahale ettirmenin en sorunlu koridorlarında dolaşmayı kendilerine yakıştırabildikleri şımarık ve sorumsuz günlerin iktidar bloğunun yayın organlarında yeterince belgesi, teşhiri, haberi var. CHP gerek AP'da gerek kendi meşru ve reel uluslararası ilişkiler alanında atağa geçmiştir. Yaptığı kendi alanında imaj temizliğidir. Burada da kalmalıdır. Ötesi, katılıyorum, sorunludur.  CHP'yi şikayetle eleştirenlerin uluslararası politikanın meşru zeminlerini onaylayan imzaları var. Onlar bir elçilikte sunum yapıp toplum mühendisliklerine onay isteyen, bilinenlerle hayal edilenleri karıştırıp imaj suikastine kalkışanlara bu yaftayı yapıştırmadıkça, CHP ve Kılıçdaroğluna karşı tutarsız davranmaktalar. Kılıçdaroğlu ulusal ve luslararası tecriti kırmak zorunda. Bu tecrit maalesef yerli aktörlerce kurgulandığında ülkeyi alternatifsizliğe iten bir dış politik ambargo kurgulamasına kalkışmış duruma düşmektedirler. CHP'de de bir gün karamlığım prenslerine "tahta aralığına süpürmeyin!" diyenler olursa bu ağır lafz hakkanî olur. Buna kalkışabilecekler olabilir mi? Evet her partide olabilir! Yapılması gereken? Bu tür tavırları siyaseten ödüllendirmemektir. Başkaları açısından meşru olabilecek tür hareketler dahi kendisini bağımsızlık hareketimizin temsilcisi olarak gören bir parti temsilcileri tarafından yapılması doğalolarak daha fazla tepki görecektir, görmelidir. CHP izolsayonu yeterince kırmıştır. Daha ileri gitmemelidir. İktidar Bloğu ise hafıza edinmelidir.

4+4+4. Savunanların ve karşı çıkanların cehaletine bir örnek: "Artık bujili motor kalmamış"mış. Daha yeni değiştirdim bujilerini doğalgazla çalışan yeni nesil motora sahip arabamın! "Meslekî eğitim geri kalmış". Geri kalmışlık iddiasında hem hakikat var hem de ezber. Eski motorlara, aletlere, teknik resime hakimiyet, torna tesfiye, kaynak, lehim malzeme bilgisi olmadan modern teknik diye bir şey olmaz. Modern tarım da toprağı avuçlamayı, mevsim dönümlerini gözlemlemeyi, tarımın eski yeni tarzları hakkında bilgiyi ister. Lamba, transistör görmeden çiplere evrimi bilmesi teknisyenin anlamsızdır. Teknik bir yönelim işidir. "İlerleme"nin mantığı elde olandan çıkmaz. İlle de eskilerle uğraştırma, mesleğinin tarihinin perspektifini verme kronoloji işi de değildir, pedagojik, algısal, mesleğin tarihsellik ufkunu verebilmedendir. Uzmanlar düşünceleri, ezberleri, yanlışları, doğruları birbirine bağlıyor. Tecrübeli siyasi hakikat kokusuna yakın durandır. Çivi çakmayı, sorun çözmeyi, tornavida tutmayı, kaynak yapmayı, lehim tutturmayı bilen ve iş ahlakı olan'ın teknoloji ile uyum sorunu yoktur. Şimdilik 8+4 şeklinde belki işleyebilir diyelim ve konunun kendisini tartışmayı başka bir bahara bırakalım.

OKUL ÖNCESİ EĞİTİM. İyidir, iyidir de, çocuklarını yetiştirebilen bir ailenin yapabileceklerini tutmaz. O yüzden zorunlu olmamalıdır. Küçük bir azınlık bile çocuklarına emek verebilecek zamanı, yetiyi, imkanı, lüksü el altında bulundurabilse bile bu önemlidir. Okulda kişisellik, ailede bireysellik kurumlaşır. Birey kollektif değildir. Bireyci de değildir. Birey ahlaki ve sosyal değerlendirme aralığının, perspektifinin yerleşmesinde önemlidir. Ailede yetişmiş çocukların okula da katacakları çok şey vardır. Sosyolojik sosyal psikoloji ve toplumkuramına biraz daha dikkat edilmeli!

8 MART. "Verin dünyayı kadınlara barış gelsin!" gibi sloganlar artık kullanılmıyor. Taciz, tecavüz, baskı ve şiddeti ortadan kaldırırken çocuk yetiştirmede ailenin rolü, kadınların ağırlıkta olduğu çevrelerde erkek çocuklarının "maço" yetişmesi gibi sorunlar, babanın model kadar karşı model, eleştirel model olarak önemi göz ardı edilmiyor.  Daha demokratik, ama yine de sorunlar üretecek, bizleri çözüm peşinde koşturacak bir aile anlayışı şimdikinin tümden reddi değil, eleştirisi üzerine kurulmak durumunda. Popüler kültürün hayatı insan tekinin ömrü ile özdeşleştirmesinin sorunlarını da aşarak konuşmamız gerekiyor: Toplumlarımız devam edecekse, çocukları nasıl ve nerede yetiştireceğiz. Ortak paydamız sadece eğitim değil, yani okul eğitimi değil. Okul dışı eğitim yani terbiye eskiden eğitimi kapsardı ama daha fazlasıydı. Bugün özdeş görülüyor. Özdeşlik bir kelimenin anlamı, bir anmalmını aştığında sorun başlıyor gibi. Kadının özgürleşmesi cinsel libertarianizm olarak görüldüğünde tarih kadar eski. Kadının potansiyelini, sorumluluğunu, yaratıcı gücünü, hukukunu, hakkını, düşüncesini, insiyatifini ve toplumsal dayanışmadaki rolünün önünü açacak ufuk vurgusu her daim eksik kalıyor, bırakılıyor. Mağdurluk üzerinden sorun anlatmak siyasetimizdeki gelişmelerden (son mağdurun da mağrurlaşması) sonra duyarsızlık da yaratıyor. Başka bir dil gerekli. İndirgemesiz. İnsanı çağıran. Topluma gerçek toplumsallaşma çağrısında bulunan.

EGEMENLİK KAYITSIZ ŞARTSIZ ZAPTİYENİNDİR. Kimlik kontrollerinde "herkes potansiyel suçludur!" vurgusu toplumsal dayanışmayı çözüyor, eritiyor, zayıflatıyor. Herkesin kanun karşısında eşit olması başka, herkesin potansiyel suçlu olup had bilmesi başka. Had bilecek olanlar, iktidar uygulayanlardır. Bunu bilmeyenlere hakikat kendisini bildirir: Zulmü ortadan kaldırma iddasının kendisinin zalim olması, baskıyı çağırması, meşrulaştırması, itip kakması demeokrasiyi ve bir halk oluşu öncelemeyen bir duruşun temsilinden şekillenmesindendir.

OTORİTER EĞİLİMLER. Eleştiriyi kesmekle, alternatifi filizlendirmemekle kendisini gösterir. Sokaktaki baskı ihtiyaç duyulduğu kadarını aştığında göze çarpar. Acemi, kendisini teşhir eden otoriterlik otoriter midir, tartışma konusu olmalıydı. Türkiyenin en büyük sorunu şu anda, demokratik muhalefetin eksikliğidir, kanaatimce. CHP de otoriter siyasetin bir parçası olmaktan kopmak, demokrasinin önünü açmak, alternatiflerinin filizlenmesine kapı açmak, siyasi geleneğin kesintiye uğratılmamasını sağlayacak bir iç demokrasiyi hayata geçirmek zorundadır. İş AKP'nin "gerçek" demokrasiyi hazmetmesi ile bitmiyor, bitmeyecektir. Bir gün roller değiştiğinde olası argüman ve  politika değiştokuşu bir çeşit zaman kaybı olacaktır. Siyasetler savunanlar iktidardan çekildiğinde dahi geçerliliklerini koruduğunda değiştirici dönüştürücü olurlar. Cumhuriyet düşüncesi, demokrasiyi seçiş, çok partililik gibi tercihleri reel politikada onaylamış olanlar siyasetten çekilmiş olsalar da olmasalar da gelecek nesillerin sözleşmesinde yer alıyor olacağındaki gibi.

STRATFOR. Kızmanın bir anlamı var mı? Elçiliklerde sunum yapan bürokrasi, akademisyenlere üzerine düşünülmemiş yurtdışı kariyer, mağdur bürokrasiye mağrur kariyerist olma zorunluluğu, dışişlerinin rolünün bypass edilmesi ne sorunlar çıkaracak daha. Meşru ya da meşrumsu uluslararası platform ve kuruluşlarda düşünce alışverişinin yasaklanması saçma olur. "Özel görevli" gazeteci, danışman, rektör ve siyasiler argümentasyon ve fikri alışverişin etik çerçevesini delmeyi vazife ediniyor görünmekteler. Rakipleri de onlarla yarışa girdiklerinde hal haraptır.

İNSAN. Devleti veya iktidarın temsilinde "parti komiserleri"nin yarattığı sıkıntıları görmek için geleceği görmek gerkeksiz. etrafımızda bu deneyim yeterince var. İnsanlığa, düşüncesine, partisine bağlılığını yitirdiğinde neler yapabileceklerini yeterince gördük. İnsan oluş, sıradan insan oluşun sorumluluğu önemlidir. Çok çok önemlidir efendim. İnsan kalender ise, dünya da ufku da yerinden oynasa farketmez, herkes gibi yanlış da yapar, ancak yanlışından, bilhassa yanlışından, yanlışlardan öğrenir, tekrarlamaz. Aktarır, öğretir, yetiştirir. İnsan modelinde bir hata varsa, gelişmemizde bir sorun vardır diyebiliriz kolaylıkla.

Evet, nasıl bir toplum, gelecek, insan, hayat tarzı istiyoruz? "Yemekteyiz"lerde miyiz arkadaşlar, kardeşlikte, komşulukta, dayanışmada mıyız?