20 Mart 2012

Uluslarası Durum: ”Büyük Çöküş”le Raks


İran ve Suriye’ye müdahaleye itiraz edebilecek olan Çin dünya ekonomisini ”istatistiksel anlamda” ayakta tutan ülkelerden birisi.
”Çin'in izolasyonu” diye bir tartışma saçma kaçar. Çin'in yönlendirilmesinden, Çin’le beraber yönlenmekten konuşulabilir konuşulsa konuşulsa.
Çin’in kapitalist sisteme ya da dünyâ sistemine entegre oluşunun meyvelerini toplamadan kendi yoluna gitmesi ise şimdilik olası değil. Başarısının niceliksel/reel karşılığı rakibi addedilen dünyâda mevcût.
Gelişmiş ülkelerin bir kısmı üretimi fasonlaştırarak eski finansal krizlerde esneklik sağladılar. Krizler çok uzun sürmezse üretim yönetimi, marka payı, pazarlama kontrolü, fonlama, finansal yönlendirme gibi araçlarla iktisatlarını çevirebiliyorlar. Tarımsal üretim bir ölçüde devam ediyor. Ancak, iç pazar fazlasını ve yüksek maliyetli üretimi regüle eden destek’ler geleneksel tarımsal üretimi daraltmakla kalmayıp üretken bir hayat tarzını da üretim dışı bir hayat tarzına dönüştürmekte.
Pazar birlikleri, uluslararası ticaret paktları üretimin ulusal seviyede kıtlık, darlık, bunalım, ambargo, abluka gibi risklere göre planlanmasını ya sınırlamakta, ya da gereksiz kılmakta.
”Kendisine yeterlilik” fikri büyük birlikler içindeki ülkeler açısından pek rasyonel değil gibi görünse de, ”bağımsızlık” perspektifini az çok koruyarak dünyâ iktisadî sistemine eklemlenme durumunda olan ulusal devletler iki tarz arasında denge tutturmayı başarmak zorundalar.
Rusya kriz ve gerilimlerde pazarlanabilir kaynaklarının değerlerinin yükselmesiyle daha kolay geçiş ve stabilizasyon sağladı; yeniden kurumlaşma, toplumsal restorasyon projesi ile meşgul görünüyor. İlk hedefi olmasa da gerilimleri likiditeye çevirebileceğini biliyor. Türkiye ise gerilimlerin ilk dönemlerinden cari açıkla çıkacağının farkında. Rusya Türkiye’nin ucuz kaynak sağlamasının bütün dünyaya açılan ucuz kaynaklara dönüşmesinden sınırlı ölçüde kaygılı. Gorbaçov sonrasına geri dönmek istenmiyor. Dünya açısından enflatif olan Rusya açısından şimdilik restoratif. İlelebet bu politikaların yürümeyeceğinin ve gerilimli dönemlerin riskli olduğunun ise kabul edildiğini düşünüyorum. Rusya ister istemez dünya iktisadî sistemi için insiyatif almaya zorlanacaktır. Unutmuş göründüğü hedeflerden birisi de zaten, kendisini şekillendirmek için değil dünyayı şekillendirmek için pazarlıkta olma rüyâsıdır. Türkiye Rusya’nın kazançlarından gerilimli dönemlerde ihaleler çıkarabilmekte, yararlanabilmektedir. Rusyanın kazancı Türkiye'yi kesinlikle ürkütmemektedir. Ürkütücü olan kısa ve orta vadeli finansman, iş kapasitesi, ihale ve pazar açıklarıdır.
Türkiye sanayîleşme, dinamik pazarlama, müteahhitlik hizmetleri ve ekstrafinansal çözümler üretebilme kapasitesi ile eski açıklarını kapatma dönemindedir. Türkiye komşularının zenginliklerinden yararlanmayı biliyor, konjunktürlerdeki düzelmelerde kolay toparlanabiliyor. Komşuları ile ticârî ve siyâsî bağlarını zayıflatan bir döneme girmesi denizaşırı alışveriş çözümleri bulmaya yönlendiriyor. Türkiye ”risk altında üretim” planlamasında kumar iktisadından ”riskin makro iktisadı”na yol aldı, risk kontrolü konusunda tarihî tecrübeler edindi, araçlar geliştirdi ve çeşitlendirdi. türkiyenin konjunktür duyarlılığının orta ve uzun vadede giderek azalacağı kanaatindeyim. Bölgesinde ise siyâsî bir durulma belki uzun vadede mümkündür.
Kapalı, metrûk, tahrip edilmiş ya da ötelenmiş pazarlara çatışmasız girebilmesi, kriz yaşayan ancak potansiyel zenginlikleri olan ülkelerde para dışı değerler ve yeni alışveriş yöntemlerini kolaylıkla tedâvüle sokabilmesi; zor bölgelerde çalışma ve lojistik sağlama tecrübesi; çalışkan, kolay uyum sağlayan ve hareketli halkı Türkiye’nin avantajı olacaktır.
Bir süre daha tek tek hiç bir ülke ile iktisadî ilişkilerin türk ekonomisinin yönünü belirleyebilecek rolü olmayacaktır. Çeşitlilik kriz dönemlerinde ve dalgalanmalarda kolaylık, doğallık, stabilize edici ve muhtelif geleceklere risk dağıtıcı etkiler sunuyor. Bu çeşitliliğin bilinçli bir tercihten çok konjunktürel dağınıklık ile alâkalı olmasında hiç bir mahzur yok. Eldeki imkânlar ve tecrübe bu dağınıklıkta alanlar açılmasına, ilişkiler geliştirilmesine yeterli olabilmiştir. Gerisi gelecektir.
Rakiplerimiz eskisinden az: Dünya üretmiyor, geçerliliğini kolay yitiren uzmanlaşmalar daha ağır basıyor. Güney Kore, Çin, Vietnam, Hindistan, Almanya, ABD, Rusya, Türkiye, Brezilya, İran gibi ülkeler üretimi öncelemekteler. Pazar fazlası sorunu eskisi kadar söz konusu olamıyor, bir mal kıtlığı da söz konusu değil. Petrol ürünleri dışında ciddî takas, alışveriş, ham madde krizleri şimdilik yaşanmıyor gibi.
Carî açık sorunu tek başına reel ekonomimizi sarsacak düzeyde görülmediğinde bile iktisadî ivmenin yönünü değiştirebilecek bir potansiyeli içinde barındırıyor. Burada konjunktürel olarak ”belirleyici” olan uluslararası finans çevrelerinin yeni formasyonları ve yönelimleridir. Eski dönemdeki sıcak para hareketleri olmayacak diye bir şey yok. Olduğunda da kendilerini ayaklarından vurma riskini göze almak durumundalar, en azından şimdilik.
Finanskapital’in depolitizasyonu da söz konusu, çok yönlü politizasyonu ve lokalizasyonu da. Finans planındaki ideolojik rekabet öncelikle finans alanındaki gruplaşmaların silâhlarını vurabilmekte.
Eleştirilebilir/analiz edilebilir büyüme beklentileri büyümenin patlama şeklinde cereyan etmeyeceğine işaret etmekte. Dinamik ülkeler büyümelerini devam ettirebilecek imkânları şimdilik el altında bulabildiklerinden (meselâ, kendilerine terk edilmiş alanlardan dolayı) yeni pazar oluşumları, alışveriş kurumlaşmaları, üretim akışı şekillenmeleri için kısa ve orta vadede şiddetli kavga beklentisi yüksek değil.
Neocon'ların uluslararası siyâsetten çekilmiş görünmeleri siyasî insiyatifin iktisadî şekillenmenin akışına kulak vermişliğini, çoğu sorunun kendi dinamikleriyle çözülüyorluğunu öne çıkarıyor.
Uluslararası iktisadı yönlendiren çevreler eskisinden daha kendiliğindenci görünseler de, iktisadın dinamiklerini kendi akışına bırakarak bir tamirât, tadilât dönemini tercih ettiklerini düşünebiliriz. Rehabilitatif bir mühendislikle karşı karşıyayız.
Uluslararası iktisat uluslarası siyâsetten bağımsız gitmiyor. Sistem, eskiden dünyâyı yönlendirdiği ya da yönlendirmek için rekabet ettiği düşünülen finans çevrelerinin lokalleşme eğilimleri ile paralel şekilleniyor.
Uluslararası siyâsette entegrasyon ne kadar gelişirse Finanskapital’in uluslararasılığı da o kadar aksıyor. Bunda bir planlanmışlık ve baskı görmüyorum. Eski finans politikalarının izlenmesine destek verecek iktisat yönetimlerinin önü krizin de özelliğinden dolayı tıkanmış durumda.
İktisat yönlendirimi finansal araç ve aygıtları kullansa da, onları "doğallaştırarak" ısıtıcı, zorlayıcı, karıştırıcı, tek yönlüleştirici çizgilerinden ve ”eski tarz haraç ve tahakküm”den uzak tutan bir biçimde hareket ediyor. ”Yeni tahakküm nedir, nasıl olacaktır?” konusunu ise açık bırakalım.
Uluslararası iktisadın yönü oluşum içinde, yönelimleri eğilimler dışında formüle edilebilir durumda değil. Dengeler korunarak, toplumsal dinamikler boğulmayarak ”sistem” ya da "kapitalizm" ayakta tutuluyor. Ben, sadece kapitalist sistemin ayakta tutulduğunu düşünmüyorum. Bu dengede çoğu kirli savaşın, müdahalenin, talanın önü bir liberalleşme ve pazara açılma anlamında (uzun sürüp sürmeyeceği kesinleşmeden ve sadece ölçülü bir eğilim olarak) kapanıyor: Kriz derinleşirse yeniden askerîleşebilecek ilişkiler liberalize edilen uluslararası ticarete ve alışverişin alanına çekiliyor. ”Eskiden beri ABD’nin çizgisi bu idi!” diyeceklere, yeniden, eskiden izlenen güdücü, talancı ve dayatmacı finans politikalarını ve finans gücünü; uluslararası siyasetteki ”kıyametçi ve radikal mesihçi utopizm”in çılgınlıklarını hatırlatıyorum.
”Dünya iyiye ya da eşitliğe gidiyor!” demiyorum: Daha beter şeylerin olmaması iktisadın dinamiklerinin zorlanmış, yıpratılmış olmasından. ”Aklıbaşındalık” bir erken farkındalıktan değil: Yumurta kapıya gelmiş durumda. ”Korkunç Çöküş” gündemden öyle kolay çıkarılabilecek gibi değil!
Obama’nın seçimi kaybetmesiyle ”zamanın ruhu”nu daha iyi kavrayabilecek miyiz? Bilinemez. Kanaatime göre, ABD’yi yönlendiren kurumlar ve çevreler arasında kuzey güney çatışmasını andıran belki sessiz ancak derin bir ”entellektuel” ve ”siyasî” ayrışma kaçınılmaz hale gelecektir.
Krizi körükleyecek politika değişiklikleri üzerinde konsensus sağlamak mümkün olmayacaktır. Gelecek ABD yönetimleri eski anlamıyla BOP’u var olan şartlar altında devreye sokmada zorlanacaklardır. Gelişmeleri ve statükoyu dondurabilmeleri, Latin Amerika’yı da karıştırmaları, enerji konusunda liberal politikaları bırakarak çatışma risklerini artırmaları ise bir ölçüde mümkün. Avrupa Birliği’nin finansal olarak çökmesi halinde AB’nin dünya ekonomisini regüle edici etkisi ortadan kalkabilecek, insiyatif birliği sağlanması güçleşecek, pazarlarda daralma Çin’in iktisadî tercihlerini etkileyip stabilitesini bozacak, Çin maliyeti batıya aktarmaya çalışacak, Rusya’nın dış siyaseti askerîleşecektir.
Varolan konjunktürde reel iktisadî dengelerini kurabilenler sofrayı yağmalayamasalar da kısa ve orta vadeli borç açıklarını kapatıp ucuzluklardan faydalanıyorlar. Eski Dünya’nın zenginleri ise finansal imkânları ile dünyadaki iktisadî hareketlerden az çok pay alıyor, küçültülmüş devletleri ile orta vadede tasarruf paniği yaşamadan veya borç ihtiyacı ile kıvranmadan dönemin geçmesini bekliyorlar. Ranta çevrilebilir dış siyasetler ve turizm/konferans ülkelerine dönüşme gibi küçük hayâller dışında bir etkinlikleri yok gibi ve alternatif eylem planları geliştirmekle iştigal etmiyorlar. Bir başka açıdan bakıldığında ”sistemik restorasyona” uyum gösterdikleri, sorun çıkarmadıkları düşünülebilir.
Eski Dünya varolan çerçeve içerisinde kendisini korumasını biliyor görünüyor. Yeniler ise artan ihtiyaçlarının yol açacağı açıkları kapatarak ilerlemeye, her hâl ve duruma açık durmaya çalışarak terkedilmiş pazarları onarıp (ya da ”ev sahibi ile birlikte kolonize edip”), potansiyel kaynakları kullanıma açmaya hazırlanıyorlar.
Uluslararası müdahaleler bütün çivileri çıkarabilecek en önemli faktör. Olası bir İran Savaşı lokal bir çatışma olmanın dışına taşarsa iktisadî gelişmelere de bir müdahaledir. Savaş ve gerilimler ülke iflâslarını, yönelim körelmelerini ve belki de bilmediğimiz yeni iktisadî yönlendirme aygıtlarını devreye sokacak olsa da gelişmelerin stabilizasyonundan rahatsız olanlar var ve bunlar altüst oluşlarda iktisadi anlamda olmasa da siyasî anlamda kaybedecekleri çok olabilecek kesimler. (O halde kaybedecekleri imkânlar onlara iliklerine kadar hissettirilecektir!)
İran'a ABD yönetiminin açabileceği bir savaş ya da saldırı ile İran'a karşı ABD yönetimine dayatılan bir savaş (saldırı) arasında fark olacaktır. İran tarafından ayırt edilip farklı tavırlar izlenebilir mi? Şimdilik bilemiyorum.
İki tarz finans ve uluslararası iktisat yönetimi üzerinden çatışma devam edecek görünüyor: Birincisi uluslararası ticaret, alışveriş, kaynak, finans ve üretim araç ve ilişkilerinin ülkelerarası, toplumlararası dinamiğe uygun entegrasyonu politikası; ikincisi, finans gücünün yönetici ve belirleyici olduğu; kaynakların, imkânların birikimlerin mantığı ve aristokratizasyonu üzerinden şekillendirilmesi. Birincisindeki tutum eşitlikçi ya da demokrat tavra saygıdan çok, dünyadaki dengelerin ve dinamiklerin aşırı zorlanmaması üzerinden. İkincisinde ise ülkelerin, toplumların rolleri bir ölçüde yukardan tayin edilecek.
ABD seçimlerini ilk çizgi kazandığında en savaşçı politikalar iktidardan uzak tutulabilse dahi uluslararası dengeleri az buçuk gözeten bir savaş türü ile karşı karşıya gelmekten kaçınamayacağız. Bu savaşlarda esas talan değil, dünyâyı "doğal dengelerine döndürerek" daha az zahmetle, motor ısıtmadan işleyebilir; parçaları birbirini regüle edebilen bir bütünden yönlendirilebilir hale getirmek olacak.