15 Ocak 2007

Ya Avrupa ya da Barbarlık?


Barbarlık, Avrupaya girmezsek bizi istilâ edecek olan şey mi, yoksa avrupanın tek alternatifi mi, ya da aslında olduğumuz şey mi?


Slogancılık da bir barbarlık olmalı. Slogancı barbarlık?
Bu tavır medenî değil, yabancı kendi toplumuna. Tesadüfî bir yabancılık da değil, yaban bir yabancılık. Bir medeniyeti ezberen red. Bir başka medeniyete de ideolojik kılıf biçiş, onu da dondurma durdurma, sınırlama, kültürünü ideoloji haline getirme.


Avrupalı olmayı bu biçimde vurgulayanların bir kısmı zaten nesillerdir avrupa okullarında eğitim gördü, daha da öncesinden avrupayı avrupa yapan değerlerle yetişti. Şimdiye kadar barbar(lar) mıydılar? Değil idiyseler, kendilerine yol arkadaşlığı etmeyenler mi barbar?


Ya yol arkadaşları? Bu toplumun içinde olduklarını göremeyecek kadar bu toplumu reddeden, eleştirinin imkanlarını bir başka bahara bırakanlar?


Bana kalırsa ne şimdi, ne epey eskilerde barbardık, ne de kapımızı çalan barbarlık. Kapımızda ağaç ettiğimiz kendimiz oluşun kaçınılmazlığı.


Avrupalılığımız, bizden çok, ya da bundan böyle avrupalıların vereceği bir karar. Sonrası belki bize ait bir karar. Arka cephede, hizmetliler ve çilekârlar kapısında bekliyoruz. Sırat'ı bilen bir kültürüz. Girme nedenlerimizde de, olası vazgeçmemizde de medenî, gayrı medenî ve medeniyet ya da medeniyetsizlikle alakası olmayan gerekçe ve nedenler var, var olacak. Ama gene de biz aynı biz olacağız.


Bosna'nın yok edilişi bir başka avrupa projesi, iddiasıydı. Avrupaya , avrupalılığa müdahaleydi. Endülüsün silinmesi, Paris Okulu gibi kurumların kültür tarihinden tasfiyesi de. İbn Rüşt'ü, Farabî'yi eleştirdiğimizde dahi bizden olmadıklarını iddia edemiyoruz. Aquino'lu Toma konuşmadıkça Avrupa ne söyleyebilir?


Avrupanın barbarlığa karşı bir aşısı mı var? Ya da bizi istila edecek, silip süpürecek bir barbarlığa karşı çıkması olasılığı mı var? Bir şeyler söylendi, deklare edildi ya da tarihin sonunu bilerek konuşan birileri mi var da bizler yok edilmiş, susturulmuş, neslinin en iyilerine mezarlıklar mekân edilmiş aydınlar duymuyoruz?


Barbarlığa karşı immunitesi, bağdaşıklığı olan hiç bir halk, ulus, kültür yok. Bağdaşıklık iddiasının kendisi barbar: Eleştiriden, geleceğin sorumluluklarından ve dolayısıyla medeniyetten kaçış!


Başkalarında aşağıladığımız yanlar kendi başımıza gelmeden yaşayabiliyorsak, daha çok genciz. Barbarlık, barbarları aşağılama, ya da kendini tanımlamayla, uygarlık ideolojisiyle, narsist projeksiyonlarla ya da kendini beğendirme çabalarıyla aşılmaz, aşılamaz.


Bir kereliğine barbarlığı tüm zamanlar için sorun olmaktan çıkaracak bir adım asla atılamaz. Medeniyet bir dinamiktir. Medeniyet kendisi olmayı seçiştedir. Sorumluluğunu üstlenme, sorumluluk üstlenme, hukukun üstünlüğünü hakim kılma, başkalarından öğrenme ve hayata açıklıktır. Hatalardan, hayattan ve başkalarının tecrübesinden öğrenme bir devamlılığı öngörür.


Bizim ortadan kalkmamız, kendimizi lağv etmemizle değil, bizim gibi olmayanları da dinleyebilmemiz, kapsayabilmemiz, konuşturabilmemiz, kendileriyle konuşabilmemiz, açık durabilmemizle medeniyet, medeniyetimiz, medeniyetler ayakta tutulabilecektir.


Batı kendisinden başka bir şey bırakmadığında mı Batı olacaktır? Ya da biz Batıdan ileri gidip bunu Batıya önerdiğimizde?


Doğu da Batı da kurgudur. Gerçeklikleri kavramsallıklarındadır. Yok değillerdir, ama varlıkları da hakikatin iki yüzü olmaları anlamında değildir!


Medeniyet başkalarının ufkuyla buluşabilen insanlarla ayakta tutulur. Kendisini red, başkalarını redden de ağır bir kapalılıktır, tutuculuktur.


Avrupayı da, bizi de barbarlıktan uzak tutacak olan eleştirel bir diskuru canlı tutmayı, ortak sorunlar üzerine konuşabilmeyi, birbirinin dünyalarını tahrif etmemeyi, akrabalıkları örtbas etmemeyi, ayrılıkları sorun görmemeyi seçiştir.


Aramızda dostluk ya da çatışma olabilecektir. Medeniyet iddiası çatışmada dahi düzey tutturabilme kapasitesinde, isteğinde, daha doğrusu bunun kurumlaşmış faaliyetlerindedir.


Biz batıya karşı diplomatik, sosyal, kültürel, gündelik ilişkilerimizde daha saydam olduk, özellikle muasır medeniyete açıklığın altını çizmiş bir Cumhuriyetle. Batının da bize karşı medenî davranma yükümlülüğü vardır sanırım. Hep Lawrence'lar Gece Yarısı Expressleriyle oryantal safaya çıkacak değiller ya?


İlişkilerde bir karşılıksızlık, hukukî asimetri, hegemonya ilanı, kapitülatif tavır, karikatürleştirme hali, ideolojisellik varsa, medeniyet ve medenî ilişkiler beklentisi bir başka bahara kalmıştır. Önce karşılıklı saygı, karşılıklı hakkanî eleştiri, kendisini putlaştırmama ya da fetişleştirmeme hali gözlemlenebilmelidir, onca ortak "dava" dan sonra.
Soğuk savaşa kurban edilmiş bir aydın nesil mezarlıkta suskun; canlı suskunlar, ses çıkarmamışlar, medeniyetten yana tavır almamışlar ve soğuk savaşın gönüllüleri ortalıkta. Hiç de medenî bir hayata, hayatlılığa işaret değil bu görüntü ya da "görüngü", maalesef.


Evet, ya medeniyet ya da barbarlık seçilecek. İnsanlığın uzun ince yollarda yürüyüşleriyle. Kendisini hatadan kurtaracak garantili hiç bir yolun olmadığını kavrayışla. Tüm zamanlar için bir kerede ya da bir defada medenî, yanlışsız, barbarlıktan kurtulmuş, kısacası kurtulmuş, "emancipe olmuş" olmanın mümkün olmadığının bilindiği bir dünyada. Kendini beğenmişliğin sadece kendini beğenmişlik olduğu, "bir tanım buldum dünyam değişti !" demeyenlerin, eleştiren ve eleştiriye açık duran insanların dayanışmacı dünyasında!